Vasiyyetler   Bölümü


Bu bölümün, kitabın sonunda getirilmesinin sebebi açık ve bes­bellidir. Çünkü insanın ahvâlinin sonu, dünyâda ölümdür. Vasiyyet ise; ölüm vaktinde olan muameledir. [33]Vasiyyet Bölümü'nün, Taksim Bölümü'ne çok hususiyeti vardır. Çünkü taksim, vârisler arasında ölüm­den sonra olur.
Vasiyyet [34], nıasdar ma'nâsma isimdir. Sonra onunla vasiyyet edi­len şey adlandırılmıştır.

îsâ; lügat yönünden; mûsînin yokluğunda, sag iken veya ölümün­den sonra bir şeyin yapılmasını başkasından istemekdİr.

Şer'an; ba'zı kere (Lam) ile kullanılıp;

«Fülân kimse fülân için şu şekilde vasiyyet etti.» denir. Vâsî, mûsînin ölümünden sonra o şeye mâlik olur, ma'nâsma gelir de (iîâ) ile kullanılıp;                                                 

«Fülân kimse fülân kimseye vasiyyet etti.» denir. Yânî «Fulân, fülânı kendisi için vasî kıldı, mûsînin ölümünden sonra onun malı ve çocukları hakkında tasarruf eder.» denilir.

Fakîhler, ikisinin arasını ayırmaya ve her birini ayrıca açıkla­maya girişmemişlerdir. Ancak onlar bu ikisini, mes'eleleri anlatırken zikretmişlerdir. Burada bu iki husûsdan her biri aynca açıklanmış­tır.                                                              

İki ma'nâ arasında ortak oîan lâfzın bir tek mefhûm ile ta'rif edil­mesi imkânsız olunca; musannif, ikisinin arasını ayıran «Ev / veya» harfini araya sokmakla her birini tanımlayıp şöyle dedi: «îsâ, mûsînin Ölümünden sonra başkasını, malına mâlik kılmaktır. Yâhûd ölümün­den sonra malında ve çocuklarının işlerinde başkasına, tasarruf etme yetkisi vermektir.»

Burada iki ma'nâyı açıklamak için iki bâb vardır. Birinci bâb, mal ve benzeri ile vasiyyetin beyân edilmesi hakkındadır. Mal benzeri olan, menfaattir. Çünkü ba'zan vasiyyet, menfaat olur. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.

Vasiyyetin rüknü; «Ben, fülân için şöyle vasiyyet ettim!» demek ve vasiyyette kullanılan buna benzer lâfızlardır.

Vasiyyetin şartı; vasiyyet eden kimsenin, temlike ehil olmasıdır.

Mükâteb de olsa, kendisi köle olan kimsenin vasiyyet etmesi caiz ol­maz. Küçük çocuğun ve delinin de vasiyyet etmesi câîz değildir.

Yine vasiyyet eden kimse, borca batmış (müstağrak) olmamalıdır.

Çünkü borç, vasiyyetten önce gelir. Nitekim yakında açıklaması gele­cektir.

Vasiyyetin bir şartı da,, vasiyyet vaktinde, kendisi İçin vasiyyet edilen kimsenin (mûsâ leh'in) sağ olmasıdır. Çünkü ölü olursa, vasiy­yet bâtıl olur.

Kendisi için vasiyyet edilen kimsenin, vârisden başkası olması ve murisi öldürmüş olmaması da şarttır. Vârise ve kaatile vasiyyet caiz olmamasının sebebi ileride gelecektir.

Vasiyyet edilen şeyin (mûsâ bih'in), gerek mal, gerekse menfaat olsun, mûsînin ölümünden sonra temlik edilebilir olması da şarttır.

Vasiyyetin hükmü; vasiyyet edilen şeyin, vasiyyet edilen kimse İçin yeni mülk olmasıdır. Çünkü mûsî, kendisi için vasiyyet edilen kim­seyi (mûsâ leh'i) kendi yerine koymuştur. Hattâ vasiyyet olunan câ­riye için, mûsâ leh'e istibrâ vâcibdir.

Vasiyyet, malın üçtebiri ile yabancı için caiz olur. Velev ki vâris câîz görmesin. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Allah Teâlâ, sîze mallarınızın üçtebirini ömürlerinizin sonunda, amellerinizde sizin (sevabınızı) artırmak için tasadduk etti. Şu hâlde siz, üçtebiri dilediğiniz yere verini» buyurmuştur. Bunun üzerinde ic-mâ' vardır.

