5- BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNDEN DOĞUM YAPMASI; BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNİN ÜMM-Ü VELEDİ VEYA MÜDEB

Bir mükâtebe, efendisinden doğum yaptığında; kitabet müddeti de geçer veya kitabetten âciz olursa; bu câriye efendisinin ümm-ü vele­didir. (- çocuğunun anasıdır) Onun çocuğunun nesebi de sabittir. Ka­dının tasdikine ihtiyaç yoktur. Çünkü o, onun mülküdür.

Kitabet müddeti geçmiş olunca kadın mehrini alır.

Efendisi ölürse, azâd edilmiş olur. Ondan doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedeli de kendiliğinde düşer;

Şayet, mükâtebe olan bir câriye Ölür ve geride de malı kalırsa; ondan, önce kitabet bedeli ödenir. Geride kalan malı, —ölmeden önce— katabet bedelinin ödenmiş olması sebebiyle hür olmasından dolayı, ço­cuğun olur.

Eğer, mal bırakmadan ölürse, çocuk hürdür.

Eğer mükâtebe olan bu kadıp, bir başka çocuk daha doğurursa, —cimasmın haram olduğundan dolayı— kadının ikrarı olmadan, o ço­cuğun nesebi sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir mükâtebe, efendisinden bir çocuk doğurduktan sonra, efen­disi "o cariyenin, başka birine ait olduğunu" iddia eylese, bu sözü, — her ne kadar, câriye onu doğrulasa bile— tasdik edilmez. Mebsut'ta da böyledir.

Bir efendinin, ümm-ü veledini, mükâtebe etmesi caizdir. Eğer efendi, ölürse, bu câriye doğurması sebebiyle hür olur. Kitabet bedeli de sakıt olur (= düşer). Çocuğu da, kazancı da kendisine teslim edilir. Şayet kitabet bedelini efendisi ölmeden önce, ödemiş ise, bu du­rumda kitabeti sebebiyle azâd edilmiş olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam ümm-ü veledini mükâtebe yaptığında, bu kadın kita­bet zamanından altı ay sonra, bir çocuk doğurur, sonra da efendisi onu ikrar etmeden önce ölürse, çocuğun ona nisbet edilmesi lâzım gelmez.

Şayet altı aydan az bir zamanda doğursa, bu durumda, o çocuğun nesebi, —bize göre— kadının efendisinden sabit olur. Ve o hürdür. Kadın da efendisinin ölümü sebebiyle azâd edilmiştir. Eğer   efendi  hayatta   olur   ve   "doğan  çocuğun,   kendisinden olduğunu" iddia eder ve doğum iki seneden fazla bir müddet sonra ol­muş olsa bile yine onun çocuğu sayılır.

Şayet mükâtebe, kitabeti esnasında bir cinayet işlerse, cezası ken­dine; ve eğer kendine karşı bir cinayet işlenirse, diyeti de kendisine ait olur.

Şayet kadın ölür ve kitabeti sırasında —efendisinden değil,— bir başkasından bir çocuk bırakırsa, o çocuk anasına aittir. Mebsut'ta da böyledir.

Bir nasrânî, ümm-ü veledini mükâtebe yapar ve kitabet bedeli­nin bir kısmım ödedikten sonra müslüman olur ve kalan kısmı ödemeden âciz kalırsa; hâkim onu, köleliğe (= cariyeliğe) iade edeTve doğum yapmış olması sebebiyle, kıymetini ödemeseni —satımının mazereti sebebiyle— hükmeder. Ve bu durumda efendisinin, kendisinden aldığı miktar hesaba katılmaz. Bunu müslüman olmasından sonra ödese bile yine böyledir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, ümm-ü veledini veya cariyesini bin dirhem karşılığın­da ve ona orta halli bir köle vermek üzere mükâtebe ederse; bu kitabet bâtıldır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Bir nasrânînin ümm-ü veledi müslüman olur ve bu hınstiyan onu, kıymetinden daha fazlaya mükâtebe ederse; bu kitabet caiz olur.

Şayet, bu kadın kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa tekrar ca­riyeliğe avdet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimsenin, müdebberisini mükâtebe etmesi caizdir. Çünkü o, onun mülkünde —aynen ümm-ü veled gibi— bakidir.

Eğer, onun efendisi ölür ve ondan başka hiç bir malı da kalmazsa; bu durumda o, kendi kıymetinin üçte ikisi ile, kitabet malı arasında muhayyerdir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn kavlidir. Sahih olan da budur.
Şayet, efendisi ölürse kendisi azad olunmuş olur ve bi'1-icma borç­tan kurtulur. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir adam, müdebberesini mükâtebe eder ve o, bir çocuk doğur­duktan sonra ölürse, o çocuk, onun kitabet bedelini kazanmaya çalışır.

