Şartın Muhayyerliği Ve Ta'yin Bâbı


BU ki; satış ba'zı kere lâzım, ba'zı kere de gayr-i lâzım olur. Lâzım; sarılan bulundukdan sonra kendisinde muhayyerlik olmayan satıştır. Gayr-i lâzım; kendisinde muhayyerlik olan satıştır. Lâzım olan satış; daha kuvvetli olduğu için musannif onu önce anlatıp, ondan sonra şart muhayyerliğini [25] ve ta'yini zikretmiştir. Birincisi, yâni şart mu­hayyerliği ile, akdi yapanın asıl akdi kabulü ile reddi arasında muhay­yer olmasını murâd eylemiştir. İkincisi, yâni ta'yîn [26] ile iki şeyin ve­ya üç şeyin birini, her hangisini dilerse ta'yîn etmek üzere satın alma­yı murâd eylemiştir.. Bu ikisini, diğer muhayyerlikler (hıyârât) üzerine takdim etmiştir. Çünkü bunlar (şart muhayyerliği ve ta'yîn), hükmün ihtidasını menederîer. Musannif, ondan sonra görme muhayyerliğini zikretmiştir. Çünkü o, hükmün tamâmını meneder. Ayb.muhayyerli­ğini [27] ertelemiştir. Çünkü ayb muhayyerliği, hükmün lüzumunu meneder.

Şart muhayyerliği bir kaç çeşittir,

Birinci çeşit, ittifakla fâsiddir. Nitekim müşteri; «Ben, muhayyer olmak üzere satın aldım.», «Ben, bir kaç gün muhayyer olmak üzere satın aldım.» yâhûd «Ebeden muhayyer olmak üzere satın aldım.» de­se, ittifakla fâsid olur.

İkinci çeşit, ittifakla caizdir. Bu çeşit; «Ben bu şeyi üç güne kadar ve üç günden daha az muhayyer olmak üzere satın aldım.» demesidir.

Üçüncü çeşit, ihtilaflı (muhteleiun iîh) dır. Bu, «Ben, bu şeyi bir aya veya iki aya kadar muhayyer olmak üzere satın aldım.» demesidir. Bu çeşit, İmânı A'zam, İmâm Züfer ve İmâm Şafiî' (Rh. Aleyhim) ye göre fâsiddir. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed' <Rh. Aleyhimâ) e göre, caizdir.
Şart muhayyerliği; satan ve satın alan için, yâni ikisinden her biri için beraber caizdir. İkisi de razı olmadıkları müddetçe, satış bulunmaz. Alan ve satanın ikisinden biri ve ikisinden başkası için üç güne kadar yâni üç günün sonuna kadar caizdir. Çünkü, Resûliülah (S.A.V.), Hıb-bân b. Munkız1 (R.A.) a:

«Satış yaptığın zaman; hile yok! Benim için üç gün muhayyerlik olacak, de!» buyurmuştur. Bu hadîs ile istidlalin vechi şudur: Muhay­yerlik şartı, akdin muktezâsına aykırıdır. O da lüzumdur. İmdi, akdi bozar. Lâkin, satmak ve satın alnıakda, muhayyerliğe delâlet eden bu nass ile kıyâsın hilâfına, «Satış yaptım!» lâfzıyîe (delâlet ile) cevaz vermiştir. Nassda mezkûr müddet — ki üç gündür — o müddet üzeri­ne münhasır kalır, Üç günden fazlası caiz görülmemiştir.' İınâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Şayet belli bir müddet belirtirse caiz olur.» demiş­lerdir.

Eğer üç günden fazlaya .muhayyer olan kimse; akdden sonra üç günde muhayyer olmayı caiz görürse, müfsid yerleşmeden ortadan kalk­tığı için satış, caiz olur.

Şayet bir kimse, üç güne. kadar semeni ödemezse, satış olmamak üzere satın alsa, sahih olur. Üç günden fazla müddette ödemek ü'zere satın alırsa, sahih olmaz. Ancak eğer üç günde semeni Öderse, sahih olur.
Fukahâ' demişlerdir ki: Çünkü bunda, muhayyerliği şart koşmak ma'nâsı vardır. Çünkü ödemenin (nakdin) bulunmaması katında, sa­tışın münfesih olmasına mecbur eden (götüren) hacet, feshde mümâ-tale [28] den sakınarak şartın muhayyerliğine müihak olur.

