At'ın Nisabı
At'ın (hayj'in) nisabı beştir. «Üçtür» diyenler de vardır. Mecma'ul-Fetâvâ sahibi, «Hizânet'ul-Fetâvâ» da ve ayrıca Ebû Cafer et-Tahâvt (Rh.A.); «Atın nisbâbı beştir, eğer beşden daha az olursa zekât vâcib olmaz» demişlerdir. Ebû Ahmed el-Iyâdî (Rh.A.); «Atın nisabı üçtür, eğer üçten daha az olursa, zekât vâcib olmaz» demiştir. Erkekleriyle karışık olan dişi Arab atlarının her birinde zekât bir dinardır. Veya değerinin kirkda biri (rub'u uşr) dir.
Mecma' sahibi, şerhinde demiştir ki: Bu tahyîr (muhayyerlik) yâni dinar veya değerinin kırkda biri olması, Arabi olan atlara mahsustur ki o, her atın (feresin) değerinin dörtyüz dirhem, dinarın değerinin de on dirhem olduğu vakittedir. Bu durumda, her ikiyüz dirhemden beş dirhem olur. Fakat değerleri farklı olan atlara değer biçilir.
Atın erkeklerinde, yalnız oldukları halde, zekât yoktur. Çünkü dişisi olmayan erkek atlar üremezler. Hattâ, bir rivayette dişilerinde de yoktur. Çünkü onlarda da, yalnız iken üreme olmaz. Diğer bir rivayette dişilerinde zekât vâcib olur. Çünkü onlar ariyet (emânet) erkek ile ürerler. Erkekler bunun aksinedir.
Yük getirmek için hazırlanan atlarda, arazî sürmek gibi iş için hazırlanan atlarda zekât olmaz. Çünlcü onlar bu durumda, aslî ihtiyaçlardandır.
Alûfe : Yem verilip güdülmeyen attır. Bunda da zekât yoktur. Ticâret için olmayan1 katırda ve eşekte de zekât yoktur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«O ikisi (yâni katır ile eşek) hakkında bana bir şey nazil olmadı.» buyurmuştur. Miktarlar (ölçüler), Resûlüllah' (S.A.V.) dan işiterek (kıyâs yoluyla değil) sabit olur. Ticâret için olan bunun aksinedir. Çünkü bu takdirde zekât, diğer ticâret mallan gibi, maliyete müteallik olur. Yine bir yaşına girmeyen kuzuda, deve yavrusunda ve buzağıda zekât yoktur. Ancak tebaiyyet yönüyle vardır. Meselenin suretinde bir nev'i işkâl [17] vardır. Çünkü zekât bir yıl geçmedikçe sabit olmaz ve bir yıl geçtikten sonra kuzu, deve yavrusu (fasıl) ve buzağı ismi artık kalkar.
Denilmiştir ki: Bu meselenin sureti şöyledir : Bir adam deve yavrularından yirmibeşini ve buzağılardan otuzunu satın alsa veya kuzulardan kırkını satın alsa ya da o adama bunlar hibe edilse, üzerine sene (havi) bağlanmış olur mu, olmaz mı? İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) in kavline göre, sene bağlanmış (mün'akid) olmaz. Bu ikisinden başkasına göre, sene bağlanmış olur. Hattâ mâlik olduğu vakitte bir sene geçse, zekât icâb eder.
Denilmiştir ki: Şayet bir adam için bir sâime nisabı olup da onların üzerine altı ay geçse, sonra onlar, sayısı kadar doğurup kendileri ölerek yavruları kalsa, asıl olanların senesi yavruları üzerine bakî kalır mı, yoksa kalmaz mı? İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhammed (Rh.A.) e göre bakî kalmaz. Diğer imamlara göre, bakî kalır. Yine Tağlebi Kabilesinden [18] olan çocuğun malında zekât olmaz. Tağlebî kadınına ise erkeklerine olan zekât vardır.
