Şahadetten    Dönmek    Bâbı

Şahadetten dönmek; «Ben, ettiğim şahadette mubtü idim (hakkı ibtâl ettim.)» demektir. Veya; «Ben, şahadet ettiğim şeyden döndüm!» Yâhûd «Şahadet ettiğim şeyde yalan söyledim!» gibi bir söz söylemek­tir. İmdi, onun şahadeti inkâr etmesi rücû' (-geri dönmek) olmaz. Çün­kü şahadetten dönmek, önce şahadetin varlığını gerektirir.
Şahadetten dönmek, ancak kadının yanında sahîh olur. [71]Ge­rek; «Ben, şahadetimde mubtil idim!», gerekse «Şahadetimden dön­düm!» veya «Yalan söyledim!» demekle olsun, müsavidir. Çünkü şa­hadetten geri dönmek, tevbedir. Tevbe ise, işlenen suça göre olur. Giz­li işlenen suçun tevbesi, gizli olur. Açıkça işlenen suçun tevbesi de açıkça olur. Kadının meclisinde yalancı şâhidlik etmek hıyanettir. On­dan tevbe etmek de, yine kâdînm meclisinde olur. Bu takdirde, şaha­detten dönmek kâdînm meclisinden başka yerde sahîh olmayınca, şâ-yed üzerine şahadet edilen kimse (meşhûd-un aleyh), iki şahidin dön­düklerini İddia edip, döndüklerine dâir beyyine getirse veya beyyine ge-tirmekden âciz olup şahide yemîn verdirmek isterse, kâdî onun beyyi-nesini kabul etmez. Şâhidlere yemîn de teklif etmez. Çünkü beyyine ve yemîn sahîh da'vâ üzerine terettüb ederler. Kâdînm meclisinden başka yerde şahadetten dönüldüğüne dâir da'vâ İse, bâtıldır. Hattâ şâhid, fülân kadının meclisinde şahadetten döndü ve kâdî ona malı ödetti, diye beyyine getirirse, sebeb sahih olduğu için beyyinesi kabul edilir.  Kadının hüküm vermesinden ve da'vâcının  malı  almasından sonra dönmenin hükmü, ta'zir ve tazmindir.

Ta'zîr daha önce geçen sebebden dolayıdır. Tazmin, yânî iki şa­hidin şahadetleri ile itlaf eyledikleri şeyi onlara ödetmek ise, ödeme­nin sebebini kendileri üzerine ikrar eyledikleri içindir. Bâtıl şahadet budur. Çelişme, kendi aleyhine ikrar hükmünü vermeye mâni' değil­dir.

Musannifin; «Da'vâcının malı almasından sonra...» demesine se-beb; çünkü kâdî hüküm verip, da'vâcı iddia ettiği malı almış olmasa, itlaf bulunmadığı için malı ödemek gerekmez. -

Kâdînm hükmü bozulmaz. Çünkü hüküm; çelişik söz ile tahakkuk etmediği gibi, çelişik söz ile de bozulmaz.

Kâdînm hüküm vermesinden önce, şahadetten dönmenin hükmü, sâdece ta'zîrdir. Yukarıda geçmişti ki: Malı ödemek hakkında i'tibâr, geri kalan şâhidler için olup, şahadetten dönen için değildir. Asıl olan budur. Musannif, bunun üzerine şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Eğer iki şahidin biri dönerse, malın yansım öder. Çünkü iki şahidin her bi­rinin şahadeti ile hüccetin yarısı kâim olur. İmdi şahidin birinin şa­hadeti üzere kalmasiyle hüccet yanda kalır. Bu takdirde, dönen şâhid üzerine, hüccet kalmayan şeyin ödenmesi vâcib olur. O da, malın ya­nsıdır.

