Z
ZABITA: Kaide mânâsına gelir. Bir şeyin zabt ve rabüna memur veya hadim olan şeye de ZABITA denir, Zâbıta'mn çoğulu ZEVABIT'tır.
ZABT; Anlama, kavrama. Sıkı tutma. İdaresi altına alma; kendine mâletme. Bir yeri, silâh kuvveti ile alma. Kaydetme; bir şeyin özetini yazma.
ZAFER: Düşmana karşı galip gelmek demektir. Aslında zafer kelimesi, bir şeye pençe atmak, tırnak geçirmek demektir.
ZAFER: Fevz ve necat; korktuğundan kurtulup, umduğuna ve maksadına nâli olmak anlamına da gelir.
ZÂJSB: Bir fikir veya zanna uyan, kapılan. Gidi-&, giden.
Z4JBD; Dîn! emirlere sıkı bağlı olan kimse.
ZÂHJR: Açık, belli, meydanda, görünen, gö-rûnücü.
ZAHİREN: Görünüşe göre; görünüşte; aşikare; meydanda olarak.
ZAHİR: Mücerred ibaresi îşitilmekle mânası bilinen; yani: Söyleyenin maksadı, düşünmeden anlaşılan söz demektir.
Meselâ: "Alış-veriş helâldir." sözü zahirdir.
ZAHİRÎ MALLAR: Emvâl-ı Zahire Maddesine bakınız.
ZAHR: Arka, sırt. Bir şeyin arka tararı, gerisi
ZAMAN: Kefil olma; kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere, zarara karşı kefil olma; garanti demektir.
Bir başka tarife göre ZAMAN: Başkasının üzerinde bulunan vacip bir hakkı İltizam etmek; bir şeyin, ~ misliyyât'tan ise mislini, kıyemiyât'lan ise kıymetini ödemektir.
MAZMUN: Ödenmesi lâzım gelen şey demektir..
ZÂMİN: Kefil anlamında kullanılan bir kelime dir. Bu kelimenin yerineZAMÎN kelimesi de kullanılır.
Kefalet ve TEZMİN Maddesine de bakınız.
ZAMÂN-I AMEL: Üzerine alma; deruhte eünej iltizam
ZAMANI DEREK: Bi'1-istihkak zabtedilen me+ bun (= satın alınan şeyin) semenini (= bedelini), kafi! bi'd-derek olan kimsenin müşteriye geri vermesi demektir.
ZAMÂN-IGARÛR: Muvazaa akdi zımminda bir kimsenin, bir şahsı aldatmış olması ve zararım zâ-min obuası demektir.
ZAMÂN-I MEBÎ': Henüz teslim edilmeden zayi olan mebî'in (= satılan şeyin) semeni ile mazmun obuası demektir. Yani: Satılan bir şey henüz müşteriye teslim edilmeden, satan şahsın elinde telef olsa; bu sabci, semeni (kabzetmişse), müşteriye iade eder ki, ZAMÂN-I MEBÎ budur.
ZAMÂN-I MENFAAT: Gasb yoluyla, yani sahil-binin izni olmaksızın, kullanılan malın menfaatimi ödeme; yani o mal ile intifa etmesi karşılığında ecrij-misil ödeme demektir.
ZAMÂN-I RÜCÛ: Cayma, dönme tazminatı.
ZAMÂNÜ'L-MÜKÂTEB: Kitabete bağlanmış olan kölenin birisi hakkında kefil bi'l-mâl veya kefil bi'n-nefs olması, demektir ki, bu caiz değildir. Gei-rek velîsinin izni ve mekfûlün anh'ın emriyle olsun ve gerek olmasın farketmez.
ZÂT-ILEBEN: Süt sahibi olan yani memesinde süt bulunan kadın demektir.
ZEKÂT
Zekât: (Lügâtte^Temizlik, bereket, artma-çoğalma, güzel zikîr gibi mânâlara gelir. Istılahta zekât: Bir malın, muayyen bir miktarım, muayyen bir zaman geçtikten sonra, hak sahibi olan bir kısım müslûmanlara, Allah rızâsı için tamamen temlik etmek demektir.
