R
RABITA: İkİ şeyi birbirine bağlayan şey; bağ. Münâsebet; ilgi; alâka. Bağlılık; mensup olma.
RÂCİL: (Askerlikte) yaya, piyade demektir. Ganimetlerden hisse almak hususunda, deve, katır, eşek gibi düşmanı korkutmayan ve dehşete düşürmeyen hayvanlara binmiş bulunanlar da râ-cil (= yaya -= piyade) sayılırlar.
RADA'
RADA': Lügatte; Meme emmek demektir.
RAD RADAA, İRTİDA' kelimeleri de meme emmek anlamına gelir.
IRDA': Meme emzirmek demektir.
MÜRADAA ve RIDA' kelimeleri, iki çocuğun bir memeden süt emmesi anlamına gelir. Bu durumda, emen çocuklardan her biri, diğerini RÂDİ-İ olmuş olur.
Istılahta RADA': En az dokuz yaşında bulunan veya daha yaşlı olan bir kadının sütünün, belirli vaktinde, bir çocuğun midesine girmesi demektir.
RADÎ': Süt emen çocuk ve bir memeden süt emen çocuklardan her biri anlamlarına kullanılır.
Bu anlamda RÂDİ' ve MÜRTEDİ' kelimeleri de kullanılmaktadır.
RÂHİLE: Erkek olsun, dişi olsun, binek hayvanı
olarak kullanılan deve demektir. RâhOe kelimesi, mutlak olarak binek hayvanı anlamında da kullanılır.
RAHİP: Hıristiyanlar arasında âbid ve zâhid kimse demektir.
Rehb: Korku, haşyet anlamına gelir. Rahibin çoğulu: REHÂBİB'tir.
RAKABE: Köle ve câriye demektir.
RİKAB, RAKABÂT ve RUKÛB kelimeleri RAKABE kelimesinin çoğuludur. Yani bu kelimelerden her biri köleler, cariyeler anlamına gelir.
RAKABE kelimesi aslında boyun ve boyun kökü anlamındadır. Esirlerin boyunlarına kement takılmasından dolayı, köle ve cariyeye kinaye olarak bu isim verilmiştir.
Bununla beraber, her şeyin aslına zâtına da RAKABE denilmesi yaygındır. Rakabe-i Vakf gibi...
FEKK-İ RAKABE: Köle veya cariyeyi azâd etmek; memlûkün boynundaki esaret halkasını çözüp, serbest bırakmak demektir.
RAKABE ETMEK: VAKIF Maddesine batanız.
RAVZA-İ MVTAHHARA: Mescid-i Nebî'nin Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin Kabr-i Seadetle-ri ile Minber-i Şerif arasında kalan kısmıdır. Burası, 10 metre genişliğinde ve 20 metre uzunluğunda (yani 200 metrekarelik) pek mübarek bir yerdir.
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz biriıadîs-i şeriflerde şöyle buyurmuşlardır:
"Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir:"
Halk arasında, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin Kabr-i Seâdetlerine de RAVZA-İ MÜTAHHA-RE denilmektedir.
Sahih-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh Terce-mesi; elit: 4; sayfa: 268; Hadis No: 607
RAYB: Şek, şüphe ve hacet anlamlarına gelir.
RÜYÛB: Reybler demektir.
RIBE: Şek ve töhmet anlamında kullanılır.
RAYBÜ'L-MENÛN: Dünya hâdiseleri demektir.
REYBÜ GÜMÂN: Şüphe ve zan demektir.
BİLÂ REYB: Şüphesiz demektir.
RAZH: Savaşta hizmetleri görülen kadınlarla, çocuklara, kölelere ve zımnîlere ganimet mallarından verilen bir miktar mal demektir.
Razh'ın miktarı fiilen savaşanlara verilen hisselerdan az olur.
Razh'ın miktarını belirleme yetkisi veliyyü'1-emre aittir.
RAZH kelimesi, lügatte; Az bir şey vermek ve az bir miktarda verilen şey anlamlarını ifâde eder.
Kendileri mükâtil ve mücâhidlerden sayılmadıkla-n hâlde, savaşta bazı hizmetleri görüldüğü için ga-nîmet mallarından razh namı ile mal alan kimselere EHLİ RAZH denir.
REBBÜ'L-HAZANE: Hizâne hakkına mâlik bulunan kimse demektir.
Buna HÂZİN, HÂZİNE, MEN LEHÜ'L-HAZENE de denir.
MAZÛN, MAHZÛNE: Hızâneye tâbi çocuk demektir.
RECM: Lügatte: Kati, şetm, tard, terk, bühtan, tel'in, efrîn, sadık ve nedîm mânâlarına gelir. Atılaniaşa da RECM denir.
RÜCÛM: Recm'in çoğuludur. Istılahta RECM: Muhsan olan zânî ile muhsana bulunan zâniyeyi vech-i mahsus üzere taşlayarak öldürmek demektir.
RED
RED: Ashâb-ı ferâiz hisselerini aldıktan sonra, te-rikeden kalan kısmı (= bakîyi), nisbî senim sahiplerinin sehimleri nisbetinde, kendilerine dağıtmak demektir.
REDDİYYE: Hisselerin (= payların) toplamınm, mahreçten (= ortak paydan) eksik çıktığı miras mes'-elesidir.
