Cihâd   Bölümü

Musannif, sonuncusu Hacc olan dört ibâdet ile Hacca uygun olan udhiyye (kurbân), av ve boğazlanan hayvanları anlattıkdan sonra, şimdi ibâdetlerin beşincisi olan cihâda âid hükümleri açıklamaya baş­lamıştır.
Cihâd [1] önce başlamak suretiyle farz-ı kifâyedir. Yâni kâfirler bizim ile savaşmasalar bile, kâfirlerin savaş açıp harbe başlamamız üze­rimize vâcib (farz) dir.

Zîrâ Resulü İlah (S.A.V.), başlangıçta afv ile ve müşriklerden yüz
Müşriklerle savaşa; haram aylarda olmamak kaydıyle 12 Safer 2 H/623 M gecesi nazil olan Hacc sûresi'nin 39 ve 40. âyet-i kerîmeleriyle ruhsat verilmiştir. Daha sonra Tevbe sûresinin 36. âyet-i kerîmesiyle bu kayd kaldırılıp, cihâd emri mutlak olarak kalmıgtır. çevirmekle emrolunmuştur. Nitekim bu hususta Allah Teâlâ (C.C.)
«Müşriklere karşı yumuşak ve iyi davran» [2]
«Allah'a ortak koşanlardan yüz çevir» [3], buyurmuştur.

Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V.) kâfirleri her çeşit güzel yolla dîne da'vet etmekle eni rol un m ustu. Meselâ : Allah Teâlâ (C.C.) bunun­la ilgili olarak:
«Ey Muhammed Rabbinin yoluna (İslâm'a), hikmet (Kur'ân) le, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış (mücâdele et).» [4] buyur­muştur. Sonra eğer başlamak onlardan olursa, Allah Teâlâ' (C.C.) in :
«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselere karşı koy­maya izin verilmiştir.» [5] kavliyle savaş emrolunmuştur. Yâni savun­ma hususunda onlara izin verilmi§tir. Bundan sonra Allah Teâlâ1 (C.C.) in:
«Haram aylar çılanca, Allah'a ortak koşanları (puta tapanları) buldu­ğunuz yerde öldürün.» [6] kavliyle bazı zamanlarda ibtidâen savaş emr­olunmuştur. Ondan sonra mutlak olarak, zamanların ve mekânların hepsinde (her zaman ve her yerde) savaş ile emrolunmuştur. Bu husus­ta Allah Teâlâ (C.C.) şöyle buyurmuştur:
«Fitne kalmaymcaya kadar onlarla savaşın.» [7]
«Toplu olarak Allah'a ortak koşanlarla (putperestlerle) savaşın.» [8]
«Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlarla' savaşın»[9]. Bunlardan daha başka âyetlerle de aynı şey emrolunmuştur.

Cihâdın farz-ı kifâye olmasının vechi şudur: Cihâd farz-ı ayn ola­rak meşru olmamıştır. Çünkü cihâd aslında öldürme ve ifsâddır. Bîlâ-İtiş «i'lâyı kelimetullâh» yâni Allah Teâlâ' (C.C.) m adını yüceltmek ve O'nun dinini kuvvetlendirmek, kullardan feşâdı defetmek için^neş-rû olmuştur. Bu durumda, eğer insanlardan bir kısmı her zaman ci­hâd yaparsa, hepsinden sakıt olur. Zira bir kısmının yapmasiyle mak-sad hâsıl olmuş, demektir: Cenaze Namazı, cenazeyi defn ve selâma karşılık vermek gibi. Çünkü bunlardan birini cemâatin bazısı yaptığmda, diğerlerinden farz düşer. Eğer bazısı cihâda çıkmayıp dâr-ı İs­lâm'da, cihâda çıkılmamış zaman bulunursa, üzerlerine lâzım gelen farzı terk ettikleri için, Müslümanların hepsi günahkâr olurlar. Nite­kim, şayet cemâatin hepsi Cenaze Namazını veya defnini veya selâma karşılık vermeyi terk etmiş olsalar günahkâr olacakları gibi.
Cihâd ancak, çocuk [10], köle, kadın [11], a'mâ, kötürüm ve eli kesik kimselere vâcib olmaz. Çünkü bunlar âcizdirler. Teklif ise kudret­ledir.

