10- AKAR KONUSUNDA YAPILAN SULH VE BUNUNLA İLGİLİ MES'ELELER

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yurdun kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde,  taraflar yurttan bir eve karşılık anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma, —iddia edilen şahsın (= da'vahnın) başka bir yurdundan belirli bir eve karşı yapılmış olması halinde— caizdir.

Bu anlaşma, dava edilen yurttan belirli bir eve karşı yapılırsa, davacının davası kabul edilir mi? Ve geri kalan yurt hakkında getireceği beyyinesi geçerli olur mu?

Şeyhu'l-İslâm Şerhı'nde: "Eğer anlaşma, o yurttan belirli bir ev üzerine yapılırsa; bu durumda, bu davacının davası dinlenilmez." buyurmuştur.

Zahiru'r-rivaye budur.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu davacının davası dinlenir.'' buyurduğunu rivayet etmiştir.
Şeyhu'1-İmâm Zahirüddin de bununla fetva vermiştir.

Şayet iddia edilen zat (= davalı) iddia edeni (= davacının) iddiasını doğrularsa, bütün rivayetler birleşir ve o zaman evin kalan kısmının da davacıya teslim edilmesi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir yurdu iddia ettiği halde, onun neresi olduğunu belirtmez ve aynı yurttan belirli bir ev üzerine veya başka bir yurttan bir ev üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Davacının iddia eylediği yurdun belirli bir evine karşı, taraflar/ anlaşma yaparlar, sonra da, iddia sahibi beyyine ibraz ederek "yurdu? tamamının kendisine ait olduğunu" söylerse, zahiru'r-rivayede geri/ kalanı almak için getireceği beyyinesi kabul edilmez.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu davacının beyyinesi kabul olunur." buyurduğunu'nakletmiştir.

Bu durumda, o yurdun tamamı, ona hükmedilir.

Eğer iddia sahibi beyyine ibraz edemez; fakat iddia olunan şahıs onu tasdik ederse, bu durumda da yurt, iddia edenin olur ve davalının sahih olur, yurdu iddia edene teslim etmesi emredilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasının yurdundan belirli bir ziraat iddia ettiğinde, iddia olunan zat ile, buna karşı belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, alimlerimize göre bu sulh caiz olur.

Şayet başkasının elinde olan yerden, iddia olunan şahsın ( = davalının) hissesi üzerine anlaşma yapılır ve bu durumda davacı (= iddia 'eden), iddia olunanın (= davalının) hissesini biliyorsa, bütün bu sulh, bütün alimlere göre caizdir.

Eğer müşteri, satıcının hissesini bilmiyorsa veya satıcı da, müşteri de —her ikisi de— bitmiyorlarsa, bu satış caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'nin kavli budur.

Anlaşma da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu şekildeki satış caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, davalı (= iddia olunan zat) onu inkar eder ve davacı dirhemler üzerine anlaşma yaptıktan sonra, davalı iddiayı doğrular; davalı da anlaşmayı bozmak ister ve:  "Ben, senin inkarın sebebiyle anlaşma yaptım." derse, bu durumda da anlaşmayı bozmaya hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin yerinde hak iddia ettiğinde, o yerin üzeinden su kanalı götürmek veya oraya duvar yapmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh batıl olur.

Eğer bir vakit tayin etmezse, bu böyledir. Şayet bir sene veya daha çok bir zaman takdir ederlerse, bunda alimler İhtilaf etmişlerdir;

İmâm Kerhî: "Bu anlaşma caiz olur." buyurmuştur. Fakiyh Ebû ^aferise: "...Caiz olmaz." demiştir.

Şayet bir adam, diğerinin arsasında bir hak iddia eder buna karşılık onun suyundan bir ay arazisini sulamak üzere anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin evinde bir hak iddia eder ve bu davalının o evin üzerinde bir sene gecelemesi üzerine anlaşma yaparlarsa, kitapta "bunun caiz olduğu" yazılıdır. Bazı alimler: "Bu, tavan dam kapalı olursa böyledir; değilse tavanı icarlamak caiz olmadığı gibi bu da caiz olmaz." demişlerdir.

