Altın Ve Gümüşün Zekâtı


Altının nisabı, yirmi miskâldir. Gümüşün nisabı, yedi vezin olarak ikiyüz dirhemdir. Yâni o ikiyüz dirhemden her on dirhem yedi miskâl olur. Miskâl yirmi kırattır ve dirhem ondört kırattır. Kırat, beş şaîr (arpa)  ağırlığıdır.[23]

Ma'Iûm olsun ki: Dirhemler, Hz. Ömer (R.A.) zamanına gelinceye kadar çeşitli idi. Onlardan bazısının on dirhemi on miskâl vezninde idi. Bazısının, on dirhemi altı miskâl idi. Bazısının, on dirhemi beş miskâl idi. Hz. Ömer (R.A.) her neviden üçte bir aldı. Bunu da, alıp-vermede bir husûmet meydana gelmesin diye, yapmıştır.

On miskâlin üçtebiri, üç miskâl ve üçtebir miskâldir. Altı miskâlin üçtebiri, iki miskâldir. Beş miskâlin üçtebiri, bir miskâl ve üçteiki mis­kâldir. Toplamı yedi miskâldir. Dilersen yekûnu topla yirraibir olur. Yirmibirin üçtebiri yedi miskâldir. Bundan dolayı dirheme vezn-i seb'a (yedi vezn) adı verilmiştir.
Altın ve gümüşün madrubunda [24] ve ma'mûlunda, gerek zînet ol­sun - ki o altın ve gümüşden süs edinilen şeydir gerekse kullanılması mubah olandan olsun, gerekse olmasın, zekât vâcibdir. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, kadınların zînetinde ve erkeklerin gümüş yüzüğünde zekât vâcib değildir. Çünkü kullanılması mubahtır. Günlük elbiseye benzer.

Bizim delilimiz, BesûlüIIah (S.A.V.) 'den rivayet edilen şu hadîs-i şerîfdir :

Resûlullah (S.A.V.), kollarında altından bilezikleri olan iki kadına sordu : «O bileziğin zekâtını veriyor musunuz?» O iki kadın da : «Ver­miyoruz,» diye cevap verdiler. Bunun üzerine BesûlüIIah (S.A.V.) : «İki­niz de o bileziklerin zekâtını verin,» buyurdular.

Külçe altın, gümüş ve kıymeti altın ve gümüşden birinin nisabı miktarı olan ticâret malında (arz'mda) zekât, fakire en yararlı olan değer biçilerek rub'u öşrdür, yâni kırkdabirdir. «Kıymeti» lafzı «nisâb» lafzı ile «arz» lafzının sıfatıdır.

Arz Bâ'nın sükûnu ile meta' yâni  (mal) demektir ki, ölçeğe ve tartıya girmez, hayvan ve akar da olmaz. Sıhâh'da böyle zikredilmiştir. Fakat, araz, râ'nın fethiyle, dünyâ malıdır ve bütün malları içine alır. Burada râ'nın fethiyle olan arazı, musannifin al-tm ve gümüşe mukabil kılmasına hacet yoktur.

Zeylaî (Rh.A.) demiştir.ki:
«Ticâret mallarında» sözü mutlak olarak carî değildir. Çünkü uruz [25] sahibi, bir harâc yeri satın alsa ve ticârete niyet etse, ticâret olmaz. Çünkü onda harâc vâcibdir. Yine, öşr yeri satın alsa ve zirâat yapsa veya ticâret için tohum alıp ekse, şüphesiz onda öşr vâcib olur. Zekât vâcib olmaz. Çünkü öşr ile zekât, bir araya gelmezler.
Ben derim ki: Zeylaî' (Rh.A.) nîn bu sözü, son derece ihtimal dışı­dır (isabetsizdir). Evvelâ; malûmdur ki, yeryüzü (arz)t araz'dan başkadır. Çünkü arz, akardır [26]. Araz ise, akara mukabil olur. Sonra; tohumda zekâtın vâcib olmaması ancak zirâattan sonra meyda­na gelir. Bu ise zarar vermez. Çünkü yalnız hizmete niyet, ticâret için satın alman kölede zekâtın vucûbunu düşürürse - nitekim daha Önce geçti - zirâatta niyetten daha kuvvetli olan tasarrufun düşürmesi daha uygun olur.

