T
TAAM
Taam: Yenilen her şey. Met'âm: Tadılan, yenilen şey. Met'ûmât: Tadılan, yenilen şeyler. Taam'ın çoğulu efıme'dır.
TÂAT
Tâat: Emri tutmak, emre imtisal etmek demektir. İtaat, kelimesi de tâat anlamında kullanılır. Istılahta taât: Yapılmasından dolayı sevap bulunan ameldir.
İbâdette niyyet şart olduğu hâlde, tâatte niyyet şart değildir.
Kur'ân-ı Kerîm okumak ve Allahu Teâlâ'nm emirlerini gönül isteği İle yerine getirmek birer tâattır.
TA'DİL: ADL Maddesine bakınız.
TAFÎH: Hakir olan; örf bakımından ehemmiyetsiz sayılan; başkaları tarafından alınması hususunda müsamaha gösterilen şey demektir. Yaş otlar, ağaç üzerindeki meyveler gibi...
TEFÂHET: Bir şeydeki kıymetsizlik, adîlik ve ehemmiyetsizlik demektir.
TAĞRİR: Aldatmak demektir.
GARR: Alfadan şahıs demektir.
MAĞRUR: Aldanan şahıs demektir.
GURUR ise: Bir kimsenin kendi kendine aldanması demektir.
TAHBÎS: VAKIF Maddesine bakınız.
TAHCİR: Arazinin etrafına, başkalan tarafından el konulmaması için taş ve saire koymak demektir.
TAHARET
Taharet: (Lügatte) temizlik, nezâfet demektir. Şer'an tehâret: Habeş ve necaset denilen maddeten pis şeylerin veya hades denilen şer'î manînin giderilmesi demektir. Tâhir: Temiz olan şey demektir. Temizleyici olan şeye de Tahûr veya Mutahhir denilir.
Tathîr ise temizlemek demektir. Tehâretler
1-) Tahâret-i Kübrâ (= Büyük temizlik)
2-) Tahâret-i suğrâ (= Küçük temizlik) diye ikiye aynlır.
Tahâret-i Suğrâ: Abdestsizlik hâlini gidermek için yapılan temizlik demektir. Abdest almak gibi... Tahâret-i Kübrâ: Cünüplük, hayız ve nifas hâllerinden çıkmak jf in, ağza ve buma su verip bütün vücûdu da yıkamak suretiyle yapılan temizlik demektir. Bilindiği gibi buna gusül, iğtisal (= boy abdest') denir.
TAHKİM: Bir da'vâ için hakem tâyin etmek; yani: Bir da'vâ habnda hüküm vermek için bir şahsı tefvîz etmek (= yetkili kılmak, görevlendirmek) demektir.
Bir da'vâcı ile da'vâlıiun, aralanndaki da'vâyı hail ve fasl etmesi için, kendi rızâları İle, bir şahsı hâkim ittihaz etmeleri bir TAKÎM'dır.
Tarafların nzâsı İle da'vâyı halletmeye yetkili kılınan zât'a HAKEM ve MUHAKKEM denir.
Bir da'vâ için, birden çok şahıs hakem tâyin edilebilir.
TAHKİM Bİ'L-MEKÂN: Bazı hâdiseler hakkında, bu hâdisenin vuku bulmuş olduğu mekânın, hüküm vesilesi olarak kabul edilmesi demektir.
TAHKÎM-İ DELÂLETÎ'L-HÂL: Bazı hususlar da, hâlin hakem ittihaz edilmesi demektir.
TAHKÎM-İ HÂL: Hâl-i hazin hakem kılmak demektir. Ve bu istishab kabiiindendir.
TENFIZ: Bir hâkimin vermiş bulunduğu bir hükmü, diğer bir hâkimin istinâfen vâki olan tekkiki neticesinde usûlüne uygun bulunarak tasdik etmesi demektir.
İSTİNAF Maddesine bakınız.
TAHKÎM-İ HÂL: Hâl-i hazin (= içinde bulunulan hâli) hakem kılmak demektir.
Bir da'vâda, murafaa esnasında mevcut olup, İki taraftan birinin lehine şehâdet ve delâlet eden hâl-i hazin hakem kılarak, ona göre hüküm vermektir. Bu, istishab kabiiindendir. Bir şeyin bu günkü hâline bakarak, onun, mazide de bu hâl üzerine olduğuna hükmedilmesi gibi...
TAHLİF
TAHLİF: Bir da'vâda, da'v.lcı ile da'vâlıdan birine yemin vermek, yemin ettirmek demektir.
HALF: Yemin; yemin etme, and içme demektir. HALİF de aynı anlamdadır.
HAIF: Yemin eden, and içen kimse demektir.
MAHLÛFÜN ALEYH: Üzerine yemin edilen şey demektir.
ÎSTÎHLAF: Yemin ettirmek; birinin yemin etmelini İstemek anlamındadır.
TAHLİL: Hürmet-i galîzayı ortadan kaldırarak; önceki koca için, nikâhı yenilemenin helâl olmasına vesile olan bir muameledir. Buna HÜLLE de denir.
TAHLİYE: Boşaltmak; halâs etmek (= kurtarmak); bir şeyi kabz etmek (= elde etmek, ele almak) için imkân vermek, yani: Kabza mâni olan şeyleri izâle ederek (= ortadan kaldırarak), kabzı (= elde etmeyi, ele almayı) mümkün kılacak bir durumda bulundurmak demektir.
TAHRÎC: Lügatte: Çıkarmak demektir. Istılahta TAHRÎC: Müctehidlerin; istinâd ettikleri naslara, kaidelere, asıllara uygun olarak, şer'î hükümleri çıkarmaları demektir.
Şöyle ki: Bir fikhî mezhebe tâbi olup, o mezhebin imamının istinâd ettiği naslar ile illetlere ve sebeplere muttali olarak, o mezhepte tasrîh edilmemiş (= açıklığa kavuşturulmamış) bulunan herhangi bir mes'-elenin hükmünü, o mezhep dâhilinde istihraç ve tâyin eden zâta MÜHARRİC ve SAHİB-İ TAHRÎC denildiği gibi; bu şekilde hüküm çıkarmaya da TAHRÎC denir.
TAHRÎR-İ RAKABE: Bir köleyi veya bir cariyeyi azâd edip, hürriyete kavuşturmak demektir. Bu kelime genellikle, sırf Allah rızası için vuku bulan azâd edişler için kullanılır.
TAHRİR lafzı, aslında tahlis (= kurtarma, halâsa erdirme) anlamını ifâde eder. Bir memiûkü esaretten kurtarmak, onda hürriyeti isbât edeceği için, buna da tahrîr denilmiştir.
MTAHSIS: Âm olan bir sözü, mütenâvil olduğu ferd-lerden bazılarına hakikaten veya hükmen muttasıl olan müstakil bir kelâm ile hasretmektir ki bu, beyân-i tağyir kabiiindendir. Meselâ: "Namaz, her müslümana farzdır; baliğ olmayan mûslümanlara farz değildir." denildiğinde bu farziyet, yalnız baliğ olan mûslümanlara hasredilmiş olur.
TAHT-I KAZA: Kaza Maddesine bakınız.
TAKDİRÎ HAYAT: HAYAT Maddesine bakınız.
TAKDİRÎ ÖLÜM: MEVT Maddesine bakınız.
TAKLİT: Başkasının fiil ve hareketlerine tâbi olmak demektir.
Istılahta TAKLİT: Bir zâta uymanın vücûbu için bir delil bulunmadığı hâlde, sadece nıühîk (= haklı) olduğuna inanarak, ona intisap etmek ve tâbi olmak demektir.
Meselâ: Belirli bir müctehİde tâbi olmanın vücûbu için bir delil yoktur. Fakat, müslüma.. fertler, ictihâda hakkıyie muvaffak olan islâm âlimerinden herhangi birine, onun içtihadında muhik görerek tabî olabilir. Ve bu, meşru' bir taklittir.
MUKALLİD: Bir kimseyi taklit eden şahıs demektir.
TAKSİT Bir borcu, birden fazla ve belirli vakitlerde, parça parça ödemek demetir.
Tekâsit, taksitler demektir.
TAKRÎRÎ SÜNNET: SÜNNET Maddesine bakınız.
TAKYÎD: Bir tasarrufu, bir akdin aslını, şart edatı olmaksızın, bir kayda bağlamaktır.
Takyid edilen şeye MEŞRUT, MÜKAYYED Bİ'Ş-ŞART denildiği gibi, o kayda da ŞART denir. Bu şart, "üzere" veya "şaıtıyle" lafızlanyle ifâde olunur.
Meselâ: "Bu malı, şu şeyi rehin vermek üzere sattım." denilmesi gibi..
TALÂK
TALÂK: Lügatte boşanmak, hissî veya manevî bir bağdan, kayıttan kurtulmak mânâsına gelir.
Bu kelime hem mastar, hem de -tatlîk mânâsında isim olarak kullanılır.
Istılahta TALÂK: Nikâh akdini, özel lafzı İle, o anda veya fi'I-meâl ref ve izâle etmek demektir. Bu tariften anlaşıldığı gibi talâklar
1-) Talâk-ı Ric'î
2-) Talâk-ı Baîn kısımlanna ayrılır.
TATLÎK: Bir kimsenin, kansını boşaması; aradaki zevciyyet bağını, usûlü dairesinde izâle etmesi (= ortadan kaldırması) demektir.
TALÂK-1 RİC'Î: Zevceye tekarriipten (= erkeğin, karısına yaklaşmasıdan) sonra vâki olup, sarâ-heten veya işareten, üç talâka delâlet etmeyen yahut bir ivaze mükarin olmayan ve beynîmete delâlet edici bir vasıfla mevsûf ve bir şeye teşbih edilmiş bulunmayan talâktır.
Bu talâk sarih lafızlarla vâki olabileceği gibi, talâkı ric'îyi gerektiren kinaye lafızlarla da vâki olur.
RİCAT = RÜCÛ' Lügatte: Bir şeyi reddetmek; geri dönmek ve döndürmek anlamlarını ifâde eder. Nikâh ıstılahında RİCAT = RÜCÛ' Talâk-ı ric'î-den sonra, İddet içinde, henüz baki olan nikâhı, kav-len veya fiilen istidâne etmek (= devam ettirmeyi arzu etmek) demektir ki, bu durumda zevciyyet ra-
bıtası (= kan-kocalık bağı) ibkâ ve idâme edilmiş (= yerinde bırakılmış ve devam ettirilmiş) olur.
RİCAT-İ KAVLİYYE: Husûsî lafızlardan biri ile yapılan rücû'dur.
Bu lafızlar, sarih lafız veya kinaye olabilir. "Sana müracaat ettim." veya' 'Sen, benim zevcenisin.'' denilmesi gibi....
RİC'AT-İ FİİLİYYE: Hanefî mezhebine göre, hürmet-i mûsâharayı icabeden fiillerden biri ile vuku' bulan rücû'dur. Talâk-ı ric'îden sonra, iddet içinde vuku bulacak yakınlaşma veya şehvetle kucaklama sarılma gibi...