Caiz ki; foaşlangıçda illetin bir cüz'ü ile hükm sabit olmaz da; son­ra illetin bir cüz'ü ile hüküm bakî olur. Meselâ zekâtta yılm başlangı­cı nisabın bir kısmı üzere mün'akid olmadığı hâlde, nisabın bir kısmı­nın bakî kalması sebebiyle mün'akid olarak kalması böyledir.

Eğer üç şâhidden biri dönerse, rücû' eden malı ödemez. Çünkü ge­riye hakkın hepsine şahadet eden şâhid kalmıştır. Eğer biri daha dö­nerse, dönen iki şâhid hakkın yarısını öderler. Çünkü malın yarısı, kendi sebebiyle bakî kalan kimse, şahadeti üzere kalmıştır.

Eğer bir adam ile iki kadının ettikleri şahadette; kadının biri dö­nerse, dönen kadın malın dörtte birini öder. Çünkü kendisiyle dört çey­reğin üçü bakî kalanın şahadeti bakîdir. Eğer kadının ikisi de şaha­detten dönerlerse, yansım öderler. Çünkü o adamla malın yarısı bakî kalmıştır.

Bir adam ile on kadın şahadet ettikden sonra bunlardan sekiz kadın şahadetlerinden dönseler, onların bir şey ödemesi gerekmez. Çün­kü geriye bütün mala şahadet eden kimseler kalmıştır. O da, bir adam ile iki kadındır. Eğer dokuzuncu kadm da şahadetten dönerse, dokuz kadın malın dörttebirini öderler. Çünkü hakkın dörtteüçü, kendileriyle bakî kalan kimseler mevcûddur. Zîrâ malın yansı erkeğin şahâdetiyle bakî kalmıştır. Dörttebiri de kalan kadının şahâdetiyle bakîdir.

Eğer hepsi, yânî erkekle bütün kadınlar şahadetten dönerlerse, bu takdirde erkeğin; —İmânı A'zam (Rh.A.)'a göre— malın altıdabi-rini ve  —İnıâmeyn  (Rh. Aleyhimâ)'e göre—  yansını Ödemesi lâzım gelir. Geri kalanı —ki birincide altıdabeş, ikincide yarımdır— her iki kavle göre; kadınların ödemesi lâzım gelir.

îmâmeyn (Rh. Aleyhinıâ) 'in delili şudur: Kadınlar, şahadette her ne kadar çok olsalar da ancak bir erkek yerine kâim olurlar. Bundan dolayı, onlann şahadetleri ancak bir erkeğin şahadete katıimasiyle kabul edilir. Sabit olan malın yansı erkeğin şahâdetiyle; yarısı da ka­dınların şahadetleri ile sabit olur.

İmâm A'zam (Rh.A.)'m delili şudur: Her iki kadın, bir erkek yeri­ne kâim olur. Bu takdirde on kadm şâhid, beş erkek şâhid gibi olur. Bu durumda altı erkek şahadet etmiş de; sonra dönmüş gibi olurlar. Hepsi şahadetten geri dönmüş olsa, bu takdirde onlardan her birinin malın altıdabirini ödemesi gerekir. (Yânî erkek altıdabirini, on ka­dından her biri ise malın onikide birini veya her iki kadm altıdabirini öder.)

Eğer on kadın şahadetten dönüp, yalnız erkek şahadette bakî ka­lırsa, ittifakla kadınlar malın yansını öderler. İmâmeyn (Rh. Aleyhi-mâ) 'e göre, malın yansını ödemeleri lâzım gelmesi açıktır. Çünkü kadınlarm şahadetleri ile sabit olan, malın yarısıdır. Keza İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre de; malın yarısıdır. Zîrâ geriye malın yarısı kendisiyle kalan şahıs mevcûddur ve altı erkek şahadet edip, ondan sonra beşi dönmüş gibi olmuştur.

Yine; iki erkek ile bir kadın şahadet edip sonra hepsi dönseler, iki erkek malı öderler. Çünkü bir tek kadın, şâhid sayılmaz. Zîrâ iki kadm, bir tek erkek şâhid gibidir. Bir tek kadın, şahidin yarısıdır. Hü­küm ise, iki erkeğin şahadetine dayanır.

