Bir kimse, ailesinden olan bir şahsın yanma, herhangi bir şeyi emanet bırakabilir. Kendisine emanet bırakılan şahıs, emanet bırakan şahsın ailesi, çocuğu veya ana-babası olabilir. Ancak, bunun için bun­ların müttehem olmamaları ve dolayısiyle emaneti koruma   hususunda korkulmaması gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir ailenin yanma konulmuş bulunan bir emanetten, o aile sorumludur.

Aile ise, aile reisi ile beraber, bir evde yaşayanlardır. Bu aile ~fetle­rinin nafakası, aile reisinin üzerine olsun veya olmasın müsavidir. Fetâ­vâyi Suğrâ ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mesken ehli için, ancak, aile reisinin karısı, küçük çocukları ve kölesine itibar edilir. Küçük oğul, eğer ailesinden olmaz ise, ona bırakı­lan emaneti baba tazmin etmez. Fakat, bunun için küçüklerin emaneti korumaya kadir olması şarttır.

Koca bir evde, karısı da başka bir evde durur ve bu koca, karısına nafaka vermez; bu durumda da bu kadına emanet bırakılırsa, kocasına tazminat gerekmez.

Köle, ailenin içinde değilse, kü çü k çocuk menzilindedir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, kölesine, hizmetçisine veya ailesinden büyük oğluna, bir emanet bırakırsa, tazminat gerekmez. Attabiyye'de de böyledir.

Büyük oğul ailenin içinde olmazsa, verilen emanet zayi olunca, bu oğul onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bu hususta, ana ve baba, —aile fertlerinden olmaları şart kılınana kadar— yabancı gibidirler. Hulâsa*da da böyledir.

Bir adam, hayvanını başkasının yanma emanet bırakır ve onu, karısına vermeden men eder; bu şahıs ise, o hayvanı kadına teslim eder ve bu hayvan kadının yanında zayi olursa, kendisine emanet bırakılan şahıs o hayvanı tazmin etmez. Muzmarât'ta da böyledir.

Nafakası her ay üzerine vacib olan, fakat evinde oturmayan kim­selerin yanında zayi olan emanti, o ailenin   reisi   tazmin   eder. Attabiyye'de de böyledir.

İmâm Timurtâşî ve İmâm Hatvânî, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

Bir kimse, bir şeyi, —kendi ailesinden olmayan— vekiline veya ailesinden olmayan emin bir şahsa emanet bırakınca, bu şahıslar, —zayi olması halinde— onu tazmin etmezler.

Fetva bunun üzerinedir. Nihâye'de de böyledir.

Çarşı ahalisinden biri,    namaz için dükkanından çıktığında o dükkânında emanetler bulunur ve namaz kılana kadar, o emanetler zayi olursa, dükkan sahibi, onları tazmin etmez. Çünkü o, koruyucudur; zayi edici değildir. Bu durumda, o şey emanet bırakılmış sayılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, müfaveda veya man ortağına yahut ticarete izinli köle­sine veya evinden ayrılmış bir köleye, bir şeyi emanet verir; o emanet de zayi olursa, yanında zayi olan şahıs onu tazmin etmez.

Keza, ortak olan iki sarraftan birisi, diğerine bir emanet bırakır; o da, bu emaneti kesesine veya sandığına kor; arkadaşı "onu, muhafaza etmesini" söylediği halde, bu şahıs keseyi taşırken, o emaneti zayi olursa; kendisine emanet edilen şahıs, bunu tazmin etmez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adamın iki karısı ve rjer ikisinin de yanında başka kocadan birer oğlu bulunduğunda, bunlar beraber aynı evde oturmakta olurlarsa, onların zayi eylediği emaneti evin reisi tazmin etmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Emanet bırakacak zat, emanetin suya gark olmasından korkup onu başka bir gemiye naklederse, tazminat yapmaz.

Şayet zaruretten dolayı, emanet malı çıkarırsa (şöyleki: Evinde yangın çıkar; emanet malın yanmasından korkar; veya emanet malı gemide olur ve hırsızın çalmasından korkar yahut buna benzer bir hal olursa)   bu   durumlarda   başka   birine   verdiği   takdirde,   tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şeyhu'l-İslâm Hâher-zâde şöyle demiştir:

Evin etrafını ateş sarınca, orada bulunan emanet malı, başka bir yere nakletmekle tazminat gerekmez.

Ateş evin etrafını sarmamış olsa bile, tazminat gerekmez. Hak olan da budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bu, o malı oradan çıkarmada zaruret olduğu zaman böyledir. Eğer, zaruretsiz çıkarılır ve bu emanet de ikinci elde —ikinci adam, birinci adamdan ayrılmadan önce zayi olursa, bu durumda da hiç birine tazminat yokdur. Bu hilafsız böyledir.

Eğer ikinci adam, birinciden ayrıldıktan sonra zayi olmuşsa, —hilafsız olarak— birinci zat onu tazmin eder.

îkinci zat için ihtilaf vardır: İmâmeyn'e göre tazminat gerekir. tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de bö/.-Jir.

Şayet, önceki zat öderse, emaneti bırakan şahıs, ikinci adama müracaat edemez. İkinci adam öderse, bu ödeyen şahıs, birinciye müra­caat eder. Müzmarât'ta da böyledir.