Zekât'a sadaka da denir. Bununla beraber sadaka tabiri daha umumîdir ve vaciplerle nafileleri de içine alır.
Tezkiye: Zekât vermek demektir. Müzekkî: Zekât veren şahıs mânâsına gelir. Şahitlerin temiz ve dürüst kişiler olduğunu bildirmeye de tezkiye denilir.
ZEMZEM: Ka'benin doğusunda, Allahu Teâlâ'-nın Hz. Hâcer ile oğlu Hz. İsmail'e ihsan ettiği suyun yerinde kazılan mübarek kuyunun suyudur, Zemzem, yeryüzündeki suların efdalidir. Zemzem, bol bol içilir; abdest ve gusülde de kullanılır.
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efenuımiz: "Zemzem hangi maksatla içilirse, o maksat içindir." buyurmuştur. Bu sebeple, "kıyamette, hesap gününde susuzluk çekilmemesi" dilek ve niyeti ile içilmesi uygun olur.
ZEVDEKA.: Allah'ın varlığını inkâr eden; Cenâbı-Hakkk şirk koşan; haşri ve Hikmet-i Üâhiyyeyi tasdik etmemek mânâlarına kullanılan bir kelimedir.
ZINDIK: İnkarcı ve müşrik demektir.
ZENÂDIK ve ZENÂDIKA: Zınddc kelimesinin çoğuludur yanı Zındıklar demektir.
Bazı zevata göre ZINDIK: Hem dinsiz olan ve hem de dehrin (= âlemin, dünyânın) baki olduğuna ve mallarla, zevcelerin müşterek (= ortak mal) oldu-
ğuna kail olan, buna inanan şahıstır.
ZERİ : MÜZÂREA Maddesine bakınız.
ZERİ': Müzrûât Maddesine bakınız.
ZERİYYÂT: Mezrûat Maddesine bakınız.
ZEVC; Koca; bir kadının nikâhına sahip olan erkek demektir.
EZVÂC: Zevcîer (= kocalar) demektir.
ZEVCE: Kan; bir erkeğin nikâhı altında bulunan kadın.
ZEVCÂT: Zevceler (= kanlar, hanımlar) demektir.
ZİHÂR
ZİHÂR: Lügatte: İki şey arasında, bir mutabakat ve mümâselet meydana getirmek anlamındadır. Ve ZİHÂR, arka anlamına gelen zahr kelimesinden türemiştir.
Nikâh ıstılahında ZİHÂR: Bir kocanın, karısını, nesep, süt emme veya müsâharet yönünden müebbe-' den mahremi olan bir kadının, kendisi tarafından bakılması caiz olmayan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna teşbih etmesi, benzetmesidir. Bir kocanın, karısının rakabesini veya nısıf (= 1/2), sülüs {= 1/3) gibi, şayi bir cüz'ünü, mezkûr uzuvlardan birine benzetmek de bu kabildendir. Zihâr, helâli harama teşbih etmek demek olduğundan mezmûmdur.
Bu teşbihe zahâr denilmesi, genellikle bunun zahr'e (= arkaya, sula) izafetle yapılması ve zahr'ler arasıda, diğer uzuvlardan daha çok benzerlik bulunması yönündendir.
Zahr kelimesi, çoğu kere edep gereği batın (= kaim) ve tenasül uzvu yerinde kullanılmıştır.
Zihâr; Cahiliye Devrinde, araplar arasında carî bir işlem idi ve talâk (= boşama, boşanma) nevilerinden biri oîarak kabul edilirdi. Şeriat-i İslâmiye tara-findan bu nevi talâk yasaklanmış ve zevci için zıbâi eden kimseye keffâret vaz' olunmuştur.
MÜZAHİR: Zihâr yapan, yani zevcesini; kendisine müebbeden mahrem olan bir kadının sırtı veys karnı gibi, bakması haram olan bîr uzvuna benzeten koca demektir.
Hakkında bu şekilde teşbih yapılan zevceye MÜ-ZÂHERÜN MİNHÂ denilir.