TALÂK-I BÂİN: Zevceye tekarrübden (= hanıma yaklaşmadan) önce vâki olan; veya tekarrübten sonra, beynûneti (= ayrılmayı) ifade eden kinâî bir lafız ile îkâ edilen; yahut sarih bir lafızla yapıldığı hâlde sarahaten veya işareten üç adedine veya bir karşılığa mükârin bulunan yahut beynûnete delâlet eden bir vasıf ile tavsif veya bîr şeye teşbih olunan talâktır. BÂİN beynûnet kökünden türemiş bir isimdir ve (firkat gibi) aynlmak manasınadır.
BEYNÛNET-İ SUĞRÂ: Bir veya iki tâ!âk-i bâin ile meydana gelen aynhktır.
BEYNÎJNET-İ KÜBRÂ: Üç talâk ile meydana gelen ayrılık demektir. Buna BEYNÛNET-İ KAT'İY-YE de denir.
İBÂNE: Bâin olarak yapılan tatlîk (= boşama) demektir.
MÜBÂNE: Talâk-ı bâin ile boşanılmış bulunan kadın..
TALÂK-I SÜNNÎ
TALÂK-I SÜNNÎ: İtabı gerektirmeyecek bir şekilde vuku bulan talâk demektir. Talâk-ı Sünnî iki kısma ayrılır: 1-) SÜNNÎ-İ HASEN: Medhûlün bihâ olan kanyı, esnasında tekarrüp vuku bulmamış olan bir tuhr (= temizlik) hâlinde, bir ric'î talâk ile boşamak ve id-detin sonuna kadar tuhr hâllerine (Adetten kesilmiş bir kadın İse aylara) tevzi ederek birer defa daha boşamaktır. Böylece, üç talâk, müteferrikan tamamlanmış olur.
Cariyeler hakkında, bu şekilde yapılan iki talâk da aynı hükümdedir.
2-) SÜNNÎ-İ AHSEN: Medhûlün bihâ olan bir kanyı, içinde mükârenet bulunmayan bir tuhr (= temizlik) hâlinde, bir ric'î talâk ile boşamaktır. Bu durumda, kadının iddeti sona erinceye kadar, bir daha tatlik edilmiş (= boşanmış) olmaz.
TALÂK-I BİD'Î: İtabı gerektirecek şekilde yapılan talâktır. Bu talâk, kanyı, ya hayız hâlinde veya kendisine mükârenet vuku bulmuş olan bir tuhr (= (emizlik) hâli İçinde, birden fazla olmak üzere boşamak demektir.
Bir tuhr (= temiz olma hâli) içinde, defaten veya müteferrikan (= bir defada veya ayn ayrı) birden ziyâde yapılan talâklar bu kabildendir. Bid'î talâklar da, mezmum ve menhî (= kötü görülmüş ve yasaklanmış) olmakla beraber vâkidir; vuku bulur, gerçekleşir.
TALÂK-I SARİH: Sarih lafızlarla yapılan talâk demektir. Bunun vâki olması için, niyet etmiş olmak gerekli değildir. Bu talâk ric'î de olsa, bain de olsa, hüküm böyledir.
TALÂK-I Bİ'L-KİNÂYE: Kinaye ifâde eden tabirlerden biri ile yapılan talâktır.
SARİH TALAK LAFIZLARI: Sadece kan boşamakta kullanılan lafızlar demektir ki, bunlar: Boşamak ve tatlik etmek gibi lafızlardır.
ELFAZ-I KİNÂE-İ TALÂK: Talâka mevzu oI-: madiği hâlde, hem talâkta kullanılan hem de başka mânâlara gelmesi muhtemel olan lafızlar demektir. Bırakmak, terketmek gibi...
TALÂK-I MÜNECCEZ^ir şeye ta'lik ve İzafe edilmeden, hemen uygulanan talâk demektir.
TALÂK-I MUALLAK: Bir şeye ta'lik suretiyle (bir şarta bağlanarak) yapılan talâktır. "Şu işi yaparsan, boş ol." denilmiş olması gibi .
Buna, YEMİN Bİ'T-TALÂK da denjr.
TALÂK-I MUZAF: Bir zamana izâf edilen talâk'-ür. "Yarından sonra, boşuyacağım." denilmesi gibi.
TALÂK-I FÂR: Bir kimsenin, maraz-ı mevtinde (= Ölümle biten hastalığında) yapmış olduğu talâktır, Boşayan şahıs, böyle yapmakla, karısının mirastan pay almasından kaçınması gayesini ortaya koymuş olur.
TALÂK-I FUZÛLÎ: Asil veya vekil olmayan bir şahsın yaptığı talâktır.
Meselâ; "Felânm zevcesi boş olsun" denilmesi gibi...
TALÂK ALÂ MÂL: Bir mal karşılığında yapılan boşama demektir.
TEFVİZ-İ TALÂK: Kocanın, talâkı, karısına temlik ve havale etmesi veya talâkı elçisine yahut vekiline veya karısının velisine tevdi etmesidir.
Tef vîz-i Talâk üç kısma ayrılır:
1-) TEFVİZ-İ MUTLAK: Bir vakitle kayıtlı bulunmayan tefvizdir. Bir kocanın, karısına hitaben: "Nefsini tatlik et." demesi gibi...
2-) TEFVİZ-İ MUKAYYED: Bir zaman ile kayda bağlanmış olan tefvizdir. Bir kocanın, karısına: "Nefsini, yann boşa." demesi gibi...
3-) TEFVÎZ-İ ÂM: Bütün vakitleri içine alan bir zaman zarfına mükarin olarak yapılan tefvizdir. Bir kocanın, karısına: "Ne zaman istersen nefsini boşa." demesi gibi...
TEBENNİ
TEBENNI: Nesebi başkasından sabit olan bir çocuğu, bir kimsenin evlâd edinmesi demektir. Evlad edinilen çocuğa MÜTEBENNÂ veya DEIY denir.
Evlâd edinen şahsa ise MİİTEBENNÎ denir. ! Taleb-i Miivâsebe: ŞüPa Madesine bakınız.
TALÎA: Casus. Düşmanın hâl ve durumunu öğrenip, mensup olduğu tarafı haberdar etmek üzere gönderilen veya bir görevi kendiliğinden yapan kimse demektir.
PİTAIİK: Bir cümlenin mazmununun husulünü, diğer bir cümlenin mazmûnnun husulüne şartedâh ile rabdetmektir.
Meselâ: Bir kimse, kölesine; "Filan işi yaparsan azâd ol." dediğinde, azâd olmanın meydana gelmesini, o işin yapılmasına bağlamış olur. O iş yapılınca azâd keyfiyeti meydana gelmiş olur. Buna ŞART-I TA'LİKÎ de denir.
TAIJK: Sebili tahliye edilmiş (serbest bırakılmış) esir demektir.
Talîk'in cem'i TÜLEKÂ'dır.
TARÂRİYYET: Yankesicilik demektir.
TARRAR: Yankesici yani, uyanık bir kimsenin , korumak istediği bir malını bu şahsın gafletinden istifâde ederek ve bir hiyle ile çalan şahıs demektir. Yankesici de, hırsız hükmündedir.
TASJK
TARÎK: Yol.
TARÎK-I ÂM: Geniş yol, cadde. Herkesin gidip gelmekte olduğu yol. Buna nafiz yol denir. Gayr-i nafiz tarîk, çıkmaz yol demektir.
TARÎK-İ HÂS: Bir veya bir kaç eve mahsus çıkmaz sokak veya mahdüd kimselerin mülkünde bulunan yol demektir. Bu da nafiz veya gayr-i nafiz tarîk olmak üzere iki kısma ayrılır.
KUTTÂ-İ TARÎK: Yol kesen haydud.
ÛLÂ Bİ'T- TARÎK: En iyi, en âlâ yol.
TARİKAT: Allahu Teâlâ'ya ulaşmak arzusu ile tutulan yol. Tasavvufî meslek.
TAKIYK-IHAS: Belirli kimselerin mülkü olan müşterek sokak demektir. Bazı çıkmaz sokaklar, tanyk-ı hâs kâbilindendir.
TASARRVF-I MÜLLÂK: Bir şey hakkında, meşru' ve nafiz bir şekilde, asaleten vâki olan tasarruf demektir.
Bir kimsenin, sahibi bulunduğu evini tamir etmesi; arazisini ekip-biçmesi; vasıtasına binmesi; elbisesini giymesi gibi....
TA'SÎB: ASABE Maddesine bakınız.
TATA VW': Farz ve vacip olmadığı hâlde, fazla sevap kazanmak için, naile olarak yapılan ibâdetlere TATAVVU' veya NAFİLE denir.
TAVAF: Ka'be-i Muazzama'mn etrafım, usûlüne uygun olarak 7 defa dolaşmaktır. Bu dolaşmalardan (= devirlerden) her birine ŞAVT denilir.
METAF: Ka'be'nin etrafındaki, tavaf işinin yapıldığı yer demektir.
TAVAF NAMAZI: -İster farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile olsun bütün tavaflardan sonra, iki rek'at kılmak vaciptir.
Tavaf namazı, kerahet vakti olmadıkça tavaftan hemen sora, hemen kılınır. Efdâl olan budur. Ancak, daha sonra, hatta memlekete döndükten sora kılmakla da, bu vâcib edâ edilmiş olur; ancak, böyle yapmak mekruhtur.
Tavaf namazının Makâm-i İbrahim'in arkasında kılınması müstehaptır. Burada kılmak mümkün olmazsa, Hıcr'de Altın oluğun altında veya Hıcr'in her hangi bir yerinde yahut Mescid-İ Haram'ın münâsip bir yerinde kılınır.
Tavaf namazı bu saydığımız yerlerde küınamamış-sa, Harem Bölgesi içinde kılınır. Harem sınırlan dışında kılınması uygun olmaz.
İhram namazında olduğu gibi, bu namazın ilk rek'atinde de Fâtihâ'dan sonra Kâfirun; ikinci rek'atinde de Ihlâs sûrelerinin okunması efdâldir.
TAVAF'JN NEVİLER:
Tavafın yedi nev'i vardır.
1-) KUDÜM TAVAFI: Bu, Mekke-i Mükerreme'ye geliş tavafı demektir.
Ve bu tavafı, ifrad veya Kıran haccı yapan afakîler yaparlar.
Sadece umre veya temettü haccı yapanlar ile mîkat sınırları İçerisinde bulunanlar kudüm tavafı yapamazlar.
2-) ZİYARET TAVAFI: Buna İFÂZA TAVAFI da denir.
Hac'da farz olan tavaf, bu tavaftır. Ve, ziyaret tavafı, Arafat vakfesinden sonra yapılır.
3-) VEDA TAVAFI: Buna SADER TAVAFI da denir.
Mîkat sınırları dışından gelen hacıların, ziyaret tavafından sonra ve Mekke'den ayrılırken yaptıkları tavaftır.
4-) UMRE'TAVAFI: Sadece umre yapmak üzere Mekke'ye gelenler ile Temettü' veya Kıran haccı yapanların Mekke'ye geldikleri zaman yapacaktan tavaftır.