Bazı alimler ise: "Bu anlaşma, her haliyle caiz olur." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın elinde, bir ev bulunduğunda, diğer birisi onda hak iddia eder ve ev birinin, tavanı da diğerinin olmak üzere anlaşma yapar­larsa, üzerinde bina olmaması halinde, bu anlaşma caiz olmaz.

Eğer üzerinde bina varsa, o zaman altı birinin üstü de diğerinin olmak üzere yapılan anlaşma caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, bir yer iddia ettiğinde, iddia olunan zat buna karşılık, bir kölenin bir sene hizmet etmesi üzerine anlaşma yaparsa, bu sulh caiz olur. Davacı anlaşma yapılmış olan köleyi alıp evine götürür.

İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî şöyle buyurmuştur:

"Köleyi evine götürür demekle, onu misafir olarak götürür denmek istenilmektedir. Onunla murad, "köyündeki evine götürür." demektir.

Şeyhu'l-İmâm Serahsî, şöyle buyurmuştur:

Hizmet sahibi burda, "misafir etmeye götürüyorum." der ve o köleye, hizmeti karşılığında ücret öder. Muhıyt'te de böyledir:

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yerde hak iddia ettiğinde, ö yer hakkında "bir evde, daimi kalmak üzere" veya "ölene kadar" diye anlaşma yaparlarsa,  bu sulh  caiz olmaz.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, bu davacı ile davalı o evin muayyen (= belirli) bir yerinde bir müddet oturmak üzere, anlaşma yaparlarsa bu sulh caiz olur. Sonradan, bu davacı, davalı ile o yerde oturmak üzre yapılan anlaşmanın yerine, dirhemlere karşı anlaşma yapsa bu da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, taraflar, aralarında "ev sahibinin, bir seneye kadar bu evde oturması ve sonra bu evi iddia eden şahsa vermesi" şartıyle bir anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Borçlu bir sene o evde oturacak sonra iddia edene teslim edecek diye anlaşma yapılırsa bu sulh caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia eder ve elinde bulunan şahıs ile "beş yıl ekip biçmesi üzerine" anlaşma yaparlar ve "sonunda da o yerin iddia eden şahsın olacağını" kararlaştırırlarsa bu anlaşma caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin yurdunda bir hak iddia ettiğinde, yurt elinde bulunan şahıs ile bir müddete kadar, bir köle veya bir hayvana karşılık anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma fasid olur. Bu anlaşma ister ikrar üze­rine yapılsın, isterse inkar üzerine yapılsın müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev satın alıp, onu mescit yaptıktan sonra, başka bir adam da gelerek "o evde, hakkı olduğunu" iddia eder ve sonra ara­larında anlaşarak, o yerin umûma ait mescit olmasını isterlerse, bu anlaşma caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir yurt üç kişinin elinde bulunur ve her birinin elinin altında, —ayrıca— bir menzil ve sahası olur; o hususta davalaşırlar ve her birinin tasarrufunda bulunan yer, hükmedilmeden önce, aralarında ortak mal olur; yarısı birinin, diğer yarısı da ikisinin olmak üzere anlaşma yapar­larsa, bu sulh caiz olur.

Keza, onlardan birisi, ortağının elinde bulunan yerin yarısının, kendisinin olmasını şart koşarsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Yurt iki kişinin elinde bulunur ve bunlardan her biri, yurdun kendinin olduğunu iddia ederse, bu yurt aralarında, yarı yarıya hükme­dilir.

Şayet aralarında üçte ikisi birine, diğer üçte biri de diğerine olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Yurt, bir adamın elinde bulunduğu halde, oradan bir yerde başka birinin elinde bulunur ve bu şahıslardan birisi: "Yurt, benimle senin aranda yarı yarıyadır.*' der; diğeri de: "Bilakis tamamı benimdir." derse; bu durumda, diğer şahsın bulunanın yarısı, tamamını iddia edenin olur. Saha da, aralarında yarı yarıya ortaktır.

Eğer, hükümden önce, aralarında anlaşma yaparlar ve yurdun, yarı yarıya veya üçte ikisi birine, üçte biri de diğerine olmak üzere anlaşırlarsa, bu sulh caiz olur.

Keza, hükümden sonra anlaşırlarsa, yine caiz olur.