Kendisi için vasiyyet olunan kimsenin vâris olup olmamasına ölüm vaktinde i'tibâr edilir, vasiyyet vaktinde i'tibâr edilmez. Çünkü vasiy­yet, ölümden sonraya izafe edilen bir temlîkdir. Şu hâlde temlik vak­tine i'tibâr edilir. Hattâ mûsî, mîrâscı olan kardeşi için vasiyyet et-tikden sonra mûsînin bir oğlu doğsa, kardeşi için ettiği vasiyyet sahih olur. Eğer kardeşi için vasiyyet ettiği zaman mûsînin bir oğlu mevcûd olup, ondan sonra mûsînin ölümünden önce oğlu ölürse, bizim zikret­tiğimiz sebebden dolayı, kardeşi için vasiyyet bâtıl olur.

Terekenin üçtebirinden fazlasında vasiyyet  caiz değildir. Çünkü malın zeval sebebi kendilerine nıün'akid olduğu için, vârislerin hakkı onun malına tealluk etmiştir..O zeval sebebi, mûsînin maia ihtiyâcı olmamasıdır. Lâkin şeriat, yabancılar hakkında terekenin üçtebir mik-dânnı vasiyyet etmeye izin vermiştir. Tâ ki kusuru önlenebilsin. Nite­kim, bu mes'ele yukarda geçti.

Vârislerin ba'zismm tercih edilmesi ile diğer ba'zısı incinmesin diye; şeriat, vârisler hakkında malın üçtebirini vasiyyet etmeye ce­vaz vermemiştir. Ancak, mûsînin ölümünden sonra vâris için vasiyyet edilmesine diğer vârisler büyük olmak şartiyle izin verirlerse caiz olur.

Çünkü vasiyyetten kaçınmak, onların hakkını gözetmek içindir. Hal­buki onlar izin vermekle haklarım iskât etmişlerdir.

Mûsînin sağlığında, onların izin vermeleri mu'teber olmaz Çünkü onların bu izinleri, hak sabit olmazdan öncedir. Çünkü hakkın sühû-iu, ölüm zamanındadır. Onların, mûsînin ölümünden sonra reddetme hakkı vardır. Ölümünden sonra izin vermeleri, zikredilenin hilâfmadir.

Çünkü bu izin, hakkın sübûtundan sonradır. Onlar, ondan dönemezler. Çünkü sakıt olan, geri gelmez.

Vârisler zengin olursa veya hisselerine muhtaç değillerse, tereke­nin üçtebirinden daha azını vasiyyet etmek mendûbdur Çünkü mûsî, yabancıya sadaka vermek ile yakınına hîbe etmek arasında tereddütte­dir. Birincisi daha uygundur. Çünkü onunla (sadaka ile) Allah Teâîâ (C.C.) nın rızâsı istenir.

Eğer vârisler zengin değil ise ve hisselerine ihtiyâçları varsa, bu takdirde vasiyyeti terk etmek daha uygundur. Çünkü vasiyyeti terk et-mekde vasiyyet mikdârınca yakınma tasadduk etmek vardır.

Vasiyyet, yabancı kimseye tasadduktur. Maİi, fakir olan yakınma bırakmak ise, daha uygundur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Sadakanın efdali, (mahrum edildiği zaman) kin tutan zî-rahme verilendir.» buyurmuştur.

Meselâ, bunlardan biriyle vasiyyeti terk etmek böyledir. Yânî, vâ­risler zengin olmazsa veya terekeden olan paylarına ihtiyâçları olur­sa, vasiyyetin terk edilmesi daha uygundur.

Eğer üzerinde  (verilmemiş)  zekât ve  (yapılmamış)  Hacc gibi, Al­lah Teâîâ  (C.C.)'nm   hakkı varsa,   bunları   vasiyyet etmesi   vâcibdir.

Çünkü o kimse, hayâtında Allah (C.C.)'m hakkında kusur edince, ölü­münden sonra zimmetini kurtarmak için borcunun ödenmesini vasiy­yet etmesi vâcibdir.

Vasiyyet, borcun ödenmesinden sonraya bırakılır. Çünkü borç iki ihtiyâcın en önemlisidir. Zîrâ borcun Ödenmesi farz; vasiyyet ise, te-berru'dur. Ancak alacaklılar borcu bağışlarlarsa, bu takdirde engel or­tadan kalktığı için, sahih olur.