Ben derim ki: Bunun zahiri üzere şu i'tirâz vârid olur. Biliyorsun ki; şart muhayyerliği hakkında vârid olan nass, kıyâsa muhaliftir. Usûl Kitaplarında anlatılmıştır ki, kıyâsın hilâfına sabit olan bir şeye, baş­kası kıyâs edilmez.
Bu i'tirâz, şöyle savulur: Usûl Kitaplarında anlatılan; hafî kıyâsın [29] hilâfına sabit olan bir şeye, celi kıyâsın [30] caiz olmamasıdır. Çün­kü yine, Usûl Kitaplarında; kıyâsın hilâfına, nassın delâleti ve istih-sân yoluyla sabit olan hükmün başkasına ilhakının cevazı da takrir olunmuştur. İstihsân yolu, hafî kıyâsdır. Burada, ikisinden her biri muhtemeldir. Nitekim, düşünen kimseye gizh' değildir!
Satılan şey (mebî1), satıcının muhayyerliği ile mülkünden çıkmaz.

Çünkü, bu sebebin tamâmı, rızâlaşmak iledir ve muhayyerlik ile tamâm olmaz. Bundan dolayı satıcı, satılmış olan köleyi âzâd etse, geçerli olur. Her ne kadar satıcının izni ile teslim alsa da, müşteri onda tasarrufa mâlik olmajz. Eğer müşteri satılan şeyi teslim alıp; muhayyerlik müd­detinde satılan şey elinde helak olursa, satılan şeyin kıymetini öder. Çünkü helâkla, satış bozulmuştur. Çünkü satılan şey, mevkuf idi. Ma­hal olmaksızın geçerlilik yoktur. Şu hâlde müşterinin elinde, satın al­ma pazarlığı ile kalır. Bunda, kıymet vardır. Eğer satıcının elinde helak olursa, onun hesabına helak olur ve satış münfesih olup, müşteri üze­rine bir şey lâzım gelmez. Nitekim, mutlak satışda olduğu gibi.

Satılan şey (mebî') satıcının mülkünden müşterinin muhayyer olmasiyle çıkar. Yâni muhayyerlik yalnız müşteri için olsa, muhay­yerliğin kalkmasiyle satıcının tarafında satış lâzım olduğu için, satı­lan şey satıcının mülkünden çıkar.

Şayet satılan şey müşterinin yanında helak olsa, kıymetini öder. Çünkü helak, ayb mukaddimesinden hâlî olmaz. Yakında açıklaması
gelecektir ki, müşteri mebî'e kusur (ayb) [31] katsa, geri vermek müm­kün olmaz. Geri vermek mümkün olmayınca, akd lâzım ve satış ta­mâm olur. Şu hâlde, tesmiye olunan kıymet lâzım gelir. Muhayyerliğin satıcıya âid olması, bunun aksinedir. Çünkü, muhayyerlik satıcı için olup satılan şey helak olsa, satış mevkuftur. Nitekim, daha önce geçti. Şu hâlde, kıymet lâzım gelir. .
Müşteri, satılan şeye (mebî'e) mâlik olmaz. İmâıneyıı (Rh. Aley-hlmâ); «Müşteri satılan şeye mâlik olur.» demişlerdir. Çünkü satılan şey, satıcının mülkünden çıkmıştır. İmdi, eğer müşterinin mülküne girmese, o satılan şey mâliksiz bir mülk olur. Şeriatta ise, bunun ben­zeri yoktur. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Semen, müşterinin mülkünden çıkmamıştır. Şayet satılan şey müşterinin mülküne girse; değiş-tokuş (muâveze) ile hükrn yönünden, bir şahsın mülkünde iki bedel toplanmış olur. Bunun, şeriatta benzen yoktur. İmdi, İmâm A'­zam' (Rh.A.) m bu sözü tercih edilip, muhayyerlik ancak müşteriye na­zaran meşru kılınmıştır, denilmiştir. Tâ ki düşünüp, taşınıp masla­hat [32] üzere vâkıf olsun! Eğer satılan şey, müşterinin mülküne girer­se, çok defa müşterinin lehine değil, aleyhine olur. Meselâ; satılan köle, satın alanın yakını olmakla, O'nun üzerine âzâd edilmiş olur.

Satılan şeye (mebî'e) müşterinin temellükü bulunmadığına dâir bir kaç fer'î mes'ele vardır:

Birincisi: Şayet müşteri karısını satın alsa, nikâhı bakî kalır. Çün­kü, nikâhı ortadan kaldıran mülk-ü yemin yoktur.
İkincisi: Müşteri muhayyerlikle satın aldığı (köle oîan) karısı ile cinsî ilişkide bulunsa, o kadının reddetmesi caizdir. Çünkü, cima1 ni­kâhladır; mülk-ü yemîn ile değildir, ki geri vermek mümkün olmasın. Ancak: kadın bikr [33] olup, satın alan O'nu cima' ederse, geri veremez, Çünkü, bikri kusûrîanuştır. Bunun, reddi (yâni geri verebilme hakkı­nı) ibtâl ettiği yakında açıklanacaktır.
Üçüncüsü şudur: Müşteri muhayyerlik ile, yakınını, yâni zî-rahm-i mahremini [34] satın alsa, muhayyerlik müddetinde müşteri üzere âzâd edilmiş olmaz. Çünkü, muhayyerlik müddeti içinde mülk yoktur. Âzâd ise, mülk üzerine mürettebdir.