Çünkü sulh, Müslümanlardan alınan zekâtın dı'fı (katı) üzere câri olmuştur. Müslümanların kadınlarından zekât alınır, çocuklarından ise alınmaz.
Zekâtta, âzâddan başka keffârette, uşrda ve nezirde kıymetlerini vermek caizdir. Yâni zikredilen suretlerde mansûs'un-aleyh'in [19] yerine kıymetini edâ etmek caizdir. Yoksa kıymet, vâcibden bedel olmak üzere caiz değildir. Çünkü bedele izin (ruhsat), asıl bulunmadığında caiz olur; mansûs'un-aleyh'in mülkünde varlığı ile beraber kıymetin edası da caizdir. İmdi bize göre, vâcib olan ikisinden biridir : Ya mansûs'un-aleyh'in aynıdır <veya kıymetidir. Bu konunun tahkiki usûl kitaplarında zikredilmiştir. İki tarafa riâyet için, cebretmeksizin ancak vasatı (ortası) alınır. Yâni üzerine zekât vâcib olan kimse zekâtın, edasından kaçınsa zor ile alınmaz. Çünkü zek*ât ibâdettir. Ancak kendi isteği ile edâ edilir. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, zekât zor ile alınır. Çünkü zekât fakirin hakkıdır. Bu durumda kul için kul üzerine borç gibidir.
Terekesinden alınmaz. Yâni üzerinde zekât borcu olan kimse ölse, terekesinden (bıraktığı maldan) zekât alınmaz. Ancak, eğer vasiyet etmiş ise bu takdirde, üçtebirinden (sülüsden) itibâr olunup alınır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, terekesinden alınmaz.
Vâcib olan yaş sahibi bulunmazsa, meselâ zekâtın farzıyyeti için vâcib olan bint-i lebûn bulunmazsa, mâlik, ondan aşağısını bir deve yavrusu ile beraber verir. Ya da bint-i lebûndan yukarısını (büyüğünü) verip, zekâtı alan kimse de ziyâdesini (deve yavrusunu) mâlike verir. Veya mâlik o yaş sahibinin (zât-u sinn'in) değerini verir. Hidâye'de, «Zekâtı alan kimse, o yaş sahibinden yukarısını alıp, ziyadesini (deve yavrusunu) verir. Veya o yaş sahibinin aşağısını alıp, ziyâdesini (deve yavrusunu) de alır.» denmiştir. Nihâye'de denmiştir ki : Kitâbda zikredilenin zahiri, muhayyerliğin, zekâtı alan kimse için olduğuna delâlet eder. Lâkin doğru olan şudur : Şüphesiz muhayyerlik zekât vâcib olan kimseye yumuşaklıkla meşru olmuştur. Yumuşaklık (rıfk) ise, onu muhayyer kılmakla gerçekleşir. Nihâye sahibi adetâ bu sözüyle; «Üzerine zekât vâcib olan kimsenin nefsi buna müsaade ettiği zamandır» demek istemiştir. Çünkü Müslümanm hâlinin zahirî fakirin haline göre en yumuşak olanım tercih eder. Kâfî'nin sözü de buna uygundur. İşte bundan dolayı ben almak yerine, vermek (def) dedim.
Nisâb cinsinden, sene esnasında istifâde edilen şey nisaba eklenir.
Yâni bir kimse için nisâb olsa ve sene esnasında o nisâb cinsinden fay-dalansa, o faydayı nisaba ekler, onunla beraber zekâtı edâ eder. Şu halde, bir kimse senenin başında ikiyüz dirheme mâlik olup senenin ortasında yüz dirhemde fayda hâsıl olsa, o yüz dirhemi ikiyüze katıp hepsinin zekâtını verir.
