S
SADAKA:
SADAKA: Sevap yani Allahu Teâlâ'nın rızâsına nail olmak içni, fakirlere hîbe olarak verilen mal demektir. SADAKA: Zekât anlamına da gelir.
SADAKAT: Sadakalar demektir.
MÜTESÂDDIK: Sadaka veren şahıs.
MÜTESADDIKÜN ALEYH: Kendisine sadaka verilen yani sadakayı alan, kabul eden şahıs demektir.
SADAKA-İ MEVKÛFE: Bir vakfi inşâ için (kurmak, tesis etmek için) kullanılan sarih lafızlardan (açık sözlerden) biridir.
Bir şeyi vakfettiğini bildirmek için: "Vakfettim.", Hapseyledim.'' denilebileceği gibi,".... Sadaka-i mevkûfe kıldım." da denilebilir. Ve bu sözle de vakıf inşa edilmiş olur.
Şu lafızlar da, SADAKA-İ MEVKÛFE anlamında kullanılmaktadır:
SADAKA-İ MAHBUSE, SADAKA-İ MUHARREME, SADAKA-İ MUHBE-SE, SADAKA-İ MÜEBBEDE.
SADAKA-İ FİT1K: Ramazan ayımn sonuna yetişen ve havâic-i asliyesinden başka, en az nisap miktarı bir mala mâlik olan her müsJüman için verilmesi vacip olan Özel bir sadakadır.
Sadaka-i fitre, sadece FITRA da denilir ki, fıtrat sadakası yani AHah nzası için verilen yaratılış atiyye-si anlamına gelir. Sadaka-i fıtır; buğday, buğday unu, arpa, arpa unu,
kuru üzüm ve hurma gibi yiyecek miktarlarından belirli miktarda verilir. Bunların asılları verilebileceği gibi, rayice göre, bedelleri de verilebilir.
SARİH: Hakikat olsun, mecaz olsun, kendisinden ne kasdedildiği açıkça anlaşılan lafız (= söz) demektir.
Meselâ: "Şu malı satın aldım." ve "Şu eve ayak basmam." sözleri gibi...
İSAFA veMERVE: Mescid-i Haram'ın doğusunda ve yaklaşık olarak birbirlerine 350 metre mesafede bulunan iki tepedir ki, güneyde olan tepenin adı SAFA, kuzeydeki tepenin adı ise MERVE'dir. SA'Y, bu iki tepeciğin arasında yapılır.
SAĞÎR: Sabî, yani: Henüz, bülug çağma ermemiş olan çocuk demektir. Sağır:
1-) Sagİr-i Mümeyyiz.
2-) Sağîr-i Gayr-i Mümeyyiz; olmak üzere iki kısma ayrılır:
SAĞÎR-İ MÜMEYYİZ: Alış-verişi anlayan, yani: Satmanın, satılan şeydeki mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığını; bir şeyi satın almanın da mülkiyeti calip olduğunu bilen ve yüzde elli aldanmak gibi gabn-i fahiş olduğu açık ve herkesçe bilinen bir gabni, gabn-i yesîrden ayırabilen çocuk demektir.
SAĞÎR-İ GAYR-İ MÜMEYYİZ: Satmanın, mülkiyeti ortadan kaldırdığını, satın almanın da mülkiyeti celbettiğini bilmeyen ve gabn-i fahişi, gabn-i yesîrden ayırmaya kadir olmayan çocuk demektir.
SAHİBİ-İLEBEN: Bir kadının; sütünün, kendisinin mukârenetinden dolayı meydana gelmiş bulunduğu kocası demektir.
SÂHİB-İ MÂİDE: Evindeki yiyeceğinden, kendisinden nafaka almaya hak sahibi olan kimselerin, kâfi miktarda alıp yemeleri mümkün olan kimse demektir.
SÂHİBÜ'L-MEKÂSİM: Ganimet mallarını, mü-câhidler arasında dağıtmakla görevlendirilen kimse dönektir.
Sâhibü'l-Mekâsim tabiri kassânn ganâim anlamında kullanılmaktadır.
SÂHİB-İ MENEA: MENEA Maddesine bakınız.
SAHİB-İ TAHRÎC: Tahric Maddesine bakınız.
SAHİH: Şartlarını, rükünlerini, vasıflarını tamamen cami olan herhangi bir fiildir.
Bir fiilin bu vasıflan cani olması hâline de SIHHAT denilir.
Meselâ: Mükellef bir kimsenin kendi malını, usûlü dâiresinde birisine satması, sahih bir bey' (= satış) muâmelesidir.
Bu şekilde şartlarını ve rükünlerini cami olan bir akde de AKDİ-İ SAHİH denir
SÂÎ: Mevâşî denilen hayvanların vergilerim, bulundukları yerlerde toplamak üzere tâyin edilen beytü'1-mâl memurudur. Bu memur, köylerde ve kabileler arasında dolaşarak, bu mevâşî sadakasını toplarlar.
SAİBUN: Arap ırkına mensup, ehl-i kitaptan ve-, ya puta tapanlardan bir taifedir.
SAİBİ: Bir dinden, diğer bir dine dönen her bir şahıs demektir. SABİÛN: Sâibî'nin çoğuludur.
SAİL: Müddeî, Muallil Maddesine bakınız.
SAKK: Şer'î mahkemeden verilen îlâm; berat. Hâkimin da'vâ edilen muameleye, hâdiseye ve bu husustaki hükmüne dâir tanzim etmiş bulunduğu vesîka SAKK'm çoğulu SÜKÛK'tur.
SAIÂH:
SALAH: Doğruluk, iyilik, düzgünlük, banş, dine olan bağlılık demektir. Yani salah, fesadın zıddidır.
SALİH: Nefsinde müstakimü'1-hâl olan kimse yani dinin emrettiği şeyleri yapıp yasakladığı işlerden kaçman kimse demektir.
Diğer bir tarife göre, sâlih: Hukukullah ve hukuk-i ibâdı {= kulların haklarını) yerine getiren kimse demektir.
İSALÂT = NAMAZ
Salât: Namaz demektir. Salât: (Lügatte) duâ mânâsına gelir. Istılata salât: Namaz dediğimiz ve mâhiyetini bildiğimiz mübarek ibâdet, erkan ve ezkâr demektir.
Namaz kılan kimseye musallî denir. Salât'ın çoğulu salavât (= namazlar)'dır. Salavât, ayrıca Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-in adı anılınca, getirdiğimiz: "Allahümme salli ve selim alâ seyyidinâ Muhâmmed'in ve âlâ âli seyyi-dinâ Muhammed (= Allahun! Efendimiz Hazreti Mu-hammed'e ve Efendimiz Muhâmmed'in âline salât ve selâm buyur." şeklinde ettiğimiz dua mânâsına da gelir.
Musalla kelimesi de, namaz kılınan yer anlamına kullanılmaktadır.
SA T; Hac esnasında, SAFA Ue MERVE tepeleri arasında gidip-gelmek demektir. Sa'y, Safa'dan Merve'ye 4 gidiş; Merve'den Safâ'-ya 3 dönüş olmak üzere, 7 şavt'tan ibarettir. Bütüntavaflardan sonra sa'y yapmak gerekmez. Hac ve umre için sadece birer sa'y yapılır.
SA'Y'DE ŞAVT: ŞAVT Maddesine bakınız.
SAYD: Av, av avlamak, avcılık etmek mânâlarına gelir.
ISTİYAD: Avcılık etmek demektir.
SAYYÂD: Avcı demektir.
SAYD: AvuAvlanmak; av avlamak.
ISTİYAD: Avcılık etmek.