REHN-tügâne: Sabit, dâim ve payidar anlamına gelen bu kelime, aynı zamanda herhangi bir sebepten dolayı, bir şeyi mahbus ve mevkuf kılmak anlamını da ifâde eder.
Fıkıh ıstılahında REHN: Bir malı; kendisinden tamamen veya kısmen istifa edilmesi (= alınması, öde-tihnesi) mümkün olan mâlîbir hak mukabilinde, o hak sahibinin veya bir başka şahsın elinde, rızâ ile mahbûs ve mevkuf kılmak demektir.
MERHUN: Bir başkasının elinde mahbüs ve mevkuf bırakılan yani rehin verilen mal demektir. REHİN kelimesi, MERHÛN anlamında da kullanılır.
Rehin'in çoğulu: RÜHÛN ve RİHAN gelir.
REHİN = REHİNE: Bir şeyi rehin etmek, rehin bırakmak mânâsına gelir; yani bu kelimeler MERHÛN mânâsında da kullanılır.
REHÎNE'nin çoğulu REHÂYİN'dir.
IRHÂN: Rehin bırakmak anlamında kullanılır.
RÂHİN: Rehin veren; yani: Hakîkaten veya hükmen medyun (= borçlu) olup; bunun karşılığında, bir şeyi rehin bırakan kimse demektir.
MÜRTEHİN: Hak sahibi saatiyle rehin alan kimse demektir.
MÜRTEHEN: Bir şey mukabilinde rehin olarak ahkonan şey anlamındadır.
İRTİHÂN: Bir hakkın istifasını (= geri alınmasını) temin için, rehin almak demektir.
REHN-İ SAHİH: Sıhhat şartlarım cami olan; diğer bir deyişle: Asıl ve vasıf itibariyle sahih bulunan rehin akdi demektir.
REHN-İ FÂSİD: Asıl itibariyle sahih olup, vasıf İtibariyle sahih olmayan, yani: Aslında mün'akid olduğu hâlde, bazı haricî vasıfları itibariyle gayr-i meşru . bulunan rehindir.
Müşa'ı (= hisseleri ayrılmamış, ortak bir malı) veya meşgul bir şeyi rehin vermek gibi...
REHN-İ BÂTIL: Aslen sahih olmayan rehindir. Mal olmayan bir şeyi rehin vermek ve binefsihî maz* mun (= ödenmesi gerekli) olmayan bir şey mukabilinde rehin almak gibi...
TERHİN: Bir mali, bir hak karşılığında rehin vermek, mahpus bulundurmak demektir.
FEKK-İ REHN; Rehn izâle etmek (= ortadan kaldırmak); borcu ödeyip, merhûnu rehiniyetten tahlîs etmek (= kurtarmak); rehni çözmek demektir.
FÜKÛK: Rehni kurtarmak anlamındadır.
İFTİKÂK da: Rehni kurtarmak anlamına gelir.
REHAVET; Tembellik, gevşeklik, pörsüklük, ihmalkârlık
REDİ': Kendisi için süt anne tutulan çocuk demektir. Rıdaâ Maddesine de bakınız.
Rek'at: Namazın bölümlerinden her biri demektir. Bir namazda, birbirini takip eden kıyam, rükû ye iki secdeden meydana gelen bölüme rek'ât denir.
REMY-İ CİMÂR: (= ŞEYTAN TAŞLAMAK): Mina'da, Cemre adı verilen taş kümelerine ufacık taşlar atmak demektir.
Hac sırasında, bayram günlerinde, Mina'da, Akabe Cemresi, Orta Cemre ve Küçük Cemre adı verlilen üç Cemreye usûlüne göre taş atmak vaciptir.
CEMRE MaddesİRe de bakınız.
REMEL: (Hac'da) erkeklerin, tavafın ilk üç şav-, tında, kısa adımlarla koşarak ve omuzlan silkerek, çalımlı ve sür'atli bir şekilde yürümektir.
Kendisinden sonra sa'y yapılacak olan tavaflarda remel yapmak sünnettir.
Sonunda sa'y yapılmayacak olan tavaflarda remel yapmak gerekmez.
RE'SÜ'L-MÂL: Sermaye. Bir ticaret veya bir şirket için kullanılan asıl mal demektir.
RE'SÜ'L-MÂL: Ana para, sermâye kapital.
MAL: MAL Maddesine de bakınız.
RIK: Lügatte: Kulluk (= ubudiyet) anlamına gelir. Istılahta RIK: Varlığı ile insanı temellüke (= mülk
olmaya) mahal kılan hükmî bir vasıftır, Diğer bir tarife göre RIK: Esir edilen harbî hakkında sabit olan manevî bir sıfattır ki, o esir, bu yüzden hürriyetini kaybetmiş olur.
RAKİK: Köle, câriye demektir.
Bu kelime bir köle ve câriye için kullanıldığı gibi, birden çok köle veya câriye için de kullanılabilir.
ERİKKÂ: Rakikler demektir.
Esir olan kimselere düştükleri zaraf ve rikkatten dolayı RAKK denilmiştir. Dâr-ı harbten alınan esirler, rakik sayılmakla birlikte; bunlar dâr-i islâma getirilip, el altına alınmadıkça memlûkiyet (= sölelik) sıfatı ile sıfatlanmış olmazlar. Görüldüğü gibi, bu esirlerde nk, memlûkiyyetten ayrılmış oluyor.