Eğer vârisi yok ise, malm hepsini vasiyyet etmesi sahîhdir. Çünkü vasiyyetin sahih olmasına engel olan, vârisin hakkıdır. Engel ortadan kalkınca, vasiyyet de sahîh olur.

Kölesi için malının üçtebirini vasiyyet etmesi sahîhdir.

Hulâsa'da zikredilmiştir ki; kölesine (ev ve tarla gibi) a'yândan olan bir malını vasiyyet etmesi sahîh değildir. Amma, köle için mut­lak olarak malından üçtebirini vasiyyet ederse, sahîh olur. Bu vasiy­yet, kölenin âzâd edilmesi için de vasiyyetdir.

Eğer kölenin kıymeti terekenin üçtebirinden çıkarsa, çalışmaksı­zın kölenin hepsi âzâd edilmiş olur. Eğer terekenin üçtebirinden, kö­lenin kıymetinin bir kısmı çıkıp bir kısmı geri kalırsa, kıymetinin ge­ri kalanı için çalışır.

Eğer köle için, dirhemler veya mürsel dinarlardan bir şeyi va­siyyet ederse, İmâm Nesefî (Rh.A.) demiştir ki: Esah olan kavle göre, ayn'ı vasiyyet gibi, hu da sahîh olmaz.
Münye'de de denilmiştir ki: Eğer kınn [35] olan kölesi için veya kına a olan cariyesi için vasiyyet ederse, caiz olur. Bu söz, Hulâsa'daki söze aykırıdır. Bu, ya ayn'dan başkasiyle mukayyed kılınır, ya da mut­lak zikredilip esah olandan başkası üzere yorumlanır.
Hâniyye]de zikredilmiştir ki: Kendi mükâtebi veya kendi ümm-ü veledi yâhûd kendi müdebberi için vasiyyet etse, istihsânen hepsi caiz olur. Eğer kınn olan kölesi veya kınna olan cariyesi için vasiyyet eder de, sonra ölürse, hepsi hakkında vasiyyet caiz olur. Ancak İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, kınn için yapılan vasiyyette onun üçtebiri meccânen âzâd edilmiş olur, ve kıymetinin üçteikisi kmmn üzerinde kalır. O kö­le için, ölünün diğer terekesinden malının üçtebirini alma hakkı var­dır. İkisi takas edişirler ve fazlasını birbirlerine geri verirler. İmâmeyn  (Rh. Aleyhimâ)'e göre, köle âzâd edilmiş olur. Vasîyyet, önce kölenin âzâd edilmesine sarf edilir. Eğer üçtebirden fazla bir şey kalırsa, faz­lası kölenin olur.

Gebe kadının hamli (karnındaki dölü) için vasîyyet etmek de sa-hîhdîr. Meselâ; «Fülân gebe kadının hamli için şu kadar dirhem va-siyyet ettim!» demek böyledir. Karnındaki dölü vasiyyet de böyledir. Meselâ; «Şu cariyenin hamlini, fülân kimse için vasiyyet ettim!» der. Bu iki vasiyyet sahîhdir. Çünkü vasiyyet, mitilsin kız kardeşidir. Mîrâs, bu iki surette carî olur. Bundan dolayı vasiyyet de sahîhdir. Lâkin İkincisi, yânî hamli başkasına vasiyyet etmek; ancak câriye, vasiyyet vaktinden i'tibâren altı aydan daha az zamanda doğurursa, sahih olur. Çünkü hamlin vasiyyet edilmesinin sahih olması, hamlin varlığına bağ­lıdır. Hamlin varlığı, câriye ancak zikredilen müddet içinde doğurursa kesinlikle bilinir.

Cariyeyi vasiyyet edip, hamlini istisna etmek de. sahîhdir. Çünkü asıl olan şudur ki; yalnız basma akd yapılması sahih olan şeyin istis­nası da sahîhdir. Yalnız başına akid yapılması sahîh olmayan şeyin is­tisnası da sahîh değildir. Nitekim bu mes'ele Alım - Satım Bölümü'nde geçti.

Hamlin ayrıca vasiyyet edilmesi sahîhdir. Şu hâlde istisnası da s&hîhdir.

Müslümanın, zimmî için bir sey vasiyyet etmesi ve aksi sahîhdir.

Birincisi   (Müslümamn zimmfye vasiyyeti), sahîhdir.  Çünkü Al­lah Teâiâ  (C.C.) :
«Allah, dîn uğrunda sizinle savaşmayan kimselere (iyilik yapma­nızı) yasak etmez.» [36] buyurmuştur.

