Hâin İhanetle Geberir
Sultan 2. Mahmud'un vefatıyla Osmanlı tahtına Abdülme-cid Hân çıktığında sadaretde Hüsrev Paşanın yaşlı ellerine geçince, bu ihtiyar paşa ile arası haylice açık olan Kapdan-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, bu sadnazamın hayatına kastedeceği korkusuyla, hem kendini hemde bir lokmacık kalmış Osmanlı donanmasını götürüp, devlete asî olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya teslim etmişti. Mısır'da ise, Hüsrev Paşanın 2. Mahmud'u öldürttüğünü, Abdülmecid'i tahta çıkardığını yayarken, genç padişahında, buna mükafat olarak Hüsrev Paşayı sadarete getirdiğini yaymıştı. Mısır'da bu dedikoduya inanmayanlar ile bunu yaymaya çalışan Ahmed Paşa taraftarları arasında çatışmalar bile çıkmıştı. Kap-tanıderya Ahmed Fevzi Paşa, yeni bir lakap kazanmış, artık adı Hâin Ahmed Paşa olmuştu.
Bu arada da Abdülmecid Hân, babasının tarzını bırakmış Mısır meselesinin çözümünü sulh ve sükunet İle çözmeye yönelmişti. Çünkü Nizip mağlubiyetinin üzerine, hain Ahmed'in donanmayı kaçırması ve o günlerdeki baş düşmana teslim etmesi böyle bir kararın alınmasına yeterde artardı bile. Bu hâin hakkında, çalışmamızın deniz hare-kâtları hakkında en birinci kaynağımız olan, merhum Afif Büyüktuğrul Amiral, eserinin 2. cildinin 389. sahifesinde bu kapdan-ı derya hakkında şu malumatı veriyor eserine koyduğu dip notta: "Derya kaptanının gerçek adı Ahrrfet Feuzi'dir. Kendisi de Girit'li-dir. İstanbul'a geldikten sonra kayıkçılıkla işe başlamış bir kısım Giritlilere hulul ederek dalkavuklukla askerlik mesleğine girmiş ve hassa müşirliğine kadar yükselmişti. Derya kaptanlığına Sultan Mahmud'un son günleri olan ("Sultan Mahmud'un vefatına daha iki sene var! m.h), 10/Ka-sım/1836'da atanmıştı. Mehmed Ali ayaklanmasında donanmasıyta Akdeniz'e çıktığı sırada 3/Temmuz/1839 günü Sultan Mahmud' un öldüğünü haber almış ue yeni sadrıaza-mtn kendisine karşı husumetini biidiği için, donanmayı içindeki askeriyle birlikte Mısır'a gidip Mehmed Ali'ye teslim olmuştu. Sultan Meclt'in tahta çıkmasıyla beraber Osmanlt-Mı-sır sorununun alevlenmesinde bu olayın etkisi büyük olmuştur. Bu hâin kişi sonunda Mısır'da cariyeleri tarafından zehirlenerek öldürülmüştür." Demektedir. Böylece donanmasının uğradığı bu ihanetle deryalarda ne yapabilirdi dev-let-i âliye? İşte kara ordusunun niçin en mühim unsur olduğu burada kendini belli ettiği görülür. Çünkü, saldıramazsan sa-vunma-yı kara kuvvetleri ile yaparsın. Muhterem okurum; donanmanın en mühim unsuru denizlerde hâkimiyeti sağlaması ve ülkenin ticaret gemilerinin, gerek başka devlet, ge-reksede korsan gemilerine salmış olduğu korkuyla emniyet içinde seyirlerini yapabilmesini temindir. Biz de ise umumiyetle donanmamız, yükselme dönemlerinde saldırı vasıtası olmak üzere,tereddi devrimizde de, savunma mekanizması olarak kullanıldığından, üretime yarayan bir unsur olmamıştır. Bunu temin için elzem olan, donanmayı her yönüyle büyütmek, her yönüyle güçlendirmek üretim aracı haline getirmek için hiç tehire düşmeden yapmak, bunun için para harcamak olmalıydı. Fakat devlet adamları bunu idrak ediyor-larsada, şu sözleri işi berbad ediyordu: "Paramızmı var ki,donanma yapalım?"