Bu tavaftan sonra umre'nin sa'yi yapılacağı için, bu tavafta ıztıba ve ilk üç şavtta remel de yapılır.
5-) NEZİR (= ADAK) TAVAFI: Herhangi bir sebeple, Ka'be'j* tavaf etmeyi adamış bulunan bir kimsenin bu adağını yerine getirmesi vaciptir. Nezredilen bir tavaf için, bir zaman belirlenmişse, tayin edilen bu zamanda; bir zaman belirlenmemişse istenilen zamanda, tavaf yapılarak adak yerine getirilmiş olur.
6-) TAHTYYETÜ'L-MESCİD TAVAFI: Mescid-i Haram'a her girilişinde, tahiyyetü'l-mescid namazı yerine, hürmet ve Ka'be'yi selâmlamak kasdı ile yapılan nafile tavaftır. Tahiyyetü'l-Mescid Tavafı müstehaptır.
7-) NAFİLE TAVAF: Bir kimsenin Mekke'de bulunduğu süre içinde, hacla ilgili olarak yapılması gereken tavaflar dışında fırsat buldukça ve arzu ettikçe yaptığı tavaftır.
Afakîlerin nafile (= tatavvu') tavaf yapmaları, Mescid-i Haram'da nafile namaz kılmalarından ef-dâldir. Hac Mevsiminin dışında, Mekkelİler için de hüküm böyledir.
Diğer ibâdetlerde olduğu gibi niyyet edilip başlanılmış bulunulan nafile bir tavafın bitirilmesi vâ-, cip olur. TAVAFTA ŞAVT: ŞAVT Maddesine batanız.
T A VAR
TA'ZİR: Çok anlamlı bir kelimedir.
Lügatte TA'ZİR: Men, red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tutmak anlamlarına geldiği gibi tasarruf, iane, takviye, tevkir ve ta'zîm mânâlarını da ifâde eder. islâm Hukku ıstılahına göre İse, TA'ZÎR: Hakkında muayyen bir ukubet (= belirli bir ceza), şer'i bir hadd bulunmayan cürümlerden dolayı tertip ve tatbik edilecek olan te'dîb ve cezadan ibarettir.
TA'ZÎR-İ EŞRÂFİ'L-EŞRÂF: Ulemâ ve şürefâ (= âlimler ve şerefli kişiler) hakkında uygulanacak ta'zirdir ki, bu uygulama mücerred i'lâm suretiyle yapılır
TA'ZİRÜ'L-EŞRÂF: Emirler, yüksek tacirler ve köyün ileri gelenleri gibi şerefli kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, bi'1-vâsıta i'lâm suretiyle veya mahkemeye celbederek bi'1-müvâcehe ihtar suretiyle uygulanır.
TA'ZÎR-İ EVSÂT: İçtimaî mevkileri orta hâlde bulunan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, bu ta'zir-hem mahkemeye celp ile İhtar suretiyle; hem de hapsetmek ve dövmek suretinde uygulanabilir.
TA'ZİR-İ AHİSSA: İçtimâi vaziyetleri düşkün, sefil sayılan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye celbederek ihtar süreliyle, hem de haps ve darb suretiyle uygulanabilir.
TE'DÎBEN TA'ZÎR: Âkil olduğu hâlde, henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun, yaptığı bir cürümden dolayı hakkında te'dîb ve tehzîb maksadıyla uygulanan ta'zirdir.
TE'DÎB: Hafif bir ceza ile ıslâh ve terbiye etmek demektir.
TAZLİM: ZULÜM Maddesine batanız.
MlTAZMIN: Bir kimseyi ilzamla borçlu etmek ve bir şeyi garâmeten ödemek; sebep olunan, zarar ve ziyanı ödemek gibi mânâlara gelir.
TAZAMMUN: Tazmini kabul etmek; kefil olmak; taahhüt etmek gibi anlamlara gelen bu kelime, ayrıca: Bir şeye şamil olmak, içine almak, ihtiva etmek mânâlarını da ifâde eder.
ZIMN: Bİr şeyin İçi, iç taraf ve açıkça soylenme-yip, dolayısıyle anlatılmak istenilen söz; maksat istek.
TEADDÎ: Zulmetme, adaletsizlik; saldırma; öteye geçme; geçme; örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
MiTEADDÜD: Birden çok olma; çoğalma; sayısı artma.
M'TEADDVD-VZEVCÂT: Bir kimsenin, nikâhı altında, birden çok kadın bulundurması demektir. İs-lâmiyete göre, çok evliliğin yani, nikâhı altında fazla kadın bulundurmanın azamî haddi dörttür.
TEAHHUD: Bİr işi üzerine alma, yapılması için söz verme. Bir işin yapılması için resmi olarak sözleşme.
'TEALLÛK; Asılı (ilgili, ilişik) olma; asılma, İlişiği, ilgisi, alâkası olma. Ait olma. Sevme.
TEALLUKÂT: Akraba ve hısımlar.
TEAMÜL; Bir şeyin ziyade istimal olunması (= çok kullanılması) demektir. Başka bir deyişle TEAMÜL: Bir şey hakkındaki muamelenin mûtad bulunması demektir. Bir tek kimsenin istimaliyle teamül vücûda gelmez.
TEAMÜL: Bir işin oluşu; öteden beri olagelen muamele. Örf, âdet.
TEÂMÜL-İ KADÎM; Eskiden beri yapılageldiği için, kanun gibi sağlamlaşan bir usûl
TEBÂYÜN: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEBENNÎ: Nesebi başkasından sabit olan bir çocuğu, evlâd edinmek demektir.
MÜTEBENNÎ: Evlâd edinen şahıs demektir.
MÜTEBENNÂ: (= Dey): Evlâd edilmen çocuk demektir.
TEBZİR: Bir şeye, harcanması uygun olmayan bir yere harcamak; har vurup, harman savurmak demektir.
MÜBEZZİR: Lüzumsuz harcamada bulunan; har vurup harman savuran kimse demektir.
MÜBEZZİRÎN : Mübezzirler demektir.
TECHÎZ'TEKFİN Ölüyü kefenlemek ve defnetmekle ilgili işler.
Terike üzerindeki ilk hak, murisin teçhiz ve tekfin masraflarıdır.
TECİL-İ DEYN: Deyn Maddesine bakınız.
TECZİYE: Ceza Maddesine bakınız.
TEDAHÜL: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEDÂHÜL-İİDDETEYN; İdûtt beklemekte olduğu halde, bir şübheye binâen kendisine cima edilen bir kadın hakkında, yeniden lazım gelen iddetin, önceki iddetle karışması demektir.
TEDBÎR; Bir azâd etme şeklidir. Efendi, azâd olma işinin vukuunu, kendisinin vefat etmesi şartına bağlamış olunca, bu azâd ediş şekline TEDBİR denir. Aslında TEDBÎR: İşlerin âkibetlerini düşünerek, icâbına göre harekette bulunmak demektir. Bu münâsebetle, bir kimsenin âhirette mesûbata nail olmak için hayatının sona ermesi şartına bağlı olarak yapmış olduğu ı'taka (= azâd etmeye) de TEDBÎR denilmiştir.
TEDBÎR-İ MUTLAK: Alelı Hak, efendinin ölümüne bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir efendinin, kölesine; "Ben, Öldüğüm zaman, sen hürsün." demesi gibi...
TEDBÎR-İ MUALLAK: Bir şarta bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir kimsenin, memlûküne: "Şen, şu işi yaparsan mü-debbersin." demesi gibi...
TEDBÎR-İ MUKAYYED: Efendinin, bir vasıf ile ölmesi kaydına bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir efendinin, kölesine: "Ben bu hastalığımdan ölürsem, sen hürsün." demesi gibi..
TEDBÎR- MUZAF: Bir vaktin girmesine veya çik-' masına izafe edilen tedbirdir.Bir efendinin kölesine: "Sen gelecek ayın başından itibaran müdebbersin." demesi gibi.
TEFLÎS: İflas Maddesine bakınız.
TEGRÎB: Nefy Maddesine bakınız.
TEBALLVL: Hac veya umre için ihrama girmiş bulunan bir kimsenin ihramdan çıkması demektir. Hac veya umre için ihrama giren kimse, belirli me-nâsiki edâ ettikten sonra, tıraş olarak ihramdan çıkar. Belirli menâsik tamamlanılıp, tıraş olunmadıkça ihramdan çıkılmaz.
TEHARÜC: Vârislerden birinin veya bir kaçının, terikeden belirli bir miktarda mâl alarak mirastan çekilmesi için, diğer vârisler ile sulh olması demektir.
TEHÂLÜF: Hâkimin, iki tarafa da yemin vermesi yani, hem da'vâcının, hem de da'vâlının yemin etmesi demektir.
TEHÂLÜF kelimesi, ahidleşmek, teahhüdde bulunmak anlamına da gelir.
HALİF: Yemin ederek, birbiri ile sözleşen şahıslardan her biri anlamına gelir.
Bu kelime yardımcı mânâsında da kullanılır.
TEHLİL;' 'Lâ ilahe illaliahü vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve nüve alâ külli şey'in kadîr. (= Allah'tan başka ilâh yoktur, O birdir, eşi - ortağı yoktur. Mülk O'nun ve hamd O'nun içindir. Ve O, her şeye kadirdir.)" demektir.
TEKÂBBÜL: Kabul etmek; bir işi teahhüd ve iltizam eylemek demektir. Bir evin yapılmasını, bir elbisenin dikilmesini, bir kimsenin deruhte etmesi, üzerine alması demektir.
TEKADDİMt Meydana gelmesi düşünülebilen bir zararın def ve izâlesi için, ilgililere, Önceden yapılan tavsiye ve uyarma demektir.
TEKÂDVM-İ AHD: Bir hâdiseden sonra, takibat yapılmadan, belirli bir vaktin geçmesi ve müruru zaman vâki olması demektir.
TEKÂRÜZ: Karz Maddesine bakınız.
TEKBİR:''Allahü Ekber, Allahü Ekber, lâ ilahe ülallâhü VaUahü Ekber, Allahü Ekber ve lillahi'l-hamd. {= Allah en büyük, Allah en büyük, Allah'tan başka ilâh yok ve Allah en büyük, Allah'ın en büyük ve hamd O'nâ mahsustur.)" demektir.
TEKBÎR: (Namaz'da): "Aliahu Ekber" demektir.
TEKFÎR-İ ZÜNÛB: Keffâret Maddesine hakiniz.
TELBIYE
TELBİYE: "Lebbeyk, Allâhümme Lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamâe ve'n-ni'mete leke ve'1-mülk, lâ şerike lek." demektir.
Telbiye, ihramlı olarak ve yüksek sesle yapılır. Kadınlar ise, seslerini yükseltmezler.
TELKÎN-İ RÜCÛ: Zina fiilini işlediğini ikrar eden bir şahsa, hâkim tarafından: "Belki aranızda bir nikâh var idi." veya: "Bir hâdise, bir şüpheye mebuî vuku' bulmuş olmasın." yahut: "Bir rüya görmüş olmayasın." gibi bir şekilde yapılan, ikrardan dönme telkîmidir.
