İstibdad Ve Tagallüp
Malum olduğu üzere; istibdad ve tagallüp politikası evvelemirde hükümete düşmandır Bütün kuvvetleri ve meşruiy-yetin yâni kanuniliğin gücünü düşürmek ister. Böyle yaptığı takdirde ferman ferma yâni dediğim dedik, çaldığım düdük diyebilir! Şevket-İ güçlendirmek, kudreti muhafaza edebilmek için istibdad'a, elastiki vicdanlı, en kan dökücü işleri yapmaya hazır vasıtalar, aç ve haris her türlü cinayetleri yapmaya hazır gönüllüler lâzımdır
Babıâli'yi büsbütün ortadan kaldirmakda ne caiz ne de kabil idi.. Tam tersine görüntüde yaşayan bir müessese hüviyeti vermek, avrupanın nazar-ı dikkatini, kuvvei kanuniyye ve idari kuvveti babıâlî'de göstermek lüzu muna hükm olunmuştu. Öyle bir babıâlî'nin varlığına hükmolunuyordu ki, pa-ravanlık etsin, ortaya çıkacak kusurlar ona yüklensin! Eblehçe olduğu kadar da câniyane olan bu hattı harekâtı takip etmek için istibdadın bu son zulmünü, kuruluşundan beri evvelemirde tanıdığı bilhassa tanımadığı kimseleride mihenge vurmuş, namuslu kabul edilen her ferdi, kalburdan geçirdikten sonra hâlâ yola gelmek istidadını gösteremiyenlerden icab edenleri sürgün ederek yurd dışına kovmak, icâb edenleri mahv ve ifna yâni perişan edip yok etmek gerçekleştirilmiş, işlenen suçlarda ortaklıkları esasında muhakkak olan kimseler üst makamlara geçirilmişlerdir.
Ancak insanlığın tabiatı ne kadar derin bir zillet çukuruna düşerse düşsün, zaman zaman faziletli davranışlara dönmeye eğilim gösterir. İnsanın; fenalığa karşı isyan emareleri göstermesi şânındandır! Nitekim seçimleri ne kadar ustaca ve iyice tetkik edildikten sonra yapılsa bile,mütegallibe idaresi seçicileri, kendilerinden mutlak olarak beklediği mutlak itaate sokamamış, seçiciler de zulüm ve istibdada karşı mukavemet ve çatmak değilse de, defalarca tereddüt ve çekingenlik gösterdiklerine şahid olunmuştur.
Hülasa ederek beyan edelim ki; Said Paşa 3. defa sadaret mevkiinde bulunduktan sonraya girdiği yolun vahametinin sıkıntı ve tehlikesini gözönüne alarak, veya uzun müddet tazyik altında kalmaktan dolayı boğulan vicdanının son bir teyakkuz ve intibahı neticesi olarak bir aralık terk-i vazife ile ingiltere sefaretine ilticaya lüzum hissetmişti.
Daha evvel Berlin konferansı andlaşmasının yapılmasından sekiz sene sonra, 1301/18- 85 senesi 6/eylülünde Ru-rnelişarkî meselesinin zuhurunda, Yıldız sarayında bir Özel meclis toplanmış ve otuzaltı saat müzakereden sonra, Said haşada ortaya oy birliğiyle kararlaştırılmış bir mazbata koymağa muvaffak olmuştu. Bu mahut mazbata bir zarfa konup, zarf mühürlenirken, mektep sıralarını yeni terk etmiş nevzuhur kâtip Reşid Bey, arz-ı endam etmiş ve seraskere bir pusula uzattıktan sonra mazbatayı alıp, süratle bir göz attıktan sonra pek büyükçe hayret içinde kalmış ve yazının beşde dördünü sildik-ten sonra yerine dört-beş satır yazı yazmış ve sadrıazama dönüp: "Paşa! Efkârı şahane şu merkezdedir! Zâten serasker paşaninda. aynı fikirde olduğuna şüphe yok! Bu mealde bir mazbata kaleme alınsın." demek suretiyle bir heyulây-ı mezalim, fecî bir kâbus gibi odadan çıkıp gitmiştir.