RÎBÂ; Lügatte: Fazlalık, ziyâde dernektir. Istılahta RÎBÂ: Veznî veya keylî (= tartılan veya Ölçekle ölçülen) bîr malı, aynı cinsten ve daha fazla miktardaki bir mal ile, bu fazlalığın bir karşılığı olmaksızın değişmek demektir. Veya RİBA: Cinsleri muhtelif (= ayrı ayrı) olduğu hâlde, veznî, keylî, zira'î veya adedî olma yönünden aynı olan İki şeyden birini, diğeri karşılığında veresiye olarak değişmektir. Meselâ: On cumhuriyet altını, on bir cumhuriyet altım ile değiştirilse; fazla olan bir altın, bir ivaz mukabilinde olmadığından riba (= faiz) o'»r. Riba'iki kısımdır:
1-) RİBÂ-İ FAZL: Mevzûnat ve mekîlat (= Terazi ile tartılan ve ölçekle ölçülen) cinslerinden olan şeyleri, kendi cinsleriyle, peşin olarak, biri fazla olmak üzere değişmek demektir. Meselâ: On gram gümüşü, On bir gram gümüş ile,. derhal değişmek gibi..
2-) RİBÂ-İ NESÎ-E: Bir cinsten olan iki şeyden birini, diğeri kadılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden oldukları hâlde veznî, keylî, zira'î veya adedî olmak hususunda aynı sınıfta bulunan iki şeyden birini, diğeri karşılığında veresiye olarak değişmektir İd, bu durumda bu şeylerin miktarları eşit olsa bile, bu değişim (ahş-veriş) yine de caiz olmaz.
EMVÂL-İ RİBEVİYE: Kendisinde ribâ câri olan mallar demektir. Arpa, buğday ve nakidler gibi...
RIBAT: Serhadde (= hudud boyunda) düşmanın hücum etme ihtimali bulunan bir yerde, sadece İslâm yurdunu muhafaza ve müdâfaa (= koruma ve savunma) maksadiyle ikâmet etmek mânâsım ifade eden bir tâbirdir.
Aslında RİBAT: Müdâvemet (= devamlılık, bir işte devamlı çalışmak) demektir.
RİBAT: Herhangi bir şeyi iyice bağlamak için kullanılan ip, bağ ve at sürüsü anlamlarında da kullanılır.
RİBÂTÜ'L-HAYL: Hudutta bağlı bulunan süvari atlan anlamına gelir.
İmâret-hânelere, tekkelere ve kervansaraylara da RİBAT denilmektedir.
İslâmı kuvvetlendirmek ve müslümanlan düşmanların şerrinden korumak maksadiyle, serhatte ikâmet' etme hâline MÜRÂBITA denilir.
MÜRABIİÎN: İslâmı kuvvetlendirmek ve müslümanlan düşmanların şerrinden korumak için, devamlı olarak hudutta ikâmet eden mücâhidler demektir.
RİBH: Faİde ve kâr anlamlarına gelir. Meselâ; Bin liraya alınan bir mal, bin yüz liraya satılsa; bu yüz lira bir RİBH olmuş bulunur.
ERBÂH: Ribh'in çoğuludur.
İBRAH ise: Bir maldan kâr temin etmek demektir.
RİDÂ: Belden yukarıya örtülen, havlu veya benzeri şeylerden yapılan örtü. (Hıramın üst kısmı).
RİDDET: İslâm Dini«Jen dör>mek; küfre düşmek demektir.
İtidâd: Maddesine de bakınız.
RİKAZ: Lügatte: Tesbit mânâsına gelen rekz kökünden gelen ve merküz(= rekzolunmuş, dikilmiş, saplanmış) anlamına kullanılan bir kelimedir. Istılahta RHCAZ: Yer altında tabiî olarak bulunan mâdenler ve defineler demektir.
RİSÂLET
RİSÂLET: Sefaret; elçilik; bir kimsenin, tasarrufta mezuniyet ve dahli olmaksızın, bir şahsın sözünü, başkasına tebliğ etmesidir.
RESUL: E'çi. Peygamber.
RISALET: Bir şahsı, bir görevle, bîr yere göndermek. Elçilik. Peygamberlik.
MÜRS1L: (Elçi) gönderen, yollayan.
MÜRSELÜN İLEYH: Kendisine (elçi) gönderilmiş olan ve söz kendisine tebliğ olunan kimse demektir.
MÜRSEL: Gönderilmiş, yollanmış (elçi); Peygamber.
RİVAYET: Bir sözü veya bir olayı başkasına nakletmek demektir.
"Filan şöyle dedi." veya".... demiş." yahut, "Şöyle bir vak'a oldu." veya "... olmuş." tâbirleri birer rivayettir.
RAVI: Bir sözü veya bir olayı rivayet eden şahıs demektir.
RÜVAT: Râvî'nin çoğuludur; yânî râvîler demektir.
Nâkil de, râvî anlamındadır. Hadîs ıstılahında RÂVÎ: Bir hadîs-i şerifi, senetlerini zikrederek nakleden kimse demektir.
RUHSAT: Kulların özürlerinden dolayı, kendilerine bir suhulet (= kolaylık) ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan bir şeydir. Meselâ: Sefer (= yolculuk) hâlinde ramazan-ı şerif orucunun tutulmaması gibi...