İkincisi (Zimmî'nin Jlüslümana vasiyyeti) de sahîhdir. Çünkü zim­mî, zimmet akdi ile muamelâtta Müsİümana eşittir. Hattâ hayâtta iki tarafın teberru'lari caizdir. Keza, ölümünde de caizdir.

Kendi yurdundaki harbî için bir şey vasiyyet edilmesi caiz değildir. Câmiu's-Sağîr'de zikredilmiştir ki; kendi yurdundaki harbîye bir şey vasiyyet etmek bâtıldır. Çünkü vasiyyet, iyilik ve sıladır. Halbuki biz, bizimle savaşan kimseye iyilik yapmaktan menedilmişizdir. Allah Te-âlâ  (C.C.) :
«Allah, ancak sizinle dîn uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları (dost edinmenizi ve onlara yardım etmenizi) yasak eder.» [37] buyurmuştur.

Siyer-i Kebîr'de, bunun caiz olduğunu gösteren söz vardır. Bu iki sözü uzlaştırma yolu şudur: Müslümamn dâr-ı harbde olan harbîye vasiyyet etmesi uygun değildir. Amma vasiyyet ederse, caiz olur. Kâfî ile Nihâye'de böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: Bu uzlaştırmanın uygun olmadığı gizli değildir. Bel­ki bu iki sözü uzlaştırma yoluna; Câmi'us-Sağîr'in: (H dârihira = kendi yurtlarında iken) sözü delâlet eder. Çünkü bu söz, kendi yurtlarında olmayan harbîyi ayırmak içindir. O da tnüste'mendir. Çünkü harbî, dâr-ı harbde (kâfirlerin yurdunda) oldukça, bizim ile savaş halindedir. Müste'men bunun aksinedir. O, böyle değildir. Siyer-i Kebîr'de zikre­dilen söz ile denmek istenen de budur.

Bir kimsenin kendi vârisi için vasiyyet etmesi de caiz değildir. Çün­kü Resûlüllah (S.A.V.) :                              

«Vâris için vasiyyet yoktur.» buyurmuştur.

Vasiyyet edeni, bizzat öldüren kimse için de vasiyyet edilmesi câlz değildir. Gerek kasden, gerekse hatâ ile öldürmüş olsun fark etmez

Çünkü Resûlüllah  (S.A.V.) :

«Kaatil için vasîyyet yoktur.» buyurmuştur.

Bir de; kaatiî, yasak bir fiil ile acele mîrâsa kavuşmayı kasdetmiştir.

Binâenaleyh, maksûdu olan mîrâsdan mahram bırakılmakla cezalanır. «Bi-zzat» sözü. sebeb oîmakdan ihtiraz içindir. Mülkü olmayan yere taş koymak, bu kabildendir. Ancak vasiyyet eden kimseyi Öldürene veril­mesini, büyük olan mirasçılar razı olur veya kaatil sabî olursa, vasiy­yet caiz olur. Bu istisna her iki mes'eleye mütealliktir. Bunu, «Esrar» sahibi zikretmiştir.

Mümeyyiz olan küçük çocuğun vasiyyet etmesi de caiz değildir. Çünkü vasiyyet teberru'dur. Halbuki mümeyyiz olan küçük çocuk te-berru'ya ehil değildir. Ancak, teçhizi ve defni hakkındaki vasiyyeti caiz oiur. Bize Sföre; İstîhsânen caiz olur. Katta mümevviz olmazsa, asla caiz oimaz. Velev ki erginlik yaşına eriştikden sonra ölmüş olsun. Yânı mümeyyiz olan küçük çocuk vasiyyet edip, akıl baliğ oîdukdan sonra ölürse, yaptığı vasiyyete ehliyeti olmadığı için caiz olmaz. Ya da, va­siyyeti erginliğe izafe edip; «Ben baliğ olduğum zaman, malımın üçte-biri fülân kimse için vasiyyettir!» derse caiz olmaz. Çünkü velayetinde eksikliği vardır. Küçük çocuk boşama ve âzâd etmede olduğu gibi bu temlike gerek hâlen (tencîz), gerek ta'lîk suretiyle meâlen mâlik de­ğildir.