Zihâr için kullanılan tâbirlerden her birine ise MÜ-ZÂHERÜN BİHÂ denilir.
ZIMN: Tazmin Maddesine bakınız.
ZİKARABET
ZÎKARABET: Bir kimseye babası veya anası ta-rafindan İslama yetişmiş bulunan ilk büyük ceddine kadar mensubiyeti olan her hangi bir şahıs demektir.
Bu tarifte mahrem olanlarla olmayanlar; erkeklerle kadınlar ve yakınlarla uzaklar müsavidir. Ana-baba ile evlâda karabet nâmı verilmez
Zİ ERHAM: Bu tabir de ZÎ KARABET anlamına gelir.
Zİ-RAHM: Lügatte: Mutlak olarak karabet sahibi (= yakın, akraba) demektir. Istılahta ZÎ-RAHM: Terikeden sülüs (= 1/3) ve rubû (= 1/4) gibi belirli bir sehmi olmayan ve terikeyi, asabeden olmak sıfatıyle ihraz etmeyen, herhangi bir Jcarîb (= yakın, akraba) demektir.
ZEVİ'L-ERHÂM: Zİ-RAHM'ın çoğuludur.
Zİ ENSAB: Bu tâbir de ZÎ ERHAM ve Zİ KARABET mânâlarında kullanılır.
ZÎ-ÖYMET: Kıymet Maddesine bakınız.
Zİ'L-YED: Lügatte: El sahibi demektir. Isülâhta ZTL-YED: Bir malı, bir gayr-i menkûlü (yani bir aynı) elinde bulunduran ve bu malı, sahibi kendisi olsun veya olmasın kullanmakta olan (kimse) demektir.
Zi'1-yed'in mukabili (f= zıddı, karşılığı, karşılı) HÂ-RİC'tir.
ZİMMET
ZİMMET: insanda bulunan manevî bir vasıftır ve insan, lehine *eya aleyhine olan şeylere, ancak bu vasıfla ehil olur; yani insanda ehliyet-i vücûp, bu zimmet sayesinde meydana gelir.
ZİMMET: And ve borç anlamında da kullanılır.
ZİMMET: Lügatte: And, emân, tazmin ve hak mânâlarını ifade eder.
Ahdi bozmak zemmi gerektiren bir davranış olduğu İçin, ahd'e zimmet denilmiştir.
ZİMEM: Zimmet'in çoğuludur.
EHL-İ ZİMMET: İslâm zimmetini yani ahd ve emânını hâiz bulunan gayri- müslimlere (İslam tabi-iyyetiride bulunan, ancak müslüman olmamış bulunan fertlere ve bu fertlerden meydana gelen topluluğa)
EHL-İ ZİMMET denilmektedir.
ZİMMI: Ehl-i zimmetten olan erkeklerden her biri
ZİMMİYYE: Zimmet ehlinden olan kadınlardan her biri.
AKP-İ ZİMMET: Harbî bulunan bir şahsın veya bir topluluğun, İslâm ahd ve emanını yani İslâm tabiiyetini kabul etmesi demektir.
ZÎ-MENEA: Mena Maddesine balanız.
ZİNA: Şer'î bir akde dayanmadan, istek ile yapılan haram bir cinsî ilişkidir. (= .... mücâmeattır.) Bu şekilde cinsî ilişkide bulunan erkeğe ZANI kadına ise ZÂNİYE denir.
Böyle bir haram cinsî münâsebeti kendi isteği ile yap-mıyan erkeğe MEZNİYYÜN BİH kadına ise MEZNİYYE ve MEZNİYYÜN BİHÂ denilir.
ZİRÂAT: Müzârea Maddesine bakınız.
ZİYÂRET: Lügatte: Görmeye ve görüşmeye gitmek demektir.
Hac ıstılahında ZİYARET: İhramh olarak tavaf, sa'y ve vakfe gibi hac menâsikini usûlüne uygun olarak yapmak demektir.
Ziyaret, belirli zamanda ve Arafat vakfesi ile birlikte olursa HAC^her hangi bir zamanda ve vakfe-siz olursa UMRE adını alır.