SAYILARIN BİRBİRİ İLE NİSBETİ: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
SEBEB: Lügatte: Bir gayeye ulaştıran yol, vası-- ta, urgan ve kapı anlamlarına gelir.
Istılahta SEBEB: Bir hükme mevzu ve müessir olmadığı hâlde, mücerred bir yol teşkil eden şeydir. Meselâ: Bir hırsıza yol gösteren kimse, onun hırsızlığına sebep olmuş olur.
SEBK: Resmî bir vesikanın, meselâ: Bir Mâmın, belirli usûl dâiresinde tanzim edilmesi, yazılması demektir. İbarenin tarz ve tertibi.
SEBY = SİBA: Esir alma anlamındadır. Bu kelimeler Mesbiy gibi esir alınan şahıs mâilâsına da gelir.
Bu kelime, genellikle, harbîlerin esir alınan çoluk-çocuklan için kullanılır. Ve tekili ile çoğulu aynıdır.
SEBİY: Bu kelime esir anlamına gelir.
Savaş sırasında, düşmanların içinden diri olarak elde edilen, herhangi bir kadın veya çocuk mânâsında da kullanılır. Sebiy kelimesinin çoğulu SEBÂYÂ (= esirier)'dir.
SECDE
Secde: Namaz kılarken eğilerek yüzün belli bir miktarını Allahu Teâlâ'ya ta'zim için yere koymaktır.
Secdeteyn: Birbiri ardınca yapılan iki secde demektir.
Sücûd ise, secdeler mânâsına geldiği gibi, secde etmek mânâsına da gelir.
Sâcid de, secde eden şahıs demektir.
SEFİH: Malını boş ve faydasız yere harcayan ve masraflarından israf edip, saçıp-savurarak, mülklerini itlaf ve izâa (= telef ve zayi) eden kimse demektir.
SEFEH ve SEFÂHET de, sefih olma hâli anlamına gelir.
Ebleh ve sade dil olması sebebiyle kazanç yolunu bilmeyen ve alış-verişlerinde aldanan kimse de SEFİH sayılır.
Malını şer uğrunda saçıp-savuran bir kimse hacr edileceği gibi, bütün mallarını hayra sarf edip fakir düşüp ve eli boş kalacak olan kimse de hare edilebilir.
Hacr Maddesine de bakınız.
SEHİM
SEHİM: Lügatte: Hisse demektir.
Mîras ıstılahında SEHİM: Varislerden her birinin, terkedenolmayahak sahibi oldukları,nısıf (= 1/2), sülüs (= l/3),jrubu* (= 1/4) gibi, miktarı muayyen olan mal demektir.
SİHAM: Sehimler demektir.
SİHAM-I MEFRÛZA: Miktarlan, -sarih veya gayr-i sarih bir şekilde nas ile tâyin edUmiş olan hisseler demektir.
SEKER; Pişirilmediği hâlde, kendi kendine galeyan eden ve kaynayıp iştidad ederek müsbir (= sarhoşluk verici) hâle gelen yaş (= taze) hurma suyu demektir.
SEKRAN: Müskirattan (= sarhoşluk verici şeylerden) birini kullanarak sarhoş olmuş bulunan kimse demektir.
SEKR: Kullanılan bir müskirin (= sarhoş edici şeyin) dimağa ulaşan tesiri ile meydana gelen özel bir hâldir. Dilimizde bu hale SARHOŞLUK denilmektedir.
SELEB: Bir kimsenin üzerinde bulunan elbisesi, silâhı, parası ve bİnilİ bulunduğu olduğu hayvanı ile bu hayvanın üzerinde ki eşyasıdır. Başka hayvanı ile onun üzerindeki mallan selebten sayılmaz. Seleb, meslub anlamında kullanılır. Çoğulu ise ES-LÂB'tır.
SEMEN
SEMEN: Paha, kıymet, değer, tutar. Bir şeyin bedeli, pahası anlamına gelir.
Semen'in zimmete taalluku sahih olur. Meselâ; Bir kimse, bir kitabı üç bin liraya satın alsa, bu üç bin lira, o kitabın semeni olur. Ve bu para, hemen verilmezse, zimmete taalluk etmiş bir borç olur.
SEMEN-İ HÂL: Peşin olan semen, kıymet.
SEMEN-İ MİSL: Bir şeyin hakiki kimetinin bilir kişi tarafından tâyin edilmesi.
SEMEN-İ MÜSEMMÂ: Bir şeyi satan şahısla, satın alan şahsın, alış-veriş akdi şuasında tâyin ve tesmiye etmiş oldukları paha, kıymet demektir ki, bu satılan malın gerçek kıymetine eşit olabileceği gibi, ondan fazla veya noksan da olabilir.
SEMEN-İ RÂYİC: Geçen, yürürlükte olan değer; sürümü olan kıymet demektir.
MÜSEMMEN: Semen mukabilinde satılmış olan veya semeni tâyin edilmiş, bedeli belirlenmiş bulunan şey demektir.
SENED:
SENED: Lügatte: Mutemed; melce'; penâh, dayanılacak şey; belge anlamlarına gelir. Istılahta SENED: Hüccet ve burhan mânâlarına gelir. Dâvâcı, bu hüccet ve burhana dayandığı için, buna sened denilmiştir.
SENEDÂT: Senetler demektir.
SENED-İ ÂDİ: Adî senet,; tasdik edilmemiş senet.
SENED-İ BAHRÎ: Bir geminin kime ait olduğunu bildiren senet.
SENED-İ HÂKÂNÎ: Tapu senedi.
SENED-İ MÜSBİT: İsbat edici senet.
SENEDİ RESMÎ: Resmî senet; resmen kabul edilmiş senet.
Hadîs ıstılahında
SENET: Birhadîs-i şerifi rivayet eden şahısların hey'et-i mecmuasıdır.
İSNAT: Bir hadîsin râvîlerinin isimlerini zikrederek rivayet etmek demektir.
İki senedi (yani: İki terîki, iki râvSer silsilesi bulunan bîr hadîsin, bu iki senedinden hangisinin ricali daha az ise, o SENED-İ ÂLÎ, diğeri de SENED-İ NAZİL adım alır.
Meselâ: Bir hadîs-i şerifin, bir senedindeki râvîler, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e kadar üç, diğer senetteki râvîler de dört zat olsa; birinci senet ALÎ olur. Ve onunla yapılan isnada da ISNADI ÂLÎ denir. Diğeri de sened-i nazil ve isnâd-i nazil olmuş bulunur. Sened-i âlimin ricali sika kişiler olunca, kıymet-i büyük ve müreccah olur. Çünkü râvîlerin adedi aza-îınca sevih ve nisyân (= unutma ve yanılma) ihtimâli de azalır; hadîs-i şerifin kuvveti artar. Bundan dolayı muhaddisler, âlî senetleri araştırmış, buna pek büyük ehemmiyet vermişlerdir. İmâm Mâlik ve İmâm Buharî gibi tabiîn devrinde yaşamış zâtların rivayet ettikleri hadislerin senetleri, onlardan sonraki muhad-dislerin rivayet ettikleri hadîslerin senetlerinden daha âlî olduğundan kıymetleri de o nisbette büyük bulunmuştur.
SERİYYE: Sayılan dört ilâ dört yüz arasında olan askerden meydana gelen müfreze demektir.
SERAYA: Seriyye'nin çoğuludur; yani seriyyeler demektir.
SERİYYE lafzı; ya geceleyin yürümek demek olan SERA'dan veya nefis şey anlamındaki SERİY'den
yahut da müatehab mânâsina gelen İSTİRÂ kelimesinden alınmıştır.
SEVM: Talep etmek, istemek demektir.
SEVM-İ ŞIRA: Bir kimsenin, bir malı satlığa çıkarması, arzetmesi ve satılacağı fiatı tâyin eylemesi demektir.