Nikâhda mehr-i müsemmâ üzerine şahadet eden iki şâhidden biri dönse, mutlaka —yânî gerek karı, gerekse koca üzerine şahadet et­sinler- —    mehri ödemezler.  Bunda  asıl  olan şudur:   Şahadet edilen

şey, mal olmayıp kısas veya nikâh yâhûd bunların benzeri olursa, bi­zim mezhebimize göre; şâhidlerin ödemesi lâzım gelmez. İmâm Şafiî (Rh.A.) ,ayn görüştedir. Şahadet edilen şey mal olup, eğer itlaf o. İtlafa eşit olan ivaz ile olursa, şahidin ödemesi gerekmez. Çünkü ivaz ile olan itlaf, itlaf olmamış gibidir.

Eğer itlaf, İvaza eşit olmazsa; ivaz kadarını ödemek lâzım gelmez belki ivazdan fazlasını Ödemek lâzım gelir. Eğer itlaf, aslen ivazsız olur­sa, hepsinin ödenmesi vâcib olur.
Bu anlaşıldıktan sonra, biz deriz ki: Eğer bir erkek, bir kadın üze­rinde nikâh iddia edip kadın inkâr etse ve erkek kadm üzerine beyyine getirse, nikâh ile 'hükmedilir, Ondan sonra, şâhidler şahadetlerinden dönseler, o kadına bir şey ödemezler. Gerek kadının mehr-i müsemmâsr mehivi misli olsun, gerekse mehr-i mislinden daha çok olsun veya da­ha az olsun müsavidir. Çünkü iki şâhid o kadm için bud'u [72], rnehre muâdil olmayan ivaz ile itlaf etseler de ve lâkin bud' (cima istifâdesi), için mutlif üzerine kıymet biçilmez. Temellük zaruretiyle kıymet, ancak mütemellik üzerine biçilir.  Çünkü  itlaf edilen şeyin ödenmesi misli ile takdir edilir. Halbuki bud' ile mal arasında benzerlik yoktur. Fakat bud', kocanın mülküne girdiği sırada ehemmiyetini göstermek için kıy­met biçilir olmuştur. Ancak kadının mehr-i müsenımâsı   [73], mehr-i mislinden çok olursa ödemezler. Yânî kadının mehr-i misli, nıüsem-.mâsı kadar yâhûd daha çok olursa, şâhidler bir şey ödemezler. Çünkü iki şâhid, o kadın için mehre eşit veya mehrden çok ivaz ile mehr ge­rektirmeye sebeb olmuşlardır. O da, bud'dur. Çünkü bud', kocanın mül­küne girdiği zaman kıymetlenir. Biz, daha önce belirtmiştik ki,  itlafa eşit olan ivaz ile itlaf ödeme (zemân) gerektirmez.

Eğer kadının mehr-i misli, müsemmâdan daha az olursa, şâhidîer koca için fazlasını öderler. Çünkü iki şâhid, koca için mehr-i misilden fazla olanı ivazsız itlaf etmişlerdir. Dönen şâhid, ödemez.

Satışda dönen şâhid de ödemez. Ancak mebî'in değerinden eksilen mikdân öder. Bunu da müşteri; «Ben, şu köleyi şu adamdan bin dir­heme satın aldım!» diye iddia ettiği takdirde, kölenin bedeli ikibine eşit olsa ve da'vâlı inkâr ederse, ve iki şâhid şahadet edip, sonra döner­lerse, satıcı için, o zaman bin dirhem öderler. Çünkü bin dirhemi, sa­tıcının malından itlaf etmişlerdir.

