17-BU KONU İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER

Bir kimse çocuk davasında: "Bu benim oğlumdur." dese de, "döşeğimde doğan çocuktur." demese; bu dava sahih olur.

Eğer, beyyine ibraz ederse, bu şahsın beyyinesi kabul edilir ve çocuk ona hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, başka birinin elinde olan bir şeyi iddia ederek: "Benim mülkümdür." der, o şeyi elinde bulunduran şahıs da, haksız olarak, onu iddia ederse; alimler: "Bu dava, zi'1-yede karşı, gasb davası olmaz." demişlerdir.
Keza, iddiacı davasında: "Bu, benim malımdir. Elimde bulu­nuyordu." der ve bu mal, elinde bulunduran şahsın haksız olarak, elinde bulundurduğunu söylerse; bu dava zi'1-yede karşı gasb davası olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Cariye azad etme davasında; üç talak boşama davasında, ve bain talak davası hakkında, mes'ele malumdur; hüküm sahihdir. Alimler: Ric'î talak da böyledir. Dava şart değildir. Çünkü, onun hükmü iddet bittikten   sonra,   cimanın   haram   olmasıdır   ve   bu   hakkullahdır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

İki ayrı mal hakkında iddiada bulunan bir şahıs, onlardan birisini belirli bir yönden açıklar, diğerini ise, açıklamaz, şahitler de böylece Şehadette bulunurlarsa, bu malların ikisi hakkında da hükmedilmez.

Eğer şahitler belirli mal hakkında şehadette bulunurlarsa, bu Şehadet sahih olur. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir eşeği iddia eder ve bu iddiacı: "Bu eşek, benim malımdır. Çünkü ben, onu filandan satın aldım. Fiatı da şudur. Senin yanında haksız olarak duruyor. Onu bana teslim etmen gereklidir." derse, bu davası dinlenmez. Zehiyre'de de böyledir.

Halef bin Eyyûb şöyle diyor:

— Ben şeddat'tan'sordum:

— Bir adam öldü. İki yüz dirhem bıraktı. Diğer biri de —beyyine ikame ederek— yüz dirhemini iddia eyledi. Hakim de ona hükmeyledi. Sonra da bir başkası gelerek, o Ölüye karşı, yüz dirhem iddiasında bulundu. Varisler bunu inkar eyledi. İddiacının da, bu hususta beyyinesi yok. Ancak kendisine yüz dirhem hükmedilen zat, onun yüz dirhemini ikrar eyledi. Bu mes'elenin hükmü nedir?

İmâm şöyle buyurdu:

— Bu şahsa hükmedilen yüz dirhem; yarı yarıya hükmedilir. Halef de:  Bunu kabul ederiz." demiş ve kitaplarda da böyle

yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir başkasına karşı iddia ederek:  "Seninle benim aramda, bir yer hakkında serî (= sahih) anlaşma cereyan eyledi. Ben, onu sana karşı iddia eylemiştim." der ve sahih anlaşma hususunda beyyinesini de ibraz eder; davalı da, bu sulhun fasid olduğunu beyyine-lerse; bu durumda sahih ve makbul olan beyyine sulhun sahih olduğunu bildiren beyyinedir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Ölen bir şahıs, kıymetleri müsavi bulunan üç köle bırakarak ölür; onlardan başka da bir malı olmaz; bir de oğul bırakır ve başka varisi bulunmaz; bir adam da —beyyinesiyle— "ölen zatın, kendisine Salim adındaki köleyi vasiyet eylediğini" söyler; varis, bunu inkâr ederek: "Babam, yalnız Zeyg denilen köleyi, —bilen şahsa— vasiyet eyledi." der; ikrar olunan şahıs da, bunu kabul ederse; bu durumda hakim, beyyine sahibine Salim'i hükmeder. Kendisine ikrar olunan şahsa Zeyg'i hükmeylemez. Şayet varis Salimi, Zeyg karşılığında satın alırsa, bu satış caiz olur. Keza, varis, onu bin dirheme satın alsa, bu da caiz olur,

Fakat, birinci bölümde varis Zeyg'in kıymetini kendisi adına ikrar olunan şahsa tazmin eder. (= öder). İkine bölümde ise, Zeyg'i, kendi­sine ikrar olunan şahsa teslim etmesi emredilir.