ZİYARET TAVAFI: HAC / TAVAF / TA-VAF'IN NEVİLERİ Maddesine bakınız. '
ZOR: Yalan. Hakikate uymayan ve aykırı olan şey. Mâsivâullah (= Allah'tan başka bütün varlıklar).
ŞÂHİR-İ ZOR: Yalancı şâhid. Yalan yere şehâ-det eden kimse.
ZULÜM
ZULÜM: Lügatte: Zulmet kelimesinden alınmıştır ve bu kelime asıl itibariyle, "bir şeyi, kendisine mahsus mahalden başka bir yere koymakla mânâsına gelir.
Istılahta ZULÜM: Bir kimsenin meşru bir hakkına tamamen veya kısmen tecâvüzde bulunmak demektir.
Meselâ: Bir kimsenin bir malını gasbetmek veya bir alacağım noksan ödemek yahut vaktinde ödemekten kaçınmak birer zulümdür.
ZILAM: Bir kimseye zulmetmek-demektir.
MUZÂLEME: Zılâm yani bir kimseye zulmetmek anlamındadır.
ZÂLİM: Zulmeden kimse demektir.
ZELÛM: Bir kelime de zâlim anlamındadır.
MAZLUM: Kendisine zulm edilen, zulme uğrayan, zulüm gören kimse demektir.
MAZLİME: Zâlimin, mazluma karşı yaptığı zulüm ve haksızlık fiili demektir.
Buna ZULÂME de denir.
IZZİLAM: Bir kimsein zulmüne istiyerek veya bir mecburiyet ile boyıın eğmek demektir. İNZİLAM kelimesi de, izzüâm mânâsında kullanılır.
TEZALLÜM: Bir kimseye zulmetmek; bir kimsenin, bir zulmü, kendi nefsine isnâd etmesi ve bir zâlimin bu zulmünden şikâyet etmek anlamlarına gelir.
TAZLİM: Bir kimseyi zulme nisbet etmek demektir.
İTİSAF: Zulüm anlamında kullanılır.
ZÜHD
Zöhd (Lügatte) bir şeye rağbet etmemek; bir ştden kaçınmak demektir.
Istılahta zühd: Dünyaya meyletmeyip, ibâdet ve aile fazla meşgul olmak anlamına gelir.
Zfihid: Dünyaya "meyletmeyen ve fazlaca ibâdet tâatle meşgul olan kimse.
Zâhid'in çoğulu Zühhâd'dır.
ZÜHUK: Helak olmak. Bâtıl ve müzmahil olm Ruhun, bedenden alâkasını kesmesi. Ok'un nişan rinden geçmesi.
ZÜRRİYET: Bir kimsenin çocukları ve torun veya nesli demektir.
ZURRIYET: Bir kimsenin hanımları ye çocun demektir.
Çoğulu, ZERÂRÎ ve ZÜRRİYÂT şekillerinde g Zürriyet lafzı, lügatte nesil'e, oğula ve kıza, m zen de babaya ıtlak olunur. [24]
[1] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/173-181.
[2] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/182-187.
[3] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/188-192.
[4] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/193-197.
[5] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/198-205.
[6] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/206-207.
[7] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/208-222.
[8] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/223-226.
[9] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/227-237.
[10] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/238-250.
[11] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/251-253.
[12] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/254-275.
[13] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/276-281.
[14] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/282.
[15] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/283.
[16] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/284.
[17] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/285-289.
[18] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/290-296.
[19] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/297-304.
[20] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/305-314.
[21] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/315-316.
[22] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/317-325.
[23] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/326-327.
[24] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/328-331.
ZABT; Anlama, kavrama. Sıkı tutma. İdaresi altına alma; kendine mâletme. Bir yeri, silâh kuvveti ile alma. Kaydetme; bir şeyin özetini yazma.
ZAFER: Düşmana karşı galip gelmek demektir. Aslında zafer kelimesi, bir şeye pençe atmak, tırnak geçirmek demektir.
ZAFER: Fevz ve necat; korktuğundan kurtulup, umduğuna ve maksadına nâli olmak anlamına da gelir.
