9- VASÎ VE ONUN SAHÎP OLDUĞU HAKLAR

Bir kimsenin vasiyeti kabul etmesi uygun değildir. Çünkü vesayet, tehlikeli (= muhataralı) bir iştir, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:  Önce vasiliğe girmek yanlıştır; ikinci def*ası hiyanettir, üçüncüsü ise sirkat (= hırsızlıktır.

Bazı âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Vasî, Ömer b. Hattâb (R.A.) bile olsa, tazminattan kurtulamaz."

tmâm Şâfî (R.A.)'de, şöyle buyurmuştur: Ancak ahmak veya hırsız olan vasî olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vasîler şu üç durumda olurlar:
1) Emîn  (=   güvenilir),  güçlü  ve vasiyeti yetine getirebilecek durumda olan vasîler.

Bu vasî sağlamdır. Hâkim onu azledemez.
2) Güvenilir fakat âciz olan vasîler. Hâkim, bu durumda olan vasî'ye yardımcı verir.
3) Fâsık, kâfir veya köle olan vasîler. Böyle olan vasinin azl edilmesi gerekir. Onun yerine başka bir vasî ta'yin edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, onun şahsı hakkında vasiyette bulunduğunda; kendisine vasiyet olunan zat: "Ben, kabul eylemem." derse; reddi sahih olur. Ve o, vasî olmamış olur.

Şayet, vasiyet eden şahıs, kendisine vasiyet olunana: "Ben senin kabul etmiyeceğini zannetmiyordum." der; kendisine vasiyet olunan da, bundan sonra: "Kabul eyledim." derse; bu caiz olur.

Şayet, vasiyet edenin sağlığında susar ve vasiyet eden ölürse; işte o zaman muhayyerdir: Dilerse vasiliği kabul eder; dilerse reddeder. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, huzurda olmayana vasiyet ettiğinde; onun vasiyeti, vasiyet edilen şahsa; vasiyet eden Öldükten sonra ulaşır; o da: "ben, kabul etmiyorum." der; sonra da: "Kabul ediyorum.** derse; işte bu, -hükümdar,    "kabul    eyledim."    demeden    önce    onu   vasilikten çıkarmadıkça caizdir- Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

tmâm Mu h amme d (R.A.), Câmiu's-Sağîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerine vasiyette bulunur; o da, onun sağlığımda onu kabul ederse; vasiliği tamamdır.

Hatta, vasiyet eden öldükten sonra, vasilikten çıkmak istese, buna hakkı olmaz.

Şayet, sağlığında reddederse; bu reddi, reddir ve sahihtir.

Yüzüne karşı reddeylemez ise, sahih olmaz. Yüzüne karşının ma'naşı, reddettiğini onun bitmesidir.

Yüzüne karşı olmamasının ma'nası da, reddettiğini onun biîmeme-sidir. Mahıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini vasî yapar ve: "O ne zaman isterse, vasilikten çıkar." derse, bu caizdir,O vasî istediği zaman ve istediği vakit vasi­likten çıkar. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini vasî yaptığında; o adam: "Ben kabul etmem." der; vasiyet eden de susar; sonra da ölür; vasiyet olunan kişi de: "Kabul eyledim." derse; onun kabulü sahih olmaz.

Şayet, kendisine vasiyet edilen susup; bir şey söylemez ve yüzüne karşı: "Kabul etmiyorum." der; sonra da vasiyet eden adam ölmeden önce, veya öldükten sonra, onun gıyabında bir mecliste: "Gerçekten vasiliği kabul eyledim." derse; kabulü caiz olur. İster hâkimin huzu­runda olsun, ister olmasın müsavidir. Şayet, onun: "Ben, kabul etmem." dediğini, hâkim bilirse; onu vasilikten ihraç eder (= çıkarır).

Sonra: "Kabul eyliyorum." dese bile, kabulü sahih olmaz.

Şayet, bir adam, kendisine vasiyet edenin gıyabında: "Ben, onun vasiyetini kabul etmiyorum."  der veya bir elçi yahut bir mektup gönderir ve o vasiyet edene ulaşır; sonra da: "Kabul ediyorum." derse; kabulü sahih olmaz.

Eğer vasiyet edenin yüzüne karşı kabul ettiği hâlde, vasiyet edenin olmadığı zaman: "Şahit olunuz; ben onun vasiliğinden çıktım/' derse, Hasan bin Ziyad İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin: "Çıkması sahih olur." buyurduğunu rivayet etmiştir.

Şayet, vasî, vasiyet edenin olmadığı hâlde, vasiyeti reddederse; bize göre, bu reddi bâtıl (= geçersiz) olur.

Bir adam, diğer bir adama, vasiyet ettiğinde; vasînin ondan haberi olmaz ve vasiyet eden öldükten sonra, kendisine vasiyet olunan şahıs, vasiyet edenin terekesinden bir şey satarsa; satışı caiz olur ve vasiyeti kabul etmiş sayılır. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bir adam, iki adama vasiyette bulunduğunda; onlardan birisi kabul edip, diğeri sussa; kabul eden şahıs, susana, vasiyet eden Öldükten sonra: "ölü için bir şey satın al." deyince; o da alıp, onunla, ölüye kefenler veya bundan Önce "evet." derse; vasiyeti caizdir.

Keza, susan diğerinin hizmetkârı olup, hür de olmaz ve ölen için, ona kefen satın almasını söyler; o da satın alır veya "olur." derse; işte bu, vasiyeti kabul olur. Huânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

tmâm Kerhî şöyle buyurmuştur: Vasî, vasiyeti kabul eder; veya ölümden sonra tasarrufa baslar; sonra da, kendini vasilikten çıkarmak isterse; bu caiz olmaz. Ancak, hâkimin yanında çıkarsa; bu caiz olur.

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır: Vasî, önce kabul edip; sonra da hâkimin huzurunda, nefsini vasilikten çıkarırsa; hâkim, onun haline bakar: Eğer güvenilir biriyse ve tasarrufa da kadirse, onu vasilikten çıkarmaz.

Şayet, hâkim onun âciz olduğunu ve çok meşguliyeti olduğunu bilirse; o takdirde, vasilikten çıkarır. Sirâcü'l-Vehbâc'da da böyledir.

Bir adam, kendi kölesine veya bir diğerinin kölesine vasiyette bulunursa; bu üç durumdadır:
1) Vârisler büyük kişiler olabilirler.
2) Vârisler, büyüklü küçüklü karışık olabilirler.
3) Vârislerin hepsi de küçük olurlar.

Şayet, hepsi de büyük veya büyüklü küçüklü iseler, işte bu takdirde, vasiyet bâtıldır.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmiu's-Sagîr'de ve el-Asü'da böyle buyurmuştur.

"Bâtıl olur." sözüyle de, "yakında bâtıl olur." mânâsım kasdetmiştir.

Hatta: "İbtâlden önce, terekeden tasarrufta bulunup, satış yapsa bu gibi tasarrufları geçerli olur. Ve vârislerin uhdesinde olur." buyurdu.

Şayet, vârisler, tamamen küçük iseler; vasiyet eden de, onu başka birisinin kölesine vasiyet ettiyse; o vasiyet bâtıladır.
Eğer kendi kölesine vasiyet eyledi ise bu durumda, o vasiyet İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caizdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) is*1" "O bâtıladır.'' buyurmuştur.

"imâm Muhammed (R.A.)'e gelince, bazı rivayetlerde İmânı Ebû Hanîfe (R.A.) ile beraber; bazı rivayetlerde de tmâm Ebû Yûsuf (I'.A.) ile beraberdir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, mükâtebesine vasiyet ederse; bu caiz olur. Vârisler, ister büyük olsunlar, isterse küçük olsunlar; o verir veya azâd ederse, yaptığı iş geçerlidir.

Eğer âciz olursa, onun hükmü köle gibidir.

Kitabet bedelini ödemişse, bil-ittifak vasiliği caizdir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, fâsik bir kişiyi vasî tâyin eder ve malından da korku-lursa; el-Asl'da: "Bu vasiyet bâtıldır." denilmiştir.

Âlimler: "Bunun ma'nası, hâkim onu vasilikten hemen çıkanr; demektir." buyurmuşlardır.

Hasan   bin   Ziyâd,   tmâm   Ebû   Hanîfe   (R.A.)'nin   şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, bir fâsika vasiyet ederse; hâkime uygun olan,onu vasi­likten çıkarmasıdır. Onun yerine, başka bir (ehliyetli) kişi tayin etmesi uygun olur.

Şayet hâkim, o fası kın vasiyetini geçerli kabul ederse; o ölenin borcunu öder. Hâkim, onu azletmeden önce, bazı tasarruflarda bulunursa; bunların tamamı caiz ve geçerli olur.