Hazirun bu muammalı elemin hâl çâresini bulmak üzere serasker'e dönmüşler; o kızarmış, sol eliyle sakalını tutmuş, sağ eliyle burnunu kaşımış, sonunda sahte bir sesle: "Ordunun sefere girmek üzere hazır bulunmadığını meselenin savaşmadan düzeltilmesine çârelerin aranması" gereğini bildirmiş ve Said Paşa ancak: "Fakat bu balkanların suret-i katiyyede kaybı demektir. Hem daha şimdi bizimle birlikte aynı rey beyanı dahilinde bulundunuz! Bir kaç dakika içinde böyle bir değişikliği meydana getiren kuvvet nasıl bir şeydir? Diyebilmiş ve merak ettirici sahne neticesinde kabine düşmüş ve Said Paşa sıkı bir tarassuda yâni gözetlenmeye alınmıştır.
Said Paşa; eskidenberi her şekil ve renge girmiş ve de elastikiyeti ile tanınmıştır. Hâttâ Midhat Paşanın mahkemesi münasebetiyle adından sık sık bahsedilen kimselerdendir. Fakat sonunda Said Paşa kimbilir servet sahibi olduğundan mı, yoksa muvakkat bir vicdan sızlamasıyla mı nedir? Midhat Paşa meselesinde biraz hassas davranmışsa da, büahire yoluna devam etmekte bir beis görmemiştir.
Son otuzüç sene zarfında Said Paşa'dan başka on kadar sadrıazam gelmiş ve bunlardan bir kısmı hayatlarını fecii surette tamamlamışlardır. Said Paşadan sonra sadaret Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşaya verilmiştir. Paşa bu sadaretini beş sene devam ettirmiştir. Kâmil Paşa bu vazifede beş sene kalırken, gizli hafiye teşkilatına hayli kolaylıklar göstermiştir. Başhafiyelik görevini ise gayriresrm olarak kendisi uhdesine almıştır. Kâmil Paşa her tür işini bİlmekde de darbı misal ol-muştur(!) Hal böyleyken Kâmil Paşa da dünyalığını, evlâd ve ahfadının yâni çocuklarının, onların çocuklarının da azığını hazırladıktan sonra ahali fırkasına katılmıştır veya Ahrar adı ile anılan partiden addolunmuştur. Bu halkçılığı, Sultan 2. Abdülhamid'e bir ıslahat lâyihası sunmasına kadar varmıştır. Bu layihanın belkemiğini saray adamlarının devlet işlerine müdehale etmemelerini öngörmesi teşkil ediyordu.
Hakikaten mabeynciler yâni sarayın memurları sivil olsun asker olsunlar hükümet ve devlet adamlarıyla rekabete girişmiş omuz omuza yol alıyorlardı. Müessesei milliye, babıâlî erkanından birine bir münasebetle sekiz yüzbin frank (takriben bu günkü paramızla 160 milyar.M.H) hediye verdiğine göre mabeyn erkanının aynı münasebetle neler neler aldığı duyulmuş idi. Fakat; "eglonuvar" nişanını taşıdığı Almanya'nın bilhassa İngiltere'nin müdehale ve himayeleri olmasaydı ıslahat hakkındaki layihası yüzünden şimdiye kadar Kâmil Paşanın da bir sürgün* yerinde hayatını tamamlayacağı kesindi.