1839'da söylenen bu sözler bir takım karanlık zihniyeti! insanların saplanıp kaldığı bahanelerdi. Nitekim daha sonra Sultan Aziz padişah olduğunda donanmaya gecesini gündüzüne katarak dünya üçüncüsü yapmaya uğraşırken kulağına duyurulan, israf sözcüğü idi. Vatan müdafaasının en mühim unsuru donanma imârı, israf kelimesiyle tavsif olunursa, o ülkenin düşman karşısında müdafaasını temin edermi, israf sözü? Ancak bu karanlık adamlar her zaman vardır. O günlerde var olanların devamını biz 1970'lerin sonrasında da qördük, bir görüş çıkmış, ağır sanayii, harp sanayii, uçak sanayii, fabrikalar yapan fabrika, kaliteli eleman yetiştiren mektepler, savaş levazımatı diye ufuklar açarken, ithalatçıların ve montajcıların tâbir-i diğerle makarnacılar ve gazozcuların cevabı olmayıp, bu teklifleri karanlık oda yaklaşımları ile makaraya sardırıp, gayeyi mizaha çevirmeleri şeklinde olmuş, söylenene bakacaklarına söyleyenin inancıyla, edasıyla, sadasıyla uğraşma yolunu seçtiler. Halbuki; 1974'de Kıbrıs barış harekâtı esnasında elde edilen başarı, 1963 Kıbrıs olaylarından sonra askeri tersanelerimizde ürettiğimiz çıkartma gemilerimizin oynadığı rol ne kadar büyük ve mühim oldu. Halbuki 1963'derı evvel çıkarma ge mimiz olmayıp, şahinliği meşkuk olan, Mersin limanından bir gemiye vinçle yüklenmeye çalışılan bir tankın vinçten düşmesi sonunda denize düşmesi bu çıkarma gemilerini yapmanın kararının alındığını sağlamıştır. Amma ne olmuş, 1970'lerin başında Milli Görüş anlayışı ile ortaya çıkanlar, bu sloganlarını milletin varması gereken hedefler olarak siyasi rakiplerine, hatta şahsi düşmanlarına bile kabul ettirmişler ve 1980 sonrasında askeri yönetim dahi bu istikamette yürümüş ve daha sonra F-16 uçakları da imal edilmeye başlanmıştır. 1950'den evvel toplu iğne yapamayan ülkemiz 1980 sonrasında uçağın imalini gerçekleştirmiştir. Tabiiki uçak sanayiine önem veren Mehmed Nuri Demirağ'ı kurduğu fabrikayla yaptığı uçaklar, kurduğu mekteplerde yetiştirdiği sivil pilotlarla millete verdiği hizmeti minnetle yâd ederken ve bunları 1930'lu yıllarda gerçekleştirmeyi de ayrıca takdir gerekir. Öte yandan, milli görüş zihniyetinin mimarı Prof.Dr. Necmeddin Erbakan'ın Kıbrıs savaşı sırasında uçuşa çıkarılamayan bir kaç uçağın neden uçmadığını sorması ve elektronik arıza var cevabı aldiğında, târnir ediniz emri verdiğini buna yine cevab olarak, elektronik bölümleri tamire selahiyetimiz yok, ABD'den teknisyen geiip tamir ediyor diye kendisine verilen cevaba, Er-bakan, ben size bu selahiyeti veriyorum, tamir ediniz der. Elektronik teknisyeni bir başçavuş mühürlü kutuyu açıyor, arszaya bakıyor ki gördüğü sadece altmışbeş kuruşluk bir pilin tükenmiş olduğudur. Pil değiştirilir ve anza giderilir. Uçak havalanır Kıbrıs üzerine; zulme son, adalete kapı açmak için üstüne düşeni yapmak üzere. O güne kadar böyle pil arızaları üzerine uçamayan tayyarelerimizi uçurtmak için, ABD'ye ne haraçlar ödemişiz demekki. Bütün bunları 1975'de Baye-zid'de Beyaz Saray'daki yayınevimi ziyaret etmiş bulunan adını unuttuğum o teknisyen emekli başçavuş anlatmıştı. Bu bakımdan Prof. Erbakan'ı gösterdiği fleksibite bakımından tebrik ve takdir, târih yazmaya gayret eden bir insan olarak, üzerime terettüp eden bir vazifedir.