ZÂJSB: Bir fikir veya zanna uyan, kapılan. Gidi-&, giden.
Z4JBD; Dîn! emirlere sıkı bağlı olan kimse.
ZÂHJR: Açık, belli, meydanda, görünen, gö-rûnücü.
ZAHİREN: Görünüşe göre; görünüşte; aşikare; meydanda olarak.
ZAHİR: Mücerred ibaresi îşitilmekle mânası bilinen; yani: Söyleyenin maksadı, düşünmeden anlaşılan söz demektir.
Meselâ: "Alış-veriş helâldir." sözü zahirdir.
ZAHİRÎ MALLAR: Emvâl-ı Zahire Maddesine bakınız.
ZAHR: Arka, sırt. Bir şeyin arka tararı, gerisi
ZAMAN: Kefil olma; kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere, zarara karşı kefil olma; garanti demektir.
Bir başka tarife göre ZAMAN: Başkasının üzerinde bulunan vacip bir hakkı İltizam etmek; bir şeyin, ~ misliyyât'tan ise mislini, kıyemiyât'lan ise kıymetini ödemektir.
MAZMUN: Ödenmesi lâzım gelen şey demektir..
ZÂMİN: Kefil anlamında kullanılan bir kelime dir. Bu kelimenin yerineZAMÎN kelimesi de kullanılır.
Kefalet ve TEZMİN Maddesine de bakınız.
ZAMÂN-I AMEL: Üzerine alma; deruhte eünej iltizam
ZAMANI DEREK: Bi'1-istihkak zabtedilen me+ bun (= satın alınan şeyin) semenini (= bedelini), kafi! bi'd-derek olan kimsenin müşteriye geri vermesi demektir.
ZAMÂN-IGARÛR: Muvazaa akdi zımminda bir kimsenin, bir şahsı aldatmış olması ve zararım zâ-min obuası demektir.
ZAMÂN-I MEBÎ': Henüz teslim edilmeden zayi olan mebî'in (= satılan şeyin) semeni ile mazmun obuası demektir. Yani: Satılan bir şey henüz müşteriye teslim edilmeden, satan şahsın elinde telef olsa; bu sabci, semeni (kabzetmişse), müşteriye iade eder ki, ZAMÂN-I MEBÎ budur.
ZAMÂN-I MENFAAT: Gasb yoluyla, yani sahil-binin izni olmaksızın, kullanılan malın menfaatimi ödeme; yani o mal ile intifa etmesi karşılığında ecrij-misil ödeme demektir.
ZAMÂN-I RÜCÛ: Cayma, dönme tazminatı.
ZAMÂNÜ'L-MÜKÂTEB: Kitabete bağlanmış olan kölenin birisi hakkında kefil bi'l-mâl veya kefil bi'n-nefs olması, demektir ki, bu caiz değildir. Gei-rek velîsinin izni ve mekfûlün anh'ın emriyle olsun ve gerek olmasın farketmez.
ZÂT-ILEBEN: Süt sahibi olan yani memesinde süt bulunan kadın demektir.
ZEKÂT
Zekât: (Lügâtte^Temizlik, bereket, artma-çoğalma, güzel zikîr gibi mânâlara gelir. Istılahta zekât: Bir malın, muayyen bir miktarım, muayyen bir zaman geçtikten sonra, hak sahibi olan bir kısım müslûmanlara, Allah rızâsı için tamamen temlik etmek demektir.
Zekât'a sadaka da denir. Bununla beraber sadaka tabiri daha umumîdir ve vaciplerle nafileleri de içine alır.
Tezkiye: Zekât vermek demektir. Müzekkî: Zekât veren şahıs mânâsına gelir. Şahitlerin temiz ve dürüst kişiler olduğunu bildirmeye de tezkiye denilir.
ZEMZEM: Ka'benin doğusunda, Allahu Teâlâ'-nın Hz. Hâcer ile oğlu Hz. İsmail'e ihsan ettiği suyun yerinde kazılan mübarek kuyunun suyudur, Zemzem, yeryüzündeki suların efdalidir. Zemzem, bol bol içilir; abdest ve gusülde de kullanılır.