Rub'u öşr (yâni kırktabir), altında yarım miskâl ve gümüşde beş

dirhemdir. Yâni, eğer dirhem ile değer biçmek fakire daha faydalı ise, ticâret malı dirhemler ile değerlendirilir. Eğer dinarlar ile değer bi­çilmek daha faydalı ise dinarlar ile değerlendirilir.

Bundan sonra, nisaba göre ziyâde olan her beşde zekât kırkdabir (rub'u öşr) hesabı iledir. Çünkü bize göre, küsurda zekât vâcib değildir.

Ancak beş, nisaba baliğ olduğu zaman vâcib olur. Şayet ikiyüz dirhem­den kırk dirhem fazla olsa, zekâtta bir dirhem fazla olur. Fazlalık sek­sen dirhem olsa, zekât iki dirhem fazla olur. Kırkdan daha az fazlalık­ta bir şey yoktur.

Hâlisi gâlib (çok) olan altın ve gümüş, hâlis hükmündedir. Karışığı daha çok olan altın ve gümüşe değer biçilir. Yâni kıymet takdir edilir. Çünkü karışık olan, mal hükmündedir.

Hâlis ile karışığı eşit olan altın ve gümüşde ihtilâf edilmiştir. Yâni karışan madde ile gümüş eşit olursa, Ebu'n-Nasr (Rh.A.) : «Onda ihti­yaten zekât vâcib olur» demiştir. Bir kavle göre; «Olmaz.» Diğer bir kav­le göre; «İkibuçuk dirhem vâcib olur.»

Nisabın sene içinde eksilmesi hükümsüzdür. Çünkü sene, ancak ni-sâb üzerine bağlanır ve zekât ancak nisâbda vâcib olur. Şu halde, nisa­bın senenin başında ve sonunda bulunması gerekir. İkisi arasındakine itibâr edilmez. Zira malın bir "sene hâli üzere kalması nâdirdir. Lâkin nisâbdan bir şeyin kalması gerekir ki elde edilen fayda ona eklensin. Çünkü nisabın hepsinin yok olması, senenin bağlanmasını ortadan kal^ dırır. Zira, malsız bir sene geçmesine itibâr edilmez.
Malların kıymeti,.iki değere eklenir. Yâni şayet bir kimse, yüz dir­heme veya on miskâl altın (dinar) a mâlik olsa; yine kıymeti yüz dirhem veya on miskâl (dinar) eden mala da mâlik olsa, o kimseye ze­kât vâcib olur. Çünkü her ne kadar sayıları yönüyle çeşitli ise de, hep­si ticâret içindir. Zira iki değer vaz'an ve mallar ca'len [27] ticaret için­dir.
Altın, gümüşe kıymet yönüyle eklenir, cüzler yönüyle eklenmez. İmâmeyn'e göre, cüzler yönüyle eklenir. Hattâ bir kimse yüz dirheme ve kıymeti yüz dirhem olan beş dinara mâlik olsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, zekât vâcib olur. tmâmeyn'e göre, vâcib olmaz. Eğer bir kimse yüz dirheme ve on dinara mâlik olsa veya yüzelli dirheme ve beş dinara mâlik olsa veya onbeş dinara ve elli dirheme mâlik olsa icmâen eklenir. Cüzlerin tekâmülü sırasında ihtilâf meydana gelmez. Çünkü ikisinden birinin kıymeti ne zaman eksilirse, diğerinin kıymeti artar. Bu durum­da, kıymeti eksileni artandan tamamlamak mümkün olur. Böylece, ze­kât ihtilafsız vâcibdir. İhtilâf ise ancak cüzlerin eksilmesi halindedir. [28]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..