L
LAFZ
LAFIZ: Söz demektir.
KELİME; manâlı lafz; tek başına anlamı olan söz demektir.
HARF: Tek başına bir anlamı bulunmayıp, mânâsı edatlarda olduğu gibi-^başkalanyle meydana gelen lafızdır.
LAFZ-I HAS: Münferiden, başlı başına bir mânâya vaz'olunan lafızdır.
Zeyd, Amr, insan, erkek, kadın gibi...
LAFZ-I MÜŞTEREK: İki veya daha fazla mânâya, birinden diğerine nakil şeklinde obuadan başka başka vaz edilmiş lafızdır.
Meselâ: Ayn lafzı gibi ki, bu lafız: Hem göz, hem altın, hem de mâhiyet gibi mânâlara mevzudur. (... gelir; konulmuştur.)
LAFZ-I ÂM; Gayr-i mahsur (yani: Sayısız mü-semmâlan içine alan ve aynı cinsen bir çok fertlere birden delâlet eden lafızdır.
Kavim, cemaat, rical, nisa lafızları gibi...
LAFZ-I MUTLAK: Şumulsüz, tayinsiz olarak, cinsinde şayi olan lafızdır ve bu Lafz-i Hass'ın efrâdındandır.
Meselâ: "Üç gün" denilse; bundan, belirsiz üç gün kasdedilmiş olur.
"Bir kitap okudum." denildiğinde de, bundan, kitap cinsiden lalettayin bir kitap okunduğu ifâde edilmiş bulunur ki, bunlar, birer mutlak lafızdır?
LAFZ-I MUKAYYED: Bir kayıd ile, bir vecih ile şüyûdan, cinsinin her ferdine şümulden çıkmış olan lafızdır.
Meselâ: " rd arda üç gün.."; "bir fıkıh kitabı" denildiğinde; bunlar, birer mukayyed lafız olmuş bulunur.
MÜŞTEREK-İ MANEVÎ: Müteaddid mânâları içine almakta olan bir mânâyı külliye, bir vaz İle konulmuş bulunan lafızdır.
"Hayvan", "ağaç" lafızları gibi ta, "hayvan" kelimesi, bütün hayat sahiplerine; "ağaç" kelimesi de, her cins ağaca şâmildir.
LAFZ-I MENKÛL: Mezvûu leh'inin dışında bir mânâda kullanılması, bir münâsebet ve alâkadan dolayı yaygın bulunan ve bu mânâsı bir karineye ihtiyaç hissedilmeden anlaşılan lafız demektir.
ir Istüâh Maddesine de batanız.
LAFZ-IMÜEVVEL: Delâlet ettiği bir çok mânâdan ve vecihten bazdan delîl-i zannî ile, rey-i gâ-iip ile tereccüh eden müşterek lafızdır.
Meselâ; Kur' lafa, hayz ve tuhr arasında müşterektir. Bu müşterek laftın tuhr veya hayz mânâsı tercih edilirse, bu münevvel bir lafiz olmuş olur.
LAFZ-I ZAHİR: Teemmül ve tefekküre ihtiyaç duyulmadan, sadece işitilmekle mânâsı anlaşılan söz demektir.
Meselâ: "Alış-veriş helâldir, "sözü, zahir bir lafadır. Bunun zıddına da Lafz-ı Hafi denir.
NAS: Söyleyen yönünden ileri gelen bir sebeple, mânâsı zahirden daha açık olan lafızdır. Meselâ: Ümin şerifini ve faziletini bildirmek isteyen bir zât: "bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?" dese; bu söz, bilmek İle bilmemek arasındaki farkı ifâde hususunda nas olmuş olur.
Te'vile ihtimâli olmayan size de NAS denir.
LAĞV: Hükümsüz bırakma; kaldırma. Faydasız, beyhude, boş. Yanılma, atlama.
LAHD: Mezar; çukur; kabir.
LAKIT: Bİr çocuğu, atılmış bulunduğu yerden alıp kaldıran kimse demektir. + Btikat ve Mültekıt Maddelerine de bakınız.
LAKİT: Lügatte: Melkûd (= gâib) mânâsına olarak, yerden kaldırılmış şey demektir. Bu kelimenin, daha sonra MELBUZ (yani atılmış, terkedilmiş) ÇOCUK anlamında kullanılması yaygınlaşmıştır.