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efenuımiz: "Zemzem hangi maksatla içilirse, o maksat içindir." buyurmuştur. Bu sebeple, "kıyamette, hesap gününde susuzluk çekilmemesi" dilek ve niyeti ile içilmesi uygun olur.
ZEVDEKA.: Allah'ın varlığını inkâr eden; Cenâbı-Hakkk şirk koşan; haşri ve Hikmet-i Üâhiyyeyi tasdik etmemek mânâlarına kullanılan bir kelimedir.
ZINDIK: İnkarcı ve müşrik demektir.
ZENÂDIK ve ZENÂDIKA: Zınddc kelimesinin çoğuludur yanı Zındıklar demektir.
Bazı zevata göre ZINDIK: Hem dinsiz olan ve hem de dehrin (= âlemin, dünyânın) baki olduğuna ve mallarla, zevcelerin müşterek (= ortak mal) oldu-
ğuna kail olan, buna inanan şahıstır.
ZERİ : MÜZÂREA Maddesine bakınız.
ZERİ': Müzrûât Maddesine bakınız.
ZERİYYÂT: Mezrûat Maddesine bakınız.
ZEVC; Koca; bir kadının nikâhına sahip olan erkek demektir.
EZVÂC: Zevcîer (= kocalar) demektir.
ZEVCE: Kan; bir erkeğin nikâhı altında bulunan kadın.
ZEVCÂT: Zevceler (= kanlar, hanımlar) demektir.
ZİHÂR
ZİHÂR: Lügatte: İki şey arasında, bir mutabakat ve mümâselet meydana getirmek anlamındadır. Ve ZİHÂR, arka anlamına gelen zahr kelimesinden türemiştir.
Nikâh ıstılahında ZİHÂR: Bir kocanın, karısını, nesep, süt emme veya müsâharet yönünden müebbe-' den mahremi olan bir kadının, kendisi tarafından bakılması caiz olmayan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna teşbih etmesi, benzetmesidir. Bir kocanın, karısının rakabesini veya nısıf (= 1/2), sülüs {= 1/3) gibi, şayi bir cüz'ünü, mezkûr uzuvlardan birine benzetmek de bu kabildendir. Zihâr, helâli harama teşbih etmek demek olduğundan mezmûmdur.
Bu teşbihe zahâr denilmesi, genellikle bunun zahr'e (= arkaya, sula) izafetle yapılması ve zahr'ler arasıda, diğer uzuvlardan daha çok benzerlik bulunması yönündendir.
Zahr kelimesi, çoğu kere edep gereği batın (= kaim) ve tenasül uzvu yerinde kullanılmıştır.
Zihâr; Cahiliye Devrinde, araplar arasında carî bir işlem idi ve talâk (= boşama, boşanma) nevilerinden biri oîarak kabul edilirdi. Şeriat-i İslâmiye tara-findan bu nevi talâk yasaklanmış ve zevci için zıbâi eden kimseye keffâret vaz' olunmuştur.
MÜZAHİR: Zihâr yapan, yani zevcesini; kendisine müebbeden mahrem olan bir kadının sırtı veys karnı gibi, bakması haram olan bîr uzvuna benzeten koca demektir.
Hakkında bu şekilde teşbih yapılan zevceye MÜ-ZÂHERÜN MİNHÂ denilir.
Zihâr için kullanılan tâbirlerden her birine ise MÜ-ZÂHERÜN BİHÂ denilir.
ZIMN: Tazmin Maddesine bakınız.
ZİKARABET
ZÎKARABET: Bir kimseye babası veya anası ta-rafindan İslama yetişmiş bulunan ilk büyük ceddine kadar mensubiyeti olan her hangi bir şahıs demektir.
Bu tarifte mahrem olanlarla olmayanlar; erkeklerle kadınlar ve yakınlarla uzaklar müsavidir. Ana-baba ile evlâda karabet nâmı verilmez
Zİ ERHAM: Bu tabir de ZÎ KARABET anlamına gelir.