Şayet, fışkına tevbe eder ve hâkim, onu hâli üzerine bırakırsa, vasiliğine devam eder. Fetâvâyi KâtÜhân'da da böyledir.

Şayet, hakimin haberi olmaz, bilmez ve ondan başka bir vasî tayin ederse, o vasinin yanında, bu hareket, öncekini vesayetten çıkarma olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet, hâkim, ölenin vasî tayin eylediğini bilmeden, bir başkasını vasî yaparsa; o takdirde, vasî ölenin vasisidir. Hakimin tâyin ettiği değildir. Serabsî'nin Muhıytf nde de böyledir.

Vasiyet eden şahıs, güvenceli bir harbîyi veya güvencesi olmayan bir harbîyi vasî tayin ederse, bu bâtıl (= geçersiz) olur. Çünkü, bir müslim, bir zimmîyi vasî yapsa, hakim onu azleder.

Bir zimmî, bir harbîyi vasî yapsa; işte bu da caiz değildir. Çünkü, zimmî, harbiye göre müslim ma kanundadır.

Bir zimmî, diğer bir harbîye vasiyet eylese; o da bâtıladır. Çünkü, onun, harbînin malı almasından korkulur. Hakim, onu hemen vasilikten ihraç eder. Ve yerine, âdil bir kimse tayin eder.

Şayet, bir zimmî, diğer bir zimmîyi vasî tayin eylemişse; işte bu caizdir; hakim onu, vasilikten çıkarmaz. Mumyt'te de böyledir.

Bir müslüman, bir harbîye vasiyet ettikten sonra bu, harbî müs-lüman olsa; vasiyet hâli üzre kalır.

Keza, bir mürtedi vasî eylese, o da tekrar müslüman olsa; hâli Üzre kalır.

Şayet, akıllı birini vasi kılar ve o delirir; deliliği de sürekli olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Uygun olanı, hâkimin, onun yerine, bir başkasını tayin etmesidir. Şayet hâkim böyle yapmaz ve bu deli de akıl­lanırsa; hâli üzerine, vasî olarak kalır." buyurmuştur.

Bir adam; bir sabîyi veya bir bunağı yahut bir mecnunu vasî tâyin etse; bu caiz olmaz, tster ifakat bulsun, isterse bulmasın farketmez.

Bir mürted, küçük oğlunun malını satar ve o müslüman olur; sonra da bu mürted müslüman olursa; İbnü Rüşt em, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Satışı caiz olur." buyurduğunu rivayet etmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kadını veya bir körü vasî tayin ederse; bu caizdir. Keza, bir kimse, kendisine hadd-i kazf uygulanmış bir kişiyi vasî

yapsa; bu da caizdir.

Bir kimse, bir sabî'yi vasî tayin ederse; hâkim, onu vasilikten çıkarıp, onun yerine, başka birini nasbeder.

Hassâf şöyle buyurmuştur: Hâkim, çıkarmadan önce sabînin tasarrufu -zimmînin tasarrufunun caiz olduğu gibi- ve kölenin tasarru­funun caiz olduğu gibi caiz olur mu?

Âlimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir:

Bir kısmı: "Caiz olur." bir kısımda: "Olmaz." buyurmuşlardır.

Sahih olanı, caiz olmayışıdır.

İmâm şöyle buyurmuştur:

Eğer hâkim, köleyi, sabîyi, zimmîyi vasilikten çıkarmaz ise, sabî hakkında yine ihtilaf vardır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Sabî, vasî olamaz." buyurmuştur. Fakıyh EbÛ'l-Kâsım ise: "Sabî, vasî olur." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlinin aynısıdır.

İbrahim'in Nevâdiri'nde,  İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, diğerine vasiyet ederek ona: "Ben Ölürsem, sen benim vasünsin. Senden sonra da filândır." derse; önceki vasîde, delirirse; diğeri onun yerine bakar. O deli ölene kadar, öncekinin söylediği vasî vasîdir.

İbnü Samâa, Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, kendi küçük oğluna, vasiyet eder ve onun vasiliğini, hâkim de kabul ederse; yaptığı işleri geçerli olur. Büyüdüğü zaman da tam vasî olur.

Onu, hakim vasilikten çıkarmadıkça, vasî olarak kalır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, vasiliğe gücü yetmiyen bir kimseyi vasî tayin ederse; bu durumda hâkim, ona -ilâve yaparak- bir yardımcı tayin eder.

Vasî, bir şikâyette bulunursa; hakikatini bilmedikçe, ona hakim icabet etmez.

Eğer hâkimin kanaatınca, vasînin aczi malum olursa; hâkim onu değiştirip, bir başkasını vasî tayin eder.

Şayet, vasî, tasarrufa gücü yeten, emin (= güvenilir) bir kimse ise, hâkim onu vasilikten çıkarmaz.

Keza, vârislerin tamamı veya bir kısmı, vasîyi hâkime şikâyet ederlerse; hâkimin, onun hiyâyetini bilene kadar, onu azletmemesi uygun olur.

Şayet hıyanetini bilirse, hemen onu azleder. Kâfi'de de böyledir.

Hâkim vasiyi itham ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): Hâkim onu çıkarmaz; onun yanına bir yardımcı verir.'' buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da: Hakim, onu vasilikten çıkarır.' buyurmuştur.

Zahir olan da budur.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fadîî'nin Fetvaları'nda şöyle zikredilmiştir:

Vakfın vasisi veya bir ölünün terekesinin vasîsi, ölenin emrini yerine getirmekten aciz olursa; veya vakfın gereğini yapamıyorsa; hâkim başka bir vasî tayin eder.

Sonra da önceki vasî: "Benim artık gücüm yeter oldu." derse; hâkim onu tekrar vasî yapar mı?

Hakimin onu geri vasî yapmaya ihtiyacı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, iki vasî tayin ettiğinde; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammet! (R.A.): "Onlardan birisi, yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Ancak, arkadaşının izniyle tasarrufta bulunabilir.'' buyurmuşlardır.

Şayet, onlardan biri ölüyü kefenlemekte, borcunu ödemekte yalnız kalırsa; eğer borç bir cinsten ise, o, belirli bir şeyi infazda, köleyi azâd etmekde, emaneti ve gasbolunanı vermekde, yetkili olur.

ölenin emânetini almakta, alacağını almakta, tek başına yetkili olmaz. Çünkü bunlar, emânet babıdır.

Ölenin başkasında olan hakkı için, tek başlarına davâ açabilirler.

Bu, bil-ittifak böyledir.

Bağış, kabulünde de yalnız olabilirler.

Ölçülecek ve tartılacak şeylerin taksiminde de yalnız olabilirler. Bunlar, yetimin malını, tek başlarına icara verebilirler.

Ve yetimi, yalnız başına okutabilirler.

Hile yapılacağı korkusu olmayan bir şeyi; tek başına satabilirler.

Bir şeyi,-meyv^gibi-tek başına saklayamazlar.

Bir hasta, "kendisi için şu şu kadar tasadduk edilmesini ve malından sarf edilmesini" vasiyet edip, fakirleri belirtmezse; iki vasî, birbirinden ayrılamaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Muhammed (R.A.) göre, bu böyledir.

İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, infirad edip ayrılabilirler.

Şayet, fukaraları belirtmişse, bi*l-icma ayrılabilirler.

Bu muhalefet üzerine; bir adam, bir şeyi miskinlere vasiyet edip, onları da belirtmese; vasîler, infazda (= vasiyeti yerine getirmede) bir­birinden ayrılamazlar. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ayrılabilirler.
Şayet, miskinler tayin edilmişlerse, bi'1-icma ayrılabilirler.

Bu ikisine birlikte, tek kelime ile vasiliklerini söylediği zaman böyledir.

Eğer önce birine söyler; sonra da diğerine söylerse; Şemsü'l-Eimme Halvânî, şöyle buyurmuştur:

Bu hususta da âlimler ihtilaf halindedirler: Bazıları: "Herbiri, diğerinden ayrılır. Kendi basma tasarruf eder." demişler; bazıları da: "Tasarrufta birbirlerinden ayrılamazlar." buyurmuşlardır. Bu İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî,bu görüşü kabul eylemiştir. Fetâvlyi Kadı-hftn'da da böyledir.