Buna SEVMÜ'L-BÂYİ de denir.
SEVMÜ'L-MÜŞTERİ: Bir malı, şu kadar fiatla satın almak istemek demektir. Sevm-i Şira tâbiri bu mânâda da kullanılır.
SEVM-İ NAZAR: Satın alınması istenilen bir malı görmek veya bir başkasına göstermek üzere, satın alacak olan kimsenin, satacak şahıstan istemesi demektir.
MÜSAVİM Bİ'Ş-ŞİRÂ: Bir malı görerek almak talebinde bulunan kimse demektir.
MÜSAVİM Bİ'N-NAZAR: Bir mala bakma talebinde bulunan kimse demektir. Bu gibi kimseler için bayi ve müşteri tabirinin kullanılması mecazdır.
M SEVMEA: Hıristiyan rahiplerinin insanlardan ayrılıp, inzivaya çekilmeleri için tesis edilmiş olan hücrelerdir.
SEVÂMÎ: Sevmealar demektir. Bunlar hakkında da, klişelerle ilgili hükümler câridir.
SEYYİB: Kadın görmüş yani evlenmiş bulunan erkek demektir.
SEYYİBE: Erkek görmüş yani evlenmiş kadın demektir.
SDHR: Zevcenin ( bir kimsenin kamının) anası, babası gibi mahrem olan bütün zî-rahim akrabalandır. SfflR'm çoğulu ASHÂR'dır.
SIKT: İskât-ı Cenin Maddesine bakınız.
SİÂYE = SAY': Lügatte: Çalışmak, iş görmek, bir şey için çalışmak, bir maksat uğruna koşup durmak demektir.
Bu kelime, jurnalcilik anlamında da kullandır. Istılahta SAY' ve SİÂYE ise, bir kölenin, sölelik-ten kurtulması İçin, çalışıp mal kazanması demektir. Meselâ: Bir mükâtebin, kitabet bedelini ödeyebilmek için, çalışıp durması bir SİÂYE'dir. SÂÎ: Fıkıhta sadakalan toplamaya memur edilen kimse demektir.
SUAT: Sâî'nin çoğuludur.
ŞİÂYE-İ MÜLK: Kazancı, efendisinin mülkü sayılan, bir kölenin çalışması demektir.
Meselâ: Bir müdebber'in kazancı efendisine aittir.
SİÂYB-İ ZAMAN: Kazancı efendisinin mülkü sayılmayan ve sadce kendi borcunu ödemek için çalışan bir kölenin say' etmesi (= çalışması) demektir. Meselâ: Bir mükâtep, efendisine karşı sadece borçlu bulunduğu kitabet bedelini ödemek için çalışır. Ümm-ü Veledin siâye'si de bu kabildendir.
SİCİL; Vesikaları, ilâmları ve mukaveleleri yazmaya mahsus resmî defter demektir.
SİCİLLÂT: Siciler demektir.
TESCİL: Bir vesikayı (meselâ: Bir vakfiyeyi) böyle resmî bir deftere yazıp imza etmek demektir.
Bazen, lâzımı zikr, melzûmu irâde kabilinden olarak, hâkimin verdiği hükme de TESCİL denilmektedir. Çünkü, bu hüküm bir sicile kaydedilecektir.
Bundan dolayıdır ki, hem sicile kaydedflmiş vakfa ve hem de lüzumuna hükmedilmiş bulunan vakfa VAKFI MÜSECCEL denir.
VAKIF Konusuna da bakınız.
SİLK-İ KAZA: Kaza Maddesine bakınız.
SILM: Sulh ve barışmak mânâlarına gelir. Yani Müsâlemet ile eş anlamlıdır. SILM: Müslümanlık, emniyet ve selâmet anlamlarını da ifade eder.
SELM kelimesi de silm anlamına kullanılır.
SIMHAK: Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, bu yarada et kesilmiş ve et ile baş kemiği arasındaki ince bir zar gibi olan deri görünmeye başlanmış olur. Bu ince deriye de SİMHAK denilir.
SİRÂYETFİ'L-CİNÂYE: Yapılan bir cinayet neticesinde meydana gelen şeccenin veya cirâhatin genişlemesi ve ölüme sebep olması demektir.
SİRKAT
SİRKAT: Hırsızlık; uğruluk; çalışmak, başkasının malını gizlice almak demektir.
Bir kimsenin malını gizlice amak, bu mal, az olsun, çok olsun; haddi gerektirsin veya gerektirmesin- SİRKAT yani HIRSIZLIK'ur.
SERÎKA da, SİRKAT anlamındadır.
SARIK: Hırsız; başkasının malım gizlice alaa yani çalan kimse demektir.
Sârik'in çoğulu SÜRRÂK'tür.
MESRUK: Gizlice alınmış yani çalınmış mal demektir.
MESRURUN MİNH: Malı gizlice alınmış yani malı çalınmış olan kimse demektir.
MESRÛKUN FÎH: Bir maun gizlice alındığı yani çalındığı yer demektir.
SİRKATİ SUĞRÂ: Alalâde küçük hırsızlık demektir.
Sirkat-i Suğrâ'nın haddi gerektiren kısmı şu şekilde tarif edilir: Mükellef bir şahsın en azından sirkat nisabı kadar tafih ve çabucak bozulacak cinsten olmayan, mütekavvim bir malı, mahfuz bulunduğu yerden gizlice alıp, dışarı çıkarmak demektir. Ve bu işi yapan şahsın, o mal da bir hakkı bulunmadığı gibi, mülk şüphesi de olmaz.
SİRKAT-İ KÜBRÂ: Bu kat'-ı tarik yani yol ke-sicilik demektir.
Kat'-ı tarîk Maddesine de bakınız.
SERİKAT-İ MÜTTEHİDE: Başka başka şahıslara ait olduğu hâlde, aynı hur (= malın muhafazasına mahsus yer) içinde bulunan malların çalınması demektir.
SERİKAT-İ MUHTELİFE: Gerek tek bir kimseye, gerekse başka başka kimselere ait olup muhtelif hırzlarda bulunan mallan çalmak demektir.
SERİKAT-İ MÜŞTEREKE: Bir kaç şahsın birlikte yapmış oldukları hırsızlık demektir.
SİYÂSET
SİYASET: Bu kelime, aslında işler hakkında alınacak tedbir; her işi güzelce görmeye ve yürütmeye çalışmak gibi geniş anlamlı bir kelimedir. SİYÂSET kelimesinin pek çok anlamı vardır ve bir kısmı şunlardır:
SİYÂSET: Hükümet ve memleket idaresi.
SİYÂSET: Ceza; özellikle îdam cezası.
SİYÂSET: Diplomatlık; politika.
SİYÂSET: Seyislik, at idare etme; at işleriyle uğraşma.
ERBÂB-I SİYÂSET: Siyâset adamları, diplomatlar, politikacılar.
MEYDÂN-I SİYÂSET: îdam cezasının uygulandığı meydan.
SİYÂSÎ: Siyâsetle ilgili şey / şahıs.
SİYASİYAT: Siyâsîler.
SİYÂSİYYÛN: Siyaset erbabı; siyâsetle uğraşan şahıslar.
İslâm Hukukunda SİYÂSET: Tâzirden (yani: Had cezası seviyesinden daha aşağıda bulunan bir te'dib ve cezadan) ibarettir. Bu ceza, gerektiğinde darb (= dövmek), hapsetmek ve diğer yollarla yerine getirilir. Siyâset mefhumu, bir cihetten ta'zirden daha genel ve şümullüdür.
Bu balamdan, İslâm Hukukunda SİYÂSET şu şekillerde de tarif edilmektedir.