Meydana gelen bir ikrah (= zor kullanma, tehdit, baskı) neticesinde, bir başkasının malını itlaf da bu kabildendir ve bu durumda, bu itlaf hakkında şer'î bir ruhsat bulunmuş olur. Bîr hâdisede azimet ile ruhsat bir araya gelince, azimet yolunu İltizam etmek, bir takva nişanesi sayılır.
Rükû: (Lügatte) eğilmek demektir.
Istılahta rükû: Namaz kılan bir kimsenin, kırâaten sona eğilerek, başı ile arkasını düz bir vaziyete getirmesidir.
RÜKN-İ HÂCER-İ ESVED: KA'BE / KA'BE-NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKN-IIRÂKÎ: KA'BE / KA'BENİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKN-İ ŞÂMÎ: KA'BE / KA'BE'NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKÜN: Bir şeyin en sağlam tarafı, temel direği, ayakta durmasını sağlayan dayanağı anlamına gelir. Başka bir tarif ile RÜKÜN: Bir şeyin mâhiyetini teşkil ve takvim (= tertip, tanzim) eden herhangi bir şeydir.
Rükün, bazen basit, bazen de mürekkep olur.
Meselâ: Bey' (= satış) akdinin rüknü, îcâb ve kabûl'dür. Bunlar bulunmayınca, bey' (= saüş işlemi) de bulunmaz.
Rükiin'ler iki kısma ayrılır:
1-) RÜKNÜ ASLÎ: Kendisi bulunmayınca diğer bir şey ve hüküm muteber olmayan rükündür.
Meselâ: İmânda, kalb ile tasdik, aslî bir rükündür.
Bu kalbi tasdik bulunmayınca îmân da bulunmaz.
2-) RÜKNÜ ZÂİD: Kendisinin bulunmamasından
dolayı, bir şeyin veya bir hükmün gayr-i muteber olması lâzım gelmeyen rükündür.
Meselâ: îmânda, dil ile ikrar bir zâid rükündür ve bunun bulunmamasından dolayı, îmânın bulunmaması
RÜKN-İ YEMÂNÎ: KA'BE / KA'BE'NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜŞD: Din ve dünya salâhı; dine ve dünyaya zarar verip vermiyecek şeyleri bilmek; doğru yolu bulup gitmek; doğru yolda gitmek anlamlannı İfâde eder.
Hakka ve Kur'ân'a da RÜŞD denir.
REŞED: Hayır, rahmet ve hidâyet demektir.
REŞÂD: Kuvvetli akıl sahibi olmak demektir.
REŞÎD: Malını korumak hususunda lekayyüd ederek sefahatten ve israftan kaçman kimse anlamına gelir.
İşlerim güzelce idare etmeye gücü yeten ve bulûğa ermiş kimseye de REŞID denilir.
RÂŞİD: Akıllı, doğru yola giden; hak yol üzere bulunan kimse demektir.
RÂŞİDÎN: Râşid kelimesinin çoğuludur. Yâni: Akıllılar; doğru yolu bulunlar; hak yolunu tutmuş olanlar demektir.
HÜLEFÂ-İ RÂŞİDÎN: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, ilk dört halifesi demektir.
RÜŞVET
RÜŞVET: Lügatte: Bir şahsa yaptığı bir iş karşılığında verilen ücret; ayak kirası demektir. Örf de RÜŞVET: Bir hacete ve bir maksada, bir ustalık suretiyle kavuşmak için verilen mal veya yapılan herhangi bir muamele demektir. Rüşvet, reşâ kelimesinden türetilmiştir. Reşa ise: Kendisi ile kuyudan su çıkanlan ip demektir. Rüşvet de, bir maksadın meydana gelmesine sebep olduğu için bu adı almıştır.
Rüşvet, bir hakkı ibtâle veya bir bâtılı terviç veya teşmiyete âlet olduğu için haramdır. Ve rüşvet, en büük günâhlardan sayılmıştır.
Rüşvet fiilini irtikap edenler lanetlenmiştir. Nitekim, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir hüküm hususunda, rüşvet verene de, rüşvet alana da Allahu Teâlâ lanet etsin." Fakat, bir hakka kavuşmak veya bir zulmü defetmek için verilen rüşvet; bunu vermeye mecbur kalan hak sahibi için bir rüşvet-i menhiyye sayılmaz. Bunun mes'ûliyeti, bu rüşveti haksız yere alan şahsa râcîdir,
REŞV: Rüşvet demektir.
RÂŞÎ: Rüşvet veren.
MÜRTEŞÎ: Rüşvet alan.
MÜSTERŞÎ: Rüşvet isteyen.
İRTİŞA: Rüşvet almak.
İSTİRŞÂ: Rüşvet istemek
MÜRÂŞAT: Bir şahsa, -serini def için- biraz mal vermek.
MÜRÂŞAT: Müsâade ve müsamaha anlamlannı da İfâde eder.
MUSÂNAA: Rüşvet anlamında kullanılan bir kelimedir.