Zekât nisâbdadır, yoksa afvda değildir. İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre; bir kimse yüz koyuna mâlik olsa, onun üzerine vâcib olan,- kırkda bir koyundur. Bütününde değildir. Hattâ bir seneden sonra altmışı ölse, vâ*cib, hâli üzere kırkdadır. İmâm Mu-hammed (Rh.A.) ile İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, Ölen kadar sakıt olur (zekâttan düşer). Seneden sonra nisabın yok olması vacibi ve nisâbdan bazısının yok olması hissesini düşürür. Yok (helak) olan evvelâ afva sarf edilir (Sayılır, hesab edilir). Eğer helak afvı tecâvüz etmezse, vâcib hâli üzeredir. Nitekim seneden sonra altmış koyundan yirmibeşi helak olsa veya altı deveden biri helak olsa, o zaman koyunun vucûbu bakî kalır. Ondan sonra helak afvı ta'kıb eden nisaba, yâni afvdan sonra olan nisaba sarf edilir. ŞÖyleki : Eğer helak afvı tecâvüz ederse, yâni afvdan fazla olursa, helak afvı tâkib eden nisaba sarf edilir. Nitekim, şayet kırk deveden onbeş deve helak olsa, onbeşin dördü afva sarf edilir. Ondan sonra, onbiri afvı tâkib eden nisaba sarf edilir. O, yirmibeş ile otuzaltı ara-sındakidir. Hattâ bint-i mahâd vâcib olur. Biz, helak nisaba ve afva sarf edilir, demiyoruz. Hattâ kırkda bint-i lebûn vâcib olur, demek lâzım gelir. Halbuki kırkdan onbeş helak olup, yirmibeşi kalmıştır. Şüphesiz bint-i lebûndan yarım ve sümn (sekizdebir) vâcib olur. [20] Biz, afvı tecâvüz eden helak, nisâblarm mecmûuna (afvdan kat-ı nazar ederek) sarf edilir, demiyoruz.
Helakin dördü afva sarf edilir. Ondan sonra onbiri otuzaltımn mecmûuna sarf edilir. Yâni, otuzaltıda vâcib olan bint-i lebûndur, demek lâzım gelir. Halbuki otuzaltımn onbiri (afvdan kat-ı nazarla) helak olup yirmibeşi kalır. Şu halde vâcib olan bint-i lebûn'un üçte ikisi ve dokuzun dörtte biridir. Nihayete kadar bu minval üzeredir. Nitekim, eğer kırk deveden yirmisi helak olsa, yirmisinden dördü afva; onbiri afvı ta'kib eden nisaba ve beşi bu nisabı ta'kîb eden nisaba sarf edilir. Hattâ dört koyun geri kalır. Şayet yirmibeşi yahut otuzu, veya otuz-beşi helak olsa, buna göre kıyâs et.
Sâİmelerin zekâtını, öşr'ü ve arazî haracını bugât alsa, eğer onları, yerinde sarf etmemiş ise harâcdan başkası iade edilir. Çünkü haracın alınmasının velayeti İmâma (Sultana) âiddir. Yine, emvâl-i zahirede zekâtın alınması da - ki o, öşr-i hâriç (hâricde yetişenlerin öşrü), dir -böyledir. Sâİmelerin zekâtı ve ticâret mallarının zekâtı âşirin himâyesi altında iken bugât veya zamanın Sultanları haracı alsa, mâlikin iade etmesi gerekmez. Çünkü haracın harcandığı yer savaştır. Bugât ise, sava.'j ehlindendir. Zira bugât kâfirler ile savaşırlar. Şu halde onlar mezkûr ze-.kâtı alsa, eğer zikri geçen masraflarına harcadılar ise, mâlikin tekrar veımesi gerekmez. Eğer masraflarına harcamadılar ise, mâlikin, müste-hakkına tekrar veımesi gerekir. Bu, onlar ile Allah (C.C.) arasındadır. Yâni onları İmâm, tekrar vermeye zorlamaz.
Sultân bir kimsenin malını gasben alıp kendi malına katsa, o mal Sultanın mülkü olur. Hattâ Sultan üzerine o malın zekâtı vâcib olur ve o mal vârise geçer. Kâfide böyle zikredilmiştir.