Bir kimse, bin dirhem kıymetinde bir köle bırakarak ölür ve başka bir mal da bırakmaz; varis de: "Gerçekten ölen zat, o köleyi filan adama vasiyyet eyledi. Ben de ölümünden-sonra, onun vasiyetine razı oldum." der; adam da ölünün üzerinde bin dirhem alacağının olduğunu belgeler; varis ise, bu borcu inkar ederse; bu durumda hakim, bu kölenin satılıp, borca verilmesine hükmeder.

Eğer varis, köleyi satırı alır veya köle varise bağış .sadaka, miras gibi bir yolla geri döner; ikrar olunan şahıs da, bu köleyi almak isterse, bu durumda, onun köleyi alabilmesi için bir yol yoktur.

Şayet şahitler, borç hususunda şehadette bulunurlarsa; bu durumda hakim, satışı ibtal eylemez; fakat, bu kölenin parasını, vasiyet olunan şahsa verir.

Eğer alacaklı, parasını almadan ölür; ölenin varisi de o bin dirheme, miras yoluyla sahib olursa, ikrar olunan şahıs onu alır.

Şayet, o bin dirhemden başka malı da varsa; o maldan bin dirhem miktarı satılarak, ikrar olunana verilir.

Ölenin varisi bulunmaz, fakat ölen şahıs, o belirli bin dirhemi ikrar olunan şahsa vasiyyet ederse; o bin dirhem, ikrar olunan şahsa aynen verilir.

Şayet, o bin dirhemden başka bir mal da vasiyet etmişse, o da verilir.                                                                       

Eğer oleinin bir şeyi olmaz, alacaklı da ikrar olunan şahsa, o bin dirhemi veya başka bir bin dirhemi bağışlarsa, bu bağışın hastalık halinde olması halinde, cevap, vasiyyette olduğu gibidir.

Şayet, bu şahıs bağışı, hali sıhhatinde yapmış ve hîbe olunan şey de kendisine bağış yapılan şahsın yanında bulunmakta ise, ona "o bin dirhemin kendisine ikrar edilen şahsa venTf©si''t^mredilir.

Şayet, hîbe olunan. şahısta başka bir bin dirhem varsa; "onun verilmesi" emredilmez.

Eğer hakim, borç için köleyi yabancı birine satmaz da, alacağına karşılık olarak, alacaklıya verir ve: "îşte bu köle, senin alacağına karşılık sana satılmıştır." veya "Senin alacağına karşılık kılınmıştır." der; alacaklı onu aldıktan sonra da, varis, alacaklıdan o köleyi satın alır. Yahut alacaklı onu varise sadaka veya bağış yaparsa, bu durumda, kendisine ikrsır olunan şahsın, o köleyi almaya bir yolu yoktur..

Şayet, hakim, bu köleyi alacaklıya satmaz; fakat, alacaklıyı diğeri ile bir mal karşılığı sulh eder veya: "Bu köle, senin alacağına karşılık anlaşmadır." der ve köleyi alacaklıya teslim eder; sonrada zaman geçince, bu köle varisin eline geçerse; bu durumda varisin, o köleyi vasiyet olunan şahsa vermesi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam ölüp, kıymetleri müsavi üç köle terk eder ve varisde, "onlardan, belirli birisinin, bir adama vasiyet olduğunu" ikrar eder; ikrar olunan da bunu doğrular ve —beyyine ibraziyle— "diğer bir kölenin de, başka bir adama vasiyyet olduğunu" söyler bunu da varis inkar eder ve bu meyanda ikrar olunan, kölesini azad ederse; hükümden önce olması halinde, azad etmesi geçerlidir.

Eğer hükümden sonra azad etmiş ise, geçerli değildir.

