Abdülhamid Hân'ın Şahsiyeti


1842 senesinde dünya'ya gelen Sultan 2.Abdülhamid hân, 10/şubat/1918'de vefat etmiştir. Yetmişaltı yıllık bir ömrün otuzüç yılı Osmanlı İslâm Devletini (OİD) yönetmekle geçir­di. 1909'da ittihatçıların taht'dan indirdiği Abdülhamid hân Beylerbeyi Sarayında gözlerini dünya'ya kaparken, D yüce devlet de güneşin batış hızıyla yarışırcasına ittihatçıçete ta­rafından, batırılmanın son kertesine getirilmişti.

Sultan Abdülmecid Hân'ın Tirî Müjgân kadınefendi'den gelmiş oğludur. Bu kadınefendi, Çerkeslerin Şipşah kabile­sinden olup, oğlu Hamid Efendi'yi pek küçük yaşda öksüz bırakrak, dâr-u bekâ'ya intikal eyledi. Harem'de büyümeye çalışan hassas çocuk bir gün padişah babası Abdülmecidin yanına geldiğinde, kıvrık kirpiklerinde tomurcuk gibi göz yaşları inci dizisi gibi sıralanmış olduğunu gören Sultan Ab­dülmecid, yavrusunu hemen kaftanına dolayıp, doğruca ha-rem'e geçmiş, kendisine bir çocuk verememiş bulunan Perestû Kadınefendi'nin yanına varmıştı. Prestû Kadınefendide bir Çerkeş hanımefendisi olup, merhume Tirîmüjgân Ka-dınefendinin mensup olduğu kabile olan Şipsahlardandı. Sul­tan Mecid, büyük bir nezâketle vede pek edibâne bir hitâbla: "Hanımefendi Hazretleri, bildiğiniz gibi şu gözleri domur do­mur yaşla dolu yavru, benim merhum hanımım ue sîzin de akrabanızdan Tirîmüjgân hanımefendinin yadigarıdır. Kendi­sinin yetişmesini ve terbiyesini, sizin ehil ellerinize tevdi et­mekten bahtiyarlık duyacağım lütfen ona müşfik bir valide olmanız ve benim de, kocalık hakkım için bu fedakârlığı beklediğimi itiraftan kendimi alamıyorum" Demek suretiyle iknaya muvaffak olmuş zevcine bir yavru veremeyen Perestû Valide Abdülhamid Hân'ın mesuliyetini seve seve deruhde etmiştir. Çok sonraları bir sohbet esnasında üvey valideler­den söz açıldığında, Padişah; benim Perestûvâlide, üvey an­nemdir, fakat kendi öz annem sağ olsaydı o da ancak onun kadar bana bakardı. Demek suretiylede hem bu valideye olan minnetini, ifadeye fırsat bulmuş, hem de hatırşinas bir insan olduğunu sergilemiştir. Târih İlminin devlet idaresinde ehemmiyetine müdrik olarak küçük yaştan beri pek önem vermiş ve daha önceki bahislerde de temas ettiğimiz gibi, Osmanlı sarayı, târihin sadece vakanüvislik şeklinde değil her olayın, davranışın arka plânının bilinip, lâzım gelenlere öğretildiği bir ilim dalıydı.
Bu hakikatin idrâkinde olan genç şehzade bu ilme apayrı bir alaka gösterdiğinden, öğrendikleri hasebiyle olayların alacağı istikameti kestirebiime hassasına sahip olmuştu. Me­selâ amucası olan Sultan Abdülaziz'e kızan kardeşlerinin, hiç birisine uymaz, amucasını korumak ve ona yapılan çeşitli ta­riz ve niyetleri bildirmekle, aynı zamanda hilafeti ve devleti korumuş oluyordu. Sultan Hamid'le ilgili çalışmamızın he­men başına koyduğumuz kurduğu müesseseler ülkenin yücelip gelişmesini temine matuf olduğu izahdan varestedir, bu sebeble gelişmeleri pek iyi takip ettiği de böylece kabul edil­melidir. Dünya'da imâl edilen 2.otomobil'in kendisine hediye edildiği pek bilinen ve de şaşırtıcı bir vak'adır.

Ancak, bu otomobili çalıştırtıp önünden geçirtmiş ve son­ra da, bu her tarafı müteharrik bir âlet, bunlar çalıştıkça hay­lice aşınır. O parçaların tamiri bizim ülkemizde yapılamazsa dışarıya çok paramız gider. Bizim ne kadar çok vali, kayma­kam, paşalar, kumandanlarımız var, bunların her birine birer otomobil versek devlet büyük sıkıntıya düşer. Onun için bu arabanın parçalarının yapımı, tamirlerini yapabilecek zenaat-kâr yetişinceye kadar koyun garajda dursun demek suretiyle lüks ve şatafata yolu tıkarken, milletin altunlarını dışarı peş­keş çekmemenin çâresini bulmuştur. Bu onun tutumluğunu, sömürüye kapalı bir zihniyetin sahibi olduğunu gösterir.

Sultan Abdülhamid Hân, babası Sultan Mecid'in davranışı gibi nâzik ve herkesi ayakta karşılar hâlini bir miras olarak kendine düstûr edinmiştir. Namaz meselesinde çok hassas olup, bu işte temaruz eden bazı şehzadelerini sizinle konuş­mam, benim namaz kılmayan evlâdım olamaz demek sure­tiyle, babalık otoritesini pek nâzik fakat kafi bir ifadeyle ha­tırlatmıştır.