Dördüncüsü: Keza, «Eğer bir köleye mâlik olursam, o köle hürdür.» diyen (kimse, muhayyerlik ile bir köle satın alsa, yine O'nun üzerine âzâd edilmiş olmaz. Çünkü, şartın vukuu yoktur.

Beşincisi: Satın alınan cariyenin muhayyerlik müddetinde hayzı, istibrâdan sayılmaz. Çünkü istibrâ, ancak mülkün sübûtundan sonra vâcib olur. Halbuki mülk, sabit değildir.

Altıncısı: Muhayyerlikle satın alman câriye geri verilse, satıcı üze­re istibrâ lâzım gelmez. .Çünkü O'na müşteri mâlik olmadı, ki mülk yenilenip istibrâ vâcib olsun.

Yedincisi: Muhayyerlik müddetinde nikâhla çocuk doğuran câri­ye, müşterinin ümm-ü veledi olmaz. Yâni bir kimse, câriye olan karı­sını muhayyerlik ile satın aldıkda, muhayyerlik müddetinde satıcının elinde (yed'inde) çocuk doğursa, müşterinin ümm-ü voledi olmaz. Şu hâlde, geri vermeye mâlik olur. Satıcının elinde dememize sebeb şu­dur: Çünkü o câriye, eğer müşteri elinde çocuk doğursa, satış lâzım olur ve muhayyerlik bâtıl olur. Çünkü doğurmak, kusurdur.

Sekizincisi: Eğer müşteri, satıcının izni ile mebî'i teslim alıp onu satıcının yanına emânet koydu ise; muhayyerlik ile satın alınan mebı', satıcı hesabına helak olur. Çünkü mülk bulunmadığı için, mebi'i sa­tıcıya geri vermekle müşterinin teslim alması (kabzı) ortadan kalk­mıştır,
Dokuzuncusu: Me'zûn bir köle, muhayyerlik ile bir şey satın alıp ve muhayyerlik müddetinde satıcı, mebî'in semeninden ibra [35] etse, me'zûn kölenin muhayyerliği bakî kalır. Yâni me'zûn bir köle mu­hayyerlik ile bir şey satın alsa ve o şeyin semeninden satıcısı; muhay­yerlik müddetinde ibra etse, kölenin muhayyerliği bakî kalır. Çünkü me'zûn köle, muhayyerlik sebebi ile satılan şeye mâlik olmayınca, onun muhayyerlik müddetinde mebî'i geri vermesi temellükden kaçınma olur. Me'zûn için, temellükün velayeti vardır. Çünkü, O'na bir şey hibe edil­se, kabul etmemek için velayeti vardır.   .

Onuncusu: Bir Zimmî, eğer İslâm Dînini kabul ederse, O'nun Zim-mîden muhayyerlik ile şarâb satın alması bâtıl olur. Çünkü Zimmî müşteri îslâmı kabul ederse, muhayyerliğini düşürdüğü için Müslüman olarak şarâbı temellük etmesi caiz olmaz.

Kendisine muhayyerlik sabit olan kimse, ister satıcı, ister müşteri veya ecnebi olsun, satışı fesh etmek hakkı vardır. Eğer caiz görmek is­terse, caiz de görebilir. Sahibinin bilgisi ve haberi olmaksızın izin ve­rir, ama onun bilgisi olmadan bozamaz. Velev ki; gâib ölsün. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Şafiî (Rh. Aleyhimâ); sahibinin bilgisi olmaksızın, İzin verdiği gibi, onun bozmak hakkı da vardır, demişlerdir. Bir de; cevaz veren kimseye, sahibi tarafından, musallat olunmuştur. Bundan dolayı, satışa vekîl olan kimse gibi rızâsı şart değildir. Çünkü vekilin, tevkil olunduğu şeyde, müvekkilin haberi olmaksızın tasarruf etmek yetkisi vardır. Çünkü vekîl, müvekkil tarafından musallattır.
İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) in delilleri: Sa­tış akdini bozmak, başkasının hakkında ret' (ortadan kaldırmak) ile tasarruftur ve zarardan hâli olmaz. Çünkü muhayyerlik, eğer satıcı için olursa, müşterinin akdin tamâmına i'timâd etmesi caiz olur. İmdi, on­da mutasarrıf olur. Bu takdirde, mebi'İn helak olmasiyte kıymeti, müş­teri ödemesi gerekir. Eğer muhayyerlik müşteri için ise, satıcının malı için başka bir müşteri aramaması caizdir. Bu, bir çeşit zarardır. İmdi, kendisi için muhayyerlik olmayanın bilmesi (ilmi) üzere mütevakkıf olur. Vekilin azli gibi. İzin vermek (icazet), bunun aksinedir. Çünkü, izinde ilzam [36] yoktur. Halbuki izin, icazete muvafıktır. Biz, muhay­yerlik hakkı olan kimsenin, mucîz olmayan kimse tarafından akdi boz­maya musallat kılınmasını kabul etmeyiz. Nasıl kabûî edelim ki; mucîz olmayan kimsenin kendisi akdi bozmaya mâlik olmaz. Ancak akd, gayr-i lâzım olduğu için bozabilir.
Buna, şöyle muâraza [37] edilmiştir: Sizin zikrettiğiniz zararı il­zam mes'elesi; her ne kadar bilmenin şart kılınması üzere delâlet eder­se de ve lâkin bizim katımızda, iştirâtı (şart kılmayı) nefy eden şey vardır. O da, kendisi için muhayyerlik olan kimse; eğer tek başına akdi bozmadı ise, çok defa kendisi için muhayyerlik olmayan-kimse müd­det geçinceye kadar gizlenmiş olup, satış lâzım gelir.