Şayet, varis her hangi bir sebeble, o belirli köleye sahib olursa, onu, ikrar olunan şahsa vermesi emredilir; onun azad etmesi geçerli olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbnü Semâa, Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam ölüp, iki oğlan ile, iki de ev bırakır; başka bir adam, da bu evlerden birini iddia ederek "babalarının onu gasbeylediğini" söyler ve onlara yemin verir; bu durumda onlardan biri yemin ettiği halde, diğeri etmezse, hakim, o evin yarısını iddiada bulunan şahsa hükmeder.

İddia eden şahıs, hissesini, yemin etmeyen kardeşe satarsa, evin kıymetinin yarısını ondan alır. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm  (R.A.)  şöyle  buyurmuştur:   "Bu  ev,   varislerin  elinde bulunur; onlardan birisi de hazırda olmaz ve bir başkası da iddia ederek, "o hazırda olmayan adamın hissesini, satın aldığını" söyler ve onu da belgelerse, diğer varislerin, hazırda olmayanın hissesini ikrar etmeleri halinde, diğerinin iddiası kabul edilmez.

Eğer inkar ederlerse, iddiası kabul edilir ve hazırda olmayandan satın aldığı tesbit edilmiş olur. Hatta, hazırda olmayan gelse de bu satışı inkar eylese; bu inkarına iltifat edilmez, Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsa, bir cariye satar; müşteri de kaybolup nereye gittiği bilinmez ve iş hakime çıkarılarak, ondan, "cariyenin satıla­rak, parasının satıcıya verilmesi" istenirse; hakim, bu talebi kabul eylemez; beVyine ister,

Eğer bu hususta, beyyine ibraz ederse, o zaman hakim, bu cariyeyi satarak, parasını satıcıya verir. Bu durumda, satıcıdan da, güvenilir bir kefil alir.

Şayet, bu cariyenin bedeli az olursa, noksanını müşteri öder.

Eğer fazla olursa, fazlası da müşterinin olur.

Bu mes'ele, cariye hakkında böyledir.

Ev hakkında ise, böyle değildir; ev satılamaz.

Şayet müşterinin yeri belli olursa; hakim —her ne kadar satıcının beyyinesi olsa bile— cariyeyi satamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evi iddia ederek: "Bu, benim mülkümdür. Babam, sana rehin bıraktı." der; zi'l-yed de bunu inkar eder; şahitler de "Bu ev, iddia edenindir." diye şehadette bulu­nurlar; ve: "Bu durumda, zi'l-yed haksızdır." derlerse; bu şehadetleri kabul edilir. Ve zi'1-yedin haksızlığı belli olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı bir evi iddia ederek: "Bu ev, benimdir. Filan oğlu filan olan babana, ben rehin olarak bırakmıştım. Sonra da baban öldü ve evi sana bıraktı. Sen alacağım al ve evimi bana teslim eyle." der; karşı taraf da, bunu inkar eder; şahitler de, "davanın uygun olduğuna" şahitlik yaparlar ve: "Bu ev, bugün için iddia sahibinindir. Zi'l-yed haksızdır."  derlerse,  şehadetleri. kabul edilir.  Kunye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir cariyeyi "benimdir." diye iddia ederek, "zi'1-yedin yanında, haksız olarak kaldığını." söylerse, davası sahih olur.

Eğer, davasında: "Bugün için benimdir. Zi'l-yed benden almıştır." demese bile davası sahihdir.

"Zi'l-yed, benden zoraki aldı. Bu cariye benimdir." derse, davası yine caizdir.

"Benimdir." demese bile davası sahihdir.
Eğer, "zi'1-yedin onu gasbeylediğini" belgelerse; hakim, zi'1-yede, "cariyeyi ona vermesini" emreder fakat onun mülkü olduğuna hük-meylemez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir evi, bir şahıs, başkasından, bir köle karşılığında satın alıp, bu köleyi de ona teslim eder; sonra da, bu müşteri, zi'l-yed ile davalaşır ve ondan, "o evi, bağış veya sadaka, satın alma, emanet alma, zoraki alma veya bunlara benzer bir yolla alırsa; bu durumda, köleyi geri almak için bir yolu yoktur.

Eğer zi'l-yed gelir de müşterinin elinden evi geri alırsa, (Şöyleki: O evi, o zoraki almış veya ona emanet bırakılmışta, zi'l-yed de gelerek, onu almışsa) bu durumda müşteri, satıcıya müracaat ederek, kölesini geri alır.

