Akâr'in Satılması Hakkında Bir  Fasıl

Akarın (bağ ve tarla gibi malların) teslim alınmazdan önce .satıl­ması sahilidir. Menkûlün satılması sahîh değildir. Bu, İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göredir. İmâm Muhammed* (Rh.A.) e göre, caiz değildir. Çünkü, Resûlüilah  (S.A.V.) :

«Bİr şey satın aldığın zaman, teslim almadan onu satma!» buyur­muştur.

Bir de: Teslim almazdan önce, teslim etmeye kadir değildir. Bi­nâenaleyh, menkûl gibi, onun da satılması caiz değildir. İmânı A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleythimâ) un delili şudur: Satışın (bey'in) rüknü ehlinden sâdır ve mahallinde vâki olmuştur. Hadis-i şerif, he­lak ihtimâliyle malûldür. Helak ise, akarda seyrektir* Hattâ, akarın tesliminden önce helâikı tasavvur olunsa —meselâ, satılan akarın ne­hir kenarında olması ve benzen gibi— Fukahâ,; «Satılması caiz ol­maz.» demişlerdir. Bu takdirde, menkûle kıyâs edilmez. Burada Hidâ-ye sarihlerinin ve başkalarının sözleri birbirini tutmamaktadır. Ezhar olan, Usûl-ü.Fıkh kurallarına uygun düşen înâye'de zikredilen şu söz­dür: Asi olan, menkûlün ve menkûl olmayanın, teslim alınmazdan ön­ce satılması caiz olmasıdır. Çünkü, Allah Teâlâ  (C.C.) :
«Allah, alış-verişi helâl kıldı.» [95] buyurmuştur. Lâkin bu satışdan, bitişik ve müstakil bir delîl ile ribâ tahsis edilmiştir. O da, Allah Teâlâ1-(C.Ç.)   nın:
«Fûlzi haram kıldı.» [96] âyet-i kelimesidir. Mahsûs olun amnını, haber-i vâhid ile tahsisi caiz olur. O haber de rivayet edilen hadistir, ki Resûlüllah   (S.A.V.)  teslim alınmayan şeyin satılmasını yasaklamıştır.
Bundan sonra hadîs, ya infisah gararı (hatan) ile ma'lûl olmakdan, ya da olmamakdan hâli değildir. Eğer infisah gararı (garar-ı infisah) ile ma'lûl olursa, matlûb sabit olup akarı kapsamaz. Eğer infisah gara­rı ile ma'lûl olmazsa, teslim almazdan önce satılmasının yasak edil­diğine delâlet eden hadîs ile Sünen'de Ebû Hüreyre* (R.A.) den riva­yet olunup, A'rec' (R.A.) e isnâd edilen hadîs arasında çatışma vâki olur ki; Nebî-i Ekrem (S.A.V.), garar'm [97] satılmasını yasak etmiştir. Yine, gararın satılması ile cevazın delilleri arasında çelişme ve çatış­ma vâki olur. Bu çatışma (tearuz), terki gerektirir. Bu hadisi onunla ma'lûl kılmak, onu yürürlüğe koymaktır. Çünkü, bu takdirde tevfîk (arabulma) sabit olmuştui). İ'mâl ise, ihmâlden hayırlıdır. İ'mâl, çare­siz ibellidir. İmdi bir akde muhtas olur, ki o akd teslimden önce ivazın helaki ile münfesih olur.[98]

Bir kimse keyli olan şeyi Ölçerek satın alsa, götürü (cüzâien) al­masa — nitekim daha önce geçti ki cüzâf 'küzâf'm muarrebi, yâni A-rabcalaşmış şeklidir— o satın aldığı şeyi ölçmedikçe satması ve yeme­si caiz olmaz. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.), üzerinden iki ölçek geçme­dikçe, yâni satıcının ve müşterinin ölçeklerinden geçmedikçe, yiyece­ğin satılmasını yasak etmiştir. Bir de: Meşruttan fazla olması ihtimâli bulunduğu için satması ve yemesi caiz değildir. Bu fazlalık, satıcıya âid olur. Şayet götürü olarak satsa, bunun aksinedir. Çünkü, bu tak­dirde fazlalık müşterinin olur. Keza, giyeceği arşınla ölçerek satsa, bu­nun aksinedir. Zîrâ, fazlalık satıcınındır. Çünkü arşın (zer') giyecek-de bir vasıfdır. Miktar (kadr), bunun aksinedir. Nitekim, daha önce geçti.