TEKLİF
Teklif: (Lügatte) Bir kimseye, meşakkatli bir şeyi emir ve ilzam etmek demektir. Istılahta teklif: İslâm şeriatinin, ehliyet ve selâhiyet sahibi olan insanlara, bir takım şeyleri yapmalarını, bir takım şeyleri de terk etmelerini emir ve ilzam buyurması demektir.
Bu emirlerle dinen me'mur ve muvazzaf olan şahsa Mükellef denir.
Mükellefin çoğulu Mükellefindir. İnsanlar ehliyeti ve kudretleri nisbetinde mükellef olurlar.
Mükellef olmak İçin,
a-) Âkil (= akıllı)
b-) Baliğ (= bulûğa ermiş) bulunmak gerekir. Akil ve baliğ olan kimsenin ehliyeti tam olacağından, dini emirlerle mükellefiyeti de o nisbette tam olur.
TEHASÜL : NİSEB-İ A'DÂT: Maddesine bakınız.
TE'MÎN = İ'TİMÂN: Bir kimseyi bir şey üzerine emin kılmak demektir. TE'MİN kelimesi: Birisine emân vermek, bir şahsı emn ve emân kılmak; bir şahsa güvenlik hissi vermek; sağlamlaştırmak; elde etmek gibimânâlara da gelir.
EMÂN Maddesine de bakınız.
TEMETTÜ4 HACCI: HAC Maddesine bakınız.
TENAKUZ: Lügatte: Tedâfü (= itişme, kakışma; birbirini defetme) anlamında kullanılır. Istılahta TENAKUZ: Bir hakkı da'vâ eden bir şahıstan, kendi iddiasına aykırı, o iddiasının bâtıl olmasını gerektiren bir söz veya bir davranış yahut sükûtun zuhur etmesi demektir.
Meselâ:
Bir kimse: "Bu mal benimdir." dedikten sonra: "Bu mal filânındır" derse veya bir mal satın aldığı hâlde, dönüp: "Bu mal, zâten benimdir." diyerek mülkiyet İddiasında bulunursa; yahut, bir malın satıldığını gördüğü hâlde, susup; daha sonra: "Bu mal benimdir'' diye müşteriden da'vâ ederse, tenakuzda bulunmuş olur.
TENÂZU BVL-EYDÎ: Müteaddid kimselerden her birinin, "bir mala, kendisinin vâziu'1-yed olduğunu" iddia ederek, bu hususta münazarada bulunmaları demektir.
M'TENEKKÛH: Nikahlamak; evlenmek; karı-koca olmak.
MiTENFÎL: Bir vel|iyyü'l-emrin veya emîrin, gördüğü lüzum üzerine; fazla bir sehim, bir atiyye veya muayyen bir para vermek üzere, mücâhidleri savaşa tergîb ve teşvikte bulunması demektir. Bu şekilde gazilere tahsis edilen ve verilen mallara da ENFÂL denir. NEFL kelimesi ise, enfâl'in tekilidir.
TENFÎL-İ HÂS: Veliyyü'1-emr tarafından, harbe tergîb ve teşvik için, bir kısım gazilere, fazla sehim veya bazı şeyler tahsis etmek ve vermek demektir.
TENFÎL-İ ÂM: Bütün gazilere karşı vuku bulan tenfîl demektir.
TEN'İM: HAREM BÖLGESİ Maddesine bakınız.
MiTERAHI: Emredilen bir şeyin, hemen edâ edilmesinin gerekmemesi, daha sonra yapılmasının da kifayet etmesi demektir.
MlKKCÎH: Vasıf bakımından birbirine mümasil olan iki delilden birinin, diğerine fazl ve rüchânını (= üstünlüğünü ve tercih edileceğini) isbât etmek demektir.
Bu şekilde mütemâsfl (= birbirine benzeyen) delillerden birini, diğerine tercih etmeye muktedir olan zâtlara ASHÂR-1 TERCİH denir.
TERHİN: Rehin Maddesine bakınız.
TERMİM
TERMİM: Meremmet etmek, yani: Ta'mir ve ıslahta bulunmak demektir.
Terinim iki kısımdır:
1-) MEREMMET-İ MÜSTEHLEKE: Binalardan ayrılıp alınması kabil olan ta'mir ve ıslâhlardır. Boya, sıva gibi...
2-) MEREMMET-İ GAYR-İ MÜSTEHLEKE: Binalardan ayrılıp alınması kabil bulunmayan tamir ve onarımlardır. Bir binaya yeniden İlâve edilen bina, camekânlar, takılan camlar, avluya döşenen mermerler gibi...
MTERİKE: Lügatte: Terk lafzından alınmış oluh, metruk (= terk edilmiş, geride bırakılmış) olan şey manasınadır.
Istılahta TERİKE: "Ölen bir kimsenin, kendisine ait olmak üzere terk etmiş olduğu mal" demektir. Dolayısiyle, Ölen bir şahsın yanında, emânet olarak bulunan şey, onun terikesinden sayılmaz.
TEREKE: Aslı TERİKE olan bu kelime, zamanla TEREKE şeklinde de kullanılmaya başlanılmıştır.
TESAFFÜH-İ CEYŞ: Mücâhidler (askerler) için zararlı olacak şahıslardan, ordunun tasfiye edilmesi demektir.
TESÂMÜ
TESAMU: Lügatte: Başkasından işitip nakletme; başkasından işitilip nakledilen şeyler demektir. Istılahta TESÂMÜ' İştihar yani şöhret bulma, meşhur olma anlamına gelir. Şöhret de iki nevidir:
1-) ŞÖHRET-İ HAKÎKİYYE: Tevatür yolu İle hâsıl olan şöhret
2-) ŞÖHRET-İ HÜKMİYYE: İki âdil erkeğin veya âdil bir erkek İle âdil İlci kadının şehâdet lafzı ile haber vermeleri neticesinde meydana gelen şöhret demektir.
TESBÎL: Hakk-i Mesîl Maddesine bakınız.
TESEBBVBEN CERH: Bir kimsenin yaralanmasına sebep olmak; yani: Âdete göre, bir insanın yaralanmasına sebep olan bir fiili işlemek demektir. Herkesin gelip geçmesine açık olan bir yolda, müsâade alınmadan kazılan bir kuyuya, bir şahsın düşüp yaralanması gibi...
TESEBBVBENİTLAF: Bir şeyin telef olmasına sebep olmak demektir. Yâni, bir şeyde, başka bir şeyin, cereyan ettiği âdet üzerine telefine sebep olan birisi vücuda getirmektir.
MÜSTEŞEBBİB: Bir şeyin telef olmasına sebep olan kimse demektir.
Meselâ: Bir kimse; asılmış bir kandilin ipini keser ve bu kandil yere düşüp kırılırsa; bu İpi kesen kimse, ipi kesmiş olması yönünden fâil-i mübaşir (= bu işi bizzat yapan kişi); kandilin kırılmasına sebebiyet vermesi bakımından da müstesebbib bulunmuş olur.
TESEBBVBEN KATL: Bir kimsenin ölmesine sebep olmak demektir. Yani, bir kimsenin yaptığı bir şeyle, bir kimsenin âdet üzere telef olmasına sebep olacak bir fiil meydana getirmesi demektir. Ammeye mahsus bir yol üzerinde açılan bir kuyuya, bir şahsın düşüp ölmesi gibi...
TESEBBVBEN SİRKAT: Bir kaç kişinin, beraberce ve gizlice mahaü-i hirza (= depoya) girip, aldıkları (yani çaldıkları) mallan, içlerinden birine yükleyerek, hârice çıkarmaları şeklinde yaptıkları hırsızlıktır.
TESCİL: Sicil Maddesine bakınız.
TESCÎL-İ İSTİBDÂL : VAKIF Maddesine bakınız.
TESÎL-İ VAKIF: VAKIF Maddesine bakınız.
TESLÎM-İ ŞÜF'A: ŞüFa Maddesine bakınız.
TESHİK: Bir mücrimin (suçlunun), yüzüne kara sürerek veya kendisini, bir eşeğe ters bindirerek şehir içinde dolaştırmak demektir. Bu gibi şahıslan halka ilan etmeye de TECRÎS denir.
TEŞHİRİ SİLÂH: Bir kimseye karşı, öldürmek veya yaralamak kasdiyle silâh çekmek demektir.
MÜŞTEHERÜN ALEYH: Kendisine silâh çekilen kimse demektir.
MEŞHURUN ALEYH: Bu kelime de kendisine silâh çekilen (şahıs) anlamındadır.
TEVÂ: Havale Maddesine bakınız.
TEVÂFUK: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEVARÜS: MİRAS Maddesine bakınız.
TEVÂTÜR: Lügatte: Birçok şeyin, bir biri ardınca meydana geimesj; bir haberin ağızdan ağıza dolaşarak yayılması demektir. Istılahta TEVATÜR: Yalan üzerinde içtima ve ittifak etmeleri aklen caiz olmayan bir cemâatin (= topluluğun), hisse müstenid (= duyu organları ile algılanabilen) bir şeyi haber vermeleri demektir.
MÜTEVÂTİR: Tevatür yolu ile gelen haber anlamına gelir.
Bir cemaatin, möcerred aklî bir mes'ele üzeinde ittifak etmeleri, fikir ve kanaat yönünden müttefik ol-malan tevatür sayılmaz,
TEVBİE: Bir cariyenin, efendisi veya efendisinin ehli ve ıyâli tarafından istihdam edilmeyip, kocasına, evinde teslim edilmesi demektir.
TEVKİL: Vekâlet Maddesine bakınız.
TEVRİS: MİRAS Maddesine bakınız.
TEVSİK: Vesika Maddesine bakınız.
TEZELLÜM: ZULÜM Maddesine bakınız.
TEZEVVÜC: Evlenmek; kan - koca olmak demektir.
TILA: Bir cins şarap
TİRAS: MİRAS Maddesine bakınız.
TÖHMET: Zam ve tevehhüm olunan haslet ve sabit olması hâlinde ceza ve muâhazeyi gerektiren suç demektir.
İSNÂD-I TÖHMET: Suçlama; suç isnad etme. Bir kimseyi, işlediği sanılan, fakat gerçekliği henüz meydana çıkmamış olan bir suç veya kabahatle itham etme.
TÖHMET-İ ZAHİRE: îsbât etmeye lüzum görülmeyecek kadar aşikâr olan töhmet, suç.
TÖHMET-İ ZİNA: Zina şübhesini uyandıran vaziyet
İtham Maddesine de bakınız.
TUKÛU GALLE: Vakıf maddesine bakınız. [20]
Taam: Yenilen her şey. Met'âm: Tadılan, yenilen şey. Met'ûmât: Tadılan, yenilen şeyler. Taam'ın çoğulu efıme'dır.
TÂAT
Tâat: Emri tutmak, emre imtisal etmek demektir. İtaat, kelimesi de tâat anlamında kullanılır. Istılahta taât: Yapılmasından dolayı sevap bulunan ameldir.