Buna şöyle cevâb verilmiştir: Muhayyerlik, kaybolmasından kork­tuğu için kefü tutmakla istîsakı (yâni, işi sağlama bağlamayı) terk etmek bakımından kendisine razı olunmuş bir zarardır ve eğer- ken­disi için muhayyerlik olan- kimse akdi bozarsa; şayet diğeri muhay­yerlik müddetinde bozulduğunu bilirse, bozulduğu hakkında bilgi hâsıl olduğu için akd bozulmuş olur. Eğer diğeri akdin bozulduğunu muhay­yerlik müddetinde öğrenip bilmezse, belki muhayryerlik müddetinden sonra öğrenirse, feshden önce müddeti geçtiği için, satış akdi tamâm olur.

Şart muhayyerliği (hıyâr-ı şart) mîrâs olmaz. Yâni satış akdi, sağ iken murisin feshi ile münfesih olduğu gibi, vârisin fesh etmesiyle münfesih olmaz. İmdi, muhayyerlik satıcının olup ölse, müşteri satı­lan şeye mâlik olur. Satanın vârisi, müşteriyle çefcişeınez. Şayet muhay­yerlik müşterinin olup ölse, müşteri satılan şeye mâlik olup, satanın vârisi müşteriyle çekişemez. Şayet muhayyerlik müşterinin olup Ölse, müşterinin vârisi muhayyersiz mebî'e mâlik olur.

İmdi, eğer «Vâris nasıl mâlik olur? Halbuki muris mâlik olmadı.»
denilirse, cevaben deriz ki: Mülkü mûcib olan* akd, murisin hakkında mevcûd idi. lâkin, muhayyerlik mâni' oldu. Muhayyerlik, vâris hakkın­da bâtıl olunca, mülkü mûcib eseri zahir olur. İmdi gerisini sen düşün! İmâm Şâfü (Rh.AJ; «Muhayyerlik miras olur.» demiştir. Çünkü şart muhayyerliği, satış hukukundan bir haktır. Ayb muhayyerliği [38] ve ta'yîn muhayyerliği gibi.

Hanefîyye ile Şâfiîyye Fakîhlerİ icmâ' etmişlerdir ki; şayet aleyhin­de muhayyerlik olan kimse ölse — o da, kendisi için muhayyerlik ol­mayan kimsedir —  muhayyerlik bakî kalır.

Bizim delilimiz şudur: Mfrâs (irs), intikâl kabul eden şeydedir. Mu­hayyerlik ise, ancak istemek (meşîet) ve dilemek (irâde) dir. Halbuki hıyâr-ı ayb ve ta'yînde, miras (irs) yoktur. Nitekim, yakında sebebi ve delili gelecektir.
Zikredilen şart muhayyerliği gibi, görme muhayyerliği (hıyâr-ı rû-yet) de miras olmaz. Çünkü görme muhayyerliği de, ancak istemek ve dilemektir. Hattâ müşteri görmezden önce ölse, kendisi için olduğu gi­bi, vârisleri için 4e gördükden sonra red hakkı yoktur.

Tacili muhayyerliği de, zikredilen sebebdetı dolayı miras olmaz.

Belki, Ibtidâen vâris için sabit olur. Çünkü mülkü, başkasının mülkü ile karışmıştır. Muhayyerlik bâtıl olunca, satış lâzım va tamâm olur.