SİYÂSET: "Veliyyü'l-emrin, raiyye üzerindeki (= en büyük yetkilinin, halk üzerindeki) emir ve nehyİ" demektir.
SEYÂSET: "Âdaba, maslahata, malların intizâmına riâyet İçin konulmuş olan kanun" demektir.
SİYÂSET: "İnsanları, dünya ve âhirette kurtulacakları bir yola irşâd ederek, beşeriyetin salâhına çalışmak" demektir.
SİYÂSET-İ ŞER'İYYE: Beşeriyetin salâh ve intizâmı için, şer'-i şerifin kabul ve iltizâm ettiği bir kısım yüce hükümlerden ibarettir.
SİYÂSET-İ ÂDİLE: İnsanların haklarını, zulm ve itisaf erbabının (= zâlimlerin ve yoldan çıkmış sapıkların) elinden kurtaran siyâsettir ki, bu siyâset, şe-riatten sayılmıştır.
SİYÂSET-İ ZÂLİME: Halkın, haklarına aykırı olan bir siyâsettir id, bu, şer'-i şerîfce yasaklanmıştır.
SİYÂSET-İ ÂMME: Bütün bir cemiyetin salâh ve intizâmı için iltizâm olunan bir kısmı hükümler demektir.
SİYÂSET-İ HASSA: Cürüm işleyen bazı kimseler hakkında, velev kati suretiyle olsun vuku bulacak zecr ve te'dîb demektir.
Meselâ: Nehb ve garet gibi, fısk ve fücur gibi yasaklanmış fiillere mükerrem cür'et eden kimselerin kahr «e tenkfl edilmesi, siyâset-i hâssa kabilindendir.
SİYER: Sîret kelimesinin çoğuludur.
SÎRET ise: Aslında takip edilen yol, haslet, hey'et ve bir nevi hareket mânâlarını ifâde eder.
Bununla birlikte, SİYER tabiri, tarihçiler tarafından, çoğunlukla "Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vasıflarından, menkıbelerinden ve mücâhadelerinden bahsetmekte olan kitaplara verilen bir unvandır.
Bu sebeple kitâbü's-siyer tarih ilminin özel bir şubesi olarak kabul edilir.
Hukuk kitaplarında, cihâde ait bahis ve hükümleri ihtiva eden kısma da KTTABÜ'L-CİHÂD denildiği gibi, KİTÂBÜ'S-SİYER de denilir.
SULBİYYE: Bir kimsenin öz kız çocuğu demektir.
SULH
SULH (= MUSÂLEHA): Muhâsama'nın zıddı-dir. Asimda, istikâmetü'1-hâl mânâsına gelen salâh kelimesi ile mânâ alâkası vardır.
Istılahta SULH: İki tarafın, yani da'vâcı ile da'vâlı-nın, rızâları ile, aralarındaki nizâi ortadan kaldıran bir akid demektir.
TESÂLÜH: Musâlaha yan sulhlaşmak demektir. Anlam itibariyle hasımlaşmamn yani da'vâlaşmanm zıddıdır. Müsâlemet (= Barış içinde olma) anlamına gelir.
MUSÂLIH: Sulh akdi yapan kimse demektir. Dolayısıyle, asaleten veya vekâleten yahut velâye-ten da'vâcı veya da'vah sıfatiyle musâlahada bulunan kimseye Musâlih denir.
MUSÂLEHÜN ANH: Müddeâbiholan(= da'vâ edilen ve üzerinde sulh yapılan) şeydir. Yani, şahsî bir hak olarak da'vâ ve talep edilen şeyden ibarettir. Hukûk-i İlâhiyeden dolayı sulh caiz değildir.
MUSÂLEHÜN ALEYH: Sulh bedeli demektir. Sulh, mal veya menfâat karşılığında yapılabilir.
SULH: Müsâleha Maddesine bakınız.
SÜFTECE
SÜFTECE: Bir nevi poliçe demektir. Ve "Bir beldede verilen bir paranın, bir Ödüncün, bir ödeme emri ile diğer bir beldede ödenip hesabın kapatılması'' anlamına gelir.
Meselâ:.Bir kimse, bulunduğu beldede, bir tacire, bir miktar para verip, ondan aldığı ödeme emri(ni
havi mektup) ile, bu parayı, gideceği diğer bir beldedeki, bir tacirden veya başka bir şahıstan alacak olursa, bu durumda bir süftece muamelesi meydana gelmiş olur.
Bu muamele, genellikle yol tehlikesini veya yük zahmetini ortadan kaldırabilmek için yapılır.
Bu işlem, havale anlamındaki bir nevi ikraz muâme-lesidir. Menfaat mülâhazasına dayandığı ve ödeme mektubu yazmak şartına mukârin bir karz mâhiyetinde olduu için, bu İşlem bazı fakjyhlerce mekruh veya gayr-i caiz görülmüştür. Fakat, böyle bir mektup yazma şartına bağlı olmadan ikraz yapılır; müsfakriz de, böyle bir ödeme mektubu yazarsa, bunda bir mahzur yoktur.
SÜFTECE: Parayı poliçe etmek demektir.
SÜGUR: Hudud, serhad, derbent ağızlan ve düşmanın hücum etmesinden korkulacak açık yerler demektir.
SUĞR: Siigur'un tekilidir ve lügatte: Dağınık, müteferrik şey mânâsına gelir.
SÜKNÂ: İkâmetgâh; oturulacak yer; konak. Ev, menzil, oda.
ISKAN: Bir yere oturtma; sakin kılma; ev sahibi etme; yerleştirme.
KÂBİL-İ SÜKNÂ: Oturmaya elverişli yer.
TETİMME-İ SÜKNÂ: Oturmak üzere verilen Iü~ zumu kadar arsalar.
SÜNNET
SÜNNET: Lügatte: Âdet ve takip edilen yol demektir.
Fıkıhta SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, farz ve vacip olmaksızın ve bazen
de terk edilmek üzere İltizam buyurulmuş olan, herhangi bir fiil ve harekettir.
Bu fiil ve hareket, eğer ibâdet kabilinden ise SÜNNET-İ HÜDÂ denir.
Bu fiil ve hareket, Peygamber (S.A.V.) Efendimize mahsus âdet-i seniyye kabilinden ise SUNNET-İ ZEVAİD adını alır.
Fıkıh Usûla ıstılahında ise SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizden sâdır olan sözler ile kasdî fiillerden ve takrirlerden herhangi biridir. Buna göre; KAVLÎ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek sözleri demektir.
FÜLrİ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin fiilleri ve davranışları demektir.
TAKRİRİ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, yapıldığını gördüğü bir şeye karşı sükût etmesi ve onu, red ve inkâr buyurmaması demektir ki bu hâl, o şeyin cevazına delâlet eder.
SÜNNET-İ MÜEKKEDE: Peygamber (S.A.V) Efendimizin hemen hemen dâima edâ ettikleri sünnet demektir.
SÜNNET-İ GAYR-İ MÜEKKEDE: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin çoğu kez edâ edip, bazen de terk ettikleri sünnet demektir.
SÜNNETULLAH: Allanın mevcudata koyduğu nizâm demektir.
SÜNNET-İ SENİYYE: Peygamber (S.A.V) Efendimizin mübarek ve yüce sünneti demektir.
EHLİ SÜNNET: Şia mezhebi haricinde olan İslâm mezheplerine bağlı bulunan kimseler. Ki yer yüzündeki müslümanların tamamına yakın bir çoğunluğu ehl-i sünnettendir. [18]
SADAKA: Sevap yani Allahu Teâlâ'nın rızâsına nail olmak içni, fakirlere hîbe olarak verilen mal demektir. SADAKA: Zekât anlamına da gelir.