Tek nisâb sahibi olan kimse, bir kaç sene için veya bir kaç nisâb için acele edip zekâtı verse caiz olur. Şüphesiz malûmdur ki: Zekâtın vâcib olmasının sebebi, artması (neması) olan maldır, ve sene geçmesi edasının vâcib olması için şarttır. Usûlde sabit olmuştur ki, se-beb mevcûd olduğu zaman - her ne kadar edâ vâcib olmamış ise de -edâ sahih olur. Şayet nisâb sene dolmadan önce mevcûd ve nisâb sahibi için de bir nisâb olursa - meselâ ikiyüz dirhem, gibi - o kimse bû kaç senelik zekâtı edâ etse caiz olur. Hattâ o senelerin her birinde bir nisaba mâlik olsa, önceden edâ ettiği kâfidir. Yine, şayet o kimse için bir nisâb olsa da bir kaç nisâb için eda etse caizdir. Hattâ sene içinde bir kaç nisaba mâlik olsa, sene tamâm oldukdan sonra, önceden edâ ettiği ona kâfidir.
İtîâf sahibi olmayan kimse, zekât vermekde kusur etmekle Ödeyici olmaz. Yâni üzerinde zekât olan kimse, edada kusur etmekle nisâb yok olsa, ondan zekât düşer ve zekât miktarını Ödemez. İmâm Şafiî (Rh.A.), «Düşmez ve öder» demiştir. Eğer o kendi irâde ve isteği ile yok etti ise, öder. Çünkü nisâb, vâcib (zekât) hakkında hak sahibi için hak olur. Bu durumda, yok eden hakka tecâvüz etmiş olur. O halde öder. [21]
Mecma' sahibi, şerhinde demiştir ki: Bu tahyîr (muhayyerlik) yâni dinar veya değerinin kırkda biri olması, Arabi olan atlara mahsustur ki o, her atın (feresin) değerinin dörtyüz dirhem, dinarın değerinin de on dirhem olduğu vakittedir. Bu durumda, her ikiyüz dirhemden beş dirhem olur. Fakat değerleri farklı olan atlara değer biçilir.
Atın erkeklerinde, yalnız oldukları halde, zekât yoktur. Çünkü dişisi olmayan erkek atlar üremezler. Hattâ, bir rivayette dişilerinde de yoktur. Çünkü onlarda da, yalnız iken üreme olmaz. Diğer bir rivayette dişilerinde zekât vâcib olur. Çünkü onlar ariyet (emânet) erkek ile ürerler. Erkekler bunun aksinedir.
Yük getirmek için hazırlanan atlarda, arazî sürmek gibi iş için hazırlanan atlarda zekât olmaz. Çünlcü onlar bu durumda, aslî ihtiyaçlardandır.
Alûfe : Yem verilip güdülmeyen attır. Bunda da zekât yoktur. Ticâret için olmayan1 katırda ve eşekte de zekât yoktur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«O ikisi (yâni katır ile eşek) hakkında bana bir şey nazil olmadı.» buyurmuştur. Miktarlar (ölçüler), Resûlüllah' (S.A.V.) dan işiterek (kıyâs yoluyla değil) sabit olur. Ticâret için olan bunun aksinedir. Çünkü bu takdirde zekât, diğer ticâret mallan gibi, maliyete müteallik olur. Yine bir yaşına girmeyen kuzuda, deve yavrusunda ve buzağıda zekât yoktur. Ancak tebaiyyet yönüyle vardır. Meselenin suretinde bir nev'i işkâl [17] vardır. Çünkü zekât bir yıl geçmedikçe sabit olmaz ve bir yıl geçtikten sonra kuzu, deve yavrusu (fasıl) ve buzağı ismi artık kalkar.