İbâdette niyyet şart olduğu hâlde, tâatte niyyet şart değildir.
Kur'ân-ı Kerîm okumak ve Allahu Teâlâ'nm emirlerini gönül isteği İle yerine getirmek birer tâattır.
TA'DİL: ADL Maddesine bakınız.
TAFÎH: Hakir olan; örf bakımından ehemmiyetsiz sayılan; başkaları tarafından alınması hususunda müsamaha gösterilen şey demektir. Yaş otlar, ağaç üzerindeki meyveler gibi...
TEFÂHET: Bir şeydeki kıymetsizlik, adîlik ve ehemmiyetsizlik demektir.
TAĞRİR: Aldatmak demektir.
GARR: Alfadan şahıs demektir.
MAĞRUR: Aldanan şahıs demektir.
GURUR ise: Bir kimsenin kendi kendine aldanması demektir.
TAHBÎS: VAKIF Maddesine bakınız.
TAHCİR: Arazinin etrafına, başkalan tarafından el konulmaması için taş ve saire koymak demektir.
TAHARET
Taharet: (Lügatte) temizlik, nezâfet demektir. Şer'an tehâret: Habeş ve necaset denilen maddeten pis şeylerin veya hades denilen şer'î manînin giderilmesi demektir. Tâhir: Temiz olan şey demektir. Temizleyici olan şeye de Tahûr veya Mutahhir denilir.
Tathîr ise temizlemek demektir. Tehâretler
1-) Tahâret-i Kübrâ (= Büyük temizlik)
2-) Tahâret-i suğrâ (= Küçük temizlik) diye ikiye aynlır.
Tahâret-i Suğrâ: Abdestsizlik hâlini gidermek için yapılan temizlik demektir. Abdest almak gibi... Tahâret-i Kübrâ: Cünüplük, hayız ve nifas hâllerinden çıkmak jf in, ağza ve buma su verip bütün vücûdu da yıkamak suretiyle yapılan temizlik demektir. Bilindiği gibi buna gusül, iğtisal (= boy abdest') denir.
TAHKİM: Bir da'vâ için hakem tâyin etmek; yani: Bir da'vâ habnda hüküm vermek için bir şahsı tefvîz etmek (= yetkili kılmak, görevlendirmek) demektir.
Bir da'vâcı ile da'vâlıiun, aralanndaki da'vâyı hail ve fasl etmesi için, kendi rızâları İle, bir şahsı hâkim ittihaz etmeleri bir TAKÎM'dır.
Tarafların nzâsı İle da'vâyı halletmeye yetkili kılınan zât'a HAKEM ve MUHAKKEM denir.
Bir da'vâ için, birden çok şahıs hakem tâyin edilebilir.
TAHKİM Bİ'L-MEKÂN: Bazı hâdiseler hakkında, bu hâdisenin vuku bulmuş olduğu mekânın, hüküm vesilesi olarak kabul edilmesi demektir.
TAHKÎM-İ DELÂLETÎ'L-HÂL: Bazı hususlar da, hâlin hakem ittihaz edilmesi demektir.
TAHKÎM-İ HÂL: Hâl-i hazin hakem kılmak demektir. Ve bu istishab kabiiindendir.
TENFIZ: Bir hâkimin vermiş bulunduğu bir hükmü, diğer bir hâkimin istinâfen vâki olan tekkiki neticesinde usûlüne uygun bulunarak tasdik etmesi demektir.
İSTİNAF Maddesine bakınız.
TAHKÎM-İ HÂL: Hâl-i hazin (= içinde bulunulan hâli) hakem kılmak demektir.
Bir da'vâda, murafaa esnasında mevcut olup, İki taraftan birinin lehine şehâdet ve delâlet eden hâl-i hazin hakem kılarak, ona göre hüküm vermektir. Bu, istishab kabiiindendir. Bir şeyin bu günkü hâline bakarak, onun, mazide de bu hâl üzerine olduğuna hükmedilmesi gibi...
TAHLİF
TAHLİF: Bir da'vâda, da'v.lcı ile da'vâlıdan birine yemin vermek, yemin ettirmek demektir.
HALF: Yemin; yemin etme, and içme demektir. HALİF de aynı anlamdadır.
HAIF: Yemin eden, and içen kimse demektir.
MAHLÛFÜN ALEYH: Üzerine yemin edilen şey demektir.
ÎSTÎHLAF: Yemin ettirmek; birinin yemin etmelini İstemek anlamındadır.
TAHLİL: Hürmet-i galîzayı ortadan kaldırarak; önceki koca için, nikâhı yenilemenin helâl olmasına vesile olan bir muameledir. Buna HÜLLE de denir.
TAHLİYE: Boşaltmak; halâs etmek (= kurtarmak); bir şeyi kabz etmek (= elde etmek, ele almak) için imkân vermek, yani: Kabza mâni olan şeyleri izâle ederek (= ortadan kaldırarak), kabzı (= elde etmeyi, ele almayı) mümkün kılacak bir durumda bulundurmak demektir.
TAHRÎC: Lügatte: Çıkarmak demektir. Istılahta TAHRÎC: Müctehidlerin; istinâd ettikleri naslara, kaidelere, asıllara uygun olarak, şer'î hükümleri çıkarmaları demektir.
Şöyle ki: Bir fikhî mezhebe tâbi olup, o mezhebin imamının istinâd ettiği naslar ile illetlere ve sebeplere muttali olarak, o mezhepte tasrîh edilmemiş (= açıklığa kavuşturulmamış) bulunan herhangi bir mes'-elenin hükmünü, o mezhep dâhilinde istihraç ve tâyin eden zâta MÜHARRİC ve SAHİB-İ TAHRÎC denildiği gibi; bu şekilde hüküm çıkarmaya da TAHRÎC denir.
TAHRÎR-İ RAKABE: Bir köleyi veya bir cariyeyi azâd edip, hürriyete kavuşturmak demektir. Bu kelime genellikle, sırf Allah rızası için vuku bulan azâd edişler için kullanılır.
TAHRİR lafzı, aslında tahlis (= kurtarma, halâsa erdirme) anlamını ifâde eder. Bir memiûkü esaretten kurtarmak, onda hürriyeti isbât edeceği için, buna da tahrîr denilmiştir.
MTAHSIS: Âm olan bir sözü, mütenâvil olduğu ferd-lerden bazılarına hakikaten veya hükmen muttasıl olan müstakil bir kelâm ile hasretmektir ki bu, beyân-i tağyir kabiiindendir. Meselâ: "Namaz, her müslümana farzdır; baliğ olmayan mûslümanlara farz değildir." denildiğinde bu farziyet, yalnız baliğ olan mûslümanlara hasredilmiş olur.
TAHT-I KAZA: Kaza Maddesine bakınız.
TAKDİRÎ HAYAT: HAYAT Maddesine bakınız.
TAKDİRÎ ÖLÜM: MEVT Maddesine bakınız.
TAKLİT: Başkasının fiil ve hareketlerine tâbi olmak demektir.
Istılahta TAKLİT: Bir zâta uymanın vücûbu için bir delil bulunmadığı hâlde, sadece nıühîk (= haklı) olduğuna inanarak, ona intisap etmek ve tâbi olmak demektir.
Meselâ: Belirli bir müctehİde tâbi olmanın vücûbu için bir delil yoktur. Fakat, müslüma.. fertler, ictihâda hakkıyie muvaffak olan islâm âlimerinden herhangi birine, onun içtihadında muhik görerek tabî olabilir. Ve bu, meşru' bir taklittir.
MUKALLİD: Bir kimseyi taklit eden şahıs demektir.
TAKSİT Bir borcu, birden fazla ve belirli vakitlerde, parça parça ödemek demetir.
Tekâsit, taksitler demektir.
TAKRÎRÎ SÜNNET: SÜNNET Maddesine bakınız.
TAKYÎD: Bir tasarrufu, bir akdin aslını, şart edatı olmaksızın, bir kayda bağlamaktır.
Takyid edilen şeye MEŞRUT, MÜKAYYED Bİ'Ş-ŞART denildiği gibi, o kayda da ŞART denir. Bu şart, "üzere" veya "şaıtıyle" lafızlanyle ifâde olunur.
Meselâ: "Bu malı, şu şeyi rehin vermek üzere sattım." denilmesi gibi..
TALÂK
TALÂK: Lügatte boşanmak, hissî veya manevî bir bağdan, kayıttan kurtulmak mânâsına gelir.
Bu kelime hem mastar, hem de -tatlîk mânâsında isim olarak kullanılır.
Istılahta TALÂK: Nikâh akdini, özel lafzı İle, o anda veya fi'I-meâl ref ve izâle etmek demektir. Bu tariften anlaşıldığı gibi talâklar
1-) Talâk-ı Ric'î
2-) Talâk-ı Baîn kısımlanna ayrılır.
TATLÎK: Bir kimsenin, kansını boşaması; aradaki zevciyyet bağını, usûlü dairesinde izâle etmesi (= ortadan kaldırması) demektir.
TALÂK-1 RİC'Î: Zevceye tekarriipten (= erkeğin, karısına yaklaşmasıdan) sonra vâki olup, sarâ-heten veya işareten, üç talâka delâlet etmeyen yahut bir ivaze mükarin olmayan ve beynîmete delâlet edici bir vasıfla mevsûf ve bir şeye teşbih edilmiş bulunmayan talâktır.
Bu talâk sarih lafızlarla vâki olabileceği gibi, talâkı ric'îyi gerektiren kinaye lafızlarla da vâki olur.
RİCAT = RÜCÛ' Lügatte: Bir şeyi reddetmek; geri dönmek ve döndürmek anlamlarını ifâde eder. Nikâh ıstılahında RİCAT = RÜCÛ' Talâk-ı ric'î-den sonra, İddet içinde, henüz baki olan nikâhı, kav-len veya fiilen istidâne etmek (= devam ettirmeyi arzu etmek) demektir ki, bu durumda zevciyyet ra-
bıtası (= kan-kocalık bağı) ibkâ ve idâme edilmiş (= yerinde bırakılmış ve devam ettirilmiş) olur.
RİCAT-İ KAVLİYYE: Husûsî lafızlardan biri ile yapılan rücû'dur.
Bu lafızlar, sarih lafız veya kinaye olabilir. "Sana müracaat ettim." veya' 'Sen, benim zevcenisin.'' denilmesi gibi....
RİC'AT-İ FİİLİYYE: Hanefî mezhebine göre, hürmet-i mûsâharayı icabeden fiillerden biri ile vuku' bulan rücû'dur. Talâk-ı ric'îden sonra, iddet içinde vuku bulacak yakınlaşma veya şehvetle kucaklama sarılma gibi...
TALÂK-I BÂİN: Zevceye tekarrübden (= hanıma yaklaşmadan) önce vâki olan; veya tekarrübten sonra, beynûneti (= ayrılmayı) ifade eden kinâî bir lafız ile îkâ edilen; yahut sarih bir lafızla yapıldığı hâlde sarahaten veya işareten üç adedine veya bir karşılığa mükârin bulunan yahut beynûnete delâlet eden bir vasıf ile tavsif veya bîr şeye teşbih olunan talâktır. BÂİN beynûnet kökünden türemiş bir isimdir ve (firkat gibi) aynlmak manasınadır.
