Müfettişin İhmâli Varmı?

Hüseyin Hilmi Paşa; Rumeli genel müfettişliği uhdesindey-ken vazifesinde bir kusur görülmemekle beraber İttihad ü Te­râkki cemiyetinin, masonların ağuşunda neşvünema bulma­sında, engelleyici rol oynadığına dâir bir çaba gösterdiği ileri sürülemez. Orhan Koloğlu Bey; Abdülhamid'in başşehirde masonların tepesine öyle siyasi tarzda bindiğini beyan eder-ki, cidden fevkalâde bir tesbittir ve de Abdülhamid'çe alına­bilecek tedbi rin böyle olabileceği herkesin takdir edeceği hususattandır.

Cennetmekân masonların içinde ve dışında aldığı tedbirler sayesinde nefes alışlarını Yıldız Sarayında duymaktaydı. On-'ann yapacağı çalışmaları devamlı iane yapmaya dönük işlere yönlendiriyordu. Siyasete dönük işlere kalkıştıklarında başlarına açacağı gaileyi çeşitli sebeb ve yollarla aba altın­dan soba göstererek hatırlatıyordu. Bir çok zevat vede bun­lardan mason olmalarına ne lüzum nede inanç bakımından gerek duyacak kimselerin masonluğa girdiğini görüyoruz. Bunların başında da Sultan Hamid'in dünürü olan, Plevne kahramanı Müşir Gazi Osman Paşa, dini bütün bir mü'min olmasına rağmen girdiği mason derneği sandalyesinde, pa­dişahın eli-kulağı olarak bulunma ile görevliydi. Kıymetli araştırıcı ve Osmanlıdan yana olduğunu hiç bir zaman söyle-meyen Prof. Orhan Koloğlu, tarafsız görüntüdeki hüviyetiyle doğru bir tesbit olarak ileri sürmüştür. Orhan Koloğlu hoca bu tesbitinin hemen arkasından da ilâve eder: İstanbul'da padişah hazretleri, masonları bir hayır derneği mesabesinde tutmayı başarırken taşrada vede bil hassa baikan vilâyetle­rinde haylicede, elviye-i selâsede masonlar cirit atıyor, jön-türk anlayışına yatak ve dayanak olmak suretiyle me'şum plânlarını adım adım tatbik zımnında yol almaya başlamış­lardı. Hüküm olarak söylemek gerekirki, bir hukukşinas olan Hüseyin Hilmi Paşa, Selanik, Manastır, Yanya velhasıl bütün Rumeli yakasında ittİhad cemiyeti hafi'yesinin yaptığı teşki­latlanma, sabotaj, suikastlarına engel olabilecek vasıf tan noksan olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İşin diğer bir fecaati ise; Bulgar komitecileriyle, Makedon­ya meselesi münasebeti ile Yunan palikaryaları ile yaptıkları çatışmaların sonunda şehid düşen savunmacı silah arkadaş­larını fazla düşünmez, kendilerini uğraştıran hasımların, ken­di ellerinden koparmaya çalıştıkları toprakları, dörtyüz şu kadar senedir bizimdi, diye düşünmeyip, benim burada ne işim var"? Psikozuna girmiş olmaları, İslâm fetih anlayışında­ki, insan ve adalet, medeniyet ile inanç hürriyeti getirme emellerini, artık kendi şuurunda bile taşımayan köksüz ve ruhu desteksiz kalmış bir muharip haline gelmelerinden kay­naklanmış ti. Bu ampirikçi, pozitivist anlayış, 1880 sonrası maarif sistemimizin ve askeri mekteplerimizin, Prusya disip­lini adı altında, masonların kucağına düşmüş ve de bir hayli yerli ve yabancı öğretim üyelerinin tedris ettiği derslerin da­yandığı farklı anlayışın ürünü olarak görmek o dönemin ye-tişdirdiklerine iftira sayılmaz. Çok kültürlü, şâir ruhiu, dış gö­rünüşe Önem veren, mevki ve makama haris, dini ibadetlere soğuk entellektüeller, kendilerini şarkın münevverleri değil, garbın şark'a memur ettiği medeniyet elçileri gibi görmeye başlamışlardı.
