6- EMANET BIRAKILAN ŞEYİ GERİ İSTEMEK VE EMANETİN BAŞKASINA VERİLMESİNİ EMRETMEK

Bir adam, emaneti ister; diğeri de: "Yarın iste." der; yarın olunca da: "Zayi oldu." derse; bu durumda, bu şahıs mes'ul olur.

Şayet: "yarın iste." dememden önce "Zayi olmuştu." derse, yine tazmin eder. Eğer: "Yarın al." dedikten sonra, "Zayi oldu." derse; —ikinciye değil—, birinciye tenakuzundan dolayı, tazminat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Emânet  sahibi,  emaneti  istediği halde,  emaneti alan  şahıs, —vermeye gücü yettiği halde— onu sahibine vermezse, bu durumda, o emaneti tazmin eder.

Fakat, hâl-i hazırda, onu alıp da teslim etmeye gücü yetmezse, bu durumda, onu tazmin etmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Emânet sahibi, onu istediğinde, emaneti alan: "Şu anda onu hazırlamaya gücüm yetmez." der; bu durumda sahibi de bırakıp giderse; rıza ile gitmiş olması halinde tazminat gerekmez.

Eğer rızasız gitmişse, tazminat gerekir.

Eğer isteyen emanet sahibinin vekili ise, o da tazminat yaptırır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emânet sahibi, emaneti alan şahsa: "Bu gün yanında olan ema­neti bana getir." der; emaneti alan da: "Olur" dediği halde, o gün götürmez, o gün geçer ve o günden sonra da bu emanet zayi olursa, bu durumda tazminat gerekmez. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir.

Emanet sahibi emanetini istediğinde, diğeri onu inkar ederse, tazminat gerekir.

İnkardan sonra, emaneti alan şahıs, beyyine ibraz eylese bile bu böyledir. Yenâbi^de de böyledir.

Şayet, emaneti alan, aldığını itiraf ederse, tazminattan berî olmaz. Ancak,  onu sahibine teslim etmekle ondan    kurtulur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Emaneti alan zat, onu, verenin veya vekilinin yanında, inkar ederse, tazminat gerekir.

Eğer onlar yok iken inkar ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre tazminat gerekmez.

Biz de bu görüşü alırız. Yenâbi de de böyledir.

Ecnâs'da şöyle zikredilmiştir:

Yerinden nakledilen emanet, inkar edilirse, bu sebeple ödenir. Şayet yerinden nakledilmez fakat zayi olursa, tazminat gerekmez. Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir?

Emanet ve ariyet yerinden nakledilse de nakledilmese de, inkar sebebiyle tazminat gerekir ..Hulâsa'da da böyledir.

Emânet sahibi, hatırlatmak üzere: "Emanetimin durumu nedir?" diye sorunca diğeri: "Benim yanımda, senin emanetin yoktur." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre tazminat gerekmez. Gayetü'I-Bfeyân'da da böyledir.

Düşman sebebiyle inkâr eder; (şöyle ki: Eğer ikrar ederse, telef olacağından korkar ve bu sebeple inkar eder) sonra da bu emanet zayi olursa; tazminat gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emânet bırakan şahıs kaybolur ve bu şahsın kansa, o emanetten nafaka ister; emaneti alan zat da, önce emaneti inkar, sonra da ikrar eder ve: "Gerçekten o zayi oldu." derse; onu tazmin eder. (= öder.)

Yetimlerin vasileri de böyledir.

Yetimlerin velîleri ve komşuları bir araya toplanarak, onların vasi­lerine: "Şu çocuklara, onların mallarından harcama yap." dediklerinde, vasî: "Onların yanımda hiç bir şeyi yoktur." dedikten sonra, bir şeyin varlığını ikrar ederek: "Gerçekten, siz istedikten sonra, o zayi oldu." derse; onu tazmin eder. (= öder) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, önce emaneti inkar edip, sonra da onu bizzat meydana çıkararak, ikrar eder; o emanetin sahibi de: "Onu yanında emanet olarak bırak." der; o da zayi olursa, şayet, o emaneti onun yanına ken­disinin korumaya gücü yettiği hâlde bıraktıysa ve istemesi halinde, onu kendisi de alabilecek idiyse, o zaman, kendisine emanet edilen şahıs, emaneti tazmin etmekten beri olur.

Eğer emanet sahibi, o emaneti alınca, korumaya gücü yetmiyecek bir kimse olursa, o zaman, önceki adama tazminat gerekir.

Eğer emanet sahibi, diğerine: "Onu müdarabe olarak al." derse, yine o şahsın tazmin etmesi gerekir,                                   

Bunların tamamı, akar ve menkûl de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat gerekmez.