'MİNHATİtr-HÜKKÂM: Hâkimlere verlıen bir kısım hadiyeler demektir ki, bunlar da maksada bir nevi tasannu (= kurnazlık) yoluyla kavuşmaya sebep olduğundan rüşvet hükmündedir. [17]
RÂCİL: (Askerlikte) yaya, piyade demektir. Ganimetlerden hisse almak hususunda, deve, katır, eşek gibi düşmanı korkutmayan ve dehşete düşürmeyen hayvanlara binmiş bulunanlar da râ-cil (= yaya -= piyade) sayılırlar.
RADA'
RADA': Lügatte; Meme emmek demektir.
RAD RADAA, İRTİDA' kelimeleri de meme emmek anlamına gelir.
IRDA': Meme emzirmek demektir.
MÜRADAA ve RIDA' kelimeleri, iki çocuğun bir memeden süt emmesi anlamına gelir. Bu durumda, emen çocuklardan her biri, diğerini RÂDİ-İ olmuş olur.
Istılahta RADA': En az dokuz yaşında bulunan veya daha yaşlı olan bir kadının sütünün, belirli vaktinde, bir çocuğun midesine girmesi demektir.
RADÎ': Süt emen çocuk ve bir memeden süt emen çocuklardan her biri anlamlarına kullanılır.
Bu anlamda RÂDİ' ve MÜRTEDİ' kelimeleri de kullanılmaktadır.
RÂHİLE: Erkek olsun, dişi olsun, binek hayvanı
olarak kullanılan deve demektir. RâhOe kelimesi, mutlak olarak binek hayvanı anlamında da kullanılır.
RAHİP: Hıristiyanlar arasında âbid ve zâhid kimse demektir.
Rehb: Korku, haşyet anlamına gelir. Rahibin çoğulu: REHÂBİB'tir.
RAKABE: Köle ve câriye demektir.
RİKAB, RAKABÂT ve RUKÛB kelimeleri RAKABE kelimesinin çoğuludur. Yani bu kelimelerden her biri köleler, cariyeler anlamına gelir.
RAKABE kelimesi aslında boyun ve boyun kökü anlamındadır. Esirlerin boyunlarına kement takılmasından dolayı, köle ve cariyeye kinaye olarak bu isim verilmiştir.
Bununla beraber, her şeyin aslına zâtına da RAKABE denilmesi yaygındır. Rakabe-i Vakf gibi...
FEKK-İ RAKABE: Köle veya cariyeyi azâd etmek; memlûkün boynundaki esaret halkasını çözüp, serbest bırakmak demektir.
RAKABE ETMEK: VAKIF Maddesine batanız.
RAVZA-İ MVTAHHARA: Mescid-i Nebî'nin Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin Kabr-i Seadetle-ri ile Minber-i Şerif arasında kalan kısmıdır. Burası, 10 metre genişliğinde ve 20 metre uzunluğunda (yani 200 metrekarelik) pek mübarek bir yerdir.
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz biriıadîs-i şeriflerde şöyle buyurmuşlardır:
"Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir:"
Halk arasında, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin Kabr-i Seâdetlerine de RAVZA-İ MÜTAHHA-RE denilmektedir.
Sahih-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh Terce-mesi; elit: 4; sayfa: 268; Hadis No: 607
RAYB: Şek, şüphe ve hacet anlamlarına gelir.
RÜYÛB: Reybler demektir.
RIBE: Şek ve töhmet anlamında kullanılır.
RAYBÜ'L-MENÛN: Dünya hâdiseleri demektir.
REYBÜ GÜMÂN: Şüphe ve zan demektir.
BİLÂ REYB: Şüphesiz demektir.
RAZH: Savaşta hizmetleri görülen kadınlarla, çocuklara, kölelere ve zımnîlere ganimet mallarından verilen bir miktar mal demektir.
Razh'ın miktarı fiilen savaşanlara verilen hisselerdan az olur.
Razh'ın miktarını belirleme yetkisi veliyyü'1-emre aittir.
RAZH kelimesi, lügatte; Az bir şey vermek ve az bir miktarda verilen şey anlamlarını ifâde eder.
Kendileri mükâtil ve mücâhidlerden sayılmadıkla-n hâlde, savaşta bazı hizmetleri görüldüğü için ga-nîmet mallarından razh namı ile mal alan kimselere EHLİ RAZH denir.
REBBÜ'L-HAZANE: Hizâne hakkına mâlik bulunan kimse demektir.
Buna HÂZİN, HÂZİNE, MEN LEHÜ'L-HAZENE de denir.
MAZÛN, MAHZÛNE: Hızâneye tâbi çocuk demektir.
RECM: Lügatte: Kati, şetm, tard, terk, bühtan, tel'in, efrîn, sadık ve nedîm mânâlarına gelir. Atılaniaşa da RECM denir.
RÜCÛM: Recm'in çoğuludur. Istılahta RECM: Muhsan olan zânî ile muhsana bulunan zâniyeyi vech-i mahsus üzere taşlayarak öldürmek demektir.
RED
RED: Ashâb-ı ferâiz hisselerini aldıktan sonra, te-rikeden kalan kısmı (= bakîyi), nisbî senim sahiplerinin sehimleri nisbetinde, kendilerine dağıtmak demektir.
REDDİYYE: Hisselerin (= payların) toplamınm, mahreçten (= ortak paydan) eksik çıktığı miras mes'-elesidir.