BEYNÛNET-İ SUĞRÂ: Bir veya iki tâ!âk-i bâin ile meydana gelen aynhktır.
BEYNÎJNET-İ KÜBRÂ: Üç talâk ile meydana gelen ayrılık demektir. Buna BEYNÛNET-İ KAT'İY-YE de denir.
İBÂNE: Bâin olarak yapılan tatlîk (= boşama) demektir.
MÜBÂNE: Talâk-ı bâin ile boşanılmış bulunan kadın..
TALÂK-I SÜNNÎ
TALÂK-I SÜNNÎ: İtabı gerektirmeyecek bir şekilde vuku bulan talâk demektir. Talâk-ı Sünnî iki kısma ayrılır: 1-) SÜNNÎ-İ HASEN: Medhûlün bihâ olan kanyı, esnasında tekarrüp vuku bulmamış olan bir tuhr (= temizlik) hâlinde, bir ric'î talâk ile boşamak ve id-detin sonuna kadar tuhr hâllerine (Adetten kesilmiş bir kadın İse aylara) tevzi ederek birer defa daha boşamaktır. Böylece, üç talâk, müteferrikan tamamlanmış olur.
Cariyeler hakkında, bu şekilde yapılan iki talâk da aynı hükümdedir.
2-) SÜNNÎ-İ AHSEN: Medhûlün bihâ olan bir kanyı, içinde mükârenet bulunmayan bir tuhr (= temizlik) hâlinde, bir ric'î talâk ile boşamaktır. Bu durumda, kadının iddeti sona erinceye kadar, bir daha tatlik edilmiş (= boşanmış) olmaz.
TALÂK-I BİD'Î: İtabı gerektirecek şekilde yapılan talâktır. Bu talâk, kanyı, ya hayız hâlinde veya kendisine mükârenet vuku bulmuş olan bir tuhr (= (emizlik) hâli İçinde, birden fazla olmak üzere boşamak demektir.
Bir tuhr (= temiz olma hâli) içinde, defaten veya müteferrikan (= bir defada veya ayn ayrı) birden ziyâde yapılan talâklar bu kabildendir. Bid'î talâklar da, mezmum ve menhî (= kötü görülmüş ve yasaklanmış) olmakla beraber vâkidir; vuku bulur, gerçekleşir.
TALÂK-I SARİH: Sarih lafızlarla yapılan talâk demektir. Bunun vâki olması için, niyet etmiş olmak gerekli değildir. Bu talâk ric'î de olsa, bain de olsa, hüküm böyledir.
TALÂK-I Bİ'L-KİNÂYE: Kinaye ifâde eden tabirlerden biri ile yapılan talâktır.
SARİH TALAK LAFIZLARI: Sadece kan boşamakta kullanılan lafızlar demektir ki, bunlar: Boşamak ve tatlik etmek gibi lafızlardır.
ELFAZ-I KİNÂE-İ TALÂK: Talâka mevzu oI-: madiği hâlde, hem talâkta kullanılan hem de başka mânâlara gelmesi muhtemel olan lafızlar demektir. Bırakmak, terketmek gibi...
TALÂK-I MÜNECCEZ^ir şeye ta'lik ve İzafe edilmeden, hemen uygulanan talâk demektir.
TALÂK-I MUALLAK: Bir şeye ta'lik suretiyle (bir şarta bağlanarak) yapılan talâktır. "Şu işi yaparsan, boş ol." denilmiş olması gibi .
Buna, YEMİN Bİ'T-TALÂK da denjr.
TALÂK-I MUZAF: Bir zamana izâf edilen talâk'-ür. "Yarından sonra, boşuyacağım." denilmesi gibi.
TALÂK-I FÂR: Bir kimsenin, maraz-ı mevtinde (= Ölümle biten hastalığında) yapmış olduğu talâktır, Boşayan şahıs, böyle yapmakla, karısının mirastan pay almasından kaçınması gayesini ortaya koymuş olur.
TALÂK-I FUZÛLÎ: Asil veya vekil olmayan bir şahsın yaptığı talâktır.
Meselâ; "Felânm zevcesi boş olsun" denilmesi gibi...
TALÂK ALÂ MÂL: Bir mal karşılığında yapılan boşama demektir.
TEFVİZ-İ TALÂK: Kocanın, talâkı, karısına temlik ve havale etmesi veya talâkı elçisine yahut vekiline veya karısının velisine tevdi etmesidir.
Tef vîz-i Talâk üç kısma ayrılır:
1-) TEFVİZ-İ MUTLAK: Bir vakitle kayıtlı bulunmayan tefvizdir. Bir kocanın, karısına hitaben: "Nefsini tatlik et." demesi gibi...
2-) TEFVİZ-İ MUKAYYED: Bir zaman ile kayda bağlanmış olan tefvizdir. Bir kocanın, karısına: "Nefsini, yann boşa." demesi gibi...
3-) TEFVÎZ-İ ÂM: Bütün vakitleri içine alan bir zaman zarfına mükarin olarak yapılan tefvizdir. Bir kocanın, karısına: "Ne zaman istersen nefsini boşa." demesi gibi...
TEBENNİ
TEBENNI: Nesebi başkasından sabit olan bir çocuğu, bir kimsenin evlâd edinmesi demektir. Evlad edinilen çocuğa MÜTEBENNÂ veya DEIY denir.
Evlâd edinen şahsa ise MİİTEBENNÎ denir. ! Taleb-i Miivâsebe: ŞüPa Madesine bakınız.
TALÎA: Casus. Düşmanın hâl ve durumunu öğrenip, mensup olduğu tarafı haberdar etmek üzere gönderilen veya bir görevi kendiliğinden yapan kimse demektir.
PİTAIİK: Bir cümlenin mazmununun husulünü, diğer bir cümlenin mazmûnnun husulüne şartedâh ile rabdetmektir.
Meselâ: Bir kimse, kölesine; "Filan işi yaparsan azâd ol." dediğinde, azâd olmanın meydana gelmesini, o işin yapılmasına bağlamış olur. O iş yapılınca azâd keyfiyeti meydana gelmiş olur. Buna ŞART-I TA'LİKÎ de denir.
TAIJK: Sebili tahliye edilmiş (serbest bırakılmış) esir demektir.
Talîk'in cem'i TÜLEKÂ'dır.
TARÂRİYYET: Yankesicilik demektir.
TARRAR: Yankesici yani, uyanık bir kimsenin , korumak istediği bir malını bu şahsın gafletinden istifâde ederek ve bir hiyle ile çalan şahıs demektir. Yankesici de, hırsız hükmündedir.
TASJK
TARÎK: Yol.
TARÎK-I ÂM: Geniş yol, cadde. Herkesin gidip gelmekte olduğu yol. Buna nafiz yol denir. Gayr-i nafiz tarîk, çıkmaz yol demektir.
TARÎK-İ HÂS: Bir veya bir kaç eve mahsus çıkmaz sokak veya mahdüd kimselerin mülkünde bulunan yol demektir. Bu da nafiz veya gayr-i nafiz tarîk olmak üzere iki kısma ayrılır.
KUTTÂ-İ TARÎK: Yol kesen haydud.
ÛLÂ Bİ'T- TARÎK: En iyi, en âlâ yol.
TARİKAT: Allahu Teâlâ'ya ulaşmak arzusu ile tutulan yol. Tasavvufî meslek.
TAKIYK-IHAS: Belirli kimselerin mülkü olan müşterek sokak demektir. Bazı çıkmaz sokaklar, tanyk-ı hâs kâbilindendir.
TASARRVF-I MÜLLÂK: Bir şey hakkında, meşru' ve nafiz bir şekilde, asaleten vâki olan tasarruf demektir.
Bir kimsenin, sahibi bulunduğu evini tamir etmesi; arazisini ekip-biçmesi; vasıtasına binmesi; elbisesini giymesi gibi....
TA'SÎB: ASABE Maddesine bakınız.
TATA VW': Farz ve vacip olmadığı hâlde, fazla sevap kazanmak için, naile olarak yapılan ibâdetlere TATAVVU' veya NAFİLE denir.
TAVAF: Ka'be-i Muazzama'mn etrafım, usûlüne uygun olarak 7 defa dolaşmaktır. Bu dolaşmalardan (= devirlerden) her birine ŞAVT denilir.
METAF: Ka'be'nin etrafındaki, tavaf işinin yapıldığı yer demektir.
TAVAF NAMAZI: -İster farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile olsun bütün tavaflardan sonra, iki rek'at kılmak vaciptir.
Tavaf namazı, kerahet vakti olmadıkça tavaftan hemen sora, hemen kılınır. Efdâl olan budur. Ancak, daha sonra, hatta memlekete döndükten sora kılmakla da, bu vâcib edâ edilmiş olur; ancak, böyle yapmak mekruhtur.
Tavaf namazının Makâm-i İbrahim'in arkasında kılınması müstehaptır. Burada kılmak mümkün olmazsa, Hıcr'de Altın oluğun altında veya Hıcr'in her hangi bir yerinde yahut Mescid-İ Haram'ın münâsip bir yerinde kılınır.
Tavaf namazı bu saydığımız yerlerde küınamamış-sa, Harem Bölgesi içinde kılınır. Harem sınırlan dışında kılınması uygun olmaz.
İhram namazında olduğu gibi, bu namazın ilk rek'atinde de Fâtihâ'dan sonra Kâfirun; ikinci rek'atinde de Ihlâs sûrelerinin okunması efdâldir.
TAVAF'JN NEVİLER:
Tavafın yedi nev'i vardır.
1-) KUDÜM TAVAFI: Bu, Mekke-i Mükerreme'ye geliş tavafı demektir.
Ve bu tavafı, ifrad veya Kıran haccı yapan afakîler yaparlar.
Sadece umre veya temettü haccı yapanlar ile mîkat sınırları İçerisinde bulunanlar kudüm tavafı yapamazlar.
2-) ZİYARET TAVAFI: Buna İFÂZA TAVAFI da denir.
Hac'da farz olan tavaf, bu tavaftır. Ve, ziyaret tavafı, Arafat vakfesinden sonra yapılır.
3-) VEDA TAVAFI: Buna SADER TAVAFI da denir.
Mîkat sınırları dışından gelen hacıların, ziyaret tavafından sonra ve Mekke'den ayrılırken yaptıkları tavaftır.
4-) UMRE'TAVAFI: Sadece umre yapmak üzere Mekke'ye gelenler ile Temettü' veya Kıran haccı yapanların Mekke'ye geldikleri zaman yapacaktan tavaftır.
Bu tavaftan sonra umre'nin sa'yi yapılacağı için, bu tavafta ıztıba ve ilk üç şavtta remel de yapılır.
5-) NEZİR (= ADAK) TAVAFI: Herhangi bir sebeple, Ka'be'j* tavaf etmeyi adamış bulunan bir kimsenin bu adağını yerine getirmesi vaciptir. Nezredilen bir tavaf için, bir zaman belirlenmişse, tayin edilen bu zamanda; bir zaman belirlenmemişse istenilen zamanda, tavaf yapılarak adak yerine getirilmiş olur.