Bilindiği gibi Hüseyin Hilmi Paşanın genel müfettiş unva­nıyla balkanlardaki vazifesi meşrutiyetin ilanıyla son bulmak iktiza ederdi. Ne varki o hay huy içinde üç ay daha devam etti. Daha sonra 1908'de 36 bin krş maaşla dahiliye nâzında oldu. Ülkenin karıştığı bölgenin umum müfettişi, sonunda is­teklerinde muvaffak olan bölgeye hâkim bulunan ittihatçı as­ker ve sivili, şüphesizki altı yıla yakın sürdürdüğü müfettişlik unvanı ile asayiş dahil, her şeyi tam yetki ile teftişe selahiyeti ve ayrıca da buna muktedir tecrübe ve askeri güce sahib ol­duğu halde, paşaların postane kapılarında vurulup öldürül­düğü, katil genç mülazımın elini kolunu saliıyarak kaçıp git­mesi ve ismi bilindiği halde ele geçirilememesi, muhalif gü­cün dereceİ ahvalini belirttiği gibi en selahiyetii sivilin kılına halel gelmemesi üstüne üstlük, bahse konu cemiyetin üze­rinde gölgesi olduğu kabinede, dahiliye vekâletine getirilme­si, esnay-ı görevde zâtın, ne şiş yansın ne kebâb kabilin den görev yaptığına işaret ederde, ne var ki sonunda milletimiz bu bâziçede yandı gitti küi oldu. Dünya müslümanlarının boynu bükülü kaldı.
Reval Mülakatı adıyla bilinen bir toplantı yapılmış ve bu toplantıya Rus Çar'i 2.Nikola İle İngiltere kralı 7.Edward, Re­val deniz kasabasında buluşmuşlardı. Konuştukları husus İn-giliz-Rus birlikteliği ve Almanya karşıtlığı idi. Ancak Alman­ya'yı ürkütmemek içinde konuşulanların Makedonya mese­lesi olduğu, gerek Rusya gerekse İngiltere mesulleri tarafın­dan efkârı umûmiyeye lanse edildi. İttihatçılar lanse edilen Makedonya meselesini görüşüyoruz yalan haberine mal bul­muş mağribî gibi sarıldılar ve Osmanlı paylaşılmakta bunu meşrutiyet kurtarır velveleleriyle ortalıkta haylice gürültü ko­parttılar. T.Yıl maz Öztuna Bey, kıymetli eseri Büyük Türkiye Tarihinin 7. cildinin 216. sahifesinde aynen şunları söyleye­rek, İttihatçıların yaygaralarının iç yüzünü ortaya seriyor: "..İttiahtçılar İngiltere ile Rusya'nın Türkiye'yi paylaşmaya karar verdiklerini,rejimin devrilmesinden başka hiç bir şeyin bu paylaşmayı önleyemeyeceğini yaymıya başladılar.

Böyle bir şey bir defa mantıkân imkânsızdı. Başta Alman­ya olmak üzere diğer büyük devletlerin kesin muvafakati alınmaksızınİngiltere ve Rusya, Türkiye'ye karşı hiçbir pay­laşma teşebbüsüne geçemezlerdi, ikiye ayrılan Avrupada da büyük devletlerin ittifak edebilmeleri tamamen imkânsızdı. Ancak Türkiye'de ortam, bu basit siyasi meseleleri bile kav-uyabilmekten uzak olduğu için, Reual'de Türkiye'nin payla­şılma kararı alındığı hâlâ bâzı yeni yayınlarda geçmektedir. Halbuki, Reval mülakatının zabıtları artık yayınlanmıştır ve bu zabıtlarda,Türkiye'nin paylaşılması üzerinde bir tek keli­me yoktur."