Musikî hususunda babası kadar değilse de hayli bilgi sahi­bi olup, Hacı Arif Bey merhumu bir müddet hapsettirmiştir. Yaptığı bir beste ile kendisini affettirmeyi bilen Hacı Arif Bey'e babası kadar pek mültefit davranmamıştır. Hacı Arif Bey'de Sultan Mecid'e gösterdiği saygıyı göstermemiş, hâttâ padişahı çocukken kucağında çok taşıdığını bir defasında da kucağındayken küçük suyunu kaçırdığını uluorta anlatması, edebe mugayir görülmüştür. Tiyatro üzerine çok önem ver­miş, Yıldız Sarayına yaptırdığı tiyatroda saray mensupları ve hanedan üyelerine tiyatro zevki aşıladığı görülmüştü. Ancak, batı musikîsi için daha hoşuna gittiği söylenir. Dedektif ro­manlarını okur, bilhassa, Şerlok Holms'un yazarı Cbnan Doyle'e tenkitler ve tavsiyelerde bulunmuş, öte yandan dün­yanın mühim bir araştırıcısı olan ve Kuduz Mikrobunu bulan Lui Pastör'e araştırmalarına katkı için ceb-i hümayunundan yâni kendi parasından bir kaç defa külliyetli miktarda para yardımı yaptığı gibi bunu pek nezaketli mektuplarla olağan-laştırmaya çalışmıştır.

Sultan Hamid şehzadeleğinde, namaz ile olan ünsiyeti kendisini dâima murakabede tutma şansını sağlamıştın Zahir ilimlerle beraber, sosyal ilimlere olan eğilimi, zenaatkârların önemini kavrayan bir insan olduğundan, Avrupa seyahatine Sultan Abdülaziz'in refakatinde gittiğinde, diğerleri kabukla meşgul olurken, Hamid Efendi, cemiyetin ihtiyacı olan me­selelere dâir pek dikkat kesilmiştir.

Sultan Hamid çok merhametli bir insan olması hasebiyle, otuz şu kadar yıl sonunda tasdik ettiği idam kararı sayısı beşi aşmamaktadır. Padişah için evhamlı olmamak kabil değildi. Bütün dünya'nin gözü üzerinde olup, kimi ömrüne bereket dilerken, kimileride .bir an önce ölüp gitse diye dua ederdi.
2.Abdülhamid Hân, Şazeli Tarikatına mensup olup, Şeyhi Muhammed Zafir Efendinin irtihali üzerine, şeyhliğin kendisi­ne geçtiğini, Zafir Efendi'nin oğluna yazmış olduğu mektup­tan istinbat etmek kabildir. Deli Müşir Fuad Paşa mahdumu Bnb.Asaf Tugay'ın "İbret" adlı Abdülhamid'e verilen jurnaller adlı kitapda padişahın, şeyhini dahi takip ettirdiği geçer, pa­dişaha takibi yapan hafiyelerin raporuyla sabittir.

Yavuz Sultan Selim Türbedarı, geçim sıkıntısından yana biraz dertli bir hâle duçar olmuş ve bir gün bu hâlinden şikâ­yet babında Türbede padişahın sandukasına bir şaplak vura­rak, sende de bir şey yok der. Ertesi gün öğleden sonra Sa­ray'dan gelen bir yaverin, türbedara ihsan-ı şahane getirir. Bu arada da yaver türbedara bir daha merhumun sandukası­na şaplak vurma diye,tenbihini yapar. Çünkü Yavuz Selim, Sultan Hamid'in gece rüyasına girer ve türbedarın yaptığını şikâyet eder. Bunun üzerine Abdülhamid hân, hem adamın sıkıntısını gidermek hem de şikâyetin gereğini yerine getir­miş olması mühimdi

Birde meczuplar ile alakalı bir vak'ayı anlatalım: Kuşçuba-şı Sami Bey.isimli bir zat, padişahın yanına girer ve Bayezid civarında meczupların sebeb olduğu bazı vak'aları anlatır. Bunun üzerine; bu mecazibin, bunları yapmamasını nasıl te­min ederiz diye düşünüyorlar sonunda bunların üzerinde hayli söz sahibi bir zat olan Fâtih Türbedarı Amiş Efendiye gitmeye karar verirler dolayısıyla, faytona binerler, Amiş Efendinin yanına gelirler Sultan hilafet alâmetlerinden bazı şeyleri Amiş Efendinin önüne fırlatır ve buyrun siz idare edi­niz diyerek, söze giriştiğinde, Amiş Efendi, ağlar ve Efendi­miz benim yapacağım bir şey yok. Beni dinlemiyorlar, diye­rek özür diler ve gene de kendilerinin emrin de olduğunu be­yan eder. Elimden geleni yapmaya çalışacağım demek sure­tiyle takdiri ilâhiyi işmam ettiği görülür. Bu büyük padişahın yüce şahsiyetine dâir aşağıda bazı kanaatler ve bizzat kendi­lerinin anlattığı, hatıratlarda yer alan pek târih kitaplarına açıklığıyla girmemiş malumatları vermeyi uygun bulduk.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..