Çünkü, yere atılan şeyler, âyete göre yerden alınıp kaldırılır. Ve bu şey, himaye edilmeye lâyık bir şeyse, himaye edilir, korunur. Bir yere atılan çocuk da, oradan kaldırılacağı İçin, kendisine, LAKİT nâmı verilmiştir. Istılahta LAKİT: Ehli (= ailesi) tarafından bir yere atılmış, diri veya ölü çocuk demektir.
İltikat ve Menbuz Maddelerine de bakınız.
LUKATA: Lügatte, alıp, kaldırmak anlamına gelen Lakit lafzından alınmış bir kelimedir. Kaydolmuş ve düşürülmüş bir mala da, âdete göre alınıp saklandığı için LÜKATA adı verilmitir. LÜKATA tâbiri, arzı da, çoğuda ifâde eden bir çoğul anlamlı isimdir. Ancak bunun kelime olarak çoğulu da LÜKATÂT"ür.
LÜKATA:
1-) "Canlı veya cansız, yitik mal."
2-) "Sahibi bilinmeyen, düşmüş mal."
3-) "Yolunu şaşırmış hayvan."
4-) "Ziyâa(= kaybolmaya) maruz, herhangi bir masum mal." şekillerinde tarif olunmuştur ki, bu tarifler netice itibariyle aynıdır, birdir.
Lükatayı bulunduğu yerden alıp kaldıran kimseye LÂKİT veya MÜLTEKİT denir. İLTİKAT ise, kayıp bir şeyi, bulunduğu yerden alıp kaldırmak demektir.
Diğer bir tarife göre LÜKATA: Zayi olan bir şeyi, temellük için değil de sahibi nâmına muhâaza etmek için, bulunduğu yerden alıp kaldırmaktır. Bu tarif, aym zamanda İLTİKAT'm de tarifi'dir.
LAZIM: Hıyârâttan (= muhayyer olma hâllerinden) hâli olan bir akiddir. Ki üzerine terettüp eden eserin ref i mümkün olmaz.
Meselâ: Bir kimse, muhayyer olmamak üzere, bir malını, bir şahsa, şartlan dairesinde satsa, bu muamele lâzım olur. Ve artık, satan şahsın, bu satış muamelesini bozmaya, hiç bir selâhiyeti olmaz. Lâznn'ın mukabili GAYR-İ LAZIM' dır. Ve bu da: Kendisinde muhayyerlik bulunan akid demektir.
LEBEN-İFAHL: Bir erkeğin mukâreneti neticesinde, bir kadında meydana gelen süt demektir. Bu süt, kan ile kocanın birleşmesi sebebiyle ve her ikisinin madde-i mahsûsasından meydana gelir.
LEHAKı Yetişmek, idrâk etmek; bir topluluğa gidip katılmak, iltihâk edip, tabî olmak anlamına gelir.
LVBÎK da lehak anlamındadır.
LÂKİK ve MÜLHAK kelimeleri de: Sonradan yetişip tâbi olan kimse anlamına gelir.
I LİKA; Görmek, yetişmek; tesadüf etmek, karşılamak demektir.
TİLKA kelimesi ise hiza ve muvâzî anlamına gelir.
LEHV: Oyun, eğlence,, çalgı, faydasız iş. Gafil olmak.
LEHHİYYÂT: İnsanı gaflete düşüren, neftinin arzularına nail bırakan şeyler; oyunlar, eğlenceler demektir.
LEVM: Zemmetme, çekiştirme, kötüleme, paylama, başa kakma.
LEVS: Bir maktulün velîlerinin iddialarında sadık olduklarına dair bir zann-ı gâlib meydana getiren, bir karîne-i hâliyye veya fiiliye demektir. Bu alâmet ve i uygun olarak dörder defa şehâdeöe bu hısta katlin nişanesi veya maktul ile aralarında zam jjg^g. Esv3P) elbîse hir bir düşmanlığın bulunması gibi karineler, birer levs'ür.
ÛAN: Lügatte: Lânetleşmek, yani, iki kişinin bir-
LV'B: Oyun, eğlence birine lanet okuması demektir.
LEIB: Oyunlar, eğlenceler.
ÂUNlLTIANddnır
LtoİYYAT: Oy^ar, [11]
LAFIZ: Söz demektir.