Şayet, ev yerinde cariye olmuş; müşteri de onu bir köleye karşılık satın almış, ve o her hangi bir sebeble, müşterinin eline vasıl olmuş bulunsa, sonra da müşterinin elinde iken, o cariye ölmüş olsaydı bu durumda o köleyi, alması için bir yol kalmazdı.

Ancak, cariye müşterinin eline gasb yoluyla geçer; zi'l-yed de gelip, gasb hükmüyle onun bedelini alırsa, o zaman müşteri kölesi için satıcıya müracaat eder. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir köle karşılığında, bir ev satın alır ve bu ev, satıcının elinde bulunmaz; zi'l-yed olan zat da, "bu evin, kendinin olduğunu" iddia eder ve müşteri, zi'l-yed ile mahkemelik olursa; bu durumda, hiç bir şey ile hükmedilmez. Müşteri, hakimden, "satıcı ile aralarındaki alım-satımm bozulmasını" isterse, hakim onu kabul eder.

Aralarındaki sözleşme fesholunca da, satıcıya, "köleyi geri vermesi" emredilir.

Hayli zaman geçtikten sonra, herhangi bir sebeble, bu ev müşterinin eline geçse bile, önceki fesh feshdir; bu durumda müşteriye, "köleyi satıcıya vermesi" emredilmez.

Evi, satıcıya teslim etmesi" emredilir mi?

Duruma bakılır: Eğer, müşteri satış sırasında, evin satıcıya ait olduğunu açıkça söylemişse; o zaman emredilir. Yok eğer, söylememişse emredilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir arazi, bir adamın elinde bulunduğunda, başka bir şahıs iddia ederek, "bu yerin, belirli bir yönden, filan zatın vakfı olduğunu söyleyip, kendinin de, "o vakfa mütevelli olduğunu" bildirirse; şart­larını zikreder ve —beyyinesiyle de— "oranın vakıf olduğunu'* isbat eder; hakim de oranın vakf olduğuna hükmeder; sonra da bir adam gelerek, "o yerin kendi malı olduğunu" iddia ederse; bu iddiası kabul edilir. Hulâsa'da da böyledir.

Necmü'd-dîn en-Nesefî'den soruldu:

—Bir adam, diğerinin elinde olan bir yeri iddia eder ve "oranın kendi mülkü olduğunu; ve zi'l-yedin elinde haksız olarak durduğunu" söyler; davalı da: "Bu, benim mülküm değildir. Bu vakıftır. Ben müte-vellîsiyim." derse; hakim davalıdan söylediğinin doğruluğuna beyyine ister.

Eğer o zat, beyyine ikame edemezse, hakim ona emrederek, "o yeri, davacıya teslim etmesini" söyler. Müddeînin (= davacının) elinde beyyinesi olduğu için, böyle yaparsa ne olur?

İmâm, şu cevabı vermiştir:

Bunların hiç biri, hakim için uygun olmaz. Yani, davalıdan sözünün doğruluğuna beyyine istemesi ve "o yeri, müddeîye teslim etmesini" emretmesi uygun olmaz.

Ancak davacıya "o yerin, kendi mülkü olduğuna dair beyyine ikame etmesini" emreder. Ve, onun beyyinesini kabul eder. Çünkü mü­tevelli, mülkü, nefsi için iddia eden şahsa vakıf hususunda hasımdır. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın elinde bulunan bir evi, bir başkası iddia ederek: "Onu, elinde olan şahıstan bin 'dirheme satın aldığını ve evin, kendisinin olduğunu" söyler; ev elinde olan da, iddia ederek: "Bu evi, iddia eden şahıstan satın aldığını ve bin dirhem verdiğini; evin kendinin olduğunu" söyler ve her ikisinin de beyyinesi olmazsa; bu durumda ev, elinde olanın olur. Zemyre'de de böyledir.