Eğer emâneti ikinci zat zayi edere, bil icma onu tazmin eder.

Bu durumda emanet sahibi, muhayyerdir: İsterse öncekine, isterse ikinciye tazmin ettirir.

Eğer öncekine ödetirse, o da ikinciye müracaat eder.

Şayet ikinciye ödetirse, o birinicye müracaat edemez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Emâneti alan zat, zaruretten dolayı, o emaneti, bir yabancıya verir ve "Evinde yangın olduğunu" iddia ederse; Kudûrî: "Beyyinesiz, sözü doğrulanmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli budur. Ve bu İmâm

Ebû   Hanîfe   (R.A.)'nin   kıyasıdır."   demiştir.   Tatarhâniyye'de   de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Eğer, emanet sahibi, emanet bıraktığı şahıs söylemeden, onun evinin yandığını biliyorsa, diyecek bir şey yoktur. Şayet bilmiyorsa, emanet bırakılan şahsın sözü beyyinesiz tasdik edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Alimlerimize     göre,     emanet,     bir     başkası    tarafından gasbedildiğinde, bu gasıbın yanında zayi olursa, tazmin edilir. Bu durumda, emanet sahibi muhayyerdir: Dilerse emaneti gasbedene ödetir, O zaman, bu şahıs kendine emanet bırakana müracaat edemez. Emaneti bırakan zoraki alana müracaat eder. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Camii Kebîr' de şöyle zikredilmiştir:

Ticaretten men edilmiş bir kölenin yanma, emaneten bir mal bırakıldığında bu köle, o emaneti kendisi gibi, başka bir köleye emanet eder ve o mal zayi olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, birinci köle azad olduktan sonra, onu tazmin eder. Veya hali hazırda, ikinci köle tazmin eder. Esahh olan kavilde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazmin etmez; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, emariet sahibi hali hazırda, kölelerin hangisine isterse ona ödetir.

Şayet, bu mal, üçüncü bir köleye emanet edilirse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, birinci ile üçüncüce tazminat yoktur. Bunu hali hazırda, ikinci köle tazmin eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, emanet sahibi, onlardan hangi­sine isterse, ona ödetir. Yenâbi"de de böyledir.

Bir adam, karısına bir emanet bıraktıktan sonra onu boşar ve kadının iddeti bitene kadar, o emaneti kocasına geri vermez; bu emanet de kadının yanında zayi olursa, bu kadın onu öder mi?

Bazı müteahhirîn alimleri: "Öder. Çünkü, onu geri vermesi gere­kirdi." demişlerdir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Emânet alan şahsın evi yansa ve bu şahıs o emaneti bir yabancıya teslim etse; tazminatta bulunmaz.

Kurtulduktan sonra, onu sahibine teslim etmez, o emanet de, bu yabancının yanındazayi olursa, bu durumda onu tazmin eder.

Kâdîhân ise: "Tazmin eylemez." buyurmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye' de de böyledir.

Tecrîd*de şöyle zikredilmiştir:
Emaneti alan şahıs, o emaneti, başkasına verir ve verdiğini iddia ederse, sözü tasdik olunmaz. Emaneti veren şahıs, ona yemin verir. Eğer emanet, emanet verilen şahsın evinde ise, onu muhafaza ile mükelleftir. Bu şahıs, emanet sahibinin izni alınmadan, emaneti evinden çıkarırsa, onu tazmin eder. Tatarhâniyy6'de de böyledir.

Emanet bırakılan adam, emaneti başkasının evine bırakır, o da, onu muhafaza ederse, tazminat gerekmez. Hizânetü'I-Müfön'de de böyledir.

Kendine   emanet   bırakılan   adam,   Öleceği   zaman,   emaneti komşusuna bıraksa ve emaneti bırakırken de ailesi fertlerinden hiç kimse olmasa, tazminat gerekmez. Mültekıt'te de böyledir.

Kendisine emanet bırakılan adam, evini birine icara verir; bırakı­lan emanet de o evde bulunur ve bu evin anahtarı her ikisinin de elinde olursa, emanet zayi olunca, onu tazmin eder. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, emaneti karısına veya kölesine, —güvenilir kişiler olduğu için— bırakırsa, bu durumda, o emaneti tazmin etmez. Şayet bunlar,   güvenilir  kişiler  değilse,  o zaman emaneti   tazmin   eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, içersinde emanet bulunan dükkanına, kölesini oturtur; o emanet de oradan çalınır; sonra da bu kölenin efendisi, emanetin bir kısmını kölenin elinde bulursa, efendi o köleyi satar. Eğer bunun böyle olduğuna dair beyyinesi varsa, isterse kölenin bedelini alır; isterse satışı bozar. Eğer beyyinesi yoksa, emanet bırakan şahıs, o efendiye yemin verir. Eğer yemin ederse, sözü sabit olur. Şayet yemin etmezse, burada iki yön vardır: Eğer müşteri efendiyi doğrularsa, efendinin sözüne inanılır. Eğer inkâr ederse, emanet sahibi, emanetini efendiden alır. Hizânetü'l-Müftîn'nde de böyledir.

Şehrin valisi, nehrin kenarını kazdırdığında, bir adam da, oraya birşey bıraksa, o zayi olunca, oraya bırakanın malı olarak zayi olur. Mültekıt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [6]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..