Babıâli'yi büsbütün ortadan kaldirmakda ne caiz ne de kabil idi.. Tam tersine görüntüde yaşayan bir müessese hüviyeti vermek, avrupanın nazar-ı dikkatini, kuvvei kanuniyye ve idari kuvveti babıâlî'de göstermek lüzu muna hükm olunmuştu. Öyle bir babıâlî'nin varlığına hükmolunuyordu ki, pa-ravanlık etsin, ortaya çıkacak kusurlar ona yüklensin! Eblehçe olduğu kadar da câniyane olan bu hattı harekâtı takip etmek için istibdadın bu son zulmünü, kuruluşundan beri evvelemirde tanıdığı bilhassa tanımadığı kimseleride mihenge vurmuş, namuslu kabul edilen her ferdi, kalburdan geçirdikten sonra hâlâ yola gelmek istidadını gösteremiyenlerden icab edenleri sürgün ederek yurd dışına kovmak, icâb edenleri mahv ve ifna yâni perişan edip yok etmek gerçekleştirilmiş, işlenen suçlarda ortaklıkları esasında muhakkak olan kimseler üst makamlara geçirilmişlerdir.
Ancak insanlığın tabiatı ne kadar derin bir zillet çukuruna düşerse düşsün, zaman zaman faziletli davranışlara dönmeye eğilim gösterir. İnsanın; fenalığa karşı isyan emareleri göstermesi şânındandır! Nitekim seçimleri ne kadar ustaca ve iyice tetkik edildikten sonra yapılsa bile,mütegallibe idaresi seçicileri, kendilerinden mutlak olarak beklediği mutlak itaate sokamamış, seçiciler de zulüm ve istibdada karşı mukavemet ve çatmak değilse de, defalarca tereddüt ve çekingenlik gösterdiklerine şahid olunmuştur.
Hülasa ederek beyan edelim ki; Said Paşa 3. defa sadaret mevkiinde bulunduktan sonraya girdiği yolun vahametinin sıkıntı ve tehlikesini gözönüne alarak, veya uzun müddet tazyik altında kalmaktan dolayı boğulan vicdanının son bir teyakkuz ve intibahı neticesi olarak bir aralık terk-i vazife ile ingiltere sefaretine ilticaya lüzum hissetmişti.
Daha evvel Berlin konferansı andlaşmasının yapılmasından sekiz sene sonra, 1301/18- 85 senesi 6/eylülünde Ru-rnelişarkî meselesinin zuhurunda, Yıldız sarayında bir Özel meclis toplanmış ve otuzaltı saat müzakereden sonra, Said haşada ortaya oy birliğiyle kararlaştırılmış bir mazbata koymağa muvaffak olmuştu. Bu mahut mazbata bir zarfa konup, zarf mühürlenirken, mektep sıralarını yeni terk etmiş nevzuhur kâtip Reşid Bey, arz-ı endam etmiş ve seraskere bir pusula uzattıktan sonra mazbatayı alıp, süratle bir göz attıktan sonra pek büyükçe hayret içinde kalmış ve yazının beşde dördünü sildik-ten sonra yerine dört-beş satır yazı yazmış ve sadrıazama dönüp: "Paşa! Efkârı şahane şu merkezdedir! Zâten serasker paşaninda. aynı fikirde olduğuna şüphe yok! Bu mealde bir mazbata kaleme alınsın." demek suretiyle bir heyulây-ı mezalim, fecî bir kâbus gibi odadan çıkıp gitmiştir.
Hazirun bu muammalı elemin hâl çâresini bulmak üzere serasker'e dönmüşler; o kızarmış, sol eliyle sakalını tutmuş, sağ eliyle burnunu kaşımış, sonunda sahte bir sesle: "Ordunun sefere girmek üzere hazır bulunmadığını meselenin savaşmadan düzeltilmesine çârelerin aranması" gereğini bildirmiş ve Said Paşa ancak: "Fakat bu balkanların suret-i katiyyede kaybı demektir. Hem daha şimdi bizimle birlikte aynı rey beyanı dahilinde bulundunuz! Bir kaç dakika içinde böyle bir değişikliği meydana getiren kuvvet nasıl bir şeydir? Diyebilmiş ve merak ettirici sahne neticesinde kabine düşmüş ve Said Paşa sıkı bir tarassuda yâni gözetlenmeye alınmıştır.