Eğet- kâfirler İslâm'ın sınır bölgelerinden birine hücum ederlerse, o bölgeye yakın olup da cihâda kadir olanlar üzerine cihâd farz-ı ayın olur.
Nihâye sahibi Zahîre'deh şöyle nakleder:, Nefîr-i âm [12]  (Halîfe -Sultan tarafından savaş için umûmî seferberlik emri) geldiğinde, ci­hâd ancak düşmana yakın olanlar üzerine farz-ı ayn olur. O yakın olanların arkasında olup da düşmandan uzak olanlar üzerine ise farz-ı kifâyedir. Hattâ, eğer onlara ihtiyâç yoksa, onlar için cihâdı terke vüs'at (müsaade) vardır. Eğer düşmana yakın olanların cihâda kudretleri ol­makla beraber kâfirlere mukavemetten âciz oldukları için uzak olan Müslümanlara ihtiyâç varsa veya yakın olanlar mukavemetten âciz ol­mayıp da üşenip savaşmazlarsa, bu takdirde onlardan sonra gelen (ya-km) kimselerin üzerine cihâd farz-ı aynla farz olur. Oruç ve Namaz gibi onlar üzerine cihâdı terke izin verilmez. Doğudan batıya bütün Müslümanlar üzerine bu şekilde (tedricen) farz kılınır. Bunun ben­zeri, ölü üzerine kılınan cenaze namazıdır ki, şayet bir kimse şehrin bir tarafında ölse, o ölünün techîz işlerini yapmak onun komşuları ve mahalle halkı üzerine farz olur. Ölüden uzak olan kimselerin o techîz işletini yapmaları gerekmez. Eğer ölüden uzak olan kimseler;, mahalle halkının Ölünün hakların! yerine getiremeyeceklerini veya. techîz iş­lerini yerine getirmekten âciz olacaklarını bilirlerse, bu işleri yapmak o uzak olan (sonra gelen) kimselere düşer. Cihâd da böyledir. Bu durum­da, kadın kocasından ve köle efendisinden izinsiz olarak umûmî sefer­berliğe çıkar. Çünkü maksad ancak hepsinin çıkmasiyle hâsıl olur. Bu durumda, cihâd onlar üzerine de vâcib olur. Koca ve efendinin hakkı farz-ı ayında zahir olmaz; Oruç ve Namaz gibi. Fakat umûmî sefer­berlikten önce *olan cihâd böyle değildir. Zira onda kadın ve köleden başkası ile yetinilir. Koca ve efendinin haklarını iptale zaruret yoktur.
Cu'l mekruhtur. Cu'l: İşçiye işi için verilen ücrettir. Bununla mu-râd, îmâm (Sultan) in mal sahiplerine kendi rızâları olmaksızın, ga-zîleri takviye için koyduğu vergidir. Bu cul [13] (yâni harb edene ve­rilen ücret), Beyt'ul-Mâl'de bir şey (fey; mal) varfeen mekruhtur. Bey-tu'1-Mâi'de mal (fey*) bulunmadığı zaman cu'l mekruh olmaz.
Kâfirleri muhasara ettiğimiz zaman onları İslâm'a da'vet ederiz. [14] Eğer İslâm'ı kabul etmezlerse, onlan cizyeye da'vet ederiz. Eğer cizyeyi kabul ederlerse bizim için olan can ve malların korunma hakla onlar için de olur. Onların canlarına ve mallarına da taarruz edilmez; korunurlar. Bu hüküm umûmî değildir. Çünkü bu, ibâdetler hakkında sahîh olmaz. Bundan murâd şudur: Onlar cizyeyi kabul etmezden ön­ce biz onların kanlarına ve mallarına taarruz ederdik; yine, cizyeyi kabul ettikden sonra ise onlara taarruz edersek veya onlar bize taar­ruz ederseler, onlar için bize ve bizim için onlara vâcib olan şey taar­ruz zamanında birbirimize vâcib olan şeydir. Bunu ulemânın Hz. A1F-(R.A.) nin şu sözü ile istidlalleri teyîd eder: Hz. Ali (R.A.) demiştir ki :

«Kâfirlerin cizyeyi vermeleri ancak kanlan bizim kanımız gibi ve mal­ları bizim malımız gibi olması içindir.» ,

Kendilerine İslâm'a da'vet ulaşmamış olan kâfirlere savaş açmayız.

Bir kimse, İslâm da'veti kendilerine ulaşmazdan önce kâfirlerle sava­şırsa, bundan nehyedildiği için günahkâr olur. Lâkin o savaş ile gü­nahkâr olan kimse, onların kanlarını ve mallarını ödemez. Çünkü on­lar ma'sûm değillerdir.