Bir adam, iki kişiye vasiyet ederek: "Her birisi, tam vasidir." derse; bunların herbiri; ayrı ayrı tasarrufta    bulunabilirler. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini belirli bir şey hakkında vasî kılar; (meselâ: Borcunu ödemede) diğerini de başka bir nevide vasî kılar (meselâ: Üze­rimde olan kazalar için vasîsin derse) diğer birine de: "Malım hakkın­daki işler hususunda vasîmsin.'* der; başka bir şey de demez ve: "Bütün malımı, filana vasiyet ediyorum." derse; bunların her biri, her şey için vasîdirler.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, her neye tahsis edilmişlerse ancak ona vasîdirler; başkasına karışamazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şeyhu'1-İmâm   Ebû    Bekir   Muhammed   bin   Fadl   şöyle buyurmuştur:

Birisi, bir adamı, oğluna vasî tayin eder; diğer bir adamı da diğer oğluna vasî tayin eder veya onlardan birini, hazır malına vasî tayin edip, diğerini de hazırda olmayan malına vasî tayin ederse; eğer her birini kendi işi ile şartladı ise, onların her biri, diğerini vasî kıldığı şeye vasî olamaz.

Eğer şart koşmadı ise, her ikisi de serbestirler; istedikleri gibi tasarruf ederler.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Fetva da buna göredir. Mubıyt'te de böyledir.

Bir adam, iki adamı vasî tâyin ettiğinde, onlardan birisi ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, sağ kalan tasarrufatta bulunamaz.

Bu iş, hâkime akseder. Eğer hâkim isterse, onu tek başına vasî kılar. O takdirde, tasarrufta bulunur, isterse, ona bir yardımcı tayin eder.

İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre ise, sağ kalan yalnız başına vasiliğine devam eder.

Burda üç mes'ele vardır:
1) Yukarıdakinin aynısıdır.
2) ölen vasî vasiyet eden ölmeden önce ölmüş olabilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, tek başına kalan vasî, bir tasarrufta bulunamaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)*a göre, tasarrufta bulunur.
3) tki kişiye vasiyet ettiğinde, onlardan birisi fâsık olursa; hâkim muhayyerdir: Dilerse, yetkinin tamamını fâsık olmayana verir; dilerse, fâsıkın yerine başka bir adam tayin eder.

Bundan sonra da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, adil olan, yalnız başına tasarrufta bulunamaz.

İmâm, Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bulunabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir toplulukla yolculuk yaparken ölürse; en güzeli, onun eşyalarını ve elbiselerini satmaktır.

Kölesi satılmaz.

Ölenin malından, o köleye harcama da yapılmaz. Fakat, onların yanlarında, efendisinin nafakası varsa; ondan yer veya kendi dirhemle­rini harcar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam ölür ve kendisinin, diğer insanlarda alacağı olduğu gibi, insanlara borcu da olur; geride de, hem malı, hem de vârisleri kalır; bir adam da iki şahit dinleterek "kendisini ve bir de hazırda olmayan bir şahsı, vasî tayin ettiğini söylerse; işte bu durumda hâkim, o adamın beyyinesini kabul eder. Çünkü, beyyinesi kendi hakkındadır ve hazırda olmayanın hakkına bitişiktir. İkisi de vasi olmuş olurlar. Hali hazırda olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre yalnız başına o gaip olan adam gelene kadar bir tasarrufta bulunamaz. Ancak, kendisinin yalnız başına yapacağı işler varsa; onları yapar.

Gaip olan da geldiği zaman beyyinenin iadesi gerekmez, ikisi birden vasî olmuş olurlar. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Ve, gaip hazırda olan beyyineyi yenilemedikce vasî olamaz.

Eğer gaip, vasîliğini inkar ederse; hâkim muhayyerdir: Dilerse, önceki adamı tekbaşına vasî eder; dilerse, ona bir adam daha ilâve eder.

Bir adam, iki kişiyi vasî tâyin ettiğinde, onlardan birisi, tek başına yetimlerin malından bir şey satamaz. Keza, iki vasî, iki yetime, vasî olsalar, birisi diğeri olmadan, o yetimlerin birinin malını satamaz.

Bir adam, iki kişiyi vasî tayin edip, kendisi de ölür; ölene karşı da alacak iddia edilirse; o vasilerden birisi, yalnız başına hakime şahit din­leterek "ölenin malından alacaklısına Ödeme yapmış olduğunu" bildi­rirse; bu durumda, hâkim onun şahitlerine itibar etmez ve Ödediğini tazmin eder.

Eğer, ikisine birden, hâkim borcu hükmettikten sonra, o ödeme yapsaydı, tazminat gerekmezdi.

îki vâris, ölende alacaklarının olduğunu" iddia ederlerse; şehâ-detleri kabul edilir.

Ölen zatın vasisinin, şahitler huzurunda, onun borcunu ödemesi caiz olur; tazminat gerekmez.

Eğer, hâkimin emri olmadan borcun bir kısmım öderse; o takdirde, tazminat gerekir.

Eğer hâkimin emriyle ödeme yaparsa; tazminat gerekmez. Alacaklı zat, önceki alanın aldığına ortak olur.

Bir adam, iki kişiye vasiyet eder; o vasîlerden birisi de ölür ve o da diğerine vasiyet etmiş olursa; bu caiz olur.

Sağ kalan, her türlü tasarrufu yapar. Zira hayatta iken arkadaşına izin verenin izni geçerli olduğu gibi, izinden sonra Ölürse; yine bu izin geçerlidir. "Bu, caiz olmaz.** diyenler olmuşsa da, sahih olan, caiz olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vasîye ölüm yaklaşsa, kendisine vasiyet edenle birlikte bir başkasını vasî yaparlarsa; vasiyet yapanın, onu vasî yaptığı, sarih (« açık) olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, vasiyet eder ve ölür; yanında da insanların emânetleri bulunur; iki vasîden birisi, o emânetlerden, diğer arkadaşının haberi olmaksızın alır; veya vasîlerin haberleri olmadan, onları vârisler alır ve o mal zayi olursa; vasîye tazminat gerekmez.

ölen zatın borcu olmaz; iki vasîden biriside ölenin malından alır ve o elinde zayi olursa; bir şey tazmin eylemez.

Şayet, vârislerden birisi almış olsa; hissesinden, o aldığı şeyi tazmin eder.

Ancak, zayi olma korkusuyla almış olursa; o takdirde, tazminat gerekmez.

îstihsânen, bu böyledir.

Ölenin borcu pek çok olur ve malını tamamen ihata eder; kendi­sinin de birinde emâneti olur ve emânet alan şahıs, onu ölenin vârislerine iade eder ve o vârislerin elinde zayi olursa; alacaklı muhayyerdir: İsterse kendisine emânet verilene ödetir; isterse; vârislere ödetir.

Ölen zatın malı, gasıbın elinde olur; vasîler de o malı ondan ala­mazlar; kendisine emanet bırakılan şahıstan da, o emâneti alamazlar ve vârislerin içinde güvenilir biri bulunursa; hâkim, gâsıptan onu alıp, o vârise verir.

Emânet îse, emânetinin yanında kalır.

îki vasîden birisi, cenazeyi taşıtmak için, iki hamal icarlayıp, cenazeyi mezara kadar taşırlar; diğer vasîde orada bulunur ve bir şey konuşmaz veya hamalı vârislerin bir kısmı kârlarlar; vâsiler de orda bulunurlar; ikisi de susarsa; bu da, kefen satın alma gibi, caizdir. Ve bu ücretler, Ölenin malından ödenir.

ölen şahıs,  cenazesi   kalkmadan  önce fakirlere   buğday dağıtılmasını" vasiyet eder; onlar da Öyle yaparlar ve eğer, vasîlerden birisi yapmış olursa; Fakıyh EbÛ Bekir : "Eğer, o buğday terekenin içinde mevcutsa, onun vermesi caizdir. Diğeri ona mani olamaz. Şayet buğday, terekenin içinde yoksa; vasilerden birisi onu satın alıp tasadduk ederse; bu sadaka, verene âit olur." buyurmuştur.

Fakıyh Ebû Bekir şöyle buyurmuştur:

Biz, bu kavli alırız. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Nâtıfî şöyle buyurmuştur: Terekenin içinde, giyecek, yiyecek olur ve onları, vasilerden birisi yetimlere verirse; bu caiz olur.

Şayet, tereke de olmaz ve satın alır; diğeri de orada olursa; ondan izinsiz alması do&ru de&ildir.

Bir adam, iki kişiye vasiyet eylese; onlardan birisi de bir kdle satar; sonra da o köle, aybı sebebiyle, vasîlere geri verilirse; birisinin, onun parasını reddeylemesi; diğerinin ise, müşteriden onu geri alması gerekir.

Bir kimse, bir köleyi alıp, azâd eylemeyi, vasiyet ettiğinde ki vasiden birisi, ayrılamaz; birlikte alır ve azad ederler.

Birlikte satın aldıktan sonra, birisinin tek başına azâd eylemesinde bir beis yoktur.