Şayet onlardan biri, evin alt katında, diğeri ise üst katında olur ve onlardan her birisi, evin tamamını iddia etmekte olursa, her biri, elinde olana sahip.olur. Sahaya da yarı yarıya ortakdırlar.

Eğer, hükümden önce veya sonra anlaşma yaparlar ve "üstte otu­rana, alt kat ile sahanın yarısı; altta oturana da, üst kat ile sahanın yarısı olacak" derlerse, bu sulh da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, bir duvar hakkında davaya tutuştuklarında, aralarında, "onu yıkarak üçte birini birisi, üçte ikisini de diğeri yapmak, masrafı da ikisine aynı riisbette olmak, üzerinin ağacını da aynı nisbette koymak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh anlaşmaları caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin, üst katını iddia ettiğinde, o kat hakkında belirli bir yer üzerine, veya başka belirli bir evin üst katı üzerine anlaşma yaparlarsa, işte bu da caizdir. Çünkü, bu durumda meçhulden ma'lum üzerine anlaşma yapılıyor demektir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir yerin binasını iddia ettiğinde,  bu ev karşılığında, bedel olarak belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Keza, eğer binanın yarısını iddia ederse, (Şöyleki: İki kişi, bu yeri gasbedip bina yaptılar; yansı birinin, yarısı da diğerinin olduysa) burda da anlaşma caizdir.

Bir koyunun ayaklarım veya bir kölenin gözlerini iddia eylemek bunun hiîafınadır; bunlardan sulh caiz değildir. Muhiyt'te de böyledir.

İki kişi,  bir adamın elindeki yeri iddia ederek:  "Bura, bize babamızdan miras kaldı." derler; yer elinde bulunan şahıs ise, bunu inkar eder; sonra da o iki kişiden birisi, kendi hissesi için yüz dirheme anlaşma yapar ve arkadaşı da o yüz dirheme ortak olmak isterse; bunu yapmaya hakkı olmaz. Diğeri de o evden bir şey alamaz. Ancak beyyine ibraz ederse, o zaman alır.

Şayet birisi, bütün dava için yüz dirhem üzerine anlaşma yapar ve kardeşine teslim etmeyi söyler; teslim de ederse, anlaşma caiz olur ve yüz dirhemin yarısını alır.

Kardeşi izin vermezse, yine davası geçerli olur.

Ev elinde olan şahıs da, diğerinin verdiği yüz dirhemi ona reddeder. (= geri verir.) Mebsût'ta da böyledir..

İki adamın her birinin, elinde bir ev bulunduğunda, bu şahıs­lardan herbiri, diğerinin elinde bulunan evi iddia eder ve bundan dolayı da, "her biri, diğerinin evinde oturmak üzere" anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişiden her biri, diğerinin evini iddia ederler; sonra da bu şahıslar  isimlendirmeden  elinde  olanı diğerine teslim etmek  üzere, anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evi iddia ettiğinde, bu evden dolayı belirli dirhemler karşılığında, diğerinin de bir kür buğday vermesi şartı ile anlaşma yaparlarsa; bu anlaşma, iddia edenin evi iddia olunana terk etmesi şartiyle yapılmışsa, bu durumda dirhemler de, bir kür buğday da iddia olunan şahsa aittir.

Eğer buğday bizzat ise, hiç şüphesiz anlaşma caizdir.

Eğer buğday bizzat değil de, zimmette ise, şayet buğdayın taze veya orta halli yahut engin diye belirtilmiş oiması halinde, anlaşma yine caiz olur. Bu durumda buğday, ister peşinen ödensin, isterse vadeli ödensin farketmez.

Eğer buğdayın vasfı belirtilmemişse, bu anlaşma, bütün ev hakkında batıldır.

Eğer anlaşmada buğday, iddia ediciden, dirhemler de iddia olunan şahıstan olacak diye, şart koşulmuş, buğday da bizzat var ise, bu durumda da anlaşma caizdir.
Eğer buğday bizzat yok da zimmette ise vasfının belirtilmiş olması ve selemin bütün şartlarının da bi'1-ittifak mevcut bulunması halinde (Şöyleki: Buğday va'deli, verilecek yer belli, buğdayın karşılığının kaç dirhem olduğu da belli olursa) anlaşma tamamen caizdir. Bu durumda dirhemler, aynı mecliste peşinen ödenir veya buğdaya tahsis edilir diye şart koşulur ve o meclisten, dirhemlerin tamamı teslim alınmadan ayrıhnırsa, buğday hakkındaki anlaşma batıl (= geçersiz) olur.