6-) TAHTYYETÜ'L-MESCİD TAVAFI: Mescid-i Haram'a her girilişinde, tahiyyetü'l-mescid namazı yerine, hürmet ve Ka'be'yi selâmlamak kasdı ile yapılan nafile tavaftır. Tahiyyetü'l-Mescid Tavafı müstehaptır.
7-) NAFİLE TAVAF: Bir kimsenin Mekke'de bulunduğu süre içinde, hacla ilgili olarak yapılması gereken tavaflar dışında fırsat buldukça ve arzu ettikçe yaptığı tavaftır.
Afakîlerin nafile (= tatavvu') tavaf yapmaları, Mescid-i Haram'da nafile namaz kılmalarından ef-dâldir. Hac Mevsiminin dışında, Mekkelİler için de hüküm böyledir.
Diğer ibâdetlerde olduğu gibi niyyet edilip başlanılmış bulunulan nafile bir tavafın bitirilmesi vâ-, cip olur. TAVAFTA ŞAVT: ŞAVT Maddesine batanız.
T A VAR
TA'ZİR: Çok anlamlı bir kelimedir.
Lügatte TA'ZİR: Men, red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tutmak anlamlarına geldiği gibi tasarruf, iane, takviye, tevkir ve ta'zîm mânâlarını da ifâde eder. islâm Hukku ıstılahına göre İse, TA'ZÎR: Hakkında muayyen bir ukubet (= belirli bir ceza), şer'i bir hadd bulunmayan cürümlerden dolayı tertip ve tatbik edilecek olan te'dîb ve cezadan ibarettir.
TA'ZÎR-İ EŞRÂFİ'L-EŞRÂF: Ulemâ ve şürefâ (= âlimler ve şerefli kişiler) hakkında uygulanacak ta'zirdir ki, bu uygulama mücerred i'lâm suretiyle yapılır
TA'ZİRÜ'L-EŞRÂF: Emirler, yüksek tacirler ve köyün ileri gelenleri gibi şerefli kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, bi'1-vâsıta i'lâm suretiyle veya mahkemeye celbederek bi'1-müvâcehe ihtar suretiyle uygulanır.
TA'ZÎR-İ EVSÂT: İçtimaî mevkileri orta hâlde bulunan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, bu ta'zir-hem mahkemeye celp ile İhtar suretiyle; hem de hapsetmek ve dövmek suretinde uygulanabilir.
TA'ZİR-İ AHİSSA: İçtimâi vaziyetleri düşkün, sefil sayılan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye celbederek ihtar süreliyle, hem de haps ve darb suretiyle uygulanabilir.
TE'DÎBEN TA'ZÎR: Âkil olduğu hâlde, henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun, yaptığı bir cürümden dolayı hakkında te'dîb ve tehzîb maksadıyla uygulanan ta'zirdir.
TE'DÎB: Hafif bir ceza ile ıslâh ve terbiye etmek demektir.
TAZLİM: ZULÜM Maddesine batanız.
MlTAZMIN: Bir kimseyi ilzamla borçlu etmek ve bir şeyi garâmeten ödemek; sebep olunan, zarar ve ziyanı ödemek gibi mânâlara gelir.
TAZAMMUN: Tazmini kabul etmek; kefil olmak; taahhüt etmek gibi anlamlara gelen bu kelime, ayrıca: Bir şeye şamil olmak, içine almak, ihtiva etmek mânâlarını da ifâde eder.
ZIMN: Bİr şeyin İçi, iç taraf ve açıkça soylenme-yip, dolayısıyle anlatılmak istenilen söz; maksat istek.
TEADDÎ: Zulmetme, adaletsizlik; saldırma; öteye geçme; geçme; örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
MiTEADDÜD: Birden çok olma; çoğalma; sayısı artma.
M'TEADDVD-VZEVCÂT: Bir kimsenin, nikâhı altında, birden çok kadın bulundurması demektir. İs-lâmiyete göre, çok evliliğin yani, nikâhı altında fazla kadın bulundurmanın azamî haddi dörttür.
TEAHHUD: Bİr işi üzerine alma, yapılması için söz verme. Bir işin yapılması için resmi olarak sözleşme.
'TEALLÛK; Asılı (ilgili, ilişik) olma; asılma, İlişiği, ilgisi, alâkası olma. Ait olma. Sevme.
TEALLUKÂT: Akraba ve hısımlar.
TEAMÜL; Bir şeyin ziyade istimal olunması (= çok kullanılması) demektir. Başka bir deyişle TEAMÜL: Bir şey hakkındaki muamelenin mûtad bulunması demektir. Bir tek kimsenin istimaliyle teamül vücûda gelmez.
TEAMÜL: Bir işin oluşu; öteden beri olagelen muamele. Örf, âdet.
TEÂMÜL-İ KADÎM; Eskiden beri yapılageldiği için, kanun gibi sağlamlaşan bir usûl
TEBÂYÜN: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEBENNÎ: Nesebi başkasından sabit olan bir çocuğu, evlâd edinmek demektir.
MÜTEBENNÎ: Evlâd edinen şahıs demektir.
MÜTEBENNÂ: (= Dey): Evlâd edilmen çocuk demektir.
TEBZİR: Bir şeye, harcanması uygun olmayan bir yere harcamak; har vurup, harman savurmak demektir.
MÜBEZZİR: Lüzumsuz harcamada bulunan; har vurup harman savuran kimse demektir.
MÜBEZZİRÎN : Mübezzirler demektir.
TECHÎZ'TEKFİN Ölüyü kefenlemek ve defnetmekle ilgili işler.
Terike üzerindeki ilk hak, murisin teçhiz ve tekfin masraflarıdır.
TECİL-İ DEYN: Deyn Maddesine bakınız.
TECZİYE: Ceza Maddesine bakınız.
TEDAHÜL: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEDÂHÜL-İİDDETEYN; İdûtt beklemekte olduğu halde, bir şübheye binâen kendisine cima edilen bir kadın hakkında, yeniden lazım gelen iddetin, önceki iddetle karışması demektir.
TEDBÎR; Bir azâd etme şeklidir. Efendi, azâd olma işinin vukuunu, kendisinin vefat etmesi şartına bağlamış olunca, bu azâd ediş şekline TEDBİR denir. Aslında TEDBÎR: İşlerin âkibetlerini düşünerek, icâbına göre harekette bulunmak demektir. Bu münâsebetle, bir kimsenin âhirette mesûbata nail olmak için hayatının sona ermesi şartına bağlı olarak yapmış olduğu ı'taka (= azâd etmeye) de TEDBÎR denilmiştir.
TEDBÎR-İ MUTLAK: Alelı Hak, efendinin ölümüne bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir efendinin, kölesine; "Ben, Öldüğüm zaman, sen hürsün." demesi gibi...
TEDBÎR-İ MUALLAK: Bir şarta bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir kimsenin, memlûküne: "Şen, şu işi yaparsan mü-debbersin." demesi gibi...
TEDBÎR-İ MUKAYYED: Efendinin, bir vasıf ile ölmesi kaydına bağlanmış olan tedbîrdir.
Bir efendinin, kölesine: "Ben bu hastalığımdan ölürsem, sen hürsün." demesi gibi..
TEDBÎR- MUZAF: Bir vaktin girmesine veya çik-' masına izafe edilen tedbirdir.Bir efendinin kölesine: "Sen gelecek ayın başından itibaran müdebbersin." demesi gibi.
TEFLÎS: İflas Maddesine bakınız.
TEGRÎB: Nefy Maddesine bakınız.
TEBALLVL: Hac veya umre için ihrama girmiş bulunan bir kimsenin ihramdan çıkması demektir. Hac veya umre için ihrama giren kimse, belirli me-nâsiki edâ ettikten sonra, tıraş olarak ihramdan çıkar. Belirli menâsik tamamlanılıp, tıraş olunmadıkça ihramdan çıkılmaz.
TEHARÜC: Vârislerden birinin veya bir kaçının, terikeden belirli bir miktarda mâl alarak mirastan çekilmesi için, diğer vârisler ile sulh olması demektir.
TEHÂLÜF: Hâkimin, iki tarafa da yemin vermesi yani, hem da'vâcının, hem de da'vâlının yemin etmesi demektir.
TEHÂLÜF kelimesi, ahidleşmek, teahhüdde bulunmak anlamına da gelir.
HALİF: Yemin ederek, birbiri ile sözleşen şahıslardan her biri anlamına gelir.
Bu kelime yardımcı mânâsında da kullanılır.
TEHLİL;' 'Lâ ilahe illaliahü vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve nüve alâ külli şey'in kadîr. (= Allah'tan başka ilâh yoktur, O birdir, eşi - ortağı yoktur. Mülk O'nun ve hamd O'nun içindir. Ve O, her şeye kadirdir.)" demektir.
TEKÂBBÜL: Kabul etmek; bir işi teahhüd ve iltizam eylemek demektir. Bir evin yapılmasını, bir elbisenin dikilmesini, bir kimsenin deruhte etmesi, üzerine alması demektir.
TEKADDİMt Meydana gelmesi düşünülebilen bir zararın def ve izâlesi için, ilgililere, Önceden yapılan tavsiye ve uyarma demektir.
TEKÂDVM-İ AHD: Bir hâdiseden sonra, takibat yapılmadan, belirli bir vaktin geçmesi ve müruru zaman vâki olması demektir.
TEKÂRÜZ: Karz Maddesine bakınız.
TEKBİR:''Allahü Ekber, Allahü Ekber, lâ ilahe ülallâhü VaUahü Ekber, Allahü Ekber ve lillahi'l-hamd. {= Allah en büyük, Allah en büyük, Allah'tan başka ilâh yok ve Allah en büyük, Allah'ın en büyük ve hamd O'nâ mahsustur.)" demektir.
TEKBÎR: (Namaz'da): "Aliahu Ekber" demektir.
TEKFÎR-İ ZÜNÛB: Keffâret Maddesine hakiniz.
TELBIYE
TELBİYE: "Lebbeyk, Allâhümme Lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamâe ve'n-ni'mete leke ve'1-mülk, lâ şerike lek." demektir.
Telbiye, ihramlı olarak ve yüksek sesle yapılır. Kadınlar ise, seslerini yükseltmezler.
TELKÎN-İ RÜCÛ: Zina fiilini işlediğini ikrar eden bir şahsa, hâkim tarafından: "Belki aranızda bir nikâh var idi." veya: "Bir hâdise, bir şüpheye mebuî vuku' bulmuş olmasın." yahut: "Bir rüya görmüş olmayasın." gibi bir şekilde yapılan, ikrardan dönme telkîmidir.
TEKLİF
Teklif: (Lügatte) Bir kimseye, meşakkatli bir şeyi emir ve ilzam etmek demektir. Istılahta teklif: İslâm şeriatinin, ehliyet ve selâhiyet sahibi olan insanlara, bir takım şeyleri yapmalarını, bir takım şeyleri de terk etmelerini emir ve ilzam buyurması demektir.