Musannif, satın almayı (şirâyı) zikretmiştir. Çünkü, mâlik ölçü­len (mekıl) ve tartılan (mevzun) şeye hibe veya vasiyyet ile mâlik ol­sa, teslim almazdan ve ölçmezdeıı önce onda tasarrufu caiz olur. Ölçülen şey (mekîl) in, mebî' olmasını kayd etmiştir. Çünkü, ölçülen şey (mekîl) şayet semen olsa, mutlaka onda tasarruf caiz olur. Nihâ-ye'de de böyle denmiştir.

Ancak satıcı ölçülen şeyi (mekili) sattikdan sonra müşterinin ya­nında ölçekden geçirirse caiz olur,, Çünkü satılan şey (mebî'), bir tek_ ölçek (keyl) ile ma'lûm olur. Şu hâlde teslimin ma'nâsı gerçekleşmiş olur. Hadîsin yortunu, iki pazarlığın bir araya gelmesidir. Nitekim ya­kında «Selem Babı» nda açıklaması gelecektir.  İnşâallâhu Teâlâ.

Şayet satıcı, şatişdan önce ölçse, her ne kadar müşterinin huzu­runda olsa da, i'tibâr edilmez. Çünkü o, satıcı ile müşterinin ölçeği (sa'ı) değildir. Bu ise, şarttır. Keza satışdan sonra, müşteri yok iken (g&ybetinde) ölçse, (yine i'tibâr edilmez. Çün'kü ölçmek (keyl), teslim bâbındandır. Zîrâ satılan şey, bununla ma'lûm olur. Teslim ise, ancak müşterinin huzurunda olur. Tartılan (mevzun) ve sayılan (ma'dûd) şeyler de zikredilen gibidir. Yâni, ikinci kez saymadıkça veya tartma-dıkca satılmaz ye yenilmez.

Eğer satışdan sonra, müşteri huzurunda tartarsa ve sayarsa ye­ter. Arşınla ölçülen şeylerde, bu söylenenler şart değildir. Velev ki, ar­şınla Ölçmek şartıyla satın almış ojsun. Nitekim, sebebi daha önce defalarca geçti ki, arşınla ölçmeik giyecek için bir vasıftır; semenden ona bir kargılık yoktur. Bu takdirde, o müşteri için olur. Zeylaî (Rh.A.) şöyle demiştir: Bu, her arşın için semen belirtilmediğine göredir. Eğer belirtilirse (tesmiye edilirse), bu takdirde arşınla ölçmedikçe, onun o şeyde tasarruf etmesi helâl olmaz.
Teslim almazdan önce semende tasarruf caizdir. Gerek nukûd (pa­ralar.) gibi, ta'yîn kabul etmeyen (müteayyin) şeylerden olsun veya öl­çülen (mekîl) ve tartılanlan (mevzun) gibi ta'yîn kabul edenlerden olsun, müsavidir. Hattâ bir kaç dirheme deve satsa veya buğdaydan bir kür (altmış ölçek) ile satsa, ikisinin de yerine başka şey alması caiz olur. Çünkü, cevaz veren şey vardır. O da, mülkdür. Yine, engel ortadan kalktığı için caizdir. O da, helâkla infisah gararı (hatan) dır. Nitekim sebebi daiıa önce geçti ki; satışda asıl olan, satılan şey (me­bî') dir. Onun helaki ile satış münfesih olur. Semen, bunun aksinedir. Sermen nukûddan olursa, zahirdir. Ölçülen1 (mekîl) den veya tartılan (mevzun) dan olursa, bir bakımdan satılan şey (mebî') ve bir bakım­dan semen olduğu için teslim almazdan önce onda tasarruf caiz olur. Bundan dolayı nıukâyaza [99] suretinde ikisinden birinin helaki ile ikâle bâtıl olmaz. Nitekim, daha Önce geçti. Eğer satılan şey mevcûd ise, müşterinin semende ziyâdesi (artırması) caiz olur. Çünkü satılan şey mevcûd değil ise, onda ivazlaşmak sahih olmaz. Çünkü ivazlaşmak, mevcûdda olur. Bir şey önce sabit, sonra müstenid olur. Halbuki faz-lalrk sabit değildir. Çünkü, ona karşılık olan şey yoktur. Şu hâlde müs­tenid olmaz. Yâni, İsnâd ile akdin aslına katılmış olmaz.