Kölenin de vasiyyeti sahih değildir. Çünkü teberru' ehlinden de­ğildir. Vasiyyet mükâtebden de caiz olmaz. Velev ki ödeyecek bir şey bırakmış olsun. Çünkü mükâteb de köle gibi teberru' ehlinden değil­dir. Fakîhlerden ba'zıları; «îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)'e göre, ödeyecek mal bıraktığı surette mükâtebin vasiyyeti sahih olur.» demiştir. Ancak köle veya mükâteb vasiyyeti âzâd edilmelerine izafe ederlerse, o zaman sahih olur. Çünkü köle ve mükâtebin ehliyetleri tamdır. Vasiyyete en­gel olan, efendinin hakkıdır. Engelin ortadan kalkması hâlinde köle ve mükâtebin vasiyyeti izafe etmeleri şahindir.
Dili tutulan kimsenin işaretle vasiyyeti de sahih değildir. Bilmiş ol ki, dilsizin işareti ve.yazısı dille beyân gibidir. Dili tutulan kimse ise vasiyyette, evlenme, boşanma, satma, satın alma ve kısâsda dilsizin aksinedir. İkisi arasındaki fark şudur: İşaret, [Yazmak ve konuşmak yerine geçmez.] ancak bilinen ve tanınan işaret olursa, ibare yerme geçer. Bu da dilsizde olur. Yoksa dili tutulmuş kimsede olmaz. Hattâ dilin tutukluğu uzar da, o kimsenin de ma'hûd işareti olursa, dilsiz yerine geçer. Uzamanın mikdârı, bir yıldır.

Fukaîıâ'dan biri: «Bilinin tutulması Ölüme kadar devanı ederse, işaretle ikrarı ve o ikrar üzerine işhâd caiz oîur. Çünkü dili tutulan kimse konuşmakdan âcizdir. Arızanın geçip gideceği de umulmaz. Bu durumda, o kimse dilsiz gibi olur.» demiştir. Fakîhler; «Fetva bunun üzerinedir.» demişlerdir .Bunu, Zeyîaî (Rh.A.)  zikretmiştir.

Vasiyyetin kabul edilmesi, mûsînin ölümünden sonradır. Yânî va-siyyetin kabulü, ancak mûsînin ölümünden sonra mu'teber olur. Çün­kü vasiyyetin hükmünün sabit olmasının zamanı, ölümden sonradır. Binâenaleyh vasiyyetin ölümden Önce kabulü ve reddi, bâtıl olur. Ni­tekim bir kimse, karısına; «Sen, yarınki gün bir dirheme boşsun!» dese, yarınki günden önce o talâkın reddi ve kabulü bâtıldır. Bu mes'e-le daha Önce geçti.

Kabul etmekle, o kimse vasiyyet edilen şeye mâlik olur. Kabul­den Önce mâlik olmaz Çünkü vasiyyet, yeni mülkün isbâtıdır. Bundan dolayı, kendisi için vasiyyet edilen kimse; kusur nedeniyle geri vere­mez. Bir kimse, başkası için mülk isbâtma onun isteği olmaksızın mâlik olamaz. Miras böyle değildir. Çünkü mîrâs, vasiyyetin hilâfına-dır. Hattâ mîrâsda zikredilen ahkâm, kabûlsüz, Sâri' (yâni dîn ve şe­riat koyan) tarafından zorla sâbitdir. Çünkü Şâri'in o kimseye velayeti vardır. Ancak mûsîsi ölüp, ondan sonra kabul etmeksizin, mûsâ leh de ölürse, vasiyyet edilen şey vârislerin olur. Yânî istilisânen kendisi için vasiyyet edilen kimsenin vârisleri için olur. Kıyâsa göre, vasiyyetin 'bâtıl olması gerekirdi. Çünkü zikrettiğimiz vechle mülk, kabule bağ­lıdır. Bu durumda satıcının icâbından sonra, kabul etmeden ölen müş­teri gibi olur.

İstihsânm vechi şudur: Vasiyyet, mûsînin ölmesiyle mûsî yönün­den artık ona fesli erişmeyecek şekilde tamâm olur. nun tevakkufu, ancak mûsâ leh'in hakkı içindir. Mûsî ölünce vasiyyet edilen şey mûsâ ieh'in mülküne girer. Nitekim müşteri izin vermeden ölürse, kendi­sinde muhayyerlik şart kılman satış da beyledir.

Mûsînin, açık söz ile vasiyyetten dönmesi caizdir. Meselâ: «Ben, vasiyyet ettiğim şeyden döndüm!» der. Çünkü vasiyyet tamâm olma­mış bir teberru'dur. Şu hâlde, hibe gibi olur.