Eğer, bu çocuklar iki tane olur ve onlardan birisi, borcun tamamı­nı kendi kazancı ile öderse; diğerine hiç bir şey için müracaat edemez.

Keza, bir adam müdebberelerinin ikisini de mükâtebe yaptığın­da, onlardan her birisi, diğerinin vekili olur; sonra da ikisi de ölürler ve onlardan birisi, geride, kitabeti hâlinde bir çocuk bırakırsa; o çocuk, her ikisinin de kitabet bedellerini kazanıp ödeyecektir. Mebsiil'fa da böyledir.

Bir kimsenin, mükâtebesini müdebbere etmesi de caiz olur. Bu kadın muhayyeredir: İsterse kitabet bedelini öder; isterse, mü­debbere olarak cariyeliğe avdet eder (= döner).

Kitabet bedelini ödememiş ve efendisi başka bir mal bırakmadan ölmüşse; bu durumda, o kadın muhayyeredir: Dilerse, kıymetinin üçte ikisini; dilerse kitabet bedelinin üçte ikisini öder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: Bunlardan en azı hangisi ise, onu öder." buyurmuşlardır.

Burada, bu miktarlar birbirine eşit olursa, kadının muhayyer ol­duğunda imamlarımız müttefikdirler. Hidâye'de de böyledir.

NevâziTde şöyle zikredilmiştir:

Ebû Bekir'den sorulmuştur:

— Bir adam kölesini kendisi üç gün muhayyer olmak şartiyle mü-kâtep yaptıktan sonra; onu müdebber eylese, onun müdebberliği, kita­betini bozar mı?                                     

İmâm şu cevabı vermiş

— Mü,debberliğin, mükâtebeliğini bozması uygun olmaz. Çünkü, adarn mükâtebi müdebber, rnüdebberi de mükâteb yapabilir. Bu iş, ki­tabete mani olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, iki kölesinden, her birini, bin dirheme mükâtep ede­rek; her birini diğerine kefil ettikten sonra; onlardan birisini müdebber eder; sonra da efendileri çok miktarda mal bırakarak ölürse; o müdeb­bere, malının sülüsünden (= üçte birinden) azâd edilir. Mükateblik hissesi —onun edasından müstağni olduğu için— efendisinin sağlığında azâd etmiş olması gibi sakıt olur (— düşer). Bu durumda vârisler, diğer mü-kâtebin borcunu, o ikisinin hangisinden isterlerse ondan alırlar.

Şayet müdebber öderse, diğerine, —azâd olmadan önce Ödemiş gibi— müracaat öder.

Şayet diğerinin bir malı yoksa, müdebber üçte birden azad olmuş olur. Diğerinin borcunu ödemeye gayret eder.

Şayet her ikisinin kıymeti üçyüz dirhem; kitabet bedelleri de, bin dirhem ise, müdebberin —mükatebden— hissesi bâtıl olur.

Onun kıymeti hususunda üçyüz dirheme itibar edilir. Çünkü o, en azıdır ve efendisinin hakkı-da odur.

Bu müdebberenin kıymeti üç yüz dirhemdir. Kitabet bedelinden' di­ğerinin hissesi ise, beşyüz dirhemdir Böylece yekûn sekiz yüz dirhem olur. Bunun üçte biri, ikiyüz altmış altı dirhemdir. Bunun üçte ikisi, — kıymetinden dolayı— müdebbere teslim edilir. Geride kalan üçyüz otuz .   dirhemi ödemeye gayret eder.

Bundan sonra mükâtebde kalan miktarı da müdebberden, vârisle­ri alırlar. Çünkü o, diğerinin kefilidir. Mükâtep olduğundan dolayı, bu alınmaz. Çünkü müdebber olmuştur. Tedbîrden önceki kalanı ödeme­ye çalışır.

Mükâtep ise diğerinin yerine —bu sebepten— kefil değildir.

Eğer her birinin kıymeti biner dirhem; kitâoetleri de bin dirhem olsaydı, müdebber kitabetdekini ödemeye gayret ederdi. Çünkü, orda fayda vardır.

Kitabet bedeli vadeli ise, kitabet bedelinin üçte biri düşerdi. Çün­kü, tedbîr sebebiyle üçte ikisi azâd olmuş oluyor. Bu durumda, vârisler için, onların üzerinde mükâtebe bedelinin üçte ikisi kalıyor. Vârisler, hangisinden dilerlerse, ondan alırlar.

Eğer müdebber öderse, dörtte üçü için diğerine müracaat eder. Kendi hissesi olan miktar beşyüz dirhemdir.