Şayet buğdayda bütün şartlar mevcut olmazsa (Şöyleki: Ödenecek yer belli edilmez ve buğdayın dirhem karşılığı bildirilmezse) İmâm Ebû Hanîte (R.A.)'ye göre, dirhemler hakkındaki anlaşma —ister peşin, ister vadeli olsun— batıl olur.
İmâmçyn'e göre, eğer re'sü'1-mâl peşin ise, bu durumda tamamı hakkında anlaşma caizdir.

Eğer peşin değil ise, sadece buğday hakkındaki anlaşma geçersizdir.

Eğer buğday hakkında bir vade koymazlarsa, bütün alimlere göre, dirhemlerden bedel buğdayın hissesi batıldır.

Bu durumda anlaşma batıl olur mu?

Bu mes'ele ihtilaflıdır: İmâmeyn'e göre, bu anlaşma eğer buğday vasıflı ise, caizdir.

İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.)'ye göre ise, eğer buğday iddia olunana, dirhemler de iddia edene aitse, bu anlaşma caiz değidlir.

Şayet, buğday bizzat mevcutsa, sulh tamamı hakkında caizdir.

Eğer buğday zimmette ve vasıfları belli ise, Cevap bizim yukarıda söylediğimiz gibidir.

Eğer buğday iddia edenden, dirhemler ise iddia olunandan ise, yine dediğimiz gibidir.

Bu, eğer anlaşma iddia eden şahıs davasını bırakacaksa böyledir.

Fakat anlaşma, iddia eden şahsın, iddia olunan şahıstan evi alması üzerine yapılmışsa, mes'ele hali üzerinedir.

Şayet buğday ve dirhemler, iddia eden şahıs tarafından ise veya bir kür buğday iddia olunandan da, dirhemler iddia edenden ise, bu durumda cevap, önceki fasılda olduğu gibidir.

Bu söylediklerimiz, eğer buğdayın tamamında vade konulmuşsa böyledir.

Fakat, buğdayın bir kısmında selem miktarınca vade varsa, hakkında anlaşma caizdir.

Buğdaydan vadeli olan kısım —akdin caiz olması için— dirhemlere çevrilir. Davalı (= iddia olunan zat) evden bedel, belirli bir hayvan üze­rine davacının (= iddia edenin) bir kür taze buğdayı vadesiz vermesi karşılığında anlaşma yaparsa bu —bir kür buğday, vasfı belirtildiği halde mevcut olmazsa (Zira zimmette olan,, ölçülebilen'şeyler, ne zaman dirhemler ve dinarlara karşılık olurlarsa, o zaman bedel olurlar.) bu sulh caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda, bedel ile satın almak —ister peşin ister vadeli olsun, vasıfları belirtildikten sonra caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ev hakkındaki davasından dolayı bir kür orta halli buğday karşılığında anlaşma yaptıktan sonra; o buğday karşılığında belirli olmayan bir kür arpaya anlaşma yapsa, bu caiz olur. Mebsût'ta da

böyledir.

Ev davasından dolayı, dirhemler üzerine anlaşma yapıldığında, anlaşma bedelini peşin almadan taraflar birbirlerinden aynhrlarsa, bu durumda, bu anlaşma bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir yer hakkındaki davasından dolayı, şahitler tayin etmeden ve hudud belirtmeden anlaşma yapsa veya belirsiz olan bir yer hakkındaki   davasından   dolayı   anlaşma   yaptıktan   sonra,   bir   yer hakkında davacı olup onu, anlaşma yaptığı yerden başka bir yer sansa; davalı da: "Bu, anlaşma yaptığın yerdir." dese, anlaşma reddedilir ve dava yeniden geri döner. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin duvarındaki ağaç atım yerinin kendisine ait olduğunu veya kendisinin yolunun bulunduğunu yahut tarlasında su kanalının olduğunu iddia eder; davalı da bunu inkar eder sonra da belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Çünkü, bu durumda meçhulden, maluma karşı anlaşma yapılmıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Komşusu tarafına kapı veya penceresi olan bir adamı, komşusu dava eder; belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparlar; ve davalı bu dirhemleri, dava açmaması için komşusuna verirse, bu anlaşma batıl olur.