Denilmiştir ki: Bu meselenin sureti şöyledir : Bir adam deve yavrularından yirmibeşini ve buzağılardan otuzunu satın alsa veya kuzulardan kırkını satın alsa ya da o adama bunlar hibe edilse, üzerine sene (havi) bağlanmış olur mu, olmaz mı? İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) in kavline göre, sene bağlanmış (mün'akid) olmaz. Bu ikisinden başkasına göre, sene bağlanmış olur. Hattâ mâlik olduğu vakitte bir sene geçse, zekât icâb eder.
Denilmiştir ki: Şayet bir adam için bir sâime nisabı olup da onların üzerine altı ay geçse, sonra onlar, sayısı kadar doğurup kendileri ölerek yavruları kalsa, asıl olanların senesi yavruları üzerine bakî kalır mı, yoksa kalmaz mı? İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhammed (Rh.A.) e göre bakî kalmaz. Diğer imamlara göre, bakî kalır. Yine Tağlebi Kabilesinden [18] olan çocuğun malında zekât olmaz. Tağlebî kadınına ise erkeklerine olan zekât vardır.
Çünkü sulh, Müslümanlardan alınan zekâtın dı'fı (katı) üzere câri olmuştur. Müslümanların kadınlarından zekât alınır, çocuklarından ise alınmaz.
Zekâtta, âzâddan başka keffârette, uşrda ve nezirde kıymetlerini vermek caizdir. Yâni zikredilen suretlerde mansûs'un-aleyh'in [19] yerine kıymetini edâ etmek caizdir. Yoksa kıymet, vâcibden bedel olmak üzere caiz değildir. Çünkü bedele izin (ruhsat), asıl bulunmadığında caiz olur; mansûs'un-aleyh'in mülkünde varlığı ile beraber kıymetin edası da caizdir. İmdi bize göre, vâcib olan ikisinden biridir : Ya mansûs'un-aleyh'in aynıdır <veya kıymetidir. Bu konunun tahkiki usûl kitaplarında zikredilmiştir. İki tarafa riâyet için, cebretmeksizin ancak vasatı (ortası) alınır. Yâni üzerine zekât vâcib olan kimse zekâtın, edasından kaçınsa zor ile alınmaz. Çünkü zek*ât ibâdettir. Ancak kendi isteği ile edâ edilir. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, zekât zor ile alınır. Çünkü zekât fakirin hakkıdır. Bu durumda kul için kul üzerine borç gibidir.
Terekesinden alınmaz. Yâni üzerinde zekât borcu olan kimse ölse, terekesinden (bıraktığı maldan) zekât alınmaz. Ancak, eğer vasiyet etmiş ise bu takdirde, üçtebirinden (sülüsden) itibâr olunup alınır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, terekesinden alınmaz.
Vâcib olan yaş sahibi bulunmazsa, meselâ zekâtın farzıyyeti için vâcib olan bint-i lebûn bulunmazsa, mâlik, ondan aşağısını bir deve yavrusu ile beraber verir. Ya da bint-i lebûndan yukarısını (büyüğünü) verip, zekâtı alan kimse de ziyâdesini (deve yavrusunu) mâlike verir. Veya mâlik o yaş sahibinin (zât-u sinn'in) değerini verir. Hidâye'de, «Zekâtı alan kimse, o yaş sahibinden yukarısını alıp, ziyadesini (deve yavrusunu) verir. Veya o yaş sahibinin aşağısını alıp, ziyâdesini (deve yavrusunu) de alır.» denmiştir. Nihâye'de denmiştir ki : Kitâbda zikredilenin zahiri, muhayyerliğin, zekâtı alan kimse için olduğuna delâlet eder. Lâkin doğru olan şudur : Şüphesiz muhayyerlik zekât vâcib olan kimseye yumuşaklıkla meşru olmuştur. Yumuşaklık (rıfk) ise, onu muhayyer kılmakla gerçekleşir. Nihâye sahibi adetâ bu sözüyle; «Üzerine zekât vâcib olan kimsenin nefsi buna müsaade ettiği zamandır» demek istemiştir. Çünkü Müslümanm hâlinin zahirî fakirin haline göre en yumuşak olanım tercih eder. Kâfî'nin sözü de buna uygundur. İşte bundan dolayı ben almak yerine, vermek (def) dedim.