Halvânî:

Bu hususta İmâm'dan iki ayrı rivayet vardır." demiştir.

Bazı alimler de: "Bi'I-icma inkarı sebebiyle, akarda tazminat gerekir." demişlerdir. Kerderı'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emaneti veren şahıs, onu alan şahsa: "Kardeşim isterse, onu ver." der; kardeşi de onu ister; emaneti alan şahıs ise: "Bir saat sonra gel; emaneti sana vereyim." der; bir saat sonra gelince de: "Gerçekten emanet zayi oldu." derse, bu durumda tenakuzdan dolayı tazminat gerekir. Hâvfde de böyledir.

Emanet veren bir şahıs, onu fitne gününde ister; bu emaneti alan şahıs da: "Bu saatta ona ulaşamam." derse; Ebû Bekir: "Bu durumda emaneti alan şahıs, şayet uzakta olduğu için veya dar yerde ve dar vakitte olduğu için, veremedi ise, tazminat gerekmez. Onun sözü geçerli olur. Durum böyle değilse, tazmin eder. (=     öder)" demiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Emânet sahibi, eğer: "Emaneti oğluma (veya oğluna) ver; o bana getirsin." der; emaneti alan da öyle yapar ve bu emanet zayi olursa; bu mal sahibinin olarak zayi olmuş olur. Yani tazminat gerekmez. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Emanet sahibi, emaneti alana: "Emaneti köleme teslim eyle." der; bu köle emaneti isteyince de, adam ona vermezse, onu tazmin eder. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Emanet sahibi, emaneti alan şahsa gizlice: "Her kim, emanetin şu alametini sana söylerse, onu, ona ver." der; bir adam da gelerek, o alameti söylediği halde, emaneti alan zat ona inanmaz ve emaneti ver­mezse; bu durumda emanetin zayi olması halinde tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Emanet sahibinin elçisi, emaneti isteyince, emaneti alan şahıs: "Onu getiren şahıs olmayınca, sana vermem." der; sonra da bu emanet çahnırsa, zahiru'l-mezhebe göre, bu durumda o şahıs, bu emaneti tazmin eylemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre ise, tazmin eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, temizlikçiye, talebesi ile bir elbise yolladıktan sonra, bu temizlikçiye birini yollayarak: "Onu, sana getirene yerme." der; onu getiren talebe de, temizlikçiye gelerek:  "Bu elbise, filanındır; sana gönderdi." demezse; bu durumda emaneti alan şahsın ona, o emaneti vermesiyle tazminat gerekmez.

Keza, elbiseyi getiren şahıs, gönderen şahsıiı işlerinin mutasarrıfı ise, yine tazminat gerekmez. Şayet, mutasarrıfı değilse, ona vermekle tazminat gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bin dirhem verdiğinde o zata: "Onu, istediğin şahısla, Rey Şehri'nde filan şahsa ver." dedikten sonra, veren adam ölür; bu emaneti alan zat da, Rey Şehri'nde filan adama vermek üzrer o emaneti, başka bir şahsa verir; bu emanet de-yolda zayi olursa, tazminat gerekmez.

Şayet emanet sahibi sağ ise, tazminat gerekir. Yalnız, onun iyalına vermişse, yine tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine bin dirhem verip, ona: "Bu gün, onu filana ver." dediği halde, emaneti alan şahıs, onu, o gün, denilen o zata vermez ve bu emanet zayi olursa, tazminat gerekmez. Çünkü, öyle yapması vacip değildir. Kerderî'nin Vecizî'nde de böyledir.

Bir şehirli, yol korkusundan, sarığını bir köylüye verip ona: "Sana sarığımı almak üzere kimi yollarsam, ona ver." dediği halde, bu köylü, gelen adama sarığı vermez; günler sona bizzat kendisi getirerek, o zatın evine kor ve sarık da o evde çalınırsa, bu durumda tazminat gerekir mi?

— Evet gerekir. Çünkü, "ver" denilen şahsa, onu vermemek gasp olur.