Bir adam, iki kişiye vasiyet ederek, ikisine: "Malımın üçte birisini istediğiniz yere harcayınız." der; sonra da bu vasilerden birisi ölürse; tbnü Mü kât il: "Bu vasiyet bâtıl olur". Üçte bir, vârislere geri verilir." demiştir.

Şayet o iki vasiye böyle söyledikten sonra: "Malımın üçte birini fakirlere tasadduk eyledim." demiş olsaydı; ve onlardan birisi ölseydi; o takdirde, hâkim ikinci bir vasî tayin ederdi. Veya geride kalan adama: "Sen, yalnız başına taksim eyle." derdi. Bu, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavlidir.

tki sabinin ortaklaşa; yıkılmaya mahkum bir duvartarı bulunur ve her bir sabînin de birer vasileri olur; onlardan birisi, duvarın tamirini ister; diğeri de buna razı olmazsa; ŞeyhıTI-îmâm Ebû Bekir şöyle buyurmuştur:  "Hakim, güvenilir bir kişi gönderip o duvara iyice baktırır. Eğer, onu o hâlde, bırakınca zarar vereceği bilinirse; o razı olmayan vasî, onu yaptırmaya zorlanacaktır. Ve, birlikte yapacaklardır.

Bir adam, iki adama, "malının üçte birinden şu köleyi satın alıp, azâd etmelerini" vasiyet eder ve vasiyet eden zat, o kölenin adım da söylerse; Ebû'l-Kâsim: "Eğer, vasiyet eden şahıs, ikisini bir vazifelen­dirdi ise, sahibinden onu satın alırlar. Şayet, o köleyi, sahibi bir yabancı­ya satarsa; vasîler ondan satın alırlar." buyurmuştur.

En doğrusu da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine vasiyet ederse; malının üçte birini, istediği gibi sarfedebilir. Ö takdirde, vasiyet edilen zat da ondan alabilir.

Şayet, kendisinin de almasını açıkça söylerse; bu da sahih olur.

Şayet, vasiyet eden zat: "Kime istersen, ona ver." derse; kendi nefsine veremez. Çünkü, bu durumda vermek tahakkuk etmez; ancak, birisinin almasıyla tahakkuk eder. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir.

Bir adam, diğerine vasiyet ederek, ona: "Filanın ilmiyle amel eyle." der; vasî de başkasının ilmiyle amel ederse; bu caiz olur.

Şayet: "Amel eyleme; ancak, filanın ilmiyle amel eyle." derse; işte o takdirde, başkasının ilmiyle amel eylemek caiz olmaz. Fetva da buna göredir.

Bir adam, diğerine: "filanın re'yine göre amel eyle." veya: "Amel eyleme; ancak, filanın re'yi ile amel eyle." derse; onun dediği gibi yapar. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Ebû Nasr şöyle buyurmuştur:

Vasiyet eden şahıs, vasiyet olunan şahsa: "bu işte, filanın emriyle hareket eyle." derse; o, vasînin kendisidir.

Eğer: "Amel yapma; ancak, filanın emriyle amel yap." derse; onlar vasiyet olunanlardır. Bu bizim âlimlerimizin sözleri gibidir. Mnhıyt'tede böyledir.

Bir adam, kendi vârislerinden birini vasî olarak vasiyet ederse; bu caiz olur.

Şayet, vasî, vasiyet edenden önce ölürse; o, başka birine vasiyet eder.

Eğer, o zat: "Benim bu vasiyet eylediğim kimse, benim malıma da, bana malım vasiyet eyliyenin malına da vasidir." derse; o, ikinci vasî, iki terekenin ikisine de vasî olur.

Şayet, o vâris, ikinci adam için: "Sana vasiyet ediyorum." der ve fazla bir şey söylemez ise; bize göre, yine de terekenin ikisinin de vasîsi olur.

Şayet, o vâris, ikinciye: "Sana iki terekeyi vasiyet eyliyorum." derse; tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o zat, her iki terekeye de vasî olmuş olur.

İmâmeyn'e göre ise, o zat hasseten ikinci ölenin vasisi olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir adama vasiyet ettikten sonra, vasiyet eden şahıs, başka bir adama da vasiyet eder; sonra da ikinci vasiyet edilen zat ölürse; birinci vasiyet edilen şahıs, onun vasisidir. Sonra da birinci vasiyet edilen adam Ölse ve o ikinciye vasiyet etmemiş olsa; onun vasîsi ikisinin de vasîsi olur. Tahâvî şerhi'nde de böyledir.

Bir adam, bir topluma hitaben: "Ben öldükten sonra, şöyle şöyle yapınız." der; onlar da, kabul ederlerse; hepisi de onun vasîsi olurlar.

Şayet, ses çıkarmazlar ve o adam ölürse, sonra da onlardan ba'aları vasiyetini kabul ederler ve kabul edenler; iki veya daha ziyâde iseler; onlar vasî veya vasîler olurlar. Bu durumda, ikisinin veya bir çoğunun infazları caiz olur.

Eğer bir kişi olursa; onun vasiliği de kabul edilir. Fakat, onun infazı -hâkim tarafından ona selâhiyet verilmedikçe veya bir yardımcı verilmedikce-câiz olmaz.

Bir adam, diğerini vasî tayin edip, bir başkasını da ona yardımcı kılsa; malı o vasî kıldığının tutması evlâ olur. Diğeri, vasî olamaz. Onun bir faydası vardır ki, onun bilgisi olmadan vasî tasarrufta bulunamaz. Hızânetü'l-Miiftîn'de de böyledir.

Vasîler bir malın kimin yanında kalacağı hususunda ihtilaf ettik­lerinde; şayet bu mal kabil-i taksim ise, onu aralarında taksim ederler. Ve, her birinin yanında, o malın yansı kalır.

Şayet, mal taksimi kabul eylemez ise; bu malın, onlardan her hangi birinin yanına emânet bırakılması caiz olur.

Eğer, iki vasî de yetimler için ise, onlardan birinin taksim yapması caiz olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavilleridir.

Ancak, her ikisi de hazır bulunurlar veya birisi huzurda bulunmaz ise, huzurda olan, o zaman taksim yapabilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onlardan birinin taksimi caizdir. Çünkü taksim, satış ma'nasınadir.

iki vasiden birisi de satış yapınca, her ne şekilde olursa olsun, caizdir ve taksim de böyledir.

Bir kadın, babasını veya kocasını, köle azâd eylemeye veya başka bir şeye vasî tâyin eder; kendisi de bir kısım eşya, elbise, hulliyat terkeder ve süt emen iki de çocuğunu bırakır; kocası "Vasiyetini, ben kendi öz malımdan    yerine  getireceğim.  Onun  elbisesini  ve hulliyatını satmayacağım." der ve kocası, bu vasiyetleri, diğer vasîsi olan babasının izniyle yerine getirirse; ve bu vasiyeti içinde namazı yoksa; o yüzden bir eşyasının satılması da gerekiyorsa; onu yapmak için, terekeye müracaat edebilir.

Eğer, terekeye müracaat eylemezse; vasiyet yerine geçmez. . Hiç bir yönden vasiyet cereyan etmiş olmaz.

Şayet, kocası, onun eşyalarının çocuklarına kalmasını isterse; o takdirde, kendi şahsi malından yaptığı tasar ruf at caiz olur. O takdirde, bağışta bulunur. Sonra da o bağışladıkları satılarak, onun vasiyetine sarfedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vasî, Ölenin borcunu ödemek için, onun akarını satar; borcu ödedikten  sonra  da,   elinde  bir  miktar  mal   kalırsa;   bu  caizdir. Hızânetü'l-Müftın'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur: Babanın vasîsi -akar olsun, menkûl olsun- gabn-i fahiş olmaksızın, küçüklerin ara­larında, taksim yaparlar.

Böyle şeylerde aslolan, taksim edilebilmek için, satmaktır. Mnhıyt'te de böyledir.

Vasî için, kendisine vasiyet yapılan şahsa; küçüklerin hisselerini bekletmek üzere taksim edip vermesi -eğer vârislerin bir kısmı, büyük iseler ve huzurda yok iseler- uygun olur.

Vasî, terekeyi taksim eder ve kendisine vasiyet edilen de huzurda bulunmazsa; vasinin kendisine vasiyet edilip de huzurda olmayan adam hakkındaki taksimi caiz olmaz. Çünkü, o vârislere ortak olmuştur.

Şayet, vârislerin tamamı küçük iseler; vasî taksimini yapar. Üçte birini, kendisine vasiyet edilene verir; kalanına sahip olursa caiz olur. Şayet, vasinin elinde o mal zayi olursa; vârisler ona müracaat edemez ve bir şey isteyemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hâkim, yetimler için bir vasî nasbedip, onu her hususta yetkili kılar; o da akarı ve araziyi onlar için taksim etse; bu caiz olur.