Zİ-RAHM: Lügatte: Mutlak olarak karabet sahibi (= yakın, akraba) demektir. Istılahta ZÎ-RAHM: Terikeden sülüs (= 1/3) ve rubû (= 1/4) gibi belirli bir sehmi olmayan ve terikeyi, asabeden olmak sıfatıyle ihraz etmeyen, herhangi bir Jcarîb (= yakın, akraba) demektir.
ZEVİ'L-ERHÂM: Zİ-RAHM'ın çoğuludur.
Zİ ENSAB: Bu tâbir de ZÎ ERHAM ve Zİ KARABET mânâlarında kullanılır.
ZÎ-ÖYMET: Kıymet Maddesine bakınız.
Zİ'L-YED: Lügatte: El sahibi demektir. Isülâhta ZTL-YED: Bir malı, bir gayr-i menkûlü (yani bir aynı) elinde bulunduran ve bu malı, sahibi kendisi olsun veya olmasın kullanmakta olan (kimse) demektir.
Zi'1-yed'in mukabili (f= zıddı, karşılığı, karşılı) HÂ-RİC'tir.
ZİMMET
ZİMMET: insanda bulunan manevî bir vasıftır ve insan, lehine *eya aleyhine olan şeylere, ancak bu vasıfla ehil olur; yani insanda ehliyet-i vücûp, bu zimmet sayesinde meydana gelir.
ZİMMET: And ve borç anlamında da kullanılır.
ZİMMET: Lügatte: And, emân, tazmin ve hak mânâlarını ifade eder.
Ahdi bozmak zemmi gerektiren bir davranış olduğu İçin, ahd'e zimmet denilmiştir.
ZİMEM: Zimmet'in çoğuludur.
EHL-İ ZİMMET: İslâm zimmetini yani ahd ve emânını hâiz bulunan gayri- müslimlere (İslam tabi-iyyetiride bulunan, ancak müslüman olmamış bulunan fertlere ve bu fertlerden meydana gelen topluluğa)
EHL-İ ZİMMET denilmektedir.
ZİMMI: Ehl-i zimmetten olan erkeklerden her biri
ZİMMİYYE: Zimmet ehlinden olan kadınlardan her biri.
AKP-İ ZİMMET: Harbî bulunan bir şahsın veya bir topluluğun, İslâm ahd ve emanını yani İslâm tabiiyetini kabul etmesi demektir.
ZÎ-MENEA: Mena Maddesine balanız.
ZİNA: Şer'î bir akde dayanmadan, istek ile yapılan haram bir cinsî ilişkidir. (= .... mücâmeattır.) Bu şekilde cinsî ilişkide bulunan erkeğe ZANI kadına ise ZÂNİYE denir.
Böyle bir haram cinsî münâsebeti kendi isteği ile yap-mıyan erkeğe MEZNİYYÜN BİH kadına ise MEZNİYYE ve MEZNİYYÜN BİHÂ denilir.
ZİRÂAT: Müzârea Maddesine bakınız.
ZİYÂRET: Lügatte: Görmeye ve görüşmeye gitmek demektir.
Hac ıstılahında ZİYARET: İhramh olarak tavaf, sa'y ve vakfe gibi hac menâsikini usûlüne uygun olarak yapmak demektir.
Ziyaret, belirli zamanda ve Arafat vakfesi ile birlikte olursa HAC^her hangi bir zamanda ve vakfe-siz olursa UMRE adını alır.
ZİYARET TAVAFI: HAC / TAVAF / TA-VAF'IN NEVİLERİ Maddesine bakınız. '
ZOR: Yalan. Hakikate uymayan ve aykırı olan şey. Mâsivâullah (= Allah'tan başka bütün varlıklar).
ŞÂHİR-İ ZOR: Yalancı şâhid. Yalan yere şehâ-det eden kimse.
ZULÜM
ZULÜM: Lügatte: Zulmet kelimesinden alınmıştır ve bu kelime asıl itibariyle, "bir şeyi, kendisine mahsus mahalden başka bir yere koymakla mânâsına gelir.
Istılahta ZULÜM: Bir kimsenin meşru bir hakkına tamamen veya kısmen tecâvüzde bulunmak demektir.