REHN-tügâne: Sabit, dâim ve payidar anlamına gelen bu kelime, aynı zamanda herhangi bir sebepten dolayı, bir şeyi mahbus ve mevkuf kılmak anlamını da ifâde eder.
Fıkıh ıstılahında REHN: Bir malı; kendisinden tamamen veya kısmen istifa edilmesi (= alınması, öde-tihnesi) mümkün olan mâlîbir hak mukabilinde, o hak sahibinin veya bir başka şahsın elinde, rızâ ile mahbûs ve mevkuf kılmak demektir.
MERHUN: Bir başkasının elinde mahbüs ve mevkuf bırakılan yani rehin verilen mal demektir. REHİN kelimesi, MERHÛN anlamında da kullanılır.
Rehin'in çoğulu: RÜHÛN ve RİHAN gelir.
REHİN = REHİNE: Bir şeyi rehin etmek, rehin bırakmak mânâsına gelir; yani bu kelimeler MERHÛN mânâsında da kullanılır.
REHÎNE'nin çoğulu REHÂYİN'dir.
IRHÂN: Rehin bırakmak anlamında kullanılır.
RÂHİN: Rehin veren; yani: Hakîkaten veya hükmen medyun (= borçlu) olup; bunun karşılığında, bir şeyi rehin bırakan kimse demektir.
MÜRTEHİN: Hak sahibi saatiyle rehin alan kimse demektir.
MÜRTEHEN: Bir şey mukabilinde rehin olarak ahkonan şey anlamındadır.
İRTİHÂN: Bir hakkın istifasını (= geri alınmasını) temin için, rehin almak demektir.
REHN-İ SAHİH: Sıhhat şartlarım cami olan; diğer bir deyişle: Asıl ve vasıf itibariyle sahih bulunan rehin akdi demektir.
REHN-İ FÂSİD: Asıl itibariyle sahih olup, vasıf İtibariyle sahih olmayan, yani: Aslında mün'akid olduğu hâlde, bazı haricî vasıfları itibariyle gayr-i meşru . bulunan rehindir.
Müşa'ı (= hisseleri ayrılmamış, ortak bir malı) veya meşgul bir şeyi rehin vermek gibi...
REHN-İ BÂTIL: Aslen sahih olmayan rehindir. Mal olmayan bir şeyi rehin vermek ve binefsihî maz* mun (= ödenmesi gerekli) olmayan bir şey mukabilinde rehin almak gibi...
TERHİN: Bir mali, bir hak karşılığında rehin vermek, mahpus bulundurmak demektir.
FEKK-İ REHN; Rehn izâle etmek (= ortadan kaldırmak); borcu ödeyip, merhûnu rehiniyetten tahlîs etmek (= kurtarmak); rehni çözmek demektir.
FÜKÛK: Rehni kurtarmak anlamındadır.
İFTİKÂK da: Rehni kurtarmak anlamına gelir.
REHAVET; Tembellik, gevşeklik, pörsüklük, ihmalkârlık
REDİ': Kendisi için süt anne tutulan çocuk demektir. Rıdaâ Maddesine de bakınız.
Rek'at: Namazın bölümlerinden her biri demektir. Bir namazda, birbirini takip eden kıyam, rükû ye iki secdeden meydana gelen bölüme rek'ât denir.
REMY-İ CİMÂR: (= ŞEYTAN TAŞLAMAK): Mina'da, Cemre adı verilen taş kümelerine ufacık taşlar atmak demektir.
Hac sırasında, bayram günlerinde, Mina'da, Akabe Cemresi, Orta Cemre ve Küçük Cemre adı verlilen üç Cemreye usûlüne göre taş atmak vaciptir.
CEMRE MaddesİRe de bakınız.
REMEL: (Hac'da) erkeklerin, tavafın ilk üç şav-, tında, kısa adımlarla koşarak ve omuzlan silkerek, çalımlı ve sür'atli bir şekilde yürümektir.
Kendisinden sonra sa'y yapılacak olan tavaflarda remel yapmak sünnettir.
Sonunda sa'y yapılmayacak olan tavaflarda remel yapmak gerekmez.
RE'SÜ'L-MÂL: Sermaye. Bir ticaret veya bir şirket için kullanılan asıl mal demektir.
RE'SÜ'L-MÂL: Ana para, sermâye kapital.
MAL: MAL Maddesine de bakınız.
RIK: Lügatte: Kulluk (= ubudiyet) anlamına gelir. Istılahta RIK: Varlığı ile insanı temellüke (= mülk
olmaya) mahal kılan hükmî bir vasıftır, Diğer bir tarife göre RIK: Esir edilen harbî hakkında sabit olan manevî bir sıfattır ki, o esir, bu yüzden hürriyetini kaybetmiş olur.
RAKİK: Köle, câriye demektir.
Bu kelime bir köle ve câriye için kullanıldığı gibi, birden çok köle veya câriye için de kullanılabilir.
ERİKKÂ: Rakikler demektir.
Esir olan kimselere düştükleri zaraf ve rikkatten dolayı RAKK denilmiştir. Dâr-ı harbten alınan esirler, rakik sayılmakla birlikte; bunlar dâr-i islâma getirilip, el altına alınmadıkça memlûkiyet (= sölelik) sıfatı ile sıfatlanmış olmazlar. Görüldüğü gibi, bu esirlerde nk, memlûkiyyetten ayrılmış oluyor.