Hişam şöyle demiştir:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

—Bir adamın elinde bulunan bir evi, başka birisi iddia ediyor ve bu şahıs evi elinde bulunduran.şahsı hakime getiriyor; ev elinde olan da, "bu evi, iddia edenden satın aldığını" ikrar ediyor ve "beyyinesinin olduğunu da" söylüyor. Bu durumda, ev elinde olan şahsa, "bu evi davacıya teslim etmesi —bu ikrarı sebebiyle—" emredilir mi? İmâm şöyle buyurmuştur:

—  Evet; fakat, davacının, evi iddia etmesi istihsandır; ondan ketil alınır ve ona üç gün mühlet verilir.

Eğer bu müddet içinde beyyine ikame ederse, eder; değilse ev aley­hine hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine karşı, bir paltoyu, ona, şu fiata sattığını" iddia eder; davalı ise, bunu inkar ederek: "Bu palto, benimdir. Ve ben, bunu sana emanet bırakmıştım. Sen, onu bana geri verdin." derse, bu durumda ikisine de davaları hususunda yemin verilir. Ve bu palto sattığını iddia eden şahsa geri verilir. Yemin, ilk önce, davalıya yaptırılır. Zehıyre'de de böyledir.

Rukiyyât kitabında şöyle zikredilmiştir:

İbnü Semâa, Muhammed bin Hasana mektup yazıp, şöyle sordu: —Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir köleyi iddia ederek "gerçekten bu köle, filan oğlu filan gaibin idi." diye beyyine de getirir; bir başkası da bunu ikrar eder; köle elinde bulunan şahıs da, bunu inkar ederek: "Kölenin kendinin, olduğunu" söyler; iddia eden de: "Şahitler doğru söyledi." Ve filan şahıs köleyi benim için ikrar eyledi. Fakat ben, ona başka bir yönden sahip oldum. (Bağış, sadaka veya satın alma gibi...) derse ne olur?

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

— Bu durumda, hîbe sadaka veya satın alıp parasını verdiğine şahit getirmedikçe, bir şeye sahip olamaz.

Ancak, beyyinesini ibraz ettiği zaman, hakim köleyi ona hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir köleyi iddia ederek: "Sen, bunu, bana bin dirheme sattın. Parasını da peşinen aldın." dediğinde, davalı, onu sattığını ve bedelini aldığını inkar eder; iki şahit de: "Satıcının, onu sattığını ve bedelini aldığını ikrar ettiğine" şahitlik yaparlar ve: "Biz, köleyi tanımıyoruz. Fakat, satıcı bize kölem Zeyd'dir; dedi." derler; başka iki şahit de: "Bu kölenin adı Zeyd'dir." diye şahitlik yaparlar; satıcı da "onun adının Zeyd olduğunu" ikrar ederse; bu şahitlerin şehadetiyle, satış tamam olmaz; bu durumda satıcıya yemin verilir.

Eğer yemin ederse, parası kendisine geri verilir.

Şayet yeminden kaçınırsa, kaçınması sebebiyle, satış ilzam olunur.

Eğer iki şahit şahitlik yaparlar ve: "Satıcı, kölesi Zeyd'i sattığını ikrar eyledi ve o köleyi, bir işe veya sanata, süse, kusura nisbet eyledi." derler ve bu köle de dedikleri gibi olursa, bu ve önceki mes'ele kıyâsta aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet şahitler, "kölenin kusurlu olduğunu ikrar ettiğine" şahitlik yaparlar ve onun adım söyleyerek, onu vasfederler ve: "Biz, onu bugün gördük. Fakat, bizzat tanıyanlayız." derlerse, bu durumda da şehadet-leri batıl olur. Çünkü önce tanıdıklarını, sonra da tanımadıklarını söylemişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bişr,   Neva dır' inde,   İmâ m   Ebû    Yû suf   (R: A.)' in   şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerine karşı iddia ederek: "Şu evi, onun tasadduk eylediğini ve onu kendisinin aldığım;" veya "ondan, bin dirheme satın alıp onu teslim aldığım;" yahut "bin dirheme karşılık, evi bağışladığım ve kendisine onu aldığını" söyler; zi'l-yed de bunları inkar eder; iddiası ise, beyyine ibraz ederek: "Zi'l-yed böylece ikrar eyledi." derse; bu iddiası kabul edilir ve ev bu davacının olur.