Keza, aralarında kapı veya pencere bulunan komşularından, bun­ların sahibi, onları kapatmak üzere, diğerinden belirli dirhemler alsa bu sulh batıl olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir parça yer satın aldığında, onu satan şahıs, sonradan bu yeri bir başkasına da satar ve bu ikinci müşteri, o yeri alır; önceki de dava etmek ister ve ikinci müşteri: "Benimle anlaş; belirli bir mal al; bu yeri bana bırak." der; o da öyle yaparsa; bu anlaşma caiz olur. Ve o yer, ikinci alanın mülkü olur. Bu şart üzerine satın aldığı için, verdiğini geri alma hakkı olmaz. Hizânetü'l-Müftm'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin tarlasında ziraat iddia ettiğinde, tarla sahibi, buna karşılık, belirli dirhemlerle anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet tarla iki kişinin olur ve ikisinin de o tarlada ekilmiş şeyleri bulunur; bir başkası da iddia da bulunur; bunlar da onu inkar ederler ve onlardan birisi, yüz dirhem vermesine karşılık, ziraatın yarısını iddia edene vermek üzere, anlaşma yaparsa, ekili şeyin yetişmiş olması halinde, bu anlaşma caiz olur. Eğer yetişmemiş ise, anlaşma caiz değildir.

Ancak diğer ortağı razı olursa, o zaman caiz olur.

Bu, ziraatla birlikte yerini de teslim etmek üzere yapılan anlaşmaya muhaliftir; o şekildeki anlaşma caiz olur.

Şayet ziraatın tamamı bir adamın olur, başka bir adam da gelerek, onu iddia eder ve iddia eden şahıs, davalıya —yeri hariç, o ziraatın yansını teslim etmek üzere— dirhemleri verirse, mahsûlün yetişmiş olması halinde anlaşma caiz olur. Yetişmemişse, anlaşma caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir topluluğun ortak bir kanalı bulunduğunda, onu kazmak, menfezlerini yenilemek veya üzerine köprü yapmak üzere, masrafları aralarında ortaklaşa olmak şartiyle anlaşma yapmaları halinde bu anlaşma caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın gölgeliği veya helası büyük bir yol üzerinde olduğunda halk onun kalkması için dava eder ve hela sahibi, onların davalarından vaz geçmeleri ve o helanın yerinde kalması şartiyle, belirli dirhemlere karşılık anlaşma yapsa; işte bu anlaşma caiz olmaz. Bu hela, ister, taze; ister eski olsun; isterse hali bilinmesin farketmez.

Şayet imam (= devlet yöneticisi) dava eder ve o gölgeliğin sahibi, onun yerinde kalması için, belirli dirhemler üzerine anlaşma yaparsa; imam da onun vereceği malda, müslümanlarm maslahatının olduğunu bilir ve o malı hazineye alırsa, —bu gölgeliğin kimseye zararı olmaması halinde— bu anlaşma caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer davacı, gölgeliğin kalkması için mal verirse, o gölgeliğin eski olması halinde, bu anlaşma caiz olur. Eğer yeni ise caiz olmaz. Sahih olan budur.

Şayet hali bilinmiyor, davacı da dirhemleri onun yıkılması şartıyle vermişse; bu anlaşma caiz olmaz.

Eğer gölgelik sahibi, davacıya o gölgeliği yıkıp kaldırmak üzere dirhemler vermek için anlaşma yaparsa, işte bu anlaşma caizdir. Gölgeliğin durumu nasıl olursa olsun, bu hüküm değişmez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer gölgelik, başkalarının gelip geçilmediği hususi bir yolda olur ve dava sahibi, gölgelik sahibinden bir miktar dirhemler alıp, onu yerinde bırakmak üzere anlaşma yaparsa,  —gölgeliğin eski olması halinde— bu sulh caiz olmaz.