Satıcının, seımenden inmesi caizdir. Çünkü öyle bir hâldedir, ki karşılığı olan şeyden çıkarmak mümkün olur. Çünkü bu, ıskattır. Is­kat ise, semenin karşılığı olan şeyin sübûtunu gerektirmez. İmdi, hâ­len semeni indirmek sabit olur ve istinâd yoluyla akdin aslına katılır.

Satıcının, satılan şeyde (mebî'de) ziyâdesi (artırma yapması) ca­izdir.. Çünkü satıcı, kendi hakkında ve mülkünde tasarrut etmiştir. Sa­tıcı ve.müşterinin istihkakı küll'e müteallik olur. Yâni semenin ve sa­tılan şeyin, hepsine tealluik eder. O hâlde; artırma ve indirme akdin aslına katılırlar. Çünkü satıcı ve müşteri indirmek ve artırmak ile ak­di bir meşru' vasıftan diğerine değiştirmiş olurlar. Bu; ya kâr etmesi, veya zarar etmesi yâhûd kâr ve zararın denk gelmesidir. Satıcı ve müş­terinin satışı ortadan kaldırma velayetleri vardır. Onlar için vasfdan vasfa değiştirme velayeti olması ise evleviyyette kalır.

Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) demiştir ki: Şöyle de denilebilir; Satıcı şa­yet' satılan şeye veya semene müstehık" olmayı hak etse, istihkak, me-zîd (ziyâde) den ve mezîdün aleyh (üzerine ziyâde olunan) den ona karşılık (mukabil) olan şeyin hepsine müteallik olur. Ziyâde, ibtidâen sıla olmaz. Nitekim, İmâm Züfcr (Rh.A.) ve İmâm Şafiî' (Rh.A.J niıı mezhebi budur.
Ben derim ki: Bu, mümkün d.eğildir,. Çünkü bu, istihkakın meda­rı da'vâ ve delile (tbeyyineye) dayanır. İmdi, eğer müstehık, mücerred mezîdün aleyhi iddia edip, isbât ederse, onu alır ve eğer mezidün aley­hi fazlalık ile beraber iddia edip, isbât ederse onu alır. Keza yalnız fazlaîığı iddia ederse, onu alır. Ondan sonra istihkakın hükmü tevliyede ve murabahada zahir olur. Eğer artırırsa, hepsi üzere murâ-bahaten ve tevliyeten satar. Eğer semenden düşürürce, geri kalan üzere murâ-bahaten ve tevliyeten satar. Çünkü satıcı semenin bir kısmını müşte­riden inerse ve müşteri de başkasına; «Bunu, sana tevliyeten sattım.» derse,, tevliyet akdi, semenden indirdikten sonra geri kalan şey üzere vâkî olur. İmdi indirmek, akdden sonra akdin aslına mülhak olur. Ak­din başlangıcında semen bu mikdâr olur. Keza, müşteri semenin aslı üzere artırsa veya satıcı satılan şeyin aslı üzere artırsa, hüküm zikredi­len gibidir. Şefi' her iki surette bu malı en az kıymeti ile alır. Yâni her ne kadar asla ilhakın muktezâsı.ziyâde suretinde tümü ile almak ise de, şefî1 semen üzere ziyâdede ve semenden indirmede daha azı İle alır. Çünkü şefi'in hakkı birinci akde müteallik olur. Ziyâdede şefi' için ibtâl vardır. Satıcı ve müşterinin ibtâli yoktur.
Bir adam, bir başkasına; «Köleni Zeyd'e bin akçaya sat, bin akça­dan başka, semenden şu miktara ben kefilim.» dese, kölenin efendisi {yâni satıcı) o bin akçayı Zeyd'den ye fazlasını, kefilden alır. Eğer adam, «semenden» demedi İse; bin akçayı Zeyd'in ödemesi gerekir. Söyleyene ıbir şey lâzım gelmez. Bunun aslı şudur; Fazlalık semende ve müsemmende bize göre caizdir ve akdin aslına katılır. Sanki akd başlangıçta asi ve ziyâde üzere vârid olur. Nitekim, daha önce geçti. Kaide şudur ki: Semen karşılığında mal bulunmaksızın meşru değil­dir. Bundan dolayı yabancıya vâcib kılınması sahih değildir. Çünkü yabancı, icâbın izâsında mal elde etmez. Semenin fuzûli olmasına ge­lince, ona hacet yoktur, hattâ ziyâde müşteriden sahih olduğu gibi ya­bancıdan da sahilidir. Nitekim, müşteriden sahih olduğu gibi. Çünkü müşteri ve yabancı için fazlalık karşılığında bir şey teslim edilmez. O fazlalık hulu' [100] bedeli gibi olur. Çünkü hulu' bedeli kadından baş­kası üzere sahih olur. Zîrâ, kadına ve kadından başkasına bir şey yok­tur. Çünkü budu' [101], nikâh bağından çıkması hâlinde kıymeti hâiz değildir. Lâkin tesmiye ve suret yönünden mukabele ziyâdenin şartın-dandır. Yâni ziyâdenin tesmiyesi lâzımdır, ki hattâ mukabele vâsıtasiy-le semenin vücûbunun misli (kadarı) vâcib olsun. Şayet «semenden» dese, yüz akçayı sûreten satılan şeyin karşısına koymuş olur. Ziyâdenin şartı mevcûddur. İmdi, ziyâdede sahih olur. Şayet «semenden) demezse, sûreten ve ma'nen mukabele bulunmaz. Şu hâlde ziyâdenin, şartı yok­tur ve sahih olmaz. Yabancının, evini başkasına satması sebebiyle ib-tidâen malı iltizâm etmesi bâıkî kalır iki, rüşvettir. Rüşvet ise, haram­dır.