Meselâ: Bir kimsenin bir malını gasbetmek veya bir alacağım noksan ödemek yahut vaktinde ödemekten kaçınmak birer zulümdür.
ZILAM: Bir kimseye zulmetmek-demektir.
MUZÂLEME: Zılâm yani bir kimseye zulmetmek anlamındadır.
ZÂLİM: Zulmeden kimse demektir.
ZELÛM: Bir kelime de zâlim anlamındadır.
MAZLUM: Kendisine zulm edilen, zulme uğrayan, zulüm gören kimse demektir.
MAZLİME: Zâlimin, mazluma karşı yaptığı zulüm ve haksızlık fiili demektir.
Buna ZULÂME de denir.
IZZİLAM: Bir kimsein zulmüne istiyerek veya bir mecburiyet ile boyıın eğmek demektir. İNZİLAM kelimesi de, izzüâm mânâsında kullanılır.
TEZALLÜM: Bir kimseye zulmetmek; bir kimsenin, bir zulmü, kendi nefsine isnâd etmesi ve bir zâlimin bu zulmünden şikâyet etmek anlamlarına gelir.
TAZLİM: Bir kimseyi zulme nisbet etmek demektir.
İTİSAF: Zulüm anlamında kullanılır.
ZÜHD
Zöhd (Lügatte) bir şeye rağbet etmemek; bir ştden kaçınmak demektir.
Istılahta zühd: Dünyaya meyletmeyip, ibâdet ve aile fazla meşgul olmak anlamına gelir.
Zfihid: Dünyaya "meyletmeyen ve fazlaca ibâdet tâatle meşgul olan kimse.
Zâhid'in çoğulu Zühhâd'dır.
ZÜHUK: Helak olmak. Bâtıl ve müzmahil olm Ruhun, bedenden alâkasını kesmesi. Ok'un nişan rinden geçmesi.
ZÜRRİYET: Bir kimsenin çocukları ve torun veya nesli demektir.
ZURRIYET: Bir kimsenin hanımları ye çocun demektir.
Çoğulu, ZERÂRÎ ve ZÜRRİYÂT şekillerinde g Zürriyet lafzı, lügatte nesil'e, oğula ve kıza, m zen de babaya ıtlak olunur. [24]
[1] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/173-181.
[2] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/182-187.
[3] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/188-192.
[4] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/193-197.
[5] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/198-205.
[6] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/206-207.
[7] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/208-222.
[8] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/223-226.
[9] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/227-237.
[10] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/238-250.
[11] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/251-253.
[12] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/254-275.
[13] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/276-281.
[14] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/282.
[15] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/283.
[16] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/284.
[17] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/285-289.
[18] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/290-296.
[19] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/297-304.
[20] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/305-314.
[21] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/315-316.
[22] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/317-325.
[23] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/326-327.
[24] İsmail Karakaya, Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/328-331.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |
Konular
- İ
- K
- L
- M
- N
- O
- Ö
- P
- R
- S
- Ş
- T
- U
- V
- Y
- Z
- KİTABU'L-GASB
- 1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER
- Gasbın Mânâsı:
- Gasbın Şartı:
- Gasbın Hükmü:
- 2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ
- 3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN ŞEYLER
- 4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ
- 5- GASBEDİLEN BİR MALIN, BAŞKA BİR MALA KATILMASI VEYA KARIŞMASI
- 6- MAĞSUBÜN MİNH'IN, MAGSUBU, GASIBTAN GERİ ALMASI HÂLİNDE TAZMİNAT GEREKİP GEREKMİYECEĞİ
- 7- GASB HAKKINDA DA'VA; MAĞSÛBÜN MİNH'LE GÂSIP ARASINDAKİ İHTİLAF VE GASB HUSUSUNDA ŞEHÂDET
- 8- GÂSIBIN, MAĞSÛBTAN FAYDALANMASI
- 9- GASBEDİLEN ŞEYİ TELEF ETMEK
- 10- GASBEDİLEN ARAZİYE BİR ŞEY EKİP DİKMEK