KELİME; manâlı lafz; tek başına anlamı olan söz demektir.
HARF: Tek başına bir anlamı bulunmayıp, mânâsı edatlarda olduğu gibi-^başkalanyle meydana gelen lafızdır.
LAFZ-I HAS: Münferiden, başlı başına bir mânâya vaz'olunan lafızdır.
Zeyd, Amr, insan, erkek, kadın gibi...
LAFZ-I MÜŞTEREK: İki veya daha fazla mânâya, birinden diğerine nakil şeklinde obuadan başka başka vaz edilmiş lafızdır.
Meselâ: Ayn lafzı gibi ki, bu lafız: Hem göz, hem altın, hem de mâhiyet gibi mânâlara mevzudur. (... gelir; konulmuştur.)
LAFZ-I ÂM; Gayr-i mahsur (yani: Sayısız mü-semmâlan içine alan ve aynı cinsen bir çok fertlere birden delâlet eden lafızdır.
Kavim, cemaat, rical, nisa lafızları gibi...
LAFZ-I MUTLAK: Şumulsüz, tayinsiz olarak, cinsinde şayi olan lafızdır ve bu Lafz-i Hass'ın efrâdındandır.
Meselâ: "Üç gün" denilse; bundan, belirsiz üç gün kasdedilmiş olur.
"Bir kitap okudum." denildiğinde de, bundan, kitap cinsiden lalettayin bir kitap okunduğu ifâde edilmiş bulunur ki, bunlar, birer mutlak lafızdır?
LAFZ-I MUKAYYED: Bir kayıd ile, bir vecih ile şüyûdan, cinsinin her ferdine şümulden çıkmış olan lafızdır.
Meselâ: " rd arda üç gün.."; "bir fıkıh kitabı" denildiğinde; bunlar, birer mukayyed lafız olmuş bulunur.
MÜŞTEREK-İ MANEVÎ: Müteaddid mânâları içine almakta olan bir mânâyı külliye, bir vaz İle konulmuş bulunan lafızdır.
"Hayvan", "ağaç" lafızları gibi ta, "hayvan" kelimesi, bütün hayat sahiplerine; "ağaç" kelimesi de, her cins ağaca şâmildir.
LAFZ-I MENKÛL: Mezvûu leh'inin dışında bir mânâda kullanılması, bir münâsebet ve alâkadan dolayı yaygın bulunan ve bu mânâsı bir karineye ihtiyaç hissedilmeden anlaşılan lafız demektir.
ir Istüâh Maddesine de batanız.
LAFZ-IMÜEVVEL: Delâlet ettiği bir çok mânâdan ve vecihten bazdan delîl-i zannî ile, rey-i gâ-iip ile tereccüh eden müşterek lafızdır.
Meselâ; Kur' lafa, hayz ve tuhr arasında müşterektir. Bu müşterek laftın tuhr veya hayz mânâsı tercih edilirse, bu münevvel bir lafiz olmuş olur.
LAFZ-I ZAHİR: Teemmül ve tefekküre ihtiyaç duyulmadan, sadece işitilmekle mânâsı anlaşılan söz demektir.
Meselâ: "Alış-veriş helâldir, "sözü, zahir bir lafadır. Bunun zıddına da Lafz-ı Hafi denir.
NAS: Söyleyen yönünden ileri gelen bir sebeple, mânâsı zahirden daha açık olan lafızdır. Meselâ: Ümin şerifini ve faziletini bildirmek isteyen bir zât: "bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?" dese; bu söz, bilmek İle bilmemek arasındaki farkı ifâde hususunda nas olmuş olur.
Te'vile ihtimâli olmayan size de NAS denir.
LAĞV: Hükümsüz bırakma; kaldırma. Faydasız, beyhude, boş. Yanılma, atlama.
LAHD: Mezar; çukur; kabir.
LAKIT: Bİr çocuğu, atılmış bulunduğu yerden alıp kaldıran kimse demektir. + Btikat ve Mültekıt Maddelerine de bakınız.
LAKİT: Lügatte: Melkûd (= gâib) mânâsına olarak, yerden kaldırılmış şey demektir. Bu kelimenin, daha sonra MELBUZ (yani atılmış, terkedilmiş) ÇOCUK anlamında kullanılması yaygınlaşmıştır.