Bu, hâkimin vasîyi yetkili kıldığı zaman böyledir.

Fakat, vasîyi yalnız onların nafakaları için vazifelendirse veya onların bir şeylerini muhafaza için vasî tâyin etmişse; onların mal taksim etmeleri caiz olmaz.

Şayet, vasî, kendisine üçte bir vasiyet edilen şahıs için, vârislere karşı taksim yapar; onların içinde de küçükler olur; üçte birini kendisine vasiyet edilene verip, kalanını ise, yanında bırakırsa; bu caiz olur.

Hatta, vasînin yanında iken o mal zayi olursa; bu vasîye tazminat gerekmez.

Eğer vârislerin tamamı büyük veya ba'zıları büyük iseler yahut büyük vârislerden bazıları huzurda olurlarsa; vasînin, kendisine üçte bir vasiyet edilen ile akarı veya menkulü taksim eylemesi bâtıldır.

İmâm Zafer (R.A,) ve Vakûb şöyle buyurmuşlardır: Bu durumda muhalefet vardır, tmâm EbÛ Hanîfe (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.): "Taksim caiz olmaz.*' buyurmuşlardır.

tmâm EbÛ Yûsuf (R.A.) ise: "Taksim caiz olur." demiştir.

Menkûle gelince, kendisine vasiyet edilenle vârisler arasında olur.

Fakat, vasînin taksimi vârisler ile kendisine vasiyet olunan arasında vârisler huzurda olur da, kendisine vasiyet olunan huzurda olmaz ise, işte o zaman, batıl (= geçersiz) olur.

Akar ve menkûl ikisi de aynıdır.

tmâm Züfer (R.A.) ile Ya'kûb (R.A.), bu mes'elede ihtilaf etmişlerdir, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve tmâm Züfer (R.A.): "Taksim caiz değildir." buyurdular.

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Taksim caizdir.' demiştir.

Şayet, kendisine vasiyet edilenin hissesi, vasînin yanında zayi olup, vârislerin hissesi baki kalırsa; kendisine vasiyet edilen şahıs, vârislerin hissesinden üçte birini alır.

Eğer, onların yanında vârislerin, hissesi zayi olur ve kendisine vasiyet olunan şahsın hissesi de vasînin elinde zayi olursa; vasî tazmi­natta bulunmaz.

O takdirde, kendisine vasiyet olunan şahıs muhayyerdir: Dilerse, vasîye; dilerse vârislere hissesini tazmin ettirip (= ödetir). Mohiyt'te de böyledir.

Bir kimse, malının üçte biri olan, bin dirhemi vasiyet eder; vârisler de, onu hâkime çıkarıp, onun taksim edilmesini isterler; kendisine vasiyet olunan da huzurda bulunmazsa; bu durumda hâkimin taksimi, sahih olur.

Hatta teslim alınan şey, hâkimin yanında zayi olur; sonra da kendi­sine vasiyet edilen zat gelirse; vârislere karşı yapacağı bir şey yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Vasînin yanında, iki yetim için, ikibin dirhem olur; onlar da bulûğa erişirler; vasî onlardan birine bin dirhemini verir; dikeri de huzurda olur ve aldığını inkâr ederse; vasî, ona beşyüz dirhem borçlanır.

Şayet, birisi huzurda bulunmazsa; vasinin taksimi caiz olur; hisse­sini verdiğini tazmin eylemez.

Şayet, alan ikrar ederse; diğeri ise beşyüz dirhemini alrriak için vas­iye müracaat eder.

iki yetim buluğa eriştikten sonra, vasîleri onlara: "İkinin bin dirhem verdim." der; onlardan birisi, bunu doğrular; diğeri ise yalan­layıp inkâr ederse; inkâr eden kardeş, ikiyüz elli dirhem için, diğer kardeşine müracaat eder.

Eğer ikisi de inkâr ederlerse, vasîye bir şey gerekmez.

Şayet, vasî: "Her birinize, ayrı ayrı beşyüzer dirhem verdim; birinizinki sadaka idi." der; diğeride onu inkar ederse; inkâr eden şshıs, ikiyüz elli dirhem için, vasîye müracaat eder.

Şayet, her ikisi de gaip olsalar bile, yine de taksim caizdir.

Bir kimse, ölür, iki küçük oğlu kalır; onlar da buluğa erişseler ve miras haklarını isteseler; vasî de: "Babanızın terekesinin tamamı bin dirhem idi." der; onların her ikisi de bunda ihtilaf ederlerse; her birine, beşyüz dirhem verilir.

Onlardan birisi inanır da, diğeri inanmaz ise; inanmayan, inanana iki yüz elli dirhem için müracaat eder. Vasîye, bir şey için müracaat edemez. Bu, İmâm Züfer (R.A.)'e göre böyledir. O da, bunu tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet etmiştir.

İbnü Ebi Mâlik ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un: "O, vasîye de müracaat eder." buyurmuş olduğunu rivayet etmiştir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Ananın vasîsi, anadan tereke kalan menkûlü (~ taşınır malı) -eğer vârislerin arasında küçük ve bir de babanın vasîsi yoksa taksim eder. Fakat, bunlardan birisi varsa, taksim edemez, O (ananın vasîsi) akarı taksime de yetkili değildir. Küçükler varsa, hiç bir hâlde taksim yapamaz; ister menkul olsun, ister akar olsun cevap aynıdır.

Kardeşin ve amcanın vasîsi de böyledir.

Şayet vasî, vârisler arasında taksim yapar ve her bir vârisin hissesini ayırırsa; bu beş vecih üzeredir:        ,    .
1) Vârislerin tamamı küçük olur. İçlerinde bir tane bile büyükleri olmaz ise, bu durumda, asla mîras taksim edilmez. Bu, babanın hilafınadır.

Şayet, babanın vasîsi olsaydı, içlerin de hiç bir büyük vâris olmasa bile, taksimi caiz olurdu. Âlimlerimize göre, bunun çaresi:

Bu durumda vârisler iki küçükse, onlardan birinin hissesini muşa yoluyla satar. Onun hakkı, diğerinden böylece ayrılmış olur. Sonra da satın alan şahıs, diğeri ile taksim yaparlar. Sonra da hissesi satılan çocuğun hissesi, geri satm alınır. Böylece, her birinin hissesi ayrılmış olur.

İkinci çare: İkisinin hisseleride bir şahsa satılır. Sonra da ayrı ayrı, her birinin hissesi geri satm alınır.
2) Vârislerin tamamı büyük kişiler olur.

Bu durumda, bir kısmı hazır olurlar da, bazıları bulunamazlarsa; hazırda olanların hisseleri ayrılır. Eğer tereke arazi ise bu taksim caizdir. Fakat akar ise onların aleyhine taksim caiz olmaz.
3) Vârisler -küçüklü büyüklü- karışık olur ve büyükler de huzurda bulunmazlarsa; bu durumda da, taksim caiz olmaz.
4) Vârisler, büyüklü, küçüklü karışık olur ve büyüklerde mevcut olurlarsa;   onların   hisseleri   ayrılıp,   onlara   verilir. Bu durumda, -küçüklerin  hisseleri de ayrılmış olurlar. Faljat,  kendilerine  teslim edilmez. Tefrizi caizdir.
5) Büyüklerin, küçüklerin hisseleri ayrılıp, sonra tamamı hakkında taksim yapılırsa; bu taksim fâsiddir. Büyüklerin hisseleri verilse de, küçüklerin hisseleri elde tutulur.

Sonra da, onların hisseleri taksim edilir.

Büyüklerin hisseleri kendi aralarında taksim edilirse; bu sahih olur.

Şayet, vârislerin bir kısmı büyük, bir kısmı küçük olurlar ve büyük­lerden birisi, küçüklerin vasîsi olur da, terekenin taksimi isterlerse; İmâm Ebû Hafs el-Kebîr şöyle buyurmuştur: O vasî olan zat, büyüklerin hisselerini taksim eder. Küçüklerin hisselerini ayırır. Ve kendi hissesiyle birlikte, onları ayırdıktan sonra; kendi hissesini bir yabancıya satar. Sonra da, müşteri o hisseleri birbirinden ayırır. Sonra da o büyük hisse­sini müşteriden geri satm alır. Böylelikle, herkesin hissesi taksim edilmiş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Babanın vasîsi, babanın terekesinden bir şey satarsa; bunda da iki durum vardır:
1) Ölenin borcu olabilir ve ikinci bir şahsa da vasiyeti bulunmaya­bilir:

Bu durum hakkında el-Asıl'da şöyle buyrulmuştur:

Terekeyi ne var, ne yok satar.