Satışda şahadetten dönen kimse zikredilen gibi ödemez. Ancak be­delin kıymetinden fazla olanını Öder. Bunu da satıcı; «Müşteri, ben­den şu köleyi şu miktara, satın aldı ve semen üzerindedir!» demekle iddia ettiği, ve müşteri inkâr ettikde, iki şâhid; ((Müşteri, köleyi ikibm dirheme satın aldı!» diye şahadet ettiği vakit yapar. Kölenin bedeli bin'e eşit ve denk olur ve ondan sonra şâhidler dönerlerse, müşteri için fazla olan bin'i öderler. Çünkü bin dirhemi müşteri için itlaf etmiş­lerdir.

Şâhid, cimâdan önce boşanmada şahadetinden dönse, ancak meh-rîn yansını öder. Yânî iki kimse, kocanın cima (yânî cinsî ilişkide bu­lunmaz) dan önce karısını hoşadığma şahadet edip, sonra dönseler, mehrin yansını öderler. Cimâdan sonra boşadığına şahadetten dönen şâhid, bunun hilâfınadır. Çünkü mehr, cima ile te'kîd edilmiştir. Bi­nâenaleyh itlaf yoktur.

Köle azadında kıymeti Öder. Yânî âzâda dâir şahadetten dönen kimse, kölenin kıymetinin yarısını öder. Eğer iki kimse, bir kölenin âzâd edildiğine şahadet edip, sonra dönseler, kölenin kıymetini öder­ler.

Kısâsda şahadetten dönen şâhidler diyeti öderler. Yânî iki kimse; «Zeyd, Bekr'i öldürdü!» diye şahadet edip, Zeyd kısas olundukdan son­ra, şahadetlerinden dönseler, bizim mezhebimizde onlara diyet vâcib olur, kısas vâcib olmaz. Çünkü kısas, öldürmeyi bizzat yapmanın (mü­başeretin) cezasıdır. Halbuki onlardan öldürmeye  mübaşeret bulun­mamıştır. İmâm Şafiî (Rh.A.)'ye göre; dönen şâhid kısas olunur.
Fer5 olan şâhid, şahadetinden dönmesiyle öder. Çünkü hüküm, kâ-dîmn meclisinde onun şahadeti edasına izafe, edilmiştir. Binâenaleyh telef de, o edaya muzâfdır. Şu hâlde fer' olan şâhid, telef olanı öder. Yoksa hükümden sonra fer1 olan şahidin; «Asim şâhidleri yalan söy­ledi!» veya «Aslın şâhidleri yanıldılar!» demesiyle ödemez. Çünkü şâ­hidler şahadetlerinden dönmemişler, belki başkalarının döndüğüne şa­hadet etmişlerdir. Şu hâlde, onların bu sözlerine iltifat edilmez. Çün­kü verilen hüküm onların sözleri ile bozulmaz. Nitekim, dönmeleri ile de bozulmaz. Kâfî'de de böyle denmiştir.
Asıl olan şahidin; «Ben, fer'i işhâd etmedim!» demesiyle de Öde­mez, Yânî asıl olan şâhidler, eğer hükümden sonra dönüp; «Biz, fer1 olan şâhidleri şahadetimiz üzerine işhâd etmedik!» demeleri ile, —eğer onların tarafından Ödemeyi gerektiren sebeb bulunmazsa, itlafın sebe­bini inkâr ettikleri için, ki şahadetleri üzere işhâddır— asıl şâhidler de ödemezler. Ve iki haberin arasında çelişme bulunduğu için hüküm bâtıl olmaz. Bu, şahidin dönmesi gibi olur. Hükümden önce olan çeliş­me, bunun aksinedir. Çünkü şâhidliği yüklemeyi inkâr etmişlerdir Halbuki bu, mutlaka lâzımdır.