Görülüyorki; değerli okuyucularımız İttihatçılar bir asılsız İstihbaratın, Özellikle şüyuu sağlanan bilgileriyle hareket et­mişler ve Reval'i kendi ihtilâllerine basamak yapmışlardır. Aynı kadro daha sonra babıâlî baskınını yaparlarken, sadrazam Kâmil Paşa'yı Edirne'yi düşmana veriyor, o karan im­zalamaktan men için hareketi yaptık diyorlar. Fakat ne he-yet-i vükelâ böyle bir şeyi konuşmuş, nede Kâmil Paşa böyle bir kâğıd imzalama dığı sonradan ortaya çıkmış, ancak işin başka bir tasavvuru oiduğu vâki ise de, bunu bahsi geldiğin­de açıklarız. Ancak, Öztuna Bey'in Reval'de Türkiye payla­şılması yoktu demesi de pek fazla iyimserlik, çünkü her bel­ge, bir başka hakikatin setr edicisidir diye bakılması târih il­minin bilhassa diplomatik vak'alarda daha da fazla gerek­mektedir diye düşünüyorum. İttihatçıların, Osmanlıyı bitiren önlenemez yükselişi, masonların ağuşûnda gerçekleştiğin­den, üst seviyedeki mason olup aynı zamanda İttihatçıların ileri gelenlerinden bir kaçının meselâ Emanuel Karaso, Talat Bey (Paşa), Manyasîzâde Refik Bey gibilerin işin hakayıkmadan haberleri vardır belki de böyle bir açıklamayı bu vesile ile yaptırmak ayaklanmaya sebeb teşkil ettirmek, Talat Bey gibi cidden serdengeçti ve komitacı bir şahsın akledip yaptır­makta tereddüt etmeyeceği işlerdendir. Cebinde bomba taşı­yıp, daha sonra başvekil olmuş bir politikacı yoktur tâaki as­kerler hâriç.
Bütün bunların sonunda Sultan 2.Abdülhamid, Avlonyalı Ferid Paşanın halvetde anlattıklarından sonra tatile soktuğu meclis-i mebusanı, milletin meşruti idareye alışabilecek kı­vama geldiği bahanesini kullanarak, yeniden mer'îyete koy-mağa karar verdiğini açıkladı böylecede, mason-siyonist-itti-hatçı üçgeninin plânladığı kanlı bir ihtilâlle padişahı devirme zevkini kursaklarında bırakmayı başardı. İstifa eden Avlon-yalı Ferid Paşa da yeri ni Küçük Said Paşa'ya teslim etti. Ay-nı zamanda 1897 savaşından beri Seraskerlik makamında bulunan Mehmed Rıza Paşa vazifeden alındı yerine Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Müşir Ömer Rüşdü Paşa getirildi.
Rumi/10/Temmuz/1324-miIâdî 23/Temmuz/1908'de meşru­tiyet İlân edilmiştir.
Sultan Hamid'de bu İlânı yapmakla karşısındakilerin bütün kozlarını elinden şimdilik almaya muvaffak olmuş, millet ve Orduy-u Hümayun mensuplarının bir avuç bölümü hâriç, pa­dişahım çok yaşa diye bağırmaktaydılar. Yıldız Sarayı önleri­ne gelip tezahürat yapıp ömrünün uzun olmasına dua ediyor­lardı. Bu arada otuz yılı aşkın süren dönemin haklı-haksız sürgüne gidenleri, hapislerde olanları bir aff-ı umûmiye nail ediliyorlar bu sebeble de, bu gibi insanların evlâd ü iyâlleri de padişahın bu lütfûna teşekkür ediyordular. Dikkat edilme­si gereken bir husus ise gazetelerde yer alan yazılar umumi­yetle, gizli teşkilat ittihatçıların bu oluşun banisi, Enver ve Niyazi Beylerin bu işin müncî'i olduğu kafalara çakılmağa gayret ediliyordu. Tabiiki karakter bakımından maluliyeti olanlar duruş ve davranışlarında değişiklik meydana getiri­yorlar, kimisi devr-i istibdadın menhus kimseleri olmalarına rağmen saf değiştiriyorlar yalanlarla efkâr-1 umumiyeyi bu­landın yorlardı. İlân-ı meşrutiyetten bir müddet evvel Bur-sa'ya sürülmüş olan Fehim Paşa'aha li tarafından linç edil­mişti. Adlan hafiye'ye çıkanlar büyük sıkıntılara uğruyorlar-dı. Şimdi biz, meşrutiyetin ilânından sonra "Babıâli'nin İçyü­zü" adıyla kaleme alınmış bir risaleyi ilk defa Osmanlıca'dan latinize edip, bir miktarda sadeleştirerek sahifemizi süsle-yelim diyoruz. O günlerin sıcaklığı içinde yazılanları öğren­miş olalım.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..