Vârisler arasında küçükler olsa bile böyledir.

Borçlunun her şeyi -borcu ödenene kadar- satılır.

el-AsPm cevabı budur.
Şemsü '1-Eimme el-Halvânî, el-Asıl'daki önceki durumu söylememiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu hususta müteahhîrin âlimlerinin cevabı şudur:

Şayet, Ölen zatın üzerinde borç varsa; çocukları küçük bile olsa, akarın satılıp, borcun ödenmesi gerekir.

Ancak, borç, o akarın geliri ile ödenir veya o akarın gelirine çocuklar muhtaç olurlar, yahut müşteri kıymetini katlarsa; o müstes­nadır.

Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de de böyledir.

Veya, o terekede infazı gereken bir vasiyet varsa; yahut satımı, yetimler hakkında hayırlı olacaksa; (şöyle ki: Gideri gelirinden çoksa; veya akar bir dükkan veya ev olup o da yıkılacaksa, harap olmaya yüz tutmuşsa) bu durumlarda, o akar satılır. Vasînin, onu ğabni fahiş denilen halkın aklanılmış diyeceği şekilde satması caiz olmaz.

Keza, vasî yetim için bir şey satsa; onu da ğabn-i fahiş ile satması caiz olmaz.

Bu vârislerin tamamının küçük olduğu zaman böyledir.

Şayet, vârislerin tamamı büyük kimseler olur ve huzurda bulunur­larsa; vasînîn hiç bir şey satması caiz değildir. Ancak, onlar söylerse, o takdirde satabilir.

Büyük vârislerden de huzurda olmayanlar varsa; vasî yine akarı satamaz. Akarın haricinde olan şeyleri ise satabilir.

Tamamını icara verebilir. Çünkü vasî, hazırda olmayanların hak­larını koruyacaktır.

Fakat, akar mahfuz ise, satılması doğru olmaz; değilse, (satıl­mayınca zarara uğrayacaksa) satılır.

Eğer vârislerin tamamı büyük olurlar; onların bir kısmı da hazırda olur; bir kısmı olmaz ise; o zaman vasî, hazırda olmayanların hisselerini satabilir. Zira hazırda olanların yanında, hazırda olmayanların hissele­rini satmakda bir sakınca olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, satışı caiz olmaz.

Bu, terekede borç olmadığı zaman böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, ölenin terekenin tamamını ihata edecek kadar borcu varsa; bi'l-icma, bütün terekesi satılır.

Eğer borç tamamını içine almıyorsa; borç karşılığı kadarı satılır. Fazlası da satılabilir.

Buna İmâmeyn muhaliftir. Kâfi'de de böyledir.

Şayet, terekeden çıkarılması gereken vasiyet varsa; o nisbette satmaya vasî yetkilidir.

Bu, bi'Mttifak böyledir.

Bir kısmını satınca geri kalanı da satabilir. Bu, İmâm EbÛ Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Iraâmeyn'e göre satamaz.

Eğer vârislerin içinde, bir tek küçük var ve diğerleri hep büyük ise; terekede de borç yoksa, vasiyet de yoksa; o takdirde, bil-ittifak, küçüğün hissesini vasî satabilir.

Bir kısmını satan vasî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre, tamamını da satabilir.

İmâmeyn'e göre, büyüklerin hisselerini satamaz.

İmim Ebû Hsnîfe (R.A.)'ye göre, vasî için, terekenin bir kısmını satması sabit olunca; tamamını satmaya velayeti (yetkisi) vardır. Zira babanın vasîsi, babanın yerindedir.

Keza, dedenin vasîsi de babanın vasîsi gibidir.

Hakimin ta'yin eylediği vasînin vasîsi de, hâkimin vasîsi yerindedir.

Asanın, kardeşin, vasisine gelince, ana ölürde, malı ve bir de oğlu kalır ve o da küçük olur; ana da bir adamı vasi kılarsa; veya bir adam ölür; kardeşini terk eder; terekesi de olur; bir adama da vasiyet ederse; işte o vasînin de tef ekeyi satması caiz olur.

Yine akar hâriçtir. Akan satması caiz olmaz.

Keza, sabinin vasîsi, sabinin nafakasından başka bir şey satın alamaz. Ancak yiyeceğini ve giyeceğini satın alır. Çünkü, onun vazifesi sabinin malını muhafazadır. Fetâvâyi Kftdftıân'da da böyledir.

Ananın vasîsi, sabinin babasından intikal eden mirasını satamaz. İster akar olsun; ister menkûlü olsun; isterse borcu bulunsun veya bulunmasın müsavidir.

Eğer borçtan hâli ise, ana tarafından olan mirasını da satamaz.

Vasiyet varsa, gayr-i menkûlü satabilir. Akan satamaz.

Şayet borç, terekeyi ihata etmiş (= kuşatmış) sa, ana tarafından intikal eden bütün terekeyi satabilir.

Şayet borç, bütününü içine almıyorsa, borcu nisbetinde olanını satar.

Ananın vasîsi nasılsa, kardeşin, amcanın vasîsi de aynıdır. Eğer, vârisler büyük ve huzurda iseler ve terekede borçtan hâli ise, o takdirde ananın vasîsi, terekeden hiçbir şey satamaz.

Şayet tereke, borçla meşgul ise, o takdirde, ananın vasîsi de, babanın vasisi gibidir. Bu hususta, bir yönden ittifak; bir yönden de ihtilaf vardır.

Eğer vârisler, büyüklü küçüklü, karışık ve büyükler de huzurda bulunmuyor; terekede de borç yoksa; o takdirde, ananın vasisi, büyük­lerin de, küçüklerin de gayr-i menkûllerini satabilir; akarlarını satamaz. Büyük küçük müsavidir.

Şayet, terekede çok borç varsa; işte o zaman, cevab: Babanın vasisi nasılsa, ananın vasisi de öyledir.

Şayet, vârislerden büyük olanlar huzurda olurlar; terekede de borç olmaz ise, işte o zaman, menkûlden küçüklerin hisseleri satılabilir.

Büyüklerinki de satılır mı?

Mes'ele ihtilaflıdır:

Akar asla satılamaz.

Fakat, tereke vasiyet ve borçla meşgul ise, o takdirde, menkûl de gayr-i menkûl de tamamı satılır. Şayet, bqrç terekeyi kaplamıyorsa; o zaman menkûller satılır; gayr-i menkûl kalır.

Şayet, menkûl borcu karşılamaz ise, kalan borç nisbetinde, gayr-i menkûlden de satılır.
Bi'1-icma bu böyledir.

Borçtan fazlasındaki satışta ihtilaf vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Vasinin velayetinde aslolan;  vasiyet edenin verdiği salahiyet kadardır.

Koruma velayeti tasarrufa tabidir.

İki kişinin ortak bulunduğu bir câriye, bir çocuk doğurur; her İki adam da o çocuğu iddia ederlerse; bu çocuğun nesebi, ikisinden sabit olur. Câriye de azâd edilmiş olur. O da ölür ve terekesi kalırsa; bir adamı da vasî tayin ederse; onun velayeti, -vasisinin dışında- babalarına aittir. Çünkü, ananın vasisi ana gibidir; tasarrufa yetkisi yoktur. îşte, bu vasî de böyledir. Onun da koruma velayeti yoktur. Çünkü, o tasarrufa tabidir. Hatta, babalan huzurda olmazlarsa; o takdirde, ananın vasisi, onun hıfzına (= korunmasına) yetkilidir. Onun gayr-i menkûlünü sata­bilir. Çünkü, korunacaktır. Kâfî'de de böyledir.

Şayet, babalarından birisi huzurda var da; diğeri yoksa; cevap, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in cevabıdır.

Yani vasî, onun bir şeyini satamaz.

Anası öldükten sonra, babasının birisi de ölür; o küçükten başka, o kadının vârisi de bulunmaz; ölen babanın da vârisi olmaz ve o da bir vasî tayin eylemiş olursa; her iki terekenin de tamamı o çocuğun olur. Ananın ve babanın vasilerinin olmaz.

Ve hâkim, ikinci baba var iken, vesayette, ona onunla birlikte tasarruf için başkasını ilâve edemez.

Şayet, geride kalan baba, huzurda olmaz ise; ananın vasisi, çocuğu korur; terekesini de korur. Zira ananın varisi, ana yerindedir.

Gerçekten baba huzurda olmadığı zaman, çocuğu da, malını da koruması anaya aittir. İşte burda da, ananın vasisi, ana yerindedir.

Bundan sonra, o ikinci baba da ölür ve bir başkasını vasî tayin ederse; işte bu vasî, önceki ölenin tâyin eylediği vasîden daha evladır. Ananın vasisinden de daha evlâdır.