SADAKAT: Sadakalar demektir.
MÜTESÂDDIK: Sadaka veren şahıs.
MÜTESADDIKÜN ALEYH: Kendisine sadaka verilen yani sadakayı alan, kabul eden şahıs demektir.
SADAKA-İ MEVKÛFE: Bir vakfi inşâ için (kurmak, tesis etmek için) kullanılan sarih lafızlardan (açık sözlerden) biridir.
Bir şeyi vakfettiğini bildirmek için: "Vakfettim.", Hapseyledim.'' denilebileceği gibi,".... Sadaka-i mevkûfe kıldım." da denilebilir. Ve bu sözle de vakıf inşa edilmiş olur.
Şu lafızlar da, SADAKA-İ MEVKÛFE anlamında kullanılmaktadır:
SADAKA-İ MAHBUSE, SADAKA-İ MUHARREME, SADAKA-İ MUHBE-SE, SADAKA-İ MÜEBBEDE.
SADAKA-İ FİT1K: Ramazan ayımn sonuna yetişen ve havâic-i asliyesinden başka, en az nisap miktarı bir mala mâlik olan her müsJüman için verilmesi vacip olan Özel bir sadakadır.
Sadaka-i fitre, sadece FITRA da denilir ki, fıtrat sadakası yani AHah nzası için verilen yaratılış atiyye-si anlamına gelir. Sadaka-i fıtır; buğday, buğday unu, arpa, arpa unu,
kuru üzüm ve hurma gibi yiyecek miktarlarından belirli miktarda verilir. Bunların asılları verilebileceği gibi, rayice göre, bedelleri de verilebilir.
SARİH: Hakikat olsun, mecaz olsun, kendisinden ne kasdedildiği açıkça anlaşılan lafız (= söz) demektir.
Meselâ: "Şu malı satın aldım." ve "Şu eve ayak basmam." sözleri gibi...
İSAFA veMERVE: Mescid-i Haram'ın doğusunda ve yaklaşık olarak birbirlerine 350 metre mesafede bulunan iki tepedir ki, güneyde olan tepenin adı SAFA, kuzeydeki tepenin adı ise MERVE'dir. SA'Y, bu iki tepeciğin arasında yapılır.
SAĞÎR: Sabî, yani: Henüz, bülug çağma ermemiş olan çocuk demektir. Sağır:
1-) Sagİr-i Mümeyyiz.
2-) Sağîr-i Gayr-i Mümeyyiz; olmak üzere iki kısma ayrılır:
SAĞÎR-İ MÜMEYYİZ: Alış-verişi anlayan, yani: Satmanın, satılan şeydeki mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığını; bir şeyi satın almanın da mülkiyeti calip olduğunu bilen ve yüzde elli aldanmak gibi gabn-i fahiş olduğu açık ve herkesçe bilinen bir gabni, gabn-i yesîrden ayırabilen çocuk demektir.
SAĞÎR-İ GAYR-İ MÜMEYYİZ: Satmanın, mülkiyeti ortadan kaldırdığını, satın almanın da mülkiyeti celbettiğini bilmeyen ve gabn-i fahişi, gabn-i yesîrden ayırmaya kadir olmayan çocuk demektir.
SAHİBİ-İLEBEN: Bir kadının; sütünün, kendisinin mukârenetinden dolayı meydana gelmiş bulunduğu kocası demektir.
SÂHİB-İ MÂİDE: Evindeki yiyeceğinden, kendisinden nafaka almaya hak sahibi olan kimselerin, kâfi miktarda alıp yemeleri mümkün olan kimse demektir.
SÂHİBÜ'L-MEKÂSİM: Ganimet mallarını, mü-câhidler arasında dağıtmakla görevlendirilen kimse dönektir.
Sâhibü'l-Mekâsim tabiri kassânn ganâim anlamında kullanılmaktadır.
SÂHİB-İ MENEA: MENEA Maddesine bakınız.
SAHİB-İ TAHRÎC: Tahric Maddesine bakınız.
SAHİH: Şartlarını, rükünlerini, vasıflarını tamamen cami olan herhangi bir fiildir.
Bir fiilin bu vasıflan cani olması hâline de SIHHAT denilir.
Meselâ: Mükellef bir kimsenin kendi malını, usûlü dâiresinde birisine satması, sahih bir bey' (= satış) muâmelesidir.
Bu şekilde şartlarını ve rükünlerini cami olan bir akde de AKDİ-İ SAHİH denir
SÂÎ: Mevâşî denilen hayvanların vergilerim, bulundukları yerlerde toplamak üzere tâyin edilen beytü'1-mâl memurudur. Bu memur, köylerde ve kabileler arasında dolaşarak, bu mevâşî sadakasını toplarlar.
SAİBUN: Arap ırkına mensup, ehl-i kitaptan ve-, ya puta tapanlardan bir taifedir.
SAİBİ: Bir dinden, diğer bir dine dönen her bir şahıs demektir. SABİÛN: Sâibî'nin çoğuludur.
SAİL: Müddeî, Muallil Maddesine bakınız.
SAKK: Şer'î mahkemeden verilen îlâm; berat. Hâkimin da'vâ edilen muameleye, hâdiseye ve bu husustaki hükmüne dâir tanzim etmiş bulunduğu vesîka SAKK'm çoğulu SÜKÛK'tur.
SAIÂH:
SALAH: Doğruluk, iyilik, düzgünlük, banş, dine olan bağlılık demektir. Yani salah, fesadın zıddidır.
SALİH: Nefsinde müstakimü'1-hâl olan kimse yani dinin emrettiği şeyleri yapıp yasakladığı işlerden kaçman kimse demektir.
Diğer bir tarife göre, sâlih: Hukukullah ve hukuk-i ibâdı {= kulların haklarını) yerine getiren kimse demektir.
İSALÂT = NAMAZ
Salât: Namaz demektir. Salât: (Lügatte) duâ mânâsına gelir. Istılata salât: Namaz dediğimiz ve mâhiyetini bildiğimiz mübarek ibâdet, erkan ve ezkâr demektir.
Namaz kılan kimseye musallî denir. Salât'ın çoğulu salavât (= namazlar)'dır. Salavât, ayrıca Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-in adı anılınca, getirdiğimiz: "Allahümme salli ve selim alâ seyyidinâ Muhâmmed'in ve âlâ âli seyyi-dinâ Muhammed (= Allahun! Efendimiz Hazreti Mu-hammed'e ve Efendimiz Muhâmmed'in âline salât ve selâm buyur." şeklinde ettiğimiz dua mânâsına da gelir.
Musalla kelimesi de, namaz kılınan yer anlamına kullanılmaktadır.
SA T; Hac esnasında, SAFA Ue MERVE tepeleri arasında gidip-gelmek demektir. Sa'y, Safa'dan Merve'ye 4 gidiş; Merve'den Safâ'-ya 3 dönüş olmak üzere, 7 şavt'tan ibarettir. Bütüntavaflardan sonra sa'y yapmak gerekmez. Hac ve umre için sadece birer sa'y yapılır.
SA'Y'DE ŞAVT: ŞAVT Maddesine bakınız.
SAYD: Av, av avlamak, avcılık etmek mânâlarına gelir.
ISTİYAD: Avcılık etmek demektir.
SAYYÂD: Avcı demektir.
SAYD: AvuAvlanmak; av avlamak.
ISTİYAD: Avcılık etmek.
SAYILARIN BİRBİRİ İLE NİSBETİ: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
SEBEB: Lügatte: Bir gayeye ulaştıran yol, vası-- ta, urgan ve kapı anlamlarına gelir.
Istılahta SEBEB: Bir hükme mevzu ve müessir olmadığı hâlde, mücerred bir yol teşkil eden şeydir. Meselâ: Bir hırsıza yol gösteren kimse, onun hırsızlığına sebep olmuş olur.