Bundan sonra da, zi'l-yed bu evin parasını iddia ederse; ona verilir.

Eğer iddia eylemezse, bu evde bir hakkı olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

İddia olunan zat: "Bu yer, benim elimde değildir." der; iddia eden de, ona yemin vermek isterse; hakim, Allah adına yemin verir. "Bu mülk, müddeînin değildir." diye ikrar ederse, mülk kendinin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, iddia ederek: "Evi şu adamdan satın aldım." (veya "köyü" yahut "bir araziyi" aldım.) der; ancak onun hudutlarını belirtmez; davalı da, Öylece ikrar eder ve hududu üzerinde ittifak eder­lerse; bu durumda hakim, ikrarı sebebiyle davalıya karşı hükmeder.

Eğer, satm alışını ikrar eder de, hududunda ihtilafa düşerler; davacı: "Hududu budur." der; davalı da: "Hayır, hududu şudur." der ve onu, iddiacının iddiasından noksan gösterir ve bu durumda müşterinin de onun hududu bilen şahitleri olmaz ve bu hususta ikisi de tereddud ederlerse, ikisine de yemin ettirilir. Şayet şahitler, "ikisinin de satışlarını ikrar ettiklerine" şahitlik ederler ve hududunu da belirtmez--lerse; bu durumda ikisi, hudud hususunda ittifatk etmeleri halinde satış caiz ve geçerli olur.

Eğer hudutta ihtilaf ederler ve müşterinin de hududu tanıyan şahit­leri olmaz ve buna göre yeminleşirlerse, hakim aralarındaki satışı nak­zetmez. (= bozmaz.)

Bu durumda hakim, sorar. Eğer müşteri cevaptan kaçınırsa, satıcının dediği hudut üzerine alır. Satıcının tasdikine müracaat edilmez.

Satıcı ise, alım-satımm bozulmasını talep eder. Hakim ise, duruma bakar ve acele etmez. Eğer müşterinin hücceti olursa, davası sabit olur; değilse satış bozulur.

Keza, eğer müşteri satıcıya, satın alışı hakkında yazdığı yazıyı getirir; şahitler de "ikisinin de, satışı ikrar eylediğine" şahitlik yaparlar ve hududu da belirtirlerse; bu durumda hakim, satıcıyı ilzam ederek, o yeri alır ve müşteriye teslim eder.

Şayet hudutta ihtilaf ederlerse, yeminleşirler ve pazarlığı bozarlar.

Ancak, müşteri beyyinesini getirir ve hudutlar hususunda şahitler, şehadette bulunurlarsa, hakim satıcıyı ilzam eder ve o yeri alarak, —şahitlerin şehadeti sebebiyle— müşteriye teslim eder. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.

Bir adam, "bir evi, elinde bulunduran zattan satın aldığını" iddia ederek: "Bir ay önce aldım." der; davalı da, bu davayı inkar eder; davacı ise, beyyine ibraz eder; davalı da: "Bu ev, benim idi. Ancak, ben onu, bundan üç ay evvel kanma sattım." der karısı da onu doğrular ve: "Ben, gerçekten bu evi, davalıdan satın aldım." der ve davacının iddiasına karşı beyyine ibraz ederse; işte o zaman hakim, bunların ikisinin beyyinesini de kabul eylemez.

Şayet, kadın, kocasına karşı beyyine ibraz eder ve kocası onu ikrar ederse, bu kabul edilerek, bu ev kadına hükmedilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Ebû Leys'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın elinde, yarım bir ev bulunur; bir adam da gelerek, "o evin vakıf olduğunu" iddia eder ve onun vakfolunduğu günde, şahitler" onun, vakıf olduğuna" şehadettte bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, oğlunu bir kadınla nikahlar ve bu kadına mehir olarak, bir yer ismi verir; onu da sahih satışla sattıktan sonra, o adam ölür ve varisleri,   "babalarının,  o yeri,  mehir  olmadan önce,  filan adama sattığını" iddia ederlerse; bu durumda, bu varisler tasdik olunmazlar. Bu yer, kadının olur.