Keza, sonradan ölen, babanın babası olsa; (yani çocuğun dedesi) işte o, babanın tayin eylediği vasîden daha evlâdır.

Baba ölünce, tayin eylediği vasîde baki mes'ele aynısıdır. îşte o, bizim söylediğimiz diğer vasilerden evlâdır.

Sonraki babanın vasîsi de ölür ve o da kimseyi vasî tayin etmez veya sonraki babası ölür de vasî tayin etin ;z ve Önceki ölen babanın babası kalırsa; (çocuğun dedesi) işte o, vasiler Jen evlâ olur.

Babaların ikisi de ölür; fakat, birisi diğerinden önce ölür ve her iki­sinin de babaları bulunur; onlar da, başka birer kişiye vasiyet ederler; hangisinin önce öldüğü de bilinmezse; tasarrufta birlikte hareket ederler. Çünkü, hangisinin önce öldüğü bilinmiyor.

Onlar, aynı anda ölmüş gibi olurlar. O takdirde,tasarruf, iki vasi­nin olur.

Şayet birinin önce öldüğü bilinirse; diğerinin tayin eylediği vasî tasarruf eder.

O vasî de ölür ve başka birini vasî tâyin eylemezse; veya babanın birinin sonra öldüğü bilinir ve o bir vasî tayin eylemezse; o takdirde, tasarruf hakkı, iki dedenindir. Onlar, ayrı ayrı iş yapmazlar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam ölür ve küçük çocuklarını ve babasını terk eder; kimseyi de vasî tayin etmezse; işte o zaman, babası -terekeyi muhafazada ve diğer tasarruflarda- vasîdir.

Şayet ölen, borçlu olur ve borcu çok olursa; baba (yani çocukların dedesi) -borcu ödemek için- satmaya yetkili olmaz.

Keza, ölecek zat mürâhik olan oğluna izin verir ve onun, alış-verişe aklı ererse, onun tasarrufu geçerlidir.

Bir adam, borçlanır; sonra da ölür ve babasını geride bırakırsa; o baba, onun terekesinden, borcu kaza edemez (= ödeyemez).

Ölenin vasîsi, borç ödemek için terekeden satarsa; borç çok fazla değilse, bu caizdir.

Bu, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir.

Şayet terekede borç yoksa, fakat küçük vârisler varsa, hâkim tere­kenin tamamını satarsa; tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, infazı geçerlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), baba ile vasiyi birbirinden ayırarak şöyle buyurmuştur:

Ölenin vasîsi, borç için terekeyi satarsa; bu geçerli olur. Fakat, ölenin babası (çocukların dedesi) o oğlunun terekesini, onun çocuklarının bakımı için satabilir de, borcu için satamaz.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, şöyle buyurmuştur:

Bu muhafaza yönünden faydalıdır, tmâm Muhammed (R.A.)'e gelince, O: "Dede, babamakamındadır." buyurmuştur.

el-Asıl'da şöyle denilmiştir:

Bir adam Ölür; bir vasî, bir de babası kalırsa; vasîsi, babasından daha evlâdır.

Eğer vasîsi yoksa, babası evlâdır. Sonra dedenin tayin eylediği vasî evlâdır. Sonra da hâkimin tâyin eylediği vasî evlâdır. Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Hassaf'ın kavli budur." demiştir. Bununla fetva verilir.

Bir küçük, bir mala vâris olur ve onun müsrif, mübzir ve mahramiyete hak kazanmış bir babası olursa; onun, -bu halinden dolayı-velayeti sabit olmaz.
Şemsü '1-Eimme Hal vâ nî, Edebü '1-Kâdî  Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:

Hâkim, babası olmayan bir yetim için, bir vasî tayin ederse; o vasî, babanın vasîsî menzilinde olur.

Eğer, hâkim bütün tasarrufa yetki verdi ise bu böyledir.

Şayet, bir nevi tasarrufa yetki vermişse, işte o, hasseten ona bakar; babanın vasîsi de bunun hilâfınadır. Çünkü onda tahsis yoktur.

Şayet, baba bir nev'e vasî kılsa bile, o vasî bütün nevilere vasî sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vasî, terekeden vadeli bir şey satar ve bu, yetim için zararlı olursa; (alanın inkâr etmesi, zamanı gelince ödememesi gibi...) ona vermek caiz olmaz.

Şayet, yetime bir zararı dokunmayacakşa, (onun zamanı gelince vereceği, inkâr eylemeyeceği gibi...) o takdirde, vadeli satış da caizdir.

Buna binâen âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardı:

Bir adam, yetimin malından, vadeli bir şeyi bin dirheme satın almak ister; bir diğeri de, aynı şeyi, va'deli bin yüz dirheme satın almak isterse; vasî, istenince vermiyeceğinden veya inkâr eylemeyeceğinden kork­muyorsa ona satar; fazlaya almak istese bile, korkulana vermez; kor­kulmayana verir.

Keza, yetimin bir evi olur; bir adam da onu aylığı sekiz dirheme icarlamak ister; diğeri de, on dirheme icârlamak ister ve sekiz dirheme icarlamak isteyen, daha sağlam olursa; ona icara verilir.

Vakıfların mütevellileri de, buna göre hareket ederler ve emin olan (güvenilen) kişileri ihtiyar ederler.

Bir vasî, yetimin bir eşyasını veya bir yerini, bir müflise -o onun bedelini ödeyemeyeceğini bilerek satarsa; Fakıyh Ebû'l-Kâsım: "Eğer satış, rağbet satışı ise, hâkim müşteriye üç günlük mühlet verir ve o, ya parasını ödeyip malı alır veya satış,bozulur." demiştir.

En uygun olanı, -müşterinin, onun bedelini ödeyemeyeceğini biliyorsa- vasînin satışının caiz olmamasıdır. Bu durumda, vasînin satışı o malı zayi etmek olur.

Ancak, satış feshedilmeden önce, parasını Öderse; o mal, müşterinin olur.

Gerçekten hâkim, gözetici (= nazır) nasbeder. Dediğimiz gibi, müşteri ya parasını verir veya satış bozulur.

Vasî, yetimin malından bir şey satar; sonra da sattığından faz­lasını isterse; hâkim onu, ehli basiret ve emânet ehline havale eder.

Eğer onlar, satışın yerinde yapıldığında ittifak ederlerse; onların sözü üzerine, müşteriden parası alınır.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Fakat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bir kişinin kavli kâfidir." buyurmuşlardır.

Buna göre vakıf mütevellileri, vakıfları icara verirken, sağlam kişileri seçerler.

Bir vasî, ölenin terekesini -onun vasiyetini yerine getirmek için-satar; müşteri de satın alman şeyi inkâr eder ve iş hâkime aksedince, vasî, "müşterinin yalan söylediğine" yemin ederse; o takdirde, hâkim vasîye: "Eğer doğru söylediysen gerçekten ben de satışı bozdum." der ve satış bozulmuş olur.

Gerçekten burda, hakimin feshine ihtiyaç vardır. Şayet vasî, müşterinin inkârı üzerine da'vayı hâkime çıkarmazsa; hakikaten bu, bir ikâîeolur.

Hâkim satışı bozunca, müşteri ölen zatın malını geri verir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Ölen bir kimse, malının üçte birisini vasiyet etmiş olur; arkasında da biraz akar bırakır ve vasî, vasiyeti için o akarın birini satar; vârisler de buna razı olmayıp, her birinin üçte birinin satılmasına razı olsalar -İmkân dahilinde- Öyle yapılır.

Ebû Bekir el-İskâf'dan sorulmuş:

— Bir kadın, bir yerinin satılıp, üçte birinin fukaraya verilmesini vasiyet ettikten sonra, bu kadın ölür; arkasında da büyük yaşta vârisi kalır; vasî de o yerin tamamını satmak ister; vâris ise, bundan imtina eder ve o yerin üçte birinin satılmasını isterlerse ne olur?

İmâm şöyle buyurmuştur:

— Üçte birinin satılması, vasiyet ehline ve vârislere zarar verirse; vasî, o zaman,'o yerin tamamını satar; değilse, yapılan vasiyete yetecek miktarını satar.

Ebû Nasr ed-Debbûsî bununla fetva vermiştir.                       ;

Zarar verecekse, İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'ye göre, hareket eder; zarar vermeyecekse, tmâmeyn'e göre amel eder. Zehıyre'de de böyledir.

Vasî, yetimin malını veya Ölenin malını, nefsi için kullanmaz; bu caiz değildir.

Şayet, onu kullanır ve kâr da yaparsa, sermâyenin aslını tazmin eder. Kârını da sadaka olarak dağıtır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vasî için, sabînin malını mudârebe olarak verme hakkı vardır. Onu, ortağa da verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Vasînin, ölen zatın malını uzun süreli icara verip de, onun bor­cunu ödemeye çalışması caiz değildir.