SEBK: Resmî bir vesikanın, meselâ: Bir Mâmın, belirli usûl dâiresinde tanzim edilmesi, yazılması demektir. İbarenin tarz ve tertibi.
SEBY = SİBA: Esir alma anlamındadır. Bu kelimeler Mesbiy gibi esir alınan şahıs mâilâsına da gelir.
Bu kelime, genellikle, harbîlerin esir alınan çoluk-çocuklan için kullanılır. Ve tekili ile çoğulu aynıdır.
SEBİY: Bu kelime esir anlamına gelir.
Savaş sırasında, düşmanların içinden diri olarak elde edilen, herhangi bir kadın veya çocuk mânâsında da kullanılır. Sebiy kelimesinin çoğulu SEBÂYÂ (= esirier)'dir.
SECDE
Secde: Namaz kılarken eğilerek yüzün belli bir miktarını Allahu Teâlâ'ya ta'zim için yere koymaktır.
Secdeteyn: Birbiri ardınca yapılan iki secde demektir.
Sücûd ise, secdeler mânâsına geldiği gibi, secde etmek mânâsına da gelir.
Sâcid de, secde eden şahıs demektir.
SEFİH: Malını boş ve faydasız yere harcayan ve masraflarından israf edip, saçıp-savurarak, mülklerini itlaf ve izâa (= telef ve zayi) eden kimse demektir.
SEFEH ve SEFÂHET de, sefih olma hâli anlamına gelir.
Ebleh ve sade dil olması sebebiyle kazanç yolunu bilmeyen ve alış-verişlerinde aldanan kimse de SEFİH sayılır.
Malını şer uğrunda saçıp-savuran bir kimse hacr edileceği gibi, bütün mallarını hayra sarf edip fakir düşüp ve eli boş kalacak olan kimse de hare edilebilir.
Hacr Maddesine de bakınız.
SEHİM
SEHİM: Lügatte: Hisse demektir.
Mîras ıstılahında SEHİM: Varislerden her birinin, terkedenolmayahak sahibi oldukları,nısıf (= 1/2), sülüs (= l/3),jrubu* (= 1/4) gibi, miktarı muayyen olan mal demektir.
SİHAM: Sehimler demektir.
SİHAM-I MEFRÛZA: Miktarlan, -sarih veya gayr-i sarih bir şekilde nas ile tâyin edUmiş olan hisseler demektir.
SEKER; Pişirilmediği hâlde, kendi kendine galeyan eden ve kaynayıp iştidad ederek müsbir (= sarhoşluk verici) hâle gelen yaş (= taze) hurma suyu demektir.
SEKRAN: Müskirattan (= sarhoşluk verici şeylerden) birini kullanarak sarhoş olmuş bulunan kimse demektir.
SEKR: Kullanılan bir müskirin (= sarhoş edici şeyin) dimağa ulaşan tesiri ile meydana gelen özel bir hâldir. Dilimizde bu hale SARHOŞLUK denilmektedir.
SELEB: Bir kimsenin üzerinde bulunan elbisesi, silâhı, parası ve bİnilİ bulunduğu olduğu hayvanı ile bu hayvanın üzerinde ki eşyasıdır. Başka hayvanı ile onun üzerindeki mallan selebten sayılmaz. Seleb, meslub anlamında kullanılır. Çoğulu ise ES-LÂB'tır.
SEMEN
SEMEN: Paha, kıymet, değer, tutar. Bir şeyin bedeli, pahası anlamına gelir.
Semen'in zimmete taalluku sahih olur. Meselâ; Bir kimse, bir kitabı üç bin liraya satın alsa, bu üç bin lira, o kitabın semeni olur. Ve bu para, hemen verilmezse, zimmete taalluk etmiş bir borç olur.
SEMEN-İ HÂL: Peşin olan semen, kıymet.
SEMEN-İ MİSL: Bir şeyin hakiki kimetinin bilir kişi tarafından tâyin edilmesi.
SEMEN-İ MÜSEMMÂ: Bir şeyi satan şahısla, satın alan şahsın, alış-veriş akdi şuasında tâyin ve tesmiye etmiş oldukları paha, kıymet demektir ki, bu satılan malın gerçek kıymetine eşit olabileceği gibi, ondan fazla veya noksan da olabilir.
SEMEN-İ RÂYİC: Geçen, yürürlükte olan değer; sürümü olan kıymet demektir.
MÜSEMMEN: Semen mukabilinde satılmış olan veya semeni tâyin edilmiş, bedeli belirlenmiş bulunan şey demektir.
SENED:
SENED: Lügatte: Mutemed; melce'; penâh, dayanılacak şey; belge anlamlarına gelir. Istılahta SENED: Hüccet ve burhan mânâlarına gelir. Dâvâcı, bu hüccet ve burhana dayandığı için, buna sened denilmiştir.
SENEDÂT: Senetler demektir.
SENED-İ ÂDİ: Adî senet,; tasdik edilmemiş senet.
SENED-İ BAHRÎ: Bir geminin kime ait olduğunu bildiren senet.
SENED-İ HÂKÂNÎ: Tapu senedi.
SENED-İ MÜSBİT: İsbat edici senet.
SENEDİ RESMÎ: Resmî senet; resmen kabul edilmiş senet.
Hadîs ıstılahında
SENET: Birhadîs-i şerifi rivayet eden şahısların hey'et-i mecmuasıdır.
İSNAT: Bir hadîsin râvîlerinin isimlerini zikrederek rivayet etmek demektir.
İki senedi (yani: İki terîki, iki râvSer silsilesi bulunan bîr hadîsin, bu iki senedinden hangisinin ricali daha az ise, o SENED-İ ÂLÎ, diğeri de SENED-İ NAZİL adım alır.
Meselâ: Bir hadîs-i şerifin, bir senedindeki râvîler, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e kadar üç, diğer senetteki râvîler de dört zat olsa; birinci senet ALÎ olur. Ve onunla yapılan isnada da ISNADI ÂLÎ denir. Diğeri de sened-i nazil ve isnâd-i nazil olmuş bulunur. Sened-i âlimin ricali sika kişiler olunca, kıymet-i büyük ve müreccah olur. Çünkü râvîlerin adedi aza-îınca sevih ve nisyân (= unutma ve yanılma) ihtimâli de azalır; hadîs-i şerifin kuvveti artar. Bundan dolayı muhaddisler, âlî senetleri araştırmış, buna pek büyük ehemmiyet vermişlerdir. İmâm Mâlik ve İmâm Buharî gibi tabiîn devrinde yaşamış zâtların rivayet ettikleri hadislerin senetleri, onlardan sonraki muhad-dislerin rivayet ettikleri hadîslerin senetlerinden daha âlî olduğundan kıymetleri de o nisbette büyük bulunmuştur.
SERİYYE: Sayılan dört ilâ dört yüz arasında olan askerden meydana gelen müfreze demektir.
SERAYA: Seriyye'nin çoğuludur; yani seriyyeler demektir.
SERİYYE lafzı; ya geceleyin yürümek demek olan SERA'dan veya nefis şey anlamındaki SERİY'den
yahut da müatehab mânâsina gelen İSTİRÂ kelimesinden alınmıştır.
SEVM: Talep etmek, istemek demektir.
SEVM-İ ŞIRA: Bir kimsenin, bir malı satlığa çıkarması, arzetmesi ve satılacağı fiatı tâyin eylemesi demektir.
Buna SEVMÜ'L-BÂYİ de denir.
SEVMÜ'L-MÜŞTERİ: Bir malı, şu kadar fiatla satın almak istemek demektir. Sevm-i Şira tâbiri bu mânâda da kullanılır.