Her ne kadar aslında müddeti dolmuş olsa da, borçların ertelenme­si sahihdir. Çünkü borç, alacaklının hakkıdır. İmdi, borçluya kolaylık olsun diye onu erteleyebilir. Nitekim, borçlunun zimmetini ibra da ede­bilir.

Ertelemek; belli bir vakte yâhûd az bir cehaletle bilinmeyen bir vakte kadar olur. Hasâd vaktine ertelemesi gibi. Asın cehaletle bilin­meyen bir vakte ertelemek sahih değildir. Rüzgârın esmesine kadar ertelemek gibi. Ödünç  (karz)  olan borcım ertelenmesi sahih değildir.

Çünkü ödünç; dirhemlerle dirhemleri satmak olur. Zira ödünç (karz), her ne kadar başlangıçta ödünç verme (iare) ve bağış (sıla) ise de, sonunda değiş-tökuş (muâveze) dur. Ancak ödüncün ertelenmesi va-siyyet edilmiş ise, sahih olur. Çünkü vasiyyet eden kimse, malından bin dirhemi fülâna bir yıla kadar ödünç vermeye vasiyyet etse, ma­lının üçtebirinden ödünç vermek gerekir. Yıldan önce vârisleri onu isteyemez. Çünkü o ödünç bağışı, vasiyyettiı;. Vasiyyette, vasiyet edenin menfaatine müsamaha gösterilir. Bundan dolayı hizmeti ve meskeni (yâni bir evde oturmayı) vasiyyel. etmek caiz görülmüş ve uyulması lâzım gelmiştir.
Ya da, ödünç alan kimse, ödünç veren kimseyi borcu ile başkası­na havale edip, o başkası da, o borcu belli müddet ertelerse, bu ertele­me sahîh olur. Hattâ ödünç veren, o borcu ödünç alandan almak is­tese, istemek hakkı yoktur. Çünkü havale, bir rivayette, borcun berâc-lini düşürücüdür. Diğer bir rivayette, hakkım isteme (mutâlebe) be-râetini düşürücüdür. İmâdiyye'de de böyle denmiştir. [102]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..