Bir kimse, borçlu olur; bir adamı da vasî kılar; o da huzurda bulunmaz ve vârislerin bir kısmı, malım satıp da borcunu ödemeyi kas-dederler ve vasiyetini yerine getirmek isterlerse; işte bu satış, hâkimin emri olmadan fâsid olur.

Bu, tereke borcu kuşatıyorsa böyledir.

Şayet, borcu ihata etmiyorsa, her vâris kendi hissesinden -hissesi kadar- borcunu öder. Ancak satınlan, evden belirli bir yer olursa; bu müstesnadır. Büyük olan bir vâris, Ölenin terekesinden veya akarından bir şey satar ve yine de geride borç kalır; vasî de onun satışının reddini ister ve eğer, vasînin elinde bir şey bulunursa; onu vasiyeti yerine getirmek için satmasını reddedemez.

Bir kadın Ölür ve kocası ile bir kızı, bir de kardeşi kalır; kardeşine vasiyet eder ve o da kabul edip borcunu öder ve eşyasından, kocasının hissesini satın alır; akardan da hissesini satın alır; müşteri onun hisse­sinin miktarını bildiği hâlde, satıcı bilmezse; vasiyet yerine getirilmiş olur; satış da caiz olur. Vasiyet yerine getirilmese ve iş hâkime çıkarılsa; hakim, bu satışı ibtal edip, Önce ölenin borcundan başlar ve vasiyetini yerine getirir; sonra da vârislerine, mirasım taksim eder. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.         ^

Borçlu bir kimse, borcu ödendikten sonra, kalan malının üçte birini vasiyet eder; geride de bir. ev bırakır ve vasinin, onun borcunu ödemeye ve vasiyetini yerine getirmeye gücü yetmez; ancak, o evin parasıyla bu işleri yapabilecek olur; vârisler de evin tamamının satılma*, ına razı olmaz ve şayet, vasi, borcun malın tamamını içine aldığım ve ev satılınca geride bir şey kalmayacağını; kalsa da, çok az bir şey kalacağım bilirse; o takdirde, vasî evi satar. Başka yapacağı bir şey yoktur.

Şayet, evi satmaması hâlinde, ölü uzun süre borçlu kalacaksa; evi satıp, borcunu Öder.
Vasînin, yetimin malını başkasma ödünç vermesi -bütün rivayet­lere göre- bi'1-ittifak doğru değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vasî, yetimin malından borç verirse; onu tazmin eder.

Bu işi, hâkim yapabilir. Âlimler, baba hakkında ihtilaf eylediler. Sahih olan rivayet, baba da vasî gibidir; hâkim gibi değildir.

Bir vasî veya baba, kendi şahsî borcu için, yetimin malını rehin bırakmış olsa; kıyâsda, bu caiz değildir. îstihsanda ise caizdir.

Vasî, yetimin malından kendi şahsi borcunu ödese; bu caiz olmaz. Şayet, bu işi babası yaparsa; bu caiz olur. Fetâvâyi KâdtfcâVda da böyledir.

Vasî, alacaklısına, yetimin malını ayn'ına karşılık olarak satarsa; baftm Ebû Hanife (R.A.) ile İmâm Mohammed (R.A.)'e göre, bedeli kısas (misilleme) olduğundan, bu caiz olur. Vasî aynısını tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vasî, yetimin malını rehin biralar; mürtehin de onu teslim alır; sonra da, vasî yetimin ihtiyacına binâen, onu ariyet olarak geri alır ve vasînin yanında da o mal zayi olursa; yetimin malı olarak zayi olmuş olur. Alacaklının alacağı, olduğu gibi kalır ve onu vasîden alır.

Şayet vasî, o rehini, rehin alandan gasbedip, küçüğün ihtiyacında kullanır ve elinde de zayi olursa; yetimin hakkı olarak değil de, rehin alanın hakkı olarak tazmin eder.

Şayet, kendi ihtiyacında kullanırken zayi olursa; yetimin hakkı olarak tazmin eder.

Hatta, önceki durumda, rehin alana ödeme yaparsa; yetimin malına müracaat edebilir. İkinci durumda ise, yetime ve malına müracaat edemez.

Vasî, bir adamın kölesini gasbeder ve onu yetimin işinde kullanır; onun kıymetini de gasbeylediği adama öderse; yetimin malına müracaat edebilir mi?

Bu hususta âlimlerimizden bir rivayet yoktur. Âlimlerimiz: "Uygun olan, müracaat etmemesidir." buyurmuşlardır.

Vasî, sabîyi, güzel işlerde icara verirse, işte bu da caizdir. Keza, sabinin kölesini icara verirse, bu da caiz olur. Keza, sabinin malını, başkasma icara verse; o da caizdir.

Şayet, sabî buluğa erişirse, -kendi aleyhine olan- icâreyi feshede­bilir. Fakat, lehine olursa, onu feshedemez.
Vasî, yetim için icarla bir şey alıp ecrini de ecr-i mislinden -halkın aldatılmış demeyeceği kadar yüksek verse; KâdiM-İmâm Rüknü'1-lslâm AU es-Sagdî, Siyer-i Kebir Şerhi1 nde şöyle buyurmuştur: Müste'cir, onu kendi  nefsi  için  icarlamış  olur.   Onun  Ücretinin  tamamını,  kendi maundan öder.

Şeyhu'l-îslam ise, Şerhi'nde: "Gerçekten icare sabiye âid olur; fakat, ecr-i misil olur. Fazla aldığı ücret olursa, o geri sabîye verilir/* demiştir.

Vasî, sabî için ecr-i mislin dışında bir ev icariasa; müste'cire ecr-i misil gerekir mi? Yoksa, o yeri gasbetmiş mi olur? O yer için ücret verilir mi? Fadl,  şöyle demiştir: Âlimlerimiz asıl fetvalarında   şöyle buyurmuşlardır: Onu gasbeylemiş olur; ecir gerekmez.

Hassâf ise, Kitabında şöyle buyurmuştur: Gâsip olmaz; ecr-i misil gerekir.

Hassâf'in fetvası ile fetva verilir mi?

"Evet." denilmiştir.

Bazı nüshalarda: "Tam ecr-i misil gerekir." denildiğini gördüm. Eğer, ücreti söylendi ise, onu vermek gerekir. Onun üzerine fazlalık yapılmaz.

Âlimlerimiz, ecr-i misille fetva vermişlerdir. Ancak, noksan olursa, yetimin faydasınadır. O takdirde, noksan olarak verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Vasî, babanın hilafına, yetimi, nefsi için icarlayamaz.

Şayet, icarlar veya icara verirse; -yetimin faydasına- bu caiz olur.

İmâm Kudûrî de, böyle buyurmuştur.

Keza, Fadlî de, böyle cevap yermiştir.
5âyet vasî, sabînin nefsini veya bir malını -yetimin işinde çalıştırmak üzre; icara verirse; işte bu caiz olmaz.

îmâm Sa'dî, şöyle buyurmuştur:
Vasî, kendi nefsi için icara verirse veya babası, kendi nefsi için icara verirse, bi'1-ittifak caiz olur.

Fetva ise, Kudûrî'nin kavline göredir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir vasî, sabîyi kendi nefsi için icarlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre uygun olanı bunun caiz olmasıdır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Vasî,   yetimin   malını   -karşılıklı  olsa  bile-  bağış   yapamaz. Karşılıksız ise, hiç bağış yapamaz.

Baba da böyledir.

Bir adam, sabîye bir bağışta bulunur; babası da, ona yetimin malından karşılık verirse; bu da caiz olmaz; bağış yapan, ondan dönüş yapar.

Vasî de aynısıdır. Yetimin malından ta'viz veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişam'm   Nevadiri'nde   îmâm   Mulıammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Yetimin vasîsi, yetim için, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, bu vasî muhayyer olmak şartıyle satın alıp, muhayyerlik müddetinde, onu iki bin dirheme artırsa; vâsi için, bu alış-veriş doğru olmaz;

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kav­lidir.

İmâm Muhammed (R.A.) de aynısını buyurmuştur.

Vasî, yetim için, -üç günlük muhayyerlik üzere- bir köle satın alır; üç güne kadar da, yetim bulûğa erişirse alış-veriş caiz olur.

Şayet vasî, alış-verişe üç güne kadar icazet verir veya ölür; çocuk ise razı olmazsa, bu durumda bu alış-veriş caiz olmaz.

Şayet yetimin vasîsi, yetim için, bir köleyi -üç gün muhayyerlik kaydıyl


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..