SEVM-İ NAZAR: Satın alınması istenilen bir malı görmek veya bir başkasına göstermek üzere, satın alacak olan kimsenin, satacak şahıstan istemesi demektir.
MÜSAVİM Bİ'Ş-ŞİRÂ: Bir malı görerek almak talebinde bulunan kimse demektir.
MÜSAVİM Bİ'N-NAZAR: Bir mala bakma talebinde bulunan kimse demektir. Bu gibi kimseler için bayi ve müşteri tabirinin kullanılması mecazdır.
M SEVMEA: Hıristiyan rahiplerinin insanlardan ayrılıp, inzivaya çekilmeleri için tesis edilmiş olan hücrelerdir.
SEVÂMÎ: Sevmealar demektir. Bunlar hakkında da, klişelerle ilgili hükümler câridir.
SEYYİB: Kadın görmüş yani evlenmiş bulunan erkek demektir.
SEYYİBE: Erkek görmüş yani evlenmiş kadın demektir.
SDHR: Zevcenin ( bir kimsenin kamının) anası, babası gibi mahrem olan bütün zî-rahim akrabalandır. SfflR'm çoğulu ASHÂR'dır.
SIKT: İskât-ı Cenin Maddesine bakınız.
SİÂYE = SAY': Lügatte: Çalışmak, iş görmek, bir şey için çalışmak, bir maksat uğruna koşup durmak demektir.
Bu kelime, jurnalcilik anlamında da kullandır. Istılahta SAY' ve SİÂYE ise, bir kölenin, sölelik-ten kurtulması İçin, çalışıp mal kazanması demektir. Meselâ: Bir mükâtebin, kitabet bedelini ödeyebilmek için, çalışıp durması bir SİÂYE'dir. SÂÎ: Fıkıhta sadakalan toplamaya memur edilen kimse demektir.
SUAT: Sâî'nin çoğuludur.
ŞİÂYE-İ MÜLK: Kazancı, efendisinin mülkü sayılan, bir kölenin çalışması demektir.
Meselâ: Bir müdebber'in kazancı efendisine aittir.
SİÂYB-İ ZAMAN: Kazancı efendisinin mülkü sayılmayan ve sadce kendi borcunu ödemek için çalışan bir kölenin say' etmesi (= çalışması) demektir. Meselâ: Bir mükâtep, efendisine karşı sadece borçlu bulunduğu kitabet bedelini ödemek için çalışır. Ümm-ü Veledin siâye'si de bu kabildendir.
SİCİL; Vesikaları, ilâmları ve mukaveleleri yazmaya mahsus resmî defter demektir.
SİCİLLÂT: Siciler demektir.
TESCİL: Bir vesikayı (meselâ: Bir vakfiyeyi) böyle resmî bir deftere yazıp imza etmek demektir.
Bazen, lâzımı zikr, melzûmu irâde kabilinden olarak, hâkimin verdiği hükme de TESCİL denilmektedir. Çünkü, bu hüküm bir sicile kaydedilecektir.
Bundan dolayıdır ki, hem sicile kaydedflmiş vakfa ve hem de lüzumuna hükmedilmiş bulunan vakfa VAKFI MÜSECCEL denir.
VAKIF Konusuna da bakınız.
SİLK-İ KAZA: Kaza Maddesine bakınız.
SILM: Sulh ve barışmak mânâlarına gelir. Yani Müsâlemet ile eş anlamlıdır. SILM: Müslümanlık, emniyet ve selâmet anlamlarını da ifade eder.
SELM kelimesi de silm anlamına kullanılır.
SIMHAK: Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, bu yarada et kesilmiş ve et ile baş kemiği arasındaki ince bir zar gibi olan deri görünmeye başlanmış olur. Bu ince deriye de SİMHAK denilir.
SİRÂYETFİ'L-CİNÂYE: Yapılan bir cinayet neticesinde meydana gelen şeccenin veya cirâhatin genişlemesi ve ölüme sebep olması demektir.
SİRKAT
SİRKAT: Hırsızlık; uğruluk; çalışmak, başkasının malını gizlice almak demektir.
Bir kimsenin malını gizlice amak, bu mal, az olsun, çok olsun; haddi gerektirsin veya gerektirmesin- SİRKAT yani HIRSIZLIK'ur.
SERÎKA da, SİRKAT anlamındadır.
SARIK: Hırsız; başkasının malım gizlice alaa yani çalan kimse demektir.
Sârik'in çoğulu SÜRRÂK'tür.
MESRUK: Gizlice alınmış yani çalınmış mal demektir.
MESRURUN MİNH: Malı gizlice alınmış yani malı çalınmış olan kimse demektir.
MESRÛKUN FÎH: Bir maun gizlice alındığı yani çalındığı yer demektir.
SİRKATİ SUĞRÂ: Alalâde küçük hırsızlık demektir.
Sirkat-i Suğrâ'nın haddi gerektiren kısmı şu şekilde tarif edilir: Mükellef bir şahsın en azından sirkat nisabı kadar tafih ve çabucak bozulacak cinsten olmayan, mütekavvim bir malı, mahfuz bulunduğu yerden gizlice alıp, dışarı çıkarmak demektir. Ve bu işi yapan şahsın, o mal da bir hakkı bulunmadığı gibi, mülk şüphesi de olmaz.
SİRKAT-İ KÜBRÂ: Bu kat'-ı tarik yani yol ke-sicilik demektir.
Kat'-ı tarîk Maddesine de bakınız.
SERİKAT-İ MÜTTEHİDE: Başka başka şahıslara ait olduğu hâlde, aynı hur (= malın muhafazasına mahsus yer) içinde bulunan malların çalınması demektir.
SERİKAT-İ MUHTELİFE: Gerek tek bir kimseye, gerekse başka başka kimselere ait olup muhtelif hırzlarda bulunan mallan çalmak demektir.
SERİKAT-İ MÜŞTEREKE: Bir kaç şahsın birlikte yapmış oldukları hırsızlık demektir.
SİYÂSET
SİYASET: Bu kelime, aslında işler hakkında alınacak tedbir; her işi güzelce görmeye ve yürütmeye çalışmak gibi geniş anlamlı bir kelimedir. SİYÂSET kelimesinin pek çok anlamı vardır ve bir kısmı şunlardır:
SİYÂSET: Hükümet ve memleket idaresi.
SİYÂSET: Ceza; özellikle îdam cezası.
SİYÂSET: Diplomatlık; politika.
SİYÂSET: Seyislik, at idare etme; at işleriyle uğraşma.
ERBÂB-I SİYÂSET: Siyâset adamları, diplomatlar, politikacılar.
MEYDÂN-I SİYÂSET: îdam cezasının uygulandığı meydan.
SİYÂSÎ: Siyâsetle ilgili şey / şahıs.
SİYASİYAT: Siyâsîler.
SİYÂSİYYÛN: Siyaset erbabı; siyâsetle uğraşan şahıslar.
İslâm Hukukunda SİYÂSET: Tâzirden (yani: Had cezası seviyesinden daha aşağıda bulunan bir te'dib ve cezadan) ibarettir. Bu ceza, gerektiğinde darb (= dövmek), hapsetmek ve diğer yollarla yerine getirilir. Siyâset mefhumu, bir cihetten ta'zirden daha genel ve şümullüdür.
Bu balamdan, İslâm Hukukunda SİYÂSET şu şekillerde de tarif edilmektedir.
SİYÂSET: "Veliyyü'l-emrin, raiyye üzerindeki (= en büyük yetkilinin, halk üzerindeki) emir ve nehyİ" demektir.
SEYÂSET: "Âdaba, maslahata, malların intizâmına riâyet İçin konulmuş olan kanun" demektir.