Nisâb cinsinden, sene esnasında istifâde edilen şey nisaba eklenir.
Yâni bir kimse için nisâb olsa ve sene esnasında o nisâb cinsinden fay-dalansa, o faydayı nisaba ekler, onunla beraber zekâtı edâ eder. Şu halde, bir kimse senenin başında ikiyüz dirheme mâlik olup senenin ortasında yüz dirhemde fayda hâsıl olsa, o yüz dirhemi ikiyüze katıp hepsinin zekâtını verir.
Zekât nisâbdadır, yoksa afvda değildir. İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre; bir kimse yüz koyuna mâlik olsa, onun üzerine vâcib olan,- kırkda bir koyundur. Bütününde değildir. Hattâ bir seneden sonra altmışı ölse, vâ*cib, hâli üzere kırkdadır. İmâm Mu-hammed (Rh.A.) ile İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, Ölen kadar sakıt olur (zekâttan düşer). Seneden sonra nisabın yok olması vacibi ve nisâbdan bazısının yok olması hissesini düşürür. Yok (helak) olan evvelâ afva sarf edilir (Sayılır, hesab edilir). Eğer helak afvı tecâvüz etmezse, vâcib hâli üzeredir. Nitekim seneden sonra altmış koyundan yirmibeşi helak olsa veya altı deveden biri helak olsa, o zaman koyunun vucûbu bakî kalır. Ondan sonra helak afvı ta'kıb eden nisaba, yâni afvdan sonra olan nisaba sarf edilir. ŞÖyleki : Eğer helak afvı tecâvüz ederse, yâni afvdan fazla olursa, helak afvı tâkib eden nisaba sarf edilir. Nitekim, şayet kırk deveden onbeş deve helak olsa, onbeşin dördü afva sarf edilir. Ondan sonra, onbiri afvı tâkib eden nisaba sarf edilir. O, yirmibeş ile otuzaltı ara-sındakidir. Hattâ bint-i mahâd vâcib olur. Biz, helak nisaba ve afva sarf edilir, demiyoruz. Hattâ kırkda bint-i lebûn vâcib olur, demek lâzım gelir. Halbuki kırkdan onbeş helak olup, yirmibeşi kalmıştır. Şüphesiz bint-i lebûndan yarım ve sümn (sekizdebir) vâcib olur. [20] Biz, afvı tecâvüz eden helak, nisâblarm mecmûuna (afvdan kat-ı nazar ederek) sarf edilir, demiyoruz.
Helakin dördü afva sarf edilir. Ondan sonra onbiri otuzaltımn mecmûuna sarf edilir. Yâni, otuzaltıda vâcib olan bint-i lebûndur, demek lâzım gelir. Halbuki otuzaltımn onbiri (afvdan kat-ı nazarla) helak olup yirmibeşi kalır. Şu halde vâcib olan bint-i lebûn'un üçte ikisi ve dokuzun dörtte biridir. Nihayete kadar bu minval üzeredir. Nitekim, eğer kırk deveden yirmisi helak olsa, yirmisinden dördü afva; onbiri afvı ta'kib eden nisaba ve beşi bu nisabı ta'kîb eden nisaba sarf edilir. Hattâ dört koyun geri kalır. Şayet yirmibeşi yahut otuzu, veya otuz-beşi helak olsa, buna göre kıyâs et.