Ancak, bu köylü, elçi olan zatı yalanlar veya: "Ben, senin o zat tarafından gönderildiğini bilmiyorum." derse, bu men etmek olmaz ve bu durumda tazminat da gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Emaneti veren şahıs, onu alan zata: "Vekillerimden hangisine istersen, emaneti ona ver." der; onun vekillerinden birisi, o emaneti istediği halde, bu şahıs, diğer Vekile vermek için ona vermezse, onun vekillerinden    birisine    vermediğinden    dolayı,    tazminat    gerekir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adama, belirli bir şey verilerek "onu, filana vermesi" söylenir; o filan da gelerek: "Gerçekten filan, bunu sana emanet eyledi." der; o da bu emaneti, o vekile verir ve bu emanet zayi olursa, bu durumda mal sahibi, o emaneti onlardan hangisine isterse ona ödetir. Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanma bir senet bırakarak, "onu, borçlusuna vermesini" emrettiğinde, eğer üç ay olmadan önce, adam, o borcunu, borçluya öder; borçlu da üç aydan sonra, borcu olan dirhemleri mal sahibine verir; sonra da alacaklı gelerek, senedi isterse; şayet emaneti alan mutavassıt borçlunun, bu borcunu noksansız olarak, alacaklıya vermiş olduğunu iyi bilirse, o takdirde, senedi alacaklıya vermez. Bor­cunu, ister üç aydan önce, isterse üç aydan sonra ödemiş olsun fark etmez. Zira o senedi alacaklıya vermek, zulme yardım etmek olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadın vasiyyetnamesini  kocasının huzurunda, başka bir adama   emanet   ederek:   "ölümünden   sonra,   o   yazıyı   kocasına vermesini" söylediği halde, o hastalığından da iyileşerek, vasiyyetname­sini, o adamdan istese; şayet, yazıda kocası için bir mal ikrarı bulunur veya mehirini teslim aldığı yazılı olursa, adam, onu —her ne kadar bu kağıt kadının mülkü ise de— vermeyebilir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir köle, bir adama bir emanet bıraktıktan sonra kaybolursa, onun efendisinin, o emaneti alma hakkı olmaz. Bu köle, ister ticarete izinli olsun, isterse olmasın; ister kölenin borcu olsun, isterse olmasın farketmez.

Bu, hal, o emanetin kölenin kendi kazancı olduğu bilinmediği zaman böyledir.

Fakat, kölenin kendi kazancı olduğu bilinirse, efendisinin o emaneti alma hakkı vardır. Zehıyre'de de böyledir.

 (İzinli veya izinsiz; borçlu veya borçsuz) bir köle, bir adama, bir mal emanet bırakıp ölürse; efendisinin o emaneti almaya hakkı yoktur.

Ancak, o emanetin, efendinin kendi malı olduğu bilinirse; o tak­dirde, efendi bu emaneti alabilir. Suğra'da da böyledir.

İzinsiz bir köle, bir adama bir şey emanet ettiğinde, efendisi gelerek, o emaneti istediği halde, ona verilmez ve bu şey emanet edilen şahsın elinde zayi olursa, tazminat gerekmez. Çünkü, efendisinin onun emanetini almaya liyakati yoktur.

Bir köle veya cariye, belirli bir malı efendisinin evinde kazandığı para ile satın alıp; onu da bir adama emanet olarak bırakır ve bunun böyle olduğuda bilindiği halde, efendisi o emaneti ister; emaneti alan şahıs onu men eder veya o emanet zayi olana kadar, efendi istemezse, tazminat gerekir. Çünkü o mal, efendinin mülküdür. Ve o, ondan izinsiz olarak emanet edilmiştir; emanet alan şahıs ise gasıp durumundadır. Fetâvâyî Attâbiyye'de de böyledir.
Bir köle, bir ölçek buğdayla bir adamın evine geldiğinde, ev sahibi evde bulunmaz ve onu, ev sahibinin karışma teslim ederek: "Bu, filan efendinin emanetidir. Bunu, senin kocana yolladı." deyip, gider; ev sahibi, eve gelince, kadın durumu ona haber verir; ev sahibi de, kadını kınayarak, kölenin efendisine, "kölesini yollayıp, buğdayı aldırması için." haber gönderir ve emaneti kabul etmediğim bildirir; efendi de cevabında: "Günlerdir yanında kaldı; onu, köleme verme." der ve son­radan da kendisi, onu ister; adam da: "Ben ancak, onu köleye veririm." der; bundan sonra da o buğday, ev sahibinin eşyaları ile birlikte çalımrsa; bu durumda ev sahibi, —kölenin efendisine vermediği için— onu.öder mi, yoksa ödemez mi? Eğer adam, kölenin, onu, efendisinden getirdiğini doğrularsa, vermemiş olmasından dolayı tazmin eder. Şayet onu doğrulamaz ve: "Ben, efendisi mi yolladı kendisi mi getirdi, gasp etti veya başkasının emaneti mi?" bilmiyorum. Onun için vermedim." derse, bu durumda tazminat gerekmez. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir. En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [10]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..