SİYÂSET: "İnsanları, dünya ve âhirette kurtulacakları bir yola irşâd ederek, beşeriyetin salâhına çalışmak" demektir.
SİYÂSET-İ ŞER'İYYE: Beşeriyetin salâh ve intizâmı için, şer'-i şerifin kabul ve iltizâm ettiği bir kısım yüce hükümlerden ibarettir.
SİYÂSET-İ ÂDİLE: İnsanların haklarını, zulm ve itisaf erbabının (= zâlimlerin ve yoldan çıkmış sapıkların) elinden kurtaran siyâsettir ki, bu siyâset, şe-riatten sayılmıştır.
SİYÂSET-İ ZÂLİME: Halkın, haklarına aykırı olan bir siyâsettir id, bu, şer'-i şerîfce yasaklanmıştır.
SİYÂSET-İ ÂMME: Bütün bir cemiyetin salâh ve intizâmı için iltizâm olunan bir kısmı hükümler demektir.
SİYÂSET-İ HASSA: Cürüm işleyen bazı kimseler hakkında, velev kati suretiyle olsun vuku bulacak zecr ve te'dîb demektir.
Meselâ: Nehb ve garet gibi, fısk ve fücur gibi yasaklanmış fiillere mükerrem cür'et eden kimselerin kahr «e tenkfl edilmesi, siyâset-i hâssa kabilindendir.
SİYER: Sîret kelimesinin çoğuludur.
SÎRET ise: Aslında takip edilen yol, haslet, hey'et ve bir nevi hareket mânâlarını ifâde eder.
Bununla birlikte, SİYER tabiri, tarihçiler tarafından, çoğunlukla "Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vasıflarından, menkıbelerinden ve mücâhadelerinden bahsetmekte olan kitaplara verilen bir unvandır.
Bu sebeple kitâbü's-siyer tarih ilminin özel bir şubesi olarak kabul edilir.
Hukuk kitaplarında, cihâde ait bahis ve hükümleri ihtiva eden kısma da KTTABÜ'L-CİHÂD denildiği gibi, KİTÂBÜ'S-SİYER de denilir.
SULBİYYE: Bir kimsenin öz kız çocuğu demektir.
SULH
SULH (= MUSÂLEHA): Muhâsama'nın zıddı-dir. Asimda, istikâmetü'1-hâl mânâsına gelen salâh kelimesi ile mânâ alâkası vardır.
Istılahta SULH: İki tarafın, yani da'vâcı ile da'vâlı-nın, rızâları ile, aralarındaki nizâi ortadan kaldıran bir akid demektir.
TESÂLÜH: Musâlaha yan sulhlaşmak demektir. Anlam itibariyle hasımlaşmamn yani da'vâlaşmanm zıddıdır. Müsâlemet (= Barış içinde olma) anlamına gelir.
MUSÂLIH: Sulh akdi yapan kimse demektir. Dolayısıyle, asaleten veya vekâleten yahut velâye-ten da'vâcı veya da'vah sıfatiyle musâlahada bulunan kimseye Musâlih denir.
MUSÂLEHÜN ANH: Müddeâbiholan(= da'vâ edilen ve üzerinde sulh yapılan) şeydir. Yani, şahsî bir hak olarak da'vâ ve talep edilen şeyden ibarettir. Hukûk-i İlâhiyeden dolayı sulh caiz değildir.
MUSÂLEHÜN ALEYH: Sulh bedeli demektir. Sulh, mal veya menfâat karşılığında yapılabilir.
SULH: Müsâleha Maddesine bakınız.
SÜFTECE
SÜFTECE: Bir nevi poliçe demektir. Ve "Bir beldede verilen bir paranın, bir Ödüncün, bir ödeme emri ile diğer bir beldede ödenip hesabın kapatılması'' anlamına gelir.
Meselâ:.Bir kimse, bulunduğu beldede, bir tacire, bir miktar para verip, ondan aldığı ödeme emri(ni
havi mektup) ile, bu parayı, gideceği diğer bir beldedeki, bir tacirden veya başka bir şahıstan alacak olursa, bu durumda bir süftece muamelesi meydana gelmiş olur.
Bu muamele, genellikle yol tehlikesini veya yük zahmetini ortadan kaldırabilmek için yapılır.
Bu işlem, havale anlamındaki bir nevi ikraz muâme-lesidir. Menfaat mülâhazasına dayandığı ve ödeme mektubu yazmak şartına mukârin bir karz mâhiyetinde olduu için, bu İşlem bazı fakjyhlerce mekruh veya gayr-i caiz görülmüştür. Fakat, böyle bir mektup yazma şartına bağlı olmadan ikraz yapılır; müsfakriz de, böyle bir ödeme mektubu yazarsa, bunda bir mahzur yoktur.
SÜFTECE: Parayı poliçe etmek demektir.
SÜGUR: Hudud, serhad, derbent ağızlan ve düşmanın hücum etmesinden korkulacak açık yerler demektir.
SUĞR: Siigur'un tekilidir ve lügatte: Dağınık, müteferrik şey mânâsına gelir.
SÜKNÂ: İkâmetgâh; oturulacak yer; konak. Ev, menzil, oda.
ISKAN: Bir yere oturtma; sakin kılma; ev sahibi etme; yerleştirme.
KÂBİL-İ SÜKNÂ: Oturmaya elverişli yer.
TETİMME-İ SÜKNÂ: Oturmak üzere verilen Iü~ zumu kadar arsalar.
SÜNNET
SÜNNET: Lügatte: Âdet ve takip edilen yol demektir.
Fıkıhta SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, farz ve vacip olmaksızın ve bazen
de terk edilmek üzere İltizam buyurulmuş olan, herhangi bir fiil ve harekettir.
Bu fiil ve hareket, eğer ibâdet kabilinden ise SÜNNET-İ HÜDÂ denir.
Bu fiil ve hareket, Peygamber (S.A.V.) Efendimize mahsus âdet-i seniyye kabilinden ise SUNNET-İ ZEVAİD adını alır.
Fıkıh Usûla ıstılahında ise SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizden sâdır olan sözler ile kasdî fiillerden ve takrirlerden herhangi biridir. Buna göre; KAVLÎ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek sözleri demektir.
FÜLrİ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin fiilleri ve davranışları demektir.
TAKRİRİ SÜNNET: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, yapıldığını gördüğü bir şeye karşı sükût etmesi ve onu, red ve inkâr buyurmaması demektir ki bu hâl, o şeyin cevazına delâlet eder.
SÜNNET-İ MÜEKKEDE: Peygamber (S.A.V) Efendimizin hemen hemen dâima edâ ettikleri sünnet demektir.
SÜNNET-İ GAYR-İ MÜEKKEDE: Peygamber (S.A.V.) Efendimizin çoğu kez edâ edip, bazen de terk ettikleri sünnet demektir.
SÜNNETULLAH: Allanın mevcudata koyduğu nizâm demektir.
SÜNNET-İ SENİYYE: Peygamber (S.A.V) Efendimizin mübarek ve yüce sünneti demektir.
EHLİ SÜNNET: Şia mezhebi haricinde olan İslâm mezheplerine bağlı bulunan kimseler. Ki yer yüzündeki müslümanların tamamına yakın bir çoğunluğu ehl-i sünnettendir. [18]
Konular
- C
- D
- E
- G
- H
- I
- İ
- K
- L
- M
- N
- O
- Ö
- P
- R
- S
- Ş
- T
- U
- V
- Y
- Z
- KİTABU'L-GASB
- 1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER
- Gasbın Mânâsı:
- Gasbın Şartı:
- Gasbın Hükmü:
- 2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ
- 3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN ŞEYLER
- 4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