Eğer gölgelik yeni olur; davacı da o sokak sakinlerinden olmadığından, o gölgeliğin altında oturma hakkı olmayan biri olursa, bu durumda anlaşma oturma hakkı olan bir şahsın ona dava için izin ver­mesine kadar durdurulur. Eğer, izin verilirse, anlaşma caiz olur; izin verilmezse, caiz olmaz.

Eğer gölgelik sahibi, davacıdan dirhemler' alıp, o gögleliği kaldırmak üzere anlaşma yapmışsa, —gölgeliğin eski olması halinde— bu anlaşma caizdir. Eki değil de yeni ise, veya hali bilinmiyor ise, yine bu anlaşma sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, kendi mülkünde hurma ağaçlan olur ve bunların kökleri komşusunun arsasından çıkar; o komşu da, bu kökleri kesmek ister, hurma ağacı sahibinin, o kökleri kesmeyip bırakmasına karşılık bu komşusu ile belirli dirhemlere anlaşma yapması caiz değildir. Komşusu, o kökleri kesmesi için, hurma ağacının sahibine, dirhemler vererek anlaşma yapması da caiz değildir; batıldır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın yerinde bulunan hurma ağacının ken­disine ait olduğunu iddia eder; davalı şahıs da bunu inkar eder; sonra da, inkar bu ağacın o seneki meyvesi, davacının olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olmaz. Çünkü, bu anlaşma meçhul üzerine yapılmıştır; yok üzerine yapılmıştır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam meşelikte, diğerinin elinde bulunanların kendisine ait olduğunu iddia eder; ve meşelik sahibinin, bir sene, o meşeliğin avını davacıya vermesi şartıyle anlaşma yaparlarsa; o meşelikte bulunan av hayvanlarının meşelik sahibinin mülkü olmaması halinde, bu anlaşma, hiç bir durumda caiz olmaz.

Eğer mülkü (= malı) ise (Şöyleki: O av hayvanını, meşelik sahibi yakaladıktan sonra -ormana bırakmış ve onu avlamaksizm yakalama imkânına sahip olursa) bu durumda, anlaşma caiz olur. Şayet avla-maksızın yakalama mümkün olmaz ise, anlaşma sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, şüf'ası bulunan bir yeri, satın aldığında, o yerin şefisi ile  şüf'a hakkından  vaz geçmesi  üzere,  belirli  dirhemlere  karşılık anlaşma yapması halinde, şüf'a batıl olur; mal da gerekmez. Şayet mal almış  olursa,   onu,   geri  vermesi  gerekir.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Eğer müşteri, o şefi ile,."bir ev verip, şefinin de belirli bir bedel vermesi" üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Mebsut'ta da böyledir.

Şayet satın alınanın yansını veya üçte birini yahut dörtte birini almak üzere, geri kalandan şüf'a hakkını terk etmek üzere, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir evde şüf'a hakkının bulunduğunu iddia ettiğinde, müşteri, onunla "başka bir evi, dirhemler karşılığı vermesi, diğerinin de şüf'a hakkını bırakması" üzerine anlaşma yaparsa, bu sulh caiz değildir; fasiddir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir ev satın alır; başka birisi de "o evde, şüf'a hakkının olduğunu" iddia eder ve "bu evin yansını, bedelin yansına karşılık vermek şartıyla" davasından vazgeçmek üzere, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Başka bir evin yarısını, aynı şekilde vermek üzre anlaşma yapsalar bu da caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir yer satın aldığında; şefi, şüFa hakkını önce teslim eder; sonra da bu şefi, şüf'a hakkını teslim ettiğini inkar eder ve müşteri ile bedelin yarısına, evin yarısını vermek üzere anlaşma yaparsa, bu caiz olur.

Keza, istekten sonra, şefi' ölür; sonra da müşteri, şefiin varisleri ile, "bedelin yarısına, evin yarısını vermek üzere" anlaşırsa, bu anlaşma caiz olur. Eğer müşteri ölür de, aynı şekilde müşterinin varisleri anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ortaklar ve komşu, şüf ada dava etseler ve aralarında yarı yarıya alıp, onu da müşteriye teslim etmek üzere anlaşma yapsalar, bu da caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [17]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..