Öte yandan donanması zayıf olan ülkemizin kontrolü altında bulunan boğazlar dünya siyaset arenasında daha da önem kazanıyordu.Bu önem kazanma ise, devlet-i âliyenin lehine olmuyordu tabiiki. Bu bakımdan dünya devletlerinin boğazlar üzerindeki taleplerini zayıflayan donanmamız çoğaltmaya sebeb teşkil ediyordu. Bu bakımdan Cumhuriyet donanmasının da mutlaka pek kuvvetli olarak teşekkül ettirilmesi bu talepleri belki de ta- mamen ortadan kaldırmaya yetecektir. Türk Târih Encümeninin bültenlerinden bir tanesinde Prof. Hikmet Buyurun imzası ve "Boğazlar Sorununun Bir Evresi" başlığı altında çıkan bir yazıda ki bu yazı Rus gizli belgelerine dayanıyordu. Balkan savaşında Osmanlı devleti boğazları kapayınca Rus ticareti 11,5 milyon altun zarara uğramıştı. Bu zarar da Çarlık Rusya'sını, artık kişisel olarak boğazları almak kararına götürmüştü. Boğazların kapanması Rusya'y1 yıllık olarak 11 milyon ton gemi geçtiği jçin zarara uğratmıştı. Bu gün (1981 yılı) boğazlardan yıllık olarak 250 milyon ton Rus ticaret gemisi geçmekte olduğu qöz önünde tutulursa, boğazlar sorununun ne kadar değer kazandığı hemen anlaşılır. "Şeklinde söz edilen mezkûr yazı aünümüze mühim bir misal olarak Amiral Büyüktuğrul'un değerli eserinin 2. cildinin 297. sahifesinden alınılanarak dikkatinize sunulmuştur. Boğazların ehemmiyetini eski reisicumhurlardan Fahri Sabit Korutürk amiralin şu görüşü ayrıca ortaya koyması bakımından ehemmiyet arzettiğinden bu noktai nazarı özetlemeğe çalışalım: "Boğazlar bölgesinin aşağı yukarı birbirine dikey iki aksamı (mihveri) vardır. Anadolu'yu Rumeli'ye bağlayan mihverine boğazlar bölgesinin kara aksamı Karadeniz'i Ege yoluyla Akdeniz'e bağlayan aksamına da boğazlar bölgesinin deniz aksamı denebilir. Bunlardan kara aksamını teşkil eden husus Türkiye'nin iç meselesidir. Sonunda devletin toprak bütünlüğünü teşkil eder. Deniz aksamı yâni Karadeniz'i Akdenize bağlayan aksam dünyayı alakadar eden bir meseledir.
Konular
- Hüseyin Avni Paşanın İstihbaratı
- Valide Şefkati'nin Sonucu
- Sultan Abdülaziz'in Şahsiyeti
- Taht'ın Esareti
- Diplomatik Tesbitler!
- Medrese Talebesi
- Sultan Aziz Hakkındaki Fetva
- İngilizlerin Dizbağı Nişanı
- Sultan Aziz'in Özellikleri
- Kutay'ın Kaleminden Hâl Ve Katl
- Sultan Abdülaziz'in Hanımları Ve Çocukları
- Abdülaziz Hân'ın Sadrıazamları
- Abdülaziz Hân'ın Şeyhülislâmları
- Abdüllaziz Hân'ın Muasırları
- Hâin İhanetle Geberir
- Büyük Devletlerin Deniz Staratejileri
- Henry Feliks Wood
- Abd Deniz Stratejisi
- Alman Deniz Stratejisi
- Fransız Deniz Stratejisi
- SULTAN V. MURAD HAN
- Sultan Azizin Mektubu
- Feriye Sarayına Nakli
- Kardeş Yüreği
- Abdülaziz'lilere Çete'ce Yapılanlar!
- Abdülaziz Hân'ın Cenazesinde
- Sultan 5. Mürad Hastalanıyor
- Çerkeş Hasan Vak'ası
- Yüzbaşı Çerkeş Hasan Bey'in Seng-İ Kitabesi