Vasiyette Çare İle İlgili Diğer Bir Örnek

Vâris, hastada olan alacağının kıymeti kadar bir mal veya eşya getirir. Bir cemaatın huzurunda, o malı, o hastaya şu şu kadara satar ve onu hastaya teslim eder. Bir cemaat buna şahit olurlar. İşte o malın bedeli, hastada, vârisin beyyineli (şahitli) alacağı olur.

Sonra da hasta, o malı, bir adama hîbe eder. Kendisine bağış yapılan da, o malı, vârise bağışlar ve vârisin malı, kendisine aynen dönmüş olur. Ve onuri bedeli, (isbatlı şahitli,) hastada, onun alacağı olur. İşte böylece, vâris alacağını, hastadan —bir yabancı gibi— a.U mış olur.

Âlimler: "Bu çâre güzeldir." dediler.

Ancak bunda bir nevi şüphe vardır. Çünkü borç tekerrür edi­yor. Zira, daha önceki borç, hastanın üzerine satış yapılmadan önce vacip idi. Bir de satış yapılınca borç iki kat oldu. Bu durumda vâris, ancak ikinci alacağını almış olur; birincisi kalır. O borç terekede borç olarak kalınca da, vârislere — o borcu ödemeden— heiâl olmaz. Bu çare, kurtarıcı bir çâre olmaz.

Hassâf, bu çâreyi zahire göre yapmıştır.

Sonra, Hassâf, birinci çârede, "varis, hastaya satış yapar." bu­yurmuştur. Bu satış, hilafsız sahih olur.

Şeyhu'l-İslâm, Müzâraat Kitabının Şerfu'nde ve Hastanın Müzarâatı ba­bında böylece zikreylemiştir.

Fetâvâyi Suğra'da ise, alış verişin tamamının hilafı zikredilmiştir ve büyük ve izinli kölenin efendisine karşı olan ikrarı babı üzerine havale edilmiştir.

Bu mes'elede başka bir çâre:

Bu çâreyi de Hassâf söylememiştir:

Bu işi hâkime çıkarıp, vârisin alacağını hâkimin huzurunda ik­rar etmesi ve alacağının "sahih bir alacak" olduğunu söylemesi ge­rekir. Çünkü, bu mes'ele âlimler arasında ihtilaflıdır.

Bize göre hastanın vârislere borç ikrarı caiz değildir.

İmâm Şâfl (R.A.): "caizdir." buyurmuştur.

Şayet hâkim hükmederse, bu ihtilaf da ortadan kalkmış olur.

Bir adam, küçük kızına bir eşya veya bir ziynet eşyası yahut benzeri bîr şey vermek ister ve veremeden hastalanır; vârislerinin de onu vereceğinden emin olmazsa; o menkûlatı, güvenilir bir adama verir ve "onun, küçük kızına verilmesini," ona vasiyet eder. Ve o eşyayı, "kız büyüyene kadar korumasını" söyleyip," o büyüyünce, ona teslim etmesini" vasiyet eder.

Fakat vereceği şey, bilinen bir ev veya bir yer olur ve onu hasta­lığında verme imkânı bulamazsa; uygun olanı, gizlice, bir malım, gü­venilir birine vererek, ona: "Bu mal, kızım filânenindir. Bununla, benden şu akarı, onun için satın al." der ve şahitlerin huzurunda, o akan, o adama satar. Adam da, onu satın alırken: "Ben, bunu, bu kız için satın alıyorum." demez; aynı şekilde, satıcı olan hasta da "Ben, bunu kızım için satıyorum." demez. Bu durumda, o kız büyüyünce, müşteri, o yeri, o kıza verir.

Âlimler bu hususta ihtilaf eylediler.

Bir adam, küçük kızı için cehiz hazırladığı hâlde, onu, birkim-seye teslim edemeden hastalansa; ona gizlice bir adama vererek, "kızı için muhafaza etmesini" isteyerek söylediğimiz gibi yapsa, o ada­mın, onu alması helâl olur mu?

Âlimlerin çoğunluğu: "Helâl olmaz." dediler. Çünkü hâkim, küçüğün babasını, "bu mal küçüğündür." sözünü doğrulamaz. Onun gibi, bu adamı da tasdik etmez. Onun bu malı almaya yetkisi yok­tur. Zira, bu durumda diğer vârislerin haklan zayi oluyor.

Yalnız Hassâf, buyurmuştur.

Eğer o yabancı, yemin etmekten korkarsa; Mebsut'da bildirildi­ği üzere, hasta, bir yabancıdan borç alır. Sonra, onu küçük kızına bağış yapar. Sonra da onu bir başkasına vererek, kızı için bir yer satın aldırır. Bu durum caiz olur. Adam da yemin etse, bir şey ol­maz. Çünkü sözleşme o dirhemlere taalluk etmiyor; belki de zim­mette olan alacağa taalluk ediyor. Böylece yemininde hânis olmaz. ŞeyhıTI-İmâra Şenısii'l-Eimme el-Halvânî , şöyle buyurmuştur: Bu çâre, İmâmeyn'in sözlerine göre şahindir. Fakat, İmâm Ebâ Ha-nîfe (R.A.)'ye göre, hastanın; vârisine de, vârisinin vekilini de bir şey satması sahih değildir.

Bir adamın yanında, vârisin evi veya bir yeri bulunur ve onu ikrar edince, vârislerin kabul etmeyeceğinden korkarsa; buna' çâre: Bir yabancıya: "Bu ev (veya bu yer) senindir." der. O da: "Hayır benim değil; filan vârisindir." der. Hastanın bir karısı veya başka bir vârisi olur ve onun da bu hastada alacağı bulunur; hasta ise, onu ikrar edince, bu ikrarının caiz olmayacağından korkarsa; buna çâre: Alacaklı güvenilir kişileri hastanın yanına —şahit olarak— ge­tirir. Hasta, onların huzurunda "Filan vârisinin vekili olduğunu, bu vârislerden yüz dinar almasını söylediğini" ikrar eder. O vekil de, "o adamdan yüz dinar —hastanın vârisi için— aldığım" söyler. Sonra da vekil, vekâletini inkâr eder. O vâris de, o adama müracâatta bu­lunur. O da hastaya müracaat eder. Böylelikle, alacaklının alacağı alınmış olur.
Şayet vekil olacak zat, yeminden korkarsa, —önce vasfeyledi-ğimiz gibi— satış muamelesi yapılır. Muhıyt'te de böyledir. [43]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..