İslâm da'veti kendilerine ulaşan kâfirler için İslâm da'vetini yeni­lemek mendûbdur. Eğer kabulden yüz çevirirlerse, onlarla (mancınık­la) taş atmak, ateşle yakmak, suyla boğmak ve ok atmak suretiyle mu­harebe ederiz. Velev ki beraberlerinde Müslüman bulunsun yahut Müs-lümanı kendilerine kalkan etsinler. Günahkâr olmak gerekmesin diye oku, Müslümanın niyetiyle değil, onların niyetiyle atarız. Eğer oklar Müslümana İsabet ederse, diyet ve keffâret gerekmez.

Ağaçlarını kesmek ve ekinlerini ifsâd etmekle muharebe ederiz.

(Bunu ahdi bozmaksızın ve hıyanet etmeksizin yaparız.) Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.), gadr ve gulûldan menetmiştir. Bunun ikisi de hıyanet­tir. Lâkin gulûl özellikle ganimette kullanılır. Gadr ise umûmî olarak sözünde durmamaya şâmil olur.

Mesule; cezalandırmak ve başkasına ibret kılmak, demektir. Uzuv­ları kesmek, yüzüne kara sürmek gibi. Buhârî'nûı şerhinde: «Onları yendikden sonra mesule (işkence) yasaklanmıştır, zaferden önce me-sülede mahzur yoktun Zira kâfirleri zelil etmek için daha uygundur» denmiştir.Zeylaî' (Rh.A.) de, «Bu daha iyidir» demiştir. Bunun ben­zeri ateşde yakmaktır.

Kâfirlerin mükellef olmayanlarını: Çocukları, mecnûnları, pîr-i fâni, a'mâ, kötürüm olanları ve kadınları öldürmeksizin savaşırız. Çün­kü hadîs-i şerif de bunları öldürmek yasaklanmıştır. Ancak, eğer bun­lardan biri savaşırsa, o savaşan öldürülür. Ya da mal sahibi olup kâ­firleri mal ile savaşa teşvik ederse veya harb. hususunda görüş sahibi ise veya hükümdar ise bu takdirde yine öldürülür.

Oğul, kâfir olan babasını öldürmez. Yâni oğulun, kâfir olan baba­sını öldürmeye önce başlaması caiz olmaz. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Ana - baba ile dünyada iyi geçin.» [15] buyurmuştur. Öldürmek için başlamak ma'rûf (iyi geçinmek) değildir. Bir der Baba oğlunun hayâtı­na sfebeb olmuştur. Şu halde oğulun, babasının yok edilmesine sebeb olması caiz olmaz. Musannifin «önce başlamak» sözüne sebeb şudur: Zira, baba oğlunu öldürmeye kasd eder de bunun defi babanın öldü­rülmesinden başka yolla mümkün olmazsa, babasını Öldürmek caiz olur. Çünkü bu öldürme, kendisini korumaktır. Şayet oğulun Müslü­man olan babası onu (oğlunu) öldürmeye kasdederse, ©ğulun babası­nı öldürmesi caiz olur. Bu durumda, kâfir olan babası kasdederse, onu öldürmek daha lâyıktır.

O kâfir olan babayı oğlundan başka kimse öldürür ve oğlu da onu menetmez.

Mushâf-ı Şerifi ve karısını, bunlar hakkında düşmandan korkulur-sa savaşan askeri birliklere çıkarmaz. Çünkü bunları çıkarmakda; Mus-hâfia alay edilmesinden ve kadının yitirilmesinden, iffet ve namusuna dokunulmasından korkulur.

Eğer barış Müslümanlar için hayr ise İmâm (İslâm devlet başkam) ehl-i harb ile banş yapar. Eğer barış Müslümanlar için hayr değil ise barış caiz olmaz. Çünkü banş sûreten ve ma'nen cihâdı terktir. Velev ki banş, Müslümanlar onlardan mal almak üzere yapılmış olsun. Zira ba­rış malsız câız olunca, mal ile olmak haydi haydi caizdir. Eğer o mala ihtiyâcımız var ise caiz olur. Eğer ihtiyâcımız yok ise barış caiz olmaz. Çünkü bu, sûreten ve ma'nen cihâdı terktir.