RÎBÂ; Lügatte: Fazlalık, ziyâde dernektir. Istılahta RÎBÂ: Veznî veya keylî (= tartılan veya Ölçekle ölçülen) bîr malı, aynı cinsten ve daha fazla miktardaki bir mal ile, bu fazlalığın bir karşılığı olmaksızın değişmek demektir. Veya RİBA: Cinsleri muhtelif (= ayrı ayrı) olduğu hâlde, veznî, keylî, zira'î veya adedî olma yönünden aynı olan İki şeyden birini, diğeri karşılığında veresiye olarak değişmektir. Meselâ: On cumhuriyet altını, on bir cumhuriyet altım ile değiştirilse; fazla olan bir altın, bir ivaz mukabilinde olmadığından riba (= faiz) o'»r. Riba'iki kısımdır:
1-) RİBÂ-İ FAZL: Mevzûnat ve mekîlat (= Terazi ile tartılan ve ölçekle ölçülen) cinslerinden olan şeyleri, kendi cinsleriyle, peşin olarak, biri fazla olmak üzere değişmek demektir. Meselâ: On gram gümüşü, On bir gram gümüş ile,. derhal değişmek gibi..
2-) RİBÂ-İ NESÎ-E: Bir cinsten olan iki şeyden birini, diğeri kadılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden oldukları hâlde veznî, keylî, zira'î veya adedî olmak hususunda aynı sınıfta bulunan iki şeyden birini, diğeri karşılığında veresiye olarak değişmektir İd, bu durumda bu şeylerin miktarları eşit olsa bile, bu değişim (ahş-veriş) yine de caiz olmaz.
EMVÂL-İ RİBEVİYE: Kendisinde ribâ câri olan mallar demektir. Arpa, buğday ve nakidler gibi...
RIBAT: Serhadde (= hudud boyunda) düşmanın hücum etme ihtimali bulunan bir yerde, sadece İslâm yurdunu muhafaza ve müdâfaa (= koruma ve savunma) maksadiyle ikâmet etmek mânâsım ifade eden bir tâbirdir.
Aslında RİBAT: Müdâvemet (= devamlılık, bir işte devamlı çalışmak) demektir.
RİBAT: Herhangi bir şeyi iyice bağlamak için kullanılan ip, bağ ve at sürüsü anlamlarında da kullanılır.
RİBÂTÜ'L-HAYL: Hudutta bağlı bulunan süvari atlan anlamına gelir.
İmâret-hânelere, tekkelere ve kervansaraylara da RİBAT denilmektedir.
İslâmı kuvvetlendirmek ve müslümanlan düşmanların şerrinden korumak maksadiyle, serhatte ikâmet' etme hâline MÜRÂBITA denilir.
MÜRABIİÎN: İslâmı kuvvetlendirmek ve müslümanlan düşmanların şerrinden korumak için, devamlı olarak hudutta ikâmet eden mücâhidler demektir.
RİBH: Faİde ve kâr anlamlarına gelir. Meselâ; Bin liraya alınan bir mal, bin yüz liraya satılsa; bu yüz lira bir RİBH olmuş bulunur.
ERBÂH: Ribh'in çoğuludur.
İBRAH ise: Bir maldan kâr temin etmek demektir.
RİDÂ: Belden yukarıya örtülen, havlu veya benzeri şeylerden yapılan örtü. (Hıramın üst kısmı).
RİDDET: İslâm Dini«Jen dör>mek; küfre düşmek demektir.
İtidâd: Maddesine de bakınız.
RİKAZ: Lügatte: Tesbit mânâsına gelen rekz kökünden gelen ve merküz(= rekzolunmuş, dikilmiş, saplanmış) anlamına kullanılan bir kelimedir. Istılahta RHCAZ: Yer altında tabiî olarak bulunan mâdenler ve defineler demektir.
RİSÂLET
RİSÂLET: Sefaret; elçilik; bir kimsenin, tasarrufta mezuniyet ve dahli olmaksızın, bir şahsın sözünü, başkasına tebliğ etmesidir.
RESUL: E'çi. Peygamber.
RISALET: Bir şahsı, bir görevle, bîr yere göndermek. Elçilik. Peygamberlik.
MÜRS1L: (Elçi) gönderen, yollayan.
MÜRSELÜN İLEYH: Kendisine (elçi) gönderilmiş olan ve söz kendisine tebliğ olunan kimse demektir.
MÜRSEL: Gönderilmiş, yollanmış (elçi); Peygamber.
RİVAYET: Bir sözü veya bir olayı başkasına nakletmek demektir.
"Filan şöyle dedi." veya".... demiş." yahut, "Şöyle bir vak'a oldu." veya "... olmuş." tâbirleri birer rivayettir.
RAVI: Bir sözü veya bir olayı rivayet eden şahıs demektir.
RÜVAT: Râvî'nin çoğuludur; yânî râvîler demektir.
Nâkil de, râvî anlamındadır. Hadîs ıstılahında RÂVÎ: Bir hadîs-i şerifi, senetlerini zikrederek nakleden kimse demektir.
RUHSAT: Kulların özürlerinden dolayı, kendilerine bir suhulet (= kolaylık) ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan bir şeydir. Meselâ: Sefer (= yolculuk) hâlinde ramazan-ı şerif orucunun tutulmaması gibi...