Said Paşa; eskidenberi her şekil ve renge girmiş ve de elastikiyeti ile tanınmıştır. Hâttâ Midhat Paşanın mahkemesi münasebetiyle adından sık sık bahsedilen kimselerdendir. Fakat sonunda Said Paşa kimbilir servet sahibi olduğundan mı, yoksa muvakkat bir vicdan sızlamasıyla mı nedir? Midhat Paşa meselesinde biraz hassas davranmışsa da, büahire yoluna devam etmekte bir beis görmemiştir.
Son otuzüç sene zarfında Said Paşa'dan başka on kadar sadrıazam gelmiş ve bunlardan bir kısmı hayatlarını fecii surette tamamlamışlardır. Said Paşadan sonra sadaret Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşaya verilmiştir. Paşa bu sadaretini beş sene devam ettirmiştir. Kâmil Paşa bu vazifede beş sene kalırken, gizli hafiye teşkilatına hayli kolaylıklar göstermiştir. Başhafiyelik görevini ise gayriresrm olarak kendisi uhdesine almıştır. Kâmil Paşa her tür işini bİlmekde de darbı misal ol-muştur(!) Hal böyleyken Kâmil Paşa da dünyalığını, evlâd ve ahfadının yâni çocuklarının, onların çocuklarının da azığını hazırladıktan sonra ahali fırkasına katılmıştır veya Ahrar adı ile anılan partiden addolunmuştur. Bu halkçılığı, Sultan 2. Abdülhamid'e bir ıslahat lâyihası sunmasına kadar varmıştır. Bu layihanın belkemiğini saray adamlarının devlet işlerine müdehale etmemelerini öngörmesi teşkil ediyordu.
Hakikaten mabeynciler yâni sarayın memurları sivil olsun asker olsunlar hükümet ve devlet adamlarıyla rekabete girişmiş omuz omuza yol alıyorlardı. Müessesei milliye, babıâlî erkanından birine bir münasebetle sekiz yüzbin frank (takriben bu günkü paramızla 160 milyar.M.H) hediye verdiğine göre mabeyn erkanının aynı münasebetle neler neler aldığı duyulmuş idi. Fakat; "eglonuvar" nişanını taşıdığı Almanya'nın bilhassa İngiltere'nin müdehale ve himayeleri olmasaydı ıslahat hakkındaki layihası yüzünden şimdiye kadar Kâmil Paşanın da bir sürgün* yerinde hayatını tamamlayacağı kesindi.
Konular
- Potemkin Zırhlısı Va'kası
- İttihad (İ Terâkkimin İnkişâfı
- Siyonist Toplantısından Esinlenme
- Siyonistlerin Kongresinden Açiliş Konuşmasından Pasajlar
- Sureti
- Beyan Öl Hakk Ceridesinin Mütalaası Suretidir
- Masonluk Ve Farmasonluk Cemiyeti
- Avlonyalı Ferid Paşa Sadareti Ve Meşrûtiyet
- Zekiye Sultan Hanımın İfşaatı
- Meşrutıyet-I Sanı (2.Meşrûtiyet)
- Müfettişin İhmâli Varmı?
- Babıâli'nin İç Yüzü!
- Babıâli'nin İç Yüzü
- Bâbıâlî! Ne Sihirbaz Terkib!
- Babıâli'nin Saray'a Teslimi!
- İstibdad Ve Tagallüp
- Babıâli'nin Sadr'ları
- Sıralama Devam Ediyor
- Tevfik Paşanın Sıkışması
- Jön Türkler
- Jöntürklerin Dokuzları
- Tepinen Nazır
- Sömürülüş
- İfşaatta Kor İtham!
- Tarafsız Kalem!
- Tophane Müşiri Zeki Paşa
- Hasan Rami Paşa
- Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz
- Târihi Bir Tesbit
- Meşrütıyetten-31 Mart Harekâtına