Alınan mal, cizyenin harcandığı yerlere harcanır. Çünkü o, cizye gibi Müslümanların, kuvvetiyle alınmıştır. Ancak eğer Müslümanlar sa­vaş için küffârm ülkelerine iner (gider) lerse, bu takdirde, zorla alın­dığı için, o mal ganimet olur. Bunun hükmü ma'lûmdur.

Eğer kâfirler Müslümanları kuşatırlar da Müslümanlardan mal alarak barış yapmak isteseler, İmâm o barışa razı olmaz. Çünkü bunda Müslümanları hor ve itibarsız kılmak vardır. Hadîs-i şerifde şöyle vârid olmuştur:

«Ölmek korkusu olmadıkça, mü'min için kendisini zelîl etmek yoktur. Çünkü ölmeyi defetmek hangi yolla mümkün olursa vâcibdir.»

Eğer barışı bozmak hayırlı ise banş (sulh) bozulur. Yâni eğer imâm kâfirler ile barış, yaptıkdan sonra barışı bozmayı daha uygun görür­se, kâfirlere bozma haberi gönderir ve savaşır. Eğer kâfirler hıyanetle başlarlarsa, onlara barışı bozma haberi göndermezden Önce savaş ya­pılır.

' Âsîler ve mürtedler ile de banş yapılıp onlann davran ıslan bekle­nir. Yâni onlara tutumlannı değiştirip önceki hallerine" dönmeleri için mühlet verilir. Zira bu, bir maslahattan dolayı savaşı terk etmektir. Nitekim bu ehl-i harb hakkında da caizdir.

Bunlar ile malsız banş yapılır. Çünkü bunlardan mal almak, on­ların âsîlîk ve mürtedliklerini kabul etmektir. Bu ise caiz değildir. Eğer onlardan mal almış isek, o malın geri verilmesi de caiz olmaz. Zi­ra malı onlara geri vermekde, onlara savaş için yardım etmek vardır.

Sulhdan sonra da olsa, onlara silâh, at ve demir satılmaz. Çünkü bu eşyayı onlara satmakda savaş için yardım etmek vardır.
Müslümanlardan hür bir erkek ve kadının emânı [16] sahih olur. Yâni bir kâfirin veya kâfirlerin veya bir kale halkının veya bir şehir halkının korkusunu gidermek sahîh olur. Hattâ bir Müslümanm onları öldürmesi caiz olmaz. Eğer banş (sulh) şer ise imânı onu bozar ve emânı veren kimseyi, -eğer o kimse onlara emân vermenin şer'an yasak olduğunu bilirse,- cezalandırır. Eğer yasak olduğunu bilmezse cezalan­dırmaz; ancak tenbîh eder.

Zimmînln emânı sahîh olmaz. Çünkü zimmi onlar ile beraber it­ham altındadır. Keza zimmînin Müslümanlar üzerine velayeti yani on­lann işini üzerine alması sahîh olmaz. Ancak eğer askerin emîri kâ­firlere emân vermek için zimmîye emir verirse bu takdirde caiz olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Kâfirlerin İçinde olan bir Müslüman tutuklunun emânı sahih ol­maz. Kâfirlerle besaber bulunan bir Müslüman tacirin de emânı sahîh olmaz. Çünkü onlann ikisi de kâfirlerin elleri altında tutukludur. On­lardan kâfirler korkmazlar. Emân ise korku mahalline hastır.

Dâr-ı harbde Müslüman olup bizim ülkemize göç etmeyen kim­senin emânı da sahîh olmaz. Nitekim bunun sebebini zikrettik.

Savaştan men edilen çocuğun, kölenin ve mecnûnun emânı da sa­hih olmaz. Çocuk eğer emânı bilmezse mecnûn gibidir, emânı geçer­sizdir. Eğer bilir ve anlar (âkil) ise -halbuki o savaştan alıkonmustur-İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre hüküm yine aynıdır. Yani sahîh olmaz. İmâm Muhammed (Rh.A.) bunun aksi görüştedir.
Eğer âkil çocuğa savaş için izin verilmiş ise, esah olan kavle göre, onun emânı ittifakla sahîh olur. Fakat köle, şayet savaştan menedi-lirse, İmâm Â'zam' (Rh.A.) a göre, onun emânı sahîh olmaz. İmâm Mu­hammed (Rh.A.) ise aksi görüştedir. Eğer ona savaş için izin verilirse emânı sahîh olur. [17]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..