Bu emirlerle dinen me'mur ve muvazzaf olan şahsa Mükellef denir.
Mükellefin çoğulu Mükellefindir. İnsanlar ehliyeti ve kudretleri nisbetinde mükellef olurlar.
Mükellef olmak İçin,
a-) Âkil (= akıllı)
b-) Baliğ (= bulûğa ermiş) bulunmak gerekir. Akil ve baliğ olan kimsenin ehliyeti tam olacağından, dini emirlerle mükellefiyeti de o nisbette tam olur.
TEHASÜL : NİSEB-İ A'DÂT: Maddesine bakınız.
TE'MÎN = İ'TİMÂN: Bir kimseyi bir şey üzerine emin kılmak demektir. TE'MİN kelimesi: Birisine emân vermek, bir şahsı emn ve emân kılmak; bir şahsa güvenlik hissi vermek; sağlamlaştırmak; elde etmek gibimânâlara da gelir.
EMÂN Maddesine de bakınız.
TEMETTÜ4 HACCI: HAC Maddesine bakınız.
TENAKUZ: Lügatte: Tedâfü (= itişme, kakışma; birbirini defetme) anlamında kullanılır. Istılahta TENAKUZ: Bir hakkı da'vâ eden bir şahıstan, kendi iddiasına aykırı, o iddiasının bâtıl olmasını gerektiren bir söz veya bir davranış yahut sükûtun zuhur etmesi demektir.
Meselâ:
Bir kimse: "Bu mal benimdir." dedikten sonra: "Bu mal filânındır" derse veya bir mal satın aldığı hâlde, dönüp: "Bu mal, zâten benimdir." diyerek mülkiyet İddiasında bulunursa; yahut, bir malın satıldığını gördüğü hâlde, susup; daha sonra: "Bu mal benimdir'' diye müşteriden da'vâ ederse, tenakuzda bulunmuş olur.
TENÂZU BVL-EYDÎ: Müteaddid kimselerden her birinin, "bir mala, kendisinin vâziu'1-yed olduğunu" iddia ederek, bu hususta münazarada bulunmaları demektir.
M'TENEKKÛH: Nikahlamak; evlenmek; karı-koca olmak.
MiTENFÎL: Bir vel|iyyü'l-emrin veya emîrin, gördüğü lüzum üzerine; fazla bir sehim, bir atiyye veya muayyen bir para vermek üzere, mücâhidleri savaşa tergîb ve teşvikte bulunması demektir. Bu şekilde gazilere tahsis edilen ve verilen mallara da ENFÂL denir. NEFL kelimesi ise, enfâl'in tekilidir.
TENFÎL-İ HÂS: Veliyyü'1-emr tarafından, harbe tergîb ve teşvik için, bir kısım gazilere, fazla sehim veya bazı şeyler tahsis etmek ve vermek demektir.
TENFÎL-İ ÂM: Bütün gazilere karşı vuku bulan tenfîl demektir.
TEN'İM: HAREM BÖLGESİ Maddesine bakınız.
MiTERAHI: Emredilen bir şeyin, hemen edâ edilmesinin gerekmemesi, daha sonra yapılmasının da kifayet etmesi demektir.
MlKKCÎH: Vasıf bakımından birbirine mümasil olan iki delilden birinin, diğerine fazl ve rüchânını (= üstünlüğünü ve tercih edileceğini) isbât etmek demektir.
Bu şekilde mütemâsfl (= birbirine benzeyen) delillerden birini, diğerine tercih etmeye muktedir olan zâtlara ASHÂR-1 TERCİH denir.
TERHİN: Rehin Maddesine bakınız.
TERMİM
TERMİM: Meremmet etmek, yani: Ta'mir ve ıslahta bulunmak demektir.
Terinim iki kısımdır:
1-) MEREMMET-İ MÜSTEHLEKE: Binalardan ayrılıp alınması kabil olan ta'mir ve ıslâhlardır. Boya, sıva gibi...
2-) MEREMMET-İ GAYR-İ MÜSTEHLEKE: Binalardan ayrılıp alınması kabil bulunmayan tamir ve onarımlardır. Bir binaya yeniden İlâve edilen bina, camekânlar, takılan camlar, avluya döşenen mermerler gibi...
MTERİKE: Lügatte: Terk lafzından alınmış oluh, metruk (= terk edilmiş, geride bırakılmış) olan şey manasınadır.
Istılahta TERİKE: "Ölen bir kimsenin, kendisine ait olmak üzere terk etmiş olduğu mal" demektir. Dolayısiyle, Ölen bir şahsın yanında, emânet olarak bulunan şey, onun terikesinden sayılmaz.
TEREKE: Aslı TERİKE olan bu kelime, zamanla TEREKE şeklinde de kullanılmaya başlanılmıştır.
TESAFFÜH-İ CEYŞ: Mücâhidler (askerler) için zararlı olacak şahıslardan, ordunun tasfiye edilmesi demektir.
TESÂMÜ
TESAMU: Lügatte: Başkasından işitip nakletme; başkasından işitilip nakledilen şeyler demektir. Istılahta TESÂMÜ' İştihar yani şöhret bulma, meşhur olma anlamına gelir. Şöhret de iki nevidir:
1-) ŞÖHRET-İ HAKÎKİYYE: Tevatür yolu İle hâsıl olan şöhret
2-) ŞÖHRET-İ HÜKMİYYE: İki âdil erkeğin veya âdil bir erkek İle âdil İlci kadının şehâdet lafzı ile haber vermeleri neticesinde meydana gelen şöhret demektir.
TESBÎL: Hakk-i Mesîl Maddesine bakınız.
TESEBBVBEN CERH: Bir kimsenin yaralanmasına sebep olmak; yani: Âdete göre, bir insanın yaralanmasına sebep olan bir fiili işlemek demektir. Herkesin gelip geçmesine açık olan bir yolda, müsâade alınmadan kazılan bir kuyuya, bir şahsın düşüp yaralanması gibi...
TESEBBVBENİTLAF: Bir şeyin telef olmasına sebep olmak demektir. Yâni, bir şeyde, başka bir şeyin, cereyan ettiği âdet üzerine telefine sebep olan birisi vücuda getirmektir.
MÜSTEŞEBBİB: Bir şeyin telef olmasına sebep olan kimse demektir.
Meselâ: Bir kimse; asılmış bir kandilin ipini keser ve bu kandil yere düşüp kırılırsa; bu İpi kesen kimse, ipi kesmiş olması yönünden fâil-i mübaşir (= bu işi bizzat yapan kişi); kandilin kırılmasına sebebiyet vermesi bakımından da müstesebbib bulunmuş olur.
TESEBBVBEN KATL: Bir kimsenin ölmesine sebep olmak demektir. Yani, bir kimsenin yaptığı bir şeyle, bir kimsenin âdet üzere telef olmasına sebep olacak bir fiil meydana getirmesi demektir. Ammeye mahsus bir yol üzerinde açılan bir kuyuya, bir şahsın düşüp ölmesi gibi...
TESEBBVBEN SİRKAT: Bir kaç kişinin, beraberce ve gizlice mahaü-i hirza (= depoya) girip, aldıkları (yani çaldıkları) mallan, içlerinden birine yükleyerek, hârice çıkarmaları şeklinde yaptıkları hırsızlıktır.
TESCİL: Sicil Maddesine bakınız.
TESCÎL-İ İSTİBDÂL : VAKIF Maddesine bakınız.
TESÎL-İ VAKIF: VAKIF Maddesine bakınız.
TESLÎM-İ ŞÜF'A: ŞüFa Maddesine bakınız.
TESHİK: Bir mücrimin (suçlunun), yüzüne kara sürerek veya kendisini, bir eşeğe ters bindirerek şehir içinde dolaştırmak demektir. Bu gibi şahıslan halka ilan etmeye de TECRÎS denir.
TEŞHİRİ SİLÂH: Bir kimseye karşı, öldürmek veya yaralamak kasdiyle silâh çekmek demektir.
MÜŞTEHERÜN ALEYH: Kendisine silâh çekilen kimse demektir.
MEŞHURUN ALEYH: Bu kelime de kendisine silâh çekilen (şahıs) anlamındadır.
TEVÂ: Havale Maddesine bakınız.
TEVÂFUK: NİSEB-İ A'DÂT Maddesine bakınız.
TEVARÜS: MİRAS Maddesine bakınız.
TEVÂTÜR: Lügatte: Birçok şeyin, bir biri ardınca meydana geimesj; bir haberin ağızdan ağıza dolaşarak yayılması demektir. Istılahta TEVATÜR: Yalan üzerinde içtima ve ittifak etmeleri aklen caiz olmayan bir cemâatin (= topluluğun), hisse müstenid (= duyu organları ile algılanabilen) bir şeyi haber vermeleri demektir.
MÜTEVÂTİR: Tevatür yolu ile gelen haber anlamına gelir.
Bir cemaatin, möcerred aklî bir mes'ele üzeinde ittifak etmeleri, fikir ve kanaat yönünden müttefik ol-malan tevatür sayılmaz,
TEVBİE: Bir cariyenin, efendisi veya efendisinin ehli ve ıyâli tarafından istihdam edilmeyip, kocasına, evinde teslim edilmesi demektir.
TEVKİL: Vekâlet Maddesine bakınız.
TEVRİS: MİRAS Maddesine bakınız.
TEVSİK: Vesika Maddesine bakınız.
TEZELLÜM: ZULÜM Maddesine bakınız.
TEZEVVÜC: Evlenmek; kan - koca olmak demektir.
TILA: Bir cins şarap
TİRAS: MİRAS Maddesine bakınız.
TÖHMET: Zam ve tevehhüm olunan haslet ve sabit olması hâlinde ceza ve muâhazeyi gerektiren suç demektir.
İSNÂD-I TÖHMET: Suçlama; suç isnad etme. Bir kimseyi, işlediği sanılan, fakat gerçekliği henüz meydana çıkmamış olan bir suç veya kabahatle itham etme.
TÖHMET-İ ZAHİRE: îsbât etmeye lüzum görülmeyecek kadar aşikâr olan töhmet, suç.
TÖHMET-İ ZİNA: Zina şübhesini uyandıran vaziyet
İtham Maddesine de bakınız.
TUKÛU GALLE: Vakıf maddesine bakınız. [20]
Konular
- E
- G
- H
- I
- İ
- K
- L
- M
- N
- O
- Ö
- P
- R
- S
- Ş
- T
- U
- V
- Y
- Z
- KİTABU'L-GASB
- 1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER
- Gasbın Mânâsı:
- Gasbın Şartı:
- Gasbın Hükmü:
- 2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ
- 3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN ŞEYLER
- 4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ
- 5- GASBEDİLEN BİR MALIN, BAŞKA BİR MALA KATILMASI VEYA KARIŞMASI
- 6- MAĞSUBÜN MİNH'IN, MAGSUBU, GASIBTAN GERİ ALMASI HÂLİNDE TAZMİNAT GEREKİP GEREKMİYECEĞİ