Çünkü, yere atılan şeyler, âyete göre yerden alınıp kaldırılır. Ve bu şey, himaye edilmeye lâyık bir şeyse, himaye edilir, korunur. Bir yere atılan çocuk da, oradan kaldırılacağı İçin, kendisine, LAKİT nâmı verilmiştir. Istılahta LAKİT: Ehli (= ailesi) tarafından bir yere atılmış, diri veya ölü çocuk demektir.
İltikat ve Menbuz Maddelerine de bakınız.
LUKATA: Lügatte, alıp, kaldırmak anlamına gelen Lakit lafzından alınmış bir kelimedir. Kaydolmuş ve düşürülmüş bir mala da, âdete göre alınıp saklandığı için LÜKATA adı verilmitir. LÜKATA tâbiri, arzı da, çoğuda ifâde eden bir çoğul anlamlı isimdir. Ancak bunun kelime olarak çoğulu da LÜKATÂT"ür.
LÜKATA:
1-) "Canlı veya cansız, yitik mal."
2-) "Sahibi bilinmeyen, düşmüş mal."
3-) "Yolunu şaşırmış hayvan."
4-) "Ziyâa(= kaybolmaya) maruz, herhangi bir masum mal." şekillerinde tarif olunmuştur ki, bu tarifler netice itibariyle aynıdır, birdir.
Lükatayı bulunduğu yerden alıp kaldıran kimseye LÂKİT veya MÜLTEKİT denir. İLTİKAT ise, kayıp bir şeyi, bulunduğu yerden alıp kaldırmak demektir.
Diğer bir tarife göre LÜKATA: Zayi olan bir şeyi, temellük için değil de sahibi nâmına muhâaza etmek için, bulunduğu yerden alıp kaldırmaktır. Bu tarif, aym zamanda İLTİKAT'm de tarifi'dir.
LAZIM: Hıyârâttan (= muhayyer olma hâllerinden) hâli olan bir akiddir. Ki üzerine terettüp eden eserin ref i mümkün olmaz.
Meselâ: Bir kimse, muhayyer olmamak üzere, bir malını, bir şahsa, şartlan dairesinde satsa, bu muamele lâzım olur. Ve artık, satan şahsın, bu satış muamelesini bozmaya, hiç bir selâhiyeti olmaz. Lâznn'ın mukabili GAYR-İ LAZIM' dır. Ve bu da: Kendisinde muhayyerlik bulunan akid demektir.
LEBEN-İFAHL: Bir erkeğin mukâreneti neticesinde, bir kadında meydana gelen süt demektir. Bu süt, kan ile kocanın birleşmesi sebebiyle ve her ikisinin madde-i mahsûsasından meydana gelir.
LEHAKı Yetişmek, idrâk etmek; bir topluluğa gidip katılmak, iltihâk edip, tabî olmak anlamına gelir.
LVBÎK da lehak anlamındadır.
LÂKİK ve MÜLHAK kelimeleri de: Sonradan yetişip tâbi olan kimse anlamına gelir.
I LİKA; Görmek, yetişmek; tesadüf etmek, karşılamak demektir.
TİLKA kelimesi ise hiza ve muvâzî anlamına gelir.
LEHV: Oyun, eğlence,, çalgı, faydasız iş. Gafil olmak.
LEHHİYYÂT: İnsanı gaflete düşüren, neftinin arzularına nail bırakan şeyler; oyunlar, eğlenceler demektir.
LEVM: Zemmetme, çekiştirme, kötüleme, paylama, başa kakma.
LEVS: Bir maktulün velîlerinin iddialarında sadık olduklarına dair bir zann-ı gâlib meydana getiren, bir karîne-i hâliyye veya fiiliye demektir. Bu alâmet ve i uygun olarak dörder defa şehâdeöe bu hısta katlin nişanesi veya maktul ile aralarında zam jjg^g. Esv3P) elbîse hir bir düşmanlığın bulunması gibi karineler, birer levs'ür.
ÛAN: Lügatte: Lânetleşmek, yani, iki kişinin bir-
LV'B: Oyun, eğlence birine lanet okuması demektir.
LEIB: Oyunlar, eğlenceler.
ÂUNlLTIANddnır
LtoİYYAT: Oy^ar, [11]