Yâhûd asim; ..Ben. feri işhâd eyledim. Ama yanıldınız demesiy­le ödemez. Yâni asıl olan sahiciler; «Biz. fürû'u işhâd eyledik ve lâkin yanılmışız!« demeîenyie de, İmâm A'zam (Rh.A.j'a ve İmâm Ebû Yû­suf (Rh.A.)'a göre; ödemezler. Çünkü hüküm, onların şahadetleri üe vâki olmamış, belki fürû'un şahadetleri ile vâki olmuştur. İmâm Mu-hammed (Rh.A.)'e göre; asıl olan şâhidler öderler. Çünkü fürû', usûlün şahadetlerini nakl etmişlerdir. Sanki onlar gelip şahadet etmişler, son­ra yine gelip şahadetten geri dönmüşlerdir.
Eğer usûl ve fürû'un hepsi dönerlerse, İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) 'a göre; ancak fer' olan şâhidler öder. Çünkü it­lafın sebebi, kaza meclisinde kâim olan şahadettir. O ise, fürû' olan şâ-hidlerden vâki olmuştur. îmâm Muhammed (Rh.A.)'e göre ise; üzeri­ne şahadet edilen kimse, fürû'a ödetmek ile usûle ödetmek arasında muhayyerdir. [Dilerse,fer' olan şâhidlere; dilerse asıl olanlara ödetir.] Çünkü kadının hükmü, fürû'un şahadetlerini görmesi bakımından on­ların şahadeti eriyle; fürû'un, asılların yerini tutması bakımından usû­lün şahâdetleriyle vâki' olmuştur. Fürû', onlann vekilleri olup, onla­rın emri ile şahadetlerini nakl etmişlerdir.

Dönmekle müzekkî dahî malı öder. Yânı müzekkî tezkiyeden dö­nerse, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre; öder. Çünkü hüküm, ancak şaha­dete dayanır. Şahadet ise, ancak adaletle hüccet olur. Adalet de, ancak. tezkiye ile sabit olur. Şu hâlde tezkiye ma'nâca, illetin illeti olur. Ok atmak gibi ki, okun havaya gitmesine sebebdir. O da, okun atılan kim­seye ulaşmasına sebebdir. Ulaşmak ise, yaralamaya sebebdir. Yaralamak da, acının birbiri ardından gelmesine sebebdir. Bu da, ölüme se­bebdir. Sonra ölüm, ilk illet olan oku atmaya muzâf kılınır. Hattâ öl­dürmenin kısas, diyet ve keffâret gibi ahkâma oku atana vâcib olur.

îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)'e göre, müzekkîler ödemez. Çünkü onlar şâhidleri hayr İle Övmüşler ve üzerine şahadet olunan kimsenin muh-san olduğuna şahadet etmek suretiyle Övmüş gibi olurlar. Muhsan ol­duğuna şahadet eden kimse, zikredilen gibi değildir. Yâni şâhidler, muhsandır, diye şahadet edip sonra dönseler, bir şey ödemezler. Çünkü ihsan, hâlis şarttır. Amma, yemin şahidi dönmekle öder.
Şart şahidi ödemez. Yânî iki şâhid yemine şahadet edip; «Bu adam, kölesine eğer sen şu haneye girersen hürsün dedi!» veya karısına; «Eğer sen şu haneye girersen, boşsun,» dedi. Halbuki, «Kadın medhûl-ün bihâ id'1» deseler, diğer iki şâhid de şartın varlığına; yânî, haneye gir-df5      gahâdet etseler, iki fırka da şahadetlerinden, hükümden sonra ahâdet etseler,    yemine şahadet edenlerin malı ödemesi gerekir. Yoksa sanın  şahadet edenlerin ödemesi gerekmez. Ödenecek şey; kölenin r^neti ve mehrin yarısıdır. Çünkü yemin şâhidleri, illetin şâhidleridir. t lef ancak âzâdla ve boşamakla hâsıl olmuştur. Bu kelimeyi isbât eden'onlardır. Şarta bağlamak (ta'lîk), engel idi. Bu durumda, şart bulununca, telef illetine muzâf kılındı, engelin ortadan kalkmasına muzâf kılınmadı. [74]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..