Eğer, o yerin satış tarihinin daha önce olduğu beyyinelenirse, şahit­lerin şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müdrikeyi babası, nikahladığında, onun kocası ölür kadın da, miras iddia ederek, "Ben, babama nikahlanmamı söyledim." derse, o zaman nikah sabit ve kadın varis olur.

Şayet: "Ben, babama söylemedim. Fakat, nikah haberi bana ulaşınca, razı oldum." der ve bunu da beyyinelerse» yine varis olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Davacı beldenin hakimine —beyyine ikame ederek: "Filana karşı, kendi için  bin  dirhem   hü kmolunduğunu"    söyler;    davalı    da —beyyinesiyle— "bin dirhemden beraatinin" hükmedildiğini söylerse, bu durumda,  beldenin  hakimi,  'davacının iddiasına göre  değil de beraatını iddia edene göre hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, evinde bulunan bir kadına cima eder; kadın, o adamdan bir çocuk doğurduktan sonra, bu kadın, "o adamın karısı olduğunu"  inkar  ederse;  İmâm  Ebû  Yûsuf (R.A.):   "Eğer. kadın, Çocuğun kendi çocuğu olduğunu" ikrar ederse; işte o zaman, bu kadın, o adamın karışıdır. Eğer, aralarında çocuk yoksa, kadının sözü —her ne kadar   beraber  bir  halde   bulunsalar  bile—   geçerli   olur.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan, yarım evi, —beyyine ile—  iddia  eder;  hakim  de  onun  lehine  hükmeder;   bu  davacının kardeşleri  olur ve bunların da her biri, ayrı ayrı bu evin yarısını iddia ederlerse, o evin yansı, iddiacılar arasında hükmedilir.

Şayet önceki iddiacı, iddia ettiğini almazsa; evin üçte biri aralarında hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, iki oğul terkederek ölür; onlardan birisi, bir adama karşı iddia cJerek, "babasının, onda bin dirhem alacağının olduğunu söyler; buna karşı da beyyine ibraz eder; diğer kardeşi de aynısını iddia ederek: "Babamın, onda —sattığı cariyenin parası olarak— bin dirhem alacağı var." der ve bu hususta beyyine ibraz ederse, bu takdirde, baba­larının, o adam da ancak bin dirhemi olduğuna hükmedilir.

Ve bu durumda kardeşlerin her birine, beşyüzer dirhem hükmedilir. Şayet, onlardan birisine beşyüz dirhem ödenirse, diğer kardeş, ona ortak olamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Borç sebebiyle habşedilen zat, fakir olduğuna dair beyyine ibraz eder; alacak sahibi de —beyyinesiyle— "onun, zengin olduğunu" söylerse, bu durumda hakim, alacak sahibine hükmeder.
Eğer, malının miktarını açıklamazsa, alacaklının beyyinesi sebe­biyle borçlu devamlı hapiste kalır. Muhiyt'te de böyledir. En doğrusunu AllahuTeâlâ bilir. [62]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/351.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/351-353.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/353.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/353-354.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/355.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/355-361.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/361-370.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/370-381.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/382.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/382-390.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/390-405.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/406-426.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/427-435.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/436-455.
[15] Mündefi': İndifa etmiş; geçmiş; atlatılmış; savuşturulmuş...
[16] Ikâle: Her iki tarafın istek ve rızâsı ile, —önceden yapılmış bulunan bir— alış-veriş işlemini
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/456-497.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/498-500.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/501-525.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/526.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/526-529.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 7/529-564.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/5-11.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/11-16.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/16-28.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/29.
[27] Gamta: Ev ve çardaklara mahsus kamışların bağlandığı bir nevi ip.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/29-40.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/40-43.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/44-49.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/50-60.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/61-64.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/64-66.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/67.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/68.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/68.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/68-69.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/69-71.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/71.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/72-73.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/73.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/74.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/74.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/74.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/74.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/75-86.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/86-89.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/89-98.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/98-104.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/104-106.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/107-108.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/108-111.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/111-115.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/115-117.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/118-122.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/123-124.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/125-131.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/131-137.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/137-144.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/145-159.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/160-168.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 8/169-180.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..