Sâİmelerin zekâtını, öşr'ü ve arazî haracını bugât alsa, eğer onları, yerinde sarf etmemiş ise harâcdan başkası iade edilir. Çünkü haracın alınmasının velayeti İmâma (Sultana) âiddir. Yine, emvâl-i zahirede zekâtın alınması da - ki o, öşr-i hâriç (hâricde yetişenlerin öşrü), dir -böyledir. Sâİmelerin zekâtı ve ticâret mallarının zekâtı âşirin himâyesi altında iken bugât veya zamanın Sultanları haracı alsa, mâlikin iade etmesi gerekmez. Çünkü haracın harcandığı yer savaştır. Bugât ise, sava.'j ehlindendir. Zira bugât kâfirler ile savaşırlar. Şu halde onlar mezkûr ze-.kâtı alsa, eğer zikri geçen masraflarına harcadılar ise, mâlikin tekrar veımesi gerekmez. Eğer masraflarına harcamadılar ise, mâlikin, müste-hakkına tekrar veımesi gerekir. Bu, onlar ile Allah (C.C.) arasındadır. Yâni onları İmâm, tekrar vermeye zorlamaz.
Sultân bir kimsenin malını gasben alıp kendi malına katsa, o mal Sultanın mülkü olur. Hattâ Sultan üzerine o malın zekâtı vâcib olur ve o mal vârise geçer. Kâfide böyle zikredilmiştir.
Tek nisâb sahibi olan kimse, bir kaç sene için veya bir kaç nisâb için acele edip zekâtı verse caiz olur. Şüphesiz malûmdur ki: Zekâtın vâcib olmasının sebebi, artması (neması) olan maldır, ve sene geçmesi edasının vâcib olması için şarttır. Usûlde sabit olmuştur ki, se-beb mevcûd olduğu zaman - her ne kadar edâ vâcib olmamış ise de -edâ sahih olur. Şayet nisâb sene dolmadan önce mevcûd ve nisâb sahibi için de bir nisâb olursa - meselâ ikiyüz dirhem, gibi - o kimse bû kaç senelik zekâtı edâ etse caiz olur. Hattâ o senelerin her birinde bir nisaba mâlik olsa, önceden edâ ettiği kâfidir. Yine, şayet o kimse için bir nisâb olsa da bir kaç nisâb için eda etse caizdir. Hattâ sene içinde bir kaç nisaba mâlik olsa, sene tamâm oldukdan sonra, önceden edâ ettiği ona kâfidir.
İtîâf sahibi olmayan kimse, zekât vermekde kusur etmekle Ödeyici olmaz. Yâni üzerinde zekât olan kimse, edada kusur etmekle nisâb yok olsa, ondan zekât düşer ve zekât miktarını Ödemez. İmâm Şafiî (Rh.A.), «Düşmez ve öder» demiştir. Eğer o kendi irâde ve isteği ile yok etti ise, öder. Çünkü nisâb, vâcib (zekât) hakkında hak sahibi için hak olur. Bu durumda, yok eden hakka tecâvüz etmiş olur. O halde öder. [21]
Konular
- Şek Ve Sehv Secdesi Babı Sehv Secdesi:
- Namazda Şüphenin Hükümleri :
- Tilâvet Secdesi Babı
- Cenazeler Babı
- Meyyiti Kefenlemek :
- Cenaze Namazi Kılınmayan Kimseler ;
- Cenaze Namazının Kılınışı Ve Duaları :
- Şehid Bâbı
- Zekât Bölümü
- Zekatın Edasının Vâcib (Farz) Olmasının Şartı :
- Saimelerin Zekatı Babı
- Devenin Nisabı :
- Sığır İle Câmûsun Nisabı
- Davarın Nisabı
- At'ın Nisabı
- Malın Zekâtı Babı
- Altın Ve Gümüşün Zekâtı
- Aşir Babı
- Maden Ve Hazînelerin Zekâtı Babı
- (Rikâz)
- Öşr Babı
- Zekât Verilecek Kimseler Babı
- Zekât Vermek Caiz Olmayan Yerler
- Fıtra Babı
- Fıtra Verilen Maddeler :
- Oruç Bölümü
- Oruca Niyet
- Orucu Bozan Şeyler Babı
- Oruçla İlgili Çeşitli Meseleler