Mağsûbdan mâlikin hakkını ayıran fiil İle de vasiyyetten dön­mek caizdir. Meselâ, giyeceği kesmek ve dikmek böyledir. Yâhûd va­siyyet ettiği şeyde, bina gibi kendisi olmaksızın teslimi mümkün olmayan binaya bir şey ziyâde eder; yâhûd satış gibi mülkünü giderir-se, dönmek caiz olur. Zîrâ mûsînin mülkünün elden çıkmasını mucib olan her tasarruf, vasiyyetten dönmek sayılır. Nitekim mûsî vasiyyet ettiği şeyi satsa, ondan sonra satın alsa, yâhûd hibe edip, sonra dön­se, bu fiiller ile mûsînin vasiyyetten dönmesi caiz olur. Çünkü vasiy­yet, ancak mûsînin mülkünde geçerli olur. Mülk zail olunca, vasiyyet­ten dönmek olur. Vasiyyet ettiği koyunu boğazlamak da, vasiyyetten dönmekdir. Çünkü boğazlamak, âdeten ihtiyâcına harcamak için olur. İmdi bu, ma'nâ dahî asıldır.

Vasiyyet ettiği elbiseyi yıkamak ^zikredilenin hiîâfmadir. Çünkü bu, vasiyyetten dönmek sayılmaz. Zîrâ bir kimse, giyeceğini başkasına vermek istese,  âdeten o giyeceği yıkar, ondan sonra verir. Şu hâlde yıkamak, elbisenin kendisinin olduğunu takrirdir.

İnkâr, dönmek değildir. Çünkü dönmek, mâzîde isbât ve hâlde nefydir. İnkâr ise, mâzîde ve hâlde nefydir. Dönmek ile inkâr etmek arasında çelişme ve aykırılık vardır. Bundan dolayı nikâhı inkâr et­mek, ayrılma değildir.

Keza mûsî, «Vasiyyet ettiğim her vasiyyet haramdır veya ribâdır!» dese, bu da vasiyyetten dönmek değildir. Çünkü harâmîık ve ribâ vas­fı asim bekâsını gerektirir. Böyle olunca, vasiyyetten dönmek gerçek­leşmez.

Mûsî, «Ettiğim her vasiyyeti erteledim!» dese, yine vasiyyetten vazgeçmiş olmaz. «Ben, vasiyyeti terk ettim!» demesi bunun hilafmadır. Çünkü birincisi, dönmek değil; ikincisi dönmektir. Çünkü bir şe­yi terk etmek ıskattır, ertelemek iskât değildir. Zîrâ alacaklı, borçlusu­na; «Borcunu sana bıraktım!» dese, bu ibra olur. Şâyed; «Borcu erte­ledim!» dese, ibra olmaz. Muhît'de böyle zikredilmiştir.

«Ettiğim her vasiyyet bâtıldır!» dese bu da yukarıda geçen gibi vasiyyetten dönmektir. Çünkü bâtılın aslı yoktur. O, dağılıp gider.

Yâhûd mûsî; «Zeyd'e vasiyyet ettiğim şey Amr içindir veya fülân vârisimindir!» derse, her biri, dönmek olur. Çünkü lâfz, ortaklığın ke­silmesine ve malın hassaten o kimseye isbâtma delâlet eder. Binâen­aleyh, birinciden dönmüş olmayı gerektirir. Sonra vârisler muhayyer­dir. Dilerlerse caiz görür, dilerlerse red ederler. O şeyi başkasına- da vasiyyet etmesi bunun failâfınadır, çünkü dönmek sayılmaz. Çünkü lâfız ortaklığa elverişlidir, mahal de ortaklığı kabul etmektedir. Bi­nâenaleyh köle, ikisi arasında ortak olur.

Eğer vasiyyet vaktinde; fülân kimse ölmüşse, iki vasiyyetin birin­cisi hâli üzere kalır. Çünkü birincinin bâtıl olması, ikinci için isbâtın zarûretlerindendir İkincisi için isbât. olmayınca, vasiyyet edilen şey bi­rincinin olur: Eğer vasiyyet vaktinde; o kimse sağ olup rnûsîden Önce ölürse, vasiyyet edilen şey mûsiııin "vârislerinin, olur. Çünkü vasiyyetin ikisi de bâtıldır. Zîrâ vasiyyet edilen şey ikincisinin olunca, birinciden dönmüş olur ve va^iyye: birincinin hakkında bâtıl. İkincinin hak­kında sahih olur. Sonra ikincisi, mûsîden önce ölünce, ikine: hakkında da oaul oiur.

Hastanın hibesi ve vasiyyeti, hibe ve vasiyyetten sonra nikâh et­