Meydana gelen bir ikrah (= zor kullanma, tehdit, baskı) neticesinde, bir başkasının malını itlaf da bu kabildendir ve bu durumda, bu itlaf hakkında şer'î bir ruhsat bulunmuş olur. Bîr hâdisede azimet ile ruhsat bir araya gelince, azimet yolunu İltizam etmek, bir takva nişanesi sayılır.
Rükû: (Lügatte) eğilmek demektir.
Istılahta rükû: Namaz kılan bir kimsenin, kırâaten sona eğilerek, başı ile arkasını düz bir vaziyete getirmesidir.
RÜKN-İ HÂCER-İ ESVED: KA'BE / KA'BE-NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKN-IIRÂKÎ: KA'BE / KA'BENİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKN-İ ŞÂMÎ: KA'BE / KA'BE'NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜKÜN: Bir şeyin en sağlam tarafı, temel direği, ayakta durmasını sağlayan dayanağı anlamına gelir. Başka bir tarif ile RÜKÜN: Bir şeyin mâhiyetini teşkil ve takvim (= tertip, tanzim) eden herhangi bir şeydir.
Rükün, bazen basit, bazen de mürekkep olur.
Meselâ: Bey' (= satış) akdinin rüknü, îcâb ve kabûl'dür. Bunlar bulunmayınca, bey' (= saüş işlemi) de bulunmaz.
Rükiin'ler iki kısma ayrılır:
1-) RÜKNÜ ASLÎ: Kendisi bulunmayınca diğer bir şey ve hüküm muteber olmayan rükündür.
Meselâ: İmânda, kalb ile tasdik, aslî bir rükündür.
Bu kalbi tasdik bulunmayınca îmân da bulunmaz.
2-) RÜKNÜ ZÂİD: Kendisinin bulunmamasından
dolayı, bir şeyin veya bir hükmün gayr-i muteber olması lâzım gelmeyen rükündür.
Meselâ: îmânda, dil ile ikrar bir zâid rükündür ve bunun bulunmamasından dolayı, îmânın bulunmaması
RÜKN-İ YEMÂNÎ: KA'BE / KA'BE'NİN KISIMLARI Maddesine bakınız.
RÜŞD: Din ve dünya salâhı; dine ve dünyaya zarar verip vermiyecek şeyleri bilmek; doğru yolu bulup gitmek; doğru yolda gitmek anlamlannı İfâde eder.
Hakka ve Kur'ân'a da RÜŞD denir.
REŞED: Hayır, rahmet ve hidâyet demektir.
REŞÂD: Kuvvetli akıl sahibi olmak demektir.
REŞÎD: Malını korumak hususunda lekayyüd ederek sefahatten ve israftan kaçman kimse anlamına gelir.
İşlerim güzelce idare etmeye gücü yeten ve bulûğa ermiş kimseye de REŞID denilir.
RÂŞİD: Akıllı, doğru yola giden; hak yol üzere bulunan kimse demektir.
RÂŞİDÎN: Râşid kelimesinin çoğuludur. Yâni: Akıllılar; doğru yolu bulunlar; hak yolunu tutmuş olanlar demektir.
HÜLEFÂ-İ RÂŞİDÎN: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, ilk dört halifesi demektir.
RÜŞVET
RÜŞVET: Lügatte: Bir şahsa yaptığı bir iş karşılığında verilen ücret; ayak kirası demektir. Örf de RÜŞVET: Bir hacete ve bir maksada, bir ustalık suretiyle kavuşmak için verilen mal veya yapılan herhangi bir muamele demektir. Rüşvet, reşâ kelimesinden türetilmiştir. Reşa ise: Kendisi ile kuyudan su çıkanlan ip demektir. Rüşvet de, bir maksadın meydana gelmesine sebep olduğu için bu adı almıştır.
Rüşvet, bir hakkı ibtâle veya bir bâtılı terviç veya teşmiyete âlet olduğu için haramdır. Ve rüşvet, en büük günâhlardan sayılmıştır.
Rüşvet fiilini irtikap edenler lanetlenmiştir. Nitekim, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir hüküm hususunda, rüşvet verene de, rüşvet alana da Allahu Teâlâ lanet etsin." Fakat, bir hakka kavuşmak veya bir zulmü defetmek için verilen rüşvet; bunu vermeye mecbur kalan hak sahibi için bir rüşvet-i menhiyye sayılmaz. Bunun mes'ûliyeti, bu rüşveti haksız yere alan şahsa râcîdir,
REŞV: Rüşvet demektir.
RÂŞÎ: Rüşvet veren.
MÜRTEŞÎ: Rüşvet alan.
MÜSTERŞÎ: Rüşvet isteyen.
İRTİŞA: Rüşvet almak.
İSTİRŞÂ: Rüşvet istemek
MÜRÂŞAT: Bir şahsa, -serini def için- biraz mal vermek.
MÜRÂŞAT: Müsâade ve müsamaha anlamlannı da İfâde eder.
MUSÂNAA: Rüşvet anlamında kullanılan bir kelimedir.
'MİNHATİtr-HÜKKÂM: Hâkimlere verlıen bir kısım hadiyeler demektir ki, bunlar da maksada bir nevi tasannu (= kurnazlık) yoluyla kavuşmaya sebep olduğundan rüşvet hükmündedir. [17]