Ayb muhayyerliği de, miras olmaz. Belki muris satılan şeye (rae-bi'e) salimen müstehık olur. Keza murisin yerine geçtiği için, vâris de müstehık olur. Bundan dolayı vâris için muhayyerlik, teslimden önce satıcının elinde kusûrlanmış olan şeyde, murisin ölümünden sonra sa­bit olur.. Her ne 'kadar muris için sabit olmazsa da, vâris için sabit olur.
Satıcı ile müşteriden biri, İkisinden başka bir kimseye muhayyerligi şart etse, caiz olur. Satıcı, müşteri ve o başka kimseden her hangisi izin verir veya bozarsa, istihsânen, satış sahili olur. Kıyâs, sahih olma­mak idi. İmâm Züfer' (Rh.A.) in sözü de budur. Çünkü muhayyerlik, ak din ahkâmındandır. İmdi semen gibi, başkası için iştirâtı (şart kı­lınması) saıhîh olmaz. İstihsânm vechi şudur: Âkidd.en başkası için muhayyerlik, âkidden niyabetle [39] sabit olur. Muhayyerlik, âkid için iktizâen takdim edilir. O başkası, âkidin tasarrufunu doğrulamak için, âkidden nâib kılınır. Böyle olunca, asıldan ve nâibden her biri için mu­hayyerlik sabit olur.

Asıl ve nâibden birinin izin vermesi ve diğerinin bozması hâlinde, birincisi (yâni asıl) evlâdır. Çünkü asıl, kendisine başkasının ortak ol­madığı bir zamanda bulunmuştur. Mâiyyette, yâni ikisinden iki söz beraber çıkması hâlinde; bir rivayette, âkidin tasarrufu mu'teher olur. Çünkü nâib, tasarrufu âkidden alır. Diğer bir rivayette de; bozanın ta­sarrufu mu'teber olur. Çünkü mecaza, akdi bozma (nakz) lâhik olur, bozulana (menkûza) ise, izin verme (icazet) lâhik olmaz. Şayet akdi bozma ve akde izin verme bir araya gelse, bozma evlâdır. Nitekim hür kadının nikâhı, cariyenin nikâhiyle bir araya geldiği vakitte, hür ka­dının nikâhı evlâ olduğu gibi. Çünkü, cariyenin nikâhı üzere i'tirâz vârid olur. Aksi, yâni hür kadının nikâhı üzerine i'tirâz vârid olmaz. Bir de: İhtiyat bundadır. Çünkü fesh, müşteri üzerine hürmet (haram olmayı) gerektirir, izin verime (icazet) ise mubah olmayı (ibâhat) ge­rektirir. Haram kılan, mutoâh kılana tercih edilir.

Bir kimse, iki köleyi, ikisinden bfrinde muhayyerlik olmakla satsa; eğer semeni tafsil edip (belirtip) ve muhayyerlik mahallini ta'yîn etti ise, akd sahih olur. Eğer semeni tafsil etmeyip ve muhayyerlik mahal­lini ta'yîn etmedi ise, sahîh olmaz. Bu mes'ele dört vech üzeredir:

Birincisi: Semeni tafsil etmeyip ve kendisinde muhayyerlik bulu­nan köleyi ta'yîn etmemektir. Bu akd, İn si (İd ir. Çünkü satılan şey ve semen ma'lûm değildir. Zira kendisinde muhayyerlik olan köle, akd-den hâriç gibidir. Çünkü akd, muhayyerlik ile beraber hüküm hakkın­da mün'akid olmaz. İmdi ikisinden biri, akdde dâhil olup, bakî kalır. Halbuki, o ikisinden biri bilinmemektir.

İkinci vech şudur: Satıcı, semeni tafsil edip ve kendisinde muhay­yerlik olan köleyi ta'yîn etmesidir. Satılan şey (mebî') ve semen ma'­lûm oldukları İçin ve kendisinde muhayyerlik olan kölede akd makbul olduğu için, her ne kadar diğerinde akdin mün'akid olması için mu­hayyerlik şart olsa da, bu akd caizdir. Lâkin o şart, akdi ifsâd edici değildir. Çünkü o şart, satış için mahaldir. Kınn ile müdebberi bir araya getirmek gibi.

Üçüncü vech şudur: Semeni belirtip (tafsil edip), kendisinde mu­hayyerlik olan köleyi belirtmemek (ta'yîn etmemek) tir.

Dördüncü vech şudur: Semeni belirtmeyip, kendisinde muhayyer­lik olan köleyi belirtmek (ta'yîn etmek) tir.. Satılan şey (mebî') veya semen bilinmediği için akd, her ikisinde de fâsiddir.

Şayet bir kimse, keylî (ölçekle satılan) veya veznî (tartıyla satılan) bir şeyi veya bir köleyi; yansında muhayyerlik olmak üzere satın alsa, gerek semeni belirtsin (tafsil etsin).,-gerekse belirtmesin bu akd aahîh olur. Çünkü, bir tek şeyin yarısı farklı olmaz. Kıymeti de kendisi gibi farklı olmaz. Eğer bütününün semeni ma'lüm olursa, yansının semeni de ma'lûm olur. Satılan şey (mebî') ise, ma'lûmdur (bilinmektedir). Zîrâ şüyu', cevazı nıenetmez, Kâfî'de de böyle denmiştir.
Dörtten aşağı (az) olan şeyde ta'yîn sahih olur: Bu, ta'yin muhay­yerliği (hıyâr-ı ta'yîn) dir. Yâni, iki giysinin her hangisini dilerse; onu, on dirhem ile almak üzere satın alsa, caiz olur. Üç giysi olursa, yine böyledir. İstîhsânen, ta'yîn sahîh olur. Eğer giysi dört olursa, fâsid olur. Bu fâsid olmak, külde kiyâsdir. Çünkü satılan şey (mebî'), bilinmemek­tedir. Bu söz, İmâm Züfer (Rh.A.) ve İmâm Şafiî1 (Rh.A.) nin sözüdür. İstihsânın vechi şudur: Ta'yîn muhayyerliği, «muhayyerliğin şartı ma'-nâsmdadir. Çünkü muhayyerlik şartında cevaz, en uygun ve en iyi ola­nı seçmesi için, düşünmeye ihtiyâç olduğundandır. Bununla beraber, akdin muktezâsına muhaliftir. Onun için burada, yâni ta'yîn muhay­yerliğinde, kendisine güveneceği veya satılan şeyi {mebî') kendisine sa­tın alacak bir kimse seçmeye muhtaç olur. İhtiyâcı gidermek için, bu vech üzere satış caiz görülür. Bilmemea&iğin (cehaletin) fesadı gerek­tirmesi, ancak çekişmeye (nizâa) yol açtığı vakittedir. Muhayyerlik müşteri için kıhnsa, çekişmeye yol açmaz. Çünkü emir, ona havale (mü-fevvazan ileyh) olur. İmdi hangisini dilerse onu.seçip, diğerini redde­der. Ceyyidi (iyi olanı), redîi (düşük olanı) ve vasatı (orta nitelikde olanı) kapsadığı için, ihtiyâç üç ile giderilir. Dörtte çekişme bulunma­sa da, ihtiyâç da yoktur. Bu ruhsat  [40]  ise, ihtiyâç ve çekişmenin  (nizâm? ikisiyle kâimdir. İmdi, biri ile ruhsat hâsıl olmaz. Sonra, ba'zı Fukahâ': «Bu akdde şart muhayyerliği olması şart kılınır.» Ba'zıları; «Şart kılınmaz.» demişlerdir. Şart muhayyerliği zikredilmeyince; İmânı A'zam' (Rh.A.) a göre; ta'yîn muhayyerliğinin üç gün ile tevkîU (yâni, üç günlük vakit ta'yîni) mutlaka lâzımda-. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; belli bir müddet ile tevkîti (yâni, vakit ta'yîn edilmesi) gerekir.

İki kimse muhayyerlik ile satın alıp biri razı olsa, diğeri onu red edemez. Yâni iki adam, bir köleyi üç gün muhayyer olmak üzere satın alsa, imdi biri razı olup diğeri râz'ı olmasa, îmânı A'zara' (Rh.A.) a gö­re; diğerinin- o köleyi geri verme hakkı yoktur. îmâmeyn (Rh. Aleyhi­mâ), «Diğeri, geri verir.» demişlerdir,. Kusur muhayyerliği de öyledir. Yâni iki kimse, bir köle satın alsa, kölenin kusuru ortaya çıkıp, biri razı diğeri razı olmasa, hüküm zikredilen gibidir. Görme muhayyerliği de böyledir. Yâni iki kimse, görmeden bir şey satın alıp biri gördükde razı olup diğeri razı olmasa, hüküm yukarıda geçen gibidir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) bunda da ayrı görüştedir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: O iki kimse için muhayyerliğin isbâtı, ikisinden her biri­ne isbâtdir. Çünkü muhayyerlik, aldatmayı yok etmek için meşru ol­muştur. İkisinden her biri, kendisinden aldanmayı defetmeye muhtâc-dırlar. Eğer muhayyerlik, diğerinin, kendi muhayyerliğini ibtâl ile bâtıl olsa, maksûdu hâsıl olmayıp, bu sebeble ona zarar dokunur.

İmâm A'zam* (Rh.A.) m delili şudur: Meşrut, ikisinin muhayyer­liğidir. Yoksa ikisinden her birinin ayrı ve tek başına muhayyerliği de­ğildir. Şu hâlde ikisinden biri red ile münferid olmaz (yâni, tek ba­şına red edemez), ..-

Ben derim >i; Bunun tahfeîki şudur: Muhayyerlik bir tasarruftur, ki onda reye muhtâcolunmv,Satış, huT ve bunların benzerleri gibi. Böyle olan her şey iki adama havale edilirse, onlardan hiç biri müs­takil hareket edemez. Vekâlet gibi. Çünkü müvekkil, iki adamı satı­şa ve benzerine vekîl etse; o iki vekilin biri, diğeri olmaksızın tasarrufa kadir olamaz. Çünkü müvekkil, onların ikisinin reyine razı olmuştur. Yoksa, birinin reyine değil. İvazsız, karısının talâkına tevkil veya emâ­neti geri vermeye veya bunların benzerine tevkil, zikredilenin aksinedir. Çünkü talâka tevkîl, reye muhtâc değildir. Belki sâdece tâbir ve ifâ­deden ibarettir. Bu husûsda, vekillerden birinin ve ikisinin sözü ve ifâdesi müsavidir.
Kendisinde muhayyerlik şart kılman evin yanında satılan bir evi şuf'a [41]  ile alan kimse, şart muhayyerliğini ibtât eder. O da, satın alman (müşterât) evdir. Yâni bir kimse, üç gün muhayyer olmak üze­re bir ev satın alsa, o evin yanında bir ev satılsa; birinci evi muhayyer satın alan kimse şufa ile, o satılan evi alsa, imdi onun alınması birinci ev için rızâdır. Çünkü şuf ayı istemek; evde mülkü seçtiğine' delildir. Zîrâ şuf'a ile almanın sabit olması, araya girenin (dahilin) zararını savmak içindir. Halbuki o savmak, mülkün dâim olmasiyle olur. îmdi, muhayyerliğin düşmesinin bundan önce olmasını tazammun eder. Mülk, satın alma vaktinden istinâd ile sabit olur. İmdi böylece, cevazın sabit olduğu meydana çıkar. Görme muhayyerliği bunun aksinedir ki, bir kimse bir ev satan alıp ve o evi gormese ve onun yanında bir ev satıl-dıkda şufa ile onu alsa, o kimsenin birinci evi görme muhayyerliği ile red etmek hakkı vardır. Şayet evi satışa çıkarsa, zikredildiği gibi görme muhayyerliği bâtıl olmaz. Şartın muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü o kim­se, «Şartı ibtâl ettim.» dese, muhayyerlik düşer. Eğer, «Görme muhay­yerliğini ibtâl ettim.» dese, bâtıl olmaz. Çünkü onun sübûtu, görmek üzere mevkuftur. Yakında açıklaması gelecektir. Gâyet'ül-Beyân'da da böyle denmiştir.

Yine, kendisinde muhayyerlik şart kılman şeyin, meselâ, (satılan kölenin) elini kesmek gibi giderilmesi mümkün olmayan bir kusurla kusûrlanması, şartın muhayyerliğini ibtâl eder. Bu takdirde geri ver­mek imkânsız, (mümteni') olur. Hattâ satılan şey hastalanıp ve o has­talık ortadan kalksa, geri verilmesi caiz olur. Şart muhayyerliğini, mu­hayyerlik müddetinin geçmesi de ibtâl eder. Çünkü muhayyerlik, onun için ancak o müddette sâbitdir. Meselâ, mukadder vakitte muhayyer bir kadın gibi (yâni, kendisini boşamaya muhayyer kılman kadın gibi). O muhayyer kadın' için, müddet geçtikden sonra muhayyerlik kalmaz. Şart muhayyerliğini, zikredilen gibi fesh edilmeyen bir tasarruf dahi ibtâl eder. Âzâd ve tedbîr gibi. Yâni muhayyer olmak üzere satın aldı­ğı köleyi âzâd veya müdebber etmekle muhayyerlik bâtıl olur. Veya ancak mülkde helâl olan bir tasarrufla da muhayyerlik bâtıl olur. Me­selâ-; cinsî ilişkide bulunmak, öpmek ve şehvetle dokunmak gibi. Ya ela, bir tasarruf, ki ancak mülkde geçerli olur. Meselâ; muhayyer satın al­dığı şeyi satmak, rehn koymak, kiraya vermek ve hibe etmek gibi. Çün­kü bunlardan her biri mülkü seçmenin ve onun kalıp devam etmesi­ni istemenin delilidir.

Muhayyer satın aldığı giysiyi  bir kere giymek veya hayvana bir kere binmek ve bunların benzerleri, şart muhayyerliğini ibtâ.l etmez.

Çünkü giymek ve binmek ile müşteri sınamış ve denemiş olur. İmdi bu, istibkâya (yâni, malın kendisinde kalıp devam etmesini istediğine) de­lâlet etmez.

Bir kimse ertesi güne katlar muhayyerlik ile bir şeyi satın alsa, er­tesi günde de muhayyer olur. İmdi bu günde muhayyer olduğu gibi, ertesi günde de muhayyer olur. Keza öğleye ve geceye varıncaya kadar deyip muhayyer satın alsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, öğle ve gece dâhil olur. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, öğle ve gece dâhil olmaz. Çünkü, ertesi gün ve onun benzeri gaye kılınmıştır. Gaye (sınır) ise, mugayyâ (sınırlanan) da dâhil olmaz. Orucda, gece dâhil olmadığı gibi. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: Gaye, şayet hükmü, gayeye uzat­mak için olsa, gaye mugayyâda dâhil olmaz. Orucda, gece dâhil olma­dığı gibi. Çünkü oruç, bir saatin (belirli bir vaktin) orucunu da kap­sar. Geceye kadar, denildiği vakit, hüküm gayenin yerine kadar uzatı­lır. Şayet gayenin .ötesini (maverasını) çıkarmak için olsa, gayenin yeri dâhil olduğu hâlde kalır. Nitekim, dirseklerde olduğu gibi. Çünkü kolların mutlak söylenmesi, koltuk altlarını da dâhil eder. Gayenin zikredilmesi, gayenin ötesini hükümden çıkarmak içindir. Bu takdir­de gayenin ,yeri, dâhil kalır. Burada muhayyerlik ile olmak üzere ikti-sâr olunsa, muhayyerlik müebbeden sabit olur. İmdi satış, fâsid olup gaye, ötesini (maverasını) ıskat eder. Te'cîl bunun aksinedir ki, şayet satıcı Ramazân'a kadar müeccel (veresiye) satsa, Ramazân dâhil ol­maz. Mutlak te'cîl yapsa; «Sana, müeccelen (veresiye) sattım.» deyip ve vakit zikretmese, müddet (ecel) müebbed olmaz. Belki yarım güne veya üç güne veya bir aya sarf olunur ve bir ay olmak üzere fetva ve­rilir. İmdi gaye, hükmü gayeye uzatmak için olur. Bu takdirde hüküm­de dâhil değildir.

Muhayyerükde söz, münkirindir. Yâni, iki âkid muhayyerliğin şart kılınmasında anlaşmazlığa düşseler, zahir rivayette söz, yeminiyle be­raber muhayyerliği inkâr edenindir. Çünkü muhayyerlik, ancak şartla sabit olur. Şu hâlde muhayyerlik arızî şeylerden (avarızdan) dir. Bu durumda söz, «Muhayyerlik yoktur.» diyenindir. Müddet (ecel) da'vâ-sında olduğu gibi.

Muhayyerlik müddetinin geçmesinde  anlaşmazlığa düşseler, söz münkirindir. Çünkü onlar, muhayyerliğin sübûtu üzere birbirlerini doğrulamışlardır. Bundan sonra, ikisinden biri müddetin geçmesiyle muhayyerliğinin düştüğünü iddia etmiştir. Bu durumda söz, münki­rindir.

Yine şartın ziyâdeliğinde ihtilâf etseler, yâni muhayyerliğin mik­tarında ihtilâf etseler; söz, iki vaktin en kısasını iddia eden kimsenin­dir. Çünkü diğeri, şart olan muhayyerlik müddetinin daha uzun oldu­ğunu iddia etmektedir, öbürü ise bunu inkâr etmektedir.

Bir kimse, bir köleyi ekmekçi veya kâtib olması şartiyle satın alsa, ve O'nu şartın aksine bulsa, O'nu semeniyle alır veya terk eder. Çünkü şart, kölede istenen niteliktir. İmdi, akdde şart ile müstehak olur. Bundan sonra, o istenen niteliğin bulunmaması muhayyerlik îcâb eder. Çünkü müşteri onsuz, o köleye razı değildir. Bunun açıkla­ması şudur: Şart koşulan bu niteliğin kölede bulunmaması, kölenin, kendisine ekmekçi ve kâtib denecek kadar, ekmekçilik etmeye ve yazı yazmaya kadir olmamasiyledir. Bu takdirde, köleyi semenin tümü ile kabul etmek ile O'nu geri vermek arasında muhayyer kılınır. Şayet geri verilmesini sebeplerden bir sebeb menetmezse, meselâ; sütlü olmak veya sağılır olmak üzere koyun satın alıp, bu niteliğin bulunmaması gibi. Zikredilen sebeblerden dolayı müşteri muhayyer olur.
Koyunun gebe olması veya bir ntl[42] sütü sağılması şartiyle sa­tın alınması, zikredilenin aksinedir. Akdi ifsâd etler (bozar). Çünkü bu, nitelik kabilinden değildir. Belki, fasid şart kabîlindendir. Zira, koyu­nun gebe olması ve bir ntl sütü çıkacağı gerçekten bilinmez.   -

Bir kimse muhayyerlikle bir câriye satın alıp, «Satın aldığım câri­ye budur.» deyip, O'nun yerine başka câriye geri verse, hu »edenle sa­tıcı ile müşteri çekişip, satıcı; «£Bu cariyeyi değiştirdin, sattığım câriye bu değildir.» deyip ve müşteri de değiştirdiğini inkâr etse; satıcının de-Hli de olmasa, söz yeminiyle müşterinindir.
Satıcının geri verilen cariyeyi cima etmesi caizdir. Çünkü müşteri Onu geri verince, o semenle satıcının cariyeyi temlikine razı olur. Şu hâlde, satıcının da temellük etmesi caizdir. Vâkıât'da da, böyle den­miştir. [43]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..