Eğer mükâtep ödeme yaparsa, dörtte biri için, müdebbere müra­caat eder. O da hissesinden kalan miktar ne ise odur. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir mükâtebe, bir kız doğurduktan sonra, o kız da, başka bir kız doğurur sonra da, efendi ortada olanı azâd ederse; ondan aşağıda olan (yani onun doğurduğu) kız da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, azâ-dedilmiş olur. '

İmâmeyn'e göre ise azâd edilmiş olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir mükâtebe, bir kız doğurur; o da büyüyüp irtidad ederek dâr-i harbe gittikten sonra, esir edilirse, o fey (= ganimet) olmaz. Tevbe edene kadar, habsedilrr veya öldürülür. Anası da böyle yaparsa, durum aynıdır.

Şayet mükâtebe, kitabet bedelini ödemeden önce ölürse; bu durumda hâkim, hapsedilmiş olanı çıkarır. O, anasının borcunu ödemeye selâhiyetlidir.

Mükâtebe, bir çocuk doğurduğunda, o doğan çocuk, anasını öl­dürürse, bu ana kendi ölmüş gibi olur. O çocuğa, cinayetinden dolayı bir şey gerekmez.

Şayet bu cinayeti, anası, bir başkasına karşı işledikten sonra ve ki­tabet bedelinden hiç bir şey ödemeden önce ölürse; o çocuk, hem kita­bet bedelini, hem de cinayet bedelini ödemeye çalışır. Eğer aciz kalırsa, bakılır: Şayet hâkim, onun velisinin cinayet bedelini ödemesine hükme­derse, o, o çocuk için borç menzilindedir. Bu çocuk, o borç için satılır.

Şayet hâkim, cinayet bedeli hükmetmezse; onun aczi sebebiyle —kadının hayatında âciz olduğu gibi— geçersiz olur ve bu hâkim hükmetmeden önce Ölmesi gibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta bir şahıs, bin dirhem kıymetindeki bir kölesini, bin dir­hem karşılığında ve onu aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar; ve bu hasta da ölürse, bu köle, o şahsın malının üçte birinden çıkarılmaz ve serbest bırakılır: İsterse, Kıymetinin üçte birini acilen öder; isterse, köleliğe avdet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hasta, kıymeti bin dirhem olan kölesini, bir seneye kadar, iki bin dirheme mükâteb ettikten sonra, bu hasta Ölür ve o köleden başka malı da bulunmazsa; vârislerin, onun iki bin dirhemini peşin, bin dir­hemini de vadeli ödetmeleri caiz olmaz, köleliğe döndürmeleri de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsıâ (R.A.)'a göre caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Üçte ikisini, hali hazırda öder; geri ka­lanı vadeli olur.
Şayet bin dirheme, bir seneye kadar mükâtep yapmış olsa ve bu kölenin kıymeti de iki bin dirhem olsaydı, o takdirde vârisler üçte ikisi­ni hali hazırda almaları; veya onu köleliğe döndürmeleri bı'1-ittifak ca­iz olmazdı. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam, kölesini sağlığında, bin dirhem karşılığında mükâtep kılar ve bu kölenin değeri de beşyüz dirhem olur; sonra da onu hastalığı hâlinde azad eder ve ölürse; o bir şey alamaz. Çünkü o, kölenin kıyme­tinin üçte birine selâhiyetlidir.

Keza, hastalığı halinde o mükâtebde olan alacağının tamamını ona bağışlasa, bu durumda o hürdür.

Bir adam, sıhhatli iken, kölesini mükâtep eder; sonra da, hasta­lığı ânında onu azâd ederse; o mukatep muhayyerdir: İsterse, kıymeti­nin üçte ikisini ödemeye çalışır.

Eğer efendisi ondan beşyüz dirhem almış; sonra da hasta olunca onu azâd eylemişse daha önce ödediğini saymaz; kalanın üçte ikisini öde­meye çalışır.

Bu, İmâmeyn'in görüşüdür.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise: "Eğer isterse, kitabeti feshedip, kıyme­tinin üçte ikisini ödemeye çalışır.

Şayet mükâtep, kitabet bedelinin tamamını ödemiş ve ancak yüz dirhemi kalmışsa; adam da hastalığında ona bağışlamış veya azâd et­mişse, o yüz dirhemin üçte ikisini öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, maraz-ı mevtinde (= ölüm hastalığında) bin dirhem değerindeki bir kölesini, bin dirhem karşılığında mükâtep yapar, ondan başka hiç bir malı da bulunmaz; sonra da, o mükâtebin bin dirheminin kendi yanında, emaneten bulunduğunu ikrar eder ve "onu, kitabetten sonra, emânet ettiğini" söyler; bu bin dirhem de kitabet dirheminin cin­sinden olur; daha sonra da hasta ölürse, bu ikrarı sülüs-ü malından (-malının üçte birinden) caiz olur.

Onun kitabet bedeli olduğunu irâde etmiş ve kitabet de sıhhati hâ­linde olmuşsa, mes'ele hâli üzeredir; bu durumdaki ikran, bütün ma­lından geçerli olur.

Şayet mükâtep; "Ben, yeni ve iyi dirhemler vermiştim; onu iste­rim." derse; buna hakkı yoktur.

Şayet hasta, "emanetin katkıntıh dirhem olduğunu" ikrar eder; ki­tabet bedeli de, taze dirhemler olur; adamın sağlığında da borcu bulu­nursa; onun ikrarına inanılmaz. Mevcut dirhemler, sağlığında, alacak­lılarına verilir. Ve mükâtepten kitabet bedeli alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, —sıhhatli iken değil de— hastalığı hâlinde, kölesini mükâtebe yapar ve başka hiç bir malı da bulunmaz; sıhhatli iken de vâ­rislerine izin verirse; vârisleri —diğer vasiyetleri gibi— icazetten de men edilir. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammet) (R.A.) Cami"de şöyle buyurmuştur:

Bir mükâtep, efendisinin sağlığında, ona bin dirhem borcunun ol­duğunu ikrar eder ve bu mükâtebi efendisi bin dirhem karşılığında mü­kâtep bulunur ve bu mükâtep, sıhhatli iken, bir yabancıya da bin dir­hem borcunun olduğunu ikrar eder; sonra da bu mükâtep hastalanır; yanında da bin dirhemi bulunur ve bu mükâteb o hastalıktan ölür; baş­ka bir malı da bulunmazsa, yanında bulunan bin dirhemi, efendisi ile yabancı arasında üç sehim olarak taksim edilip; iki sehmi efendisine, bir sehmi de yabancıya verilir.

Şayet mükâtep, sıhhatli iken ikrar eylediği o bin dirhemi efendisi­ne öder ve sonra ölürse, bu durumda, mükâtebin yanında olan bin dir­hem, yabancı olan alacaklının olur ve efendinin mükatebteki alacağı bâtıl' (— geçefsiz) olmuş bulunur.

Keza, bu mükâtep, borcunu ödemeden ölür ve tereke olarak bin dirhem bırakırsa, o yabancının olur.

Şayet mükâtep, kitabeti halinde, geride iki torununu bırakarak ölür­se, onlara yabancı alacaklı, efendisinden daha çok hak sahibidir. Efendi, kitabet bedelini onlardan alır. Çünkü onlar, baba makamına kâimdirler.

Şayet mükâtep, efendisine olan kitabet borcunun bir kısmını öde­miş ve onu da ölmeden önce il&"ar eylemiş ve sonra ölerek, geride oğlu­nun iki oğlunu bırakmışsa, —kftâbeti hâlinde— yine yabancı, efendisi­ne kalan borcundan daha haklıdır. Efendi, kalan alacağını, onun ço­cuklarından alır. Bu şahıs, mükâtebe ise, o da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtebin, —hâli sıhhatinde— efendisinde alacağı olur ve hastalığı halinde de, onu ikrar eder; sonra da bir mal bırakmadan ölür­se, sözü doğrulanmaz.

Bir adam, sıhhatli iken bir kölesini mükateb yaptıktan sonra, bu mükâtep, hasta hâlinde,' 'bir yabancıya, bin dirhem borcunun olduğunu'' ikrar eder; sonra da bu mükâtep, bin dirhemden başka bir mal bırak­madan ölürse; o takdirde, o bin dirhemi almaya, yabancı daha haklı olur.

Şayet efendinin borcu sıhhatli iken; yabancının borcu ise hastalı­ğında olursa; bu yukardaki mes'elenin hilafınadır.

Fakat, sıhhatli iken yapılan borcu, efendisinden başkasına olursa; hasta iken olan borcundan önce, yabancının, alacağını alma hakkı bu­lunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep, ölümü ânında "kölesi filanı mükâtep ettiğini ve onun kitabet bedelim ödediğini" ikrar ederse; bu sözü kabul edilmez.

Keza, hasta iken, "kıymetinden çok az şeye karşılık olarak mükâ-tep eylediğini" söylerse; bu da kabul edilmez. Kitabeti caiz olmaz. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirhem karlılığında mükâtep eder ve efen­disi, sıhhatli iken, ona bin dirhem borç verir; sonra da bu mükâtep bin dirhem tereke bırakarak ölür ve bu mükâtebin, bir de hür olan karısın­dan, hür olan çocukları bulunursa; bu durumda hâkim, o bin dirhemi, kitabet bedeli oiarak hükmeder; efendiye verilecek borcu baki kahr.

Eğer, başkası tarafından azad edilmiş oğulları varsa; bu durumda baba, çocuklarının velâlarmı ona çeker.

Şayet mükâtep, tereke olarak bin dirhemden fazla bırakmış ise, onu efendisi borcuna mukabil ahr.

Tereke daha da fazla olursa; o da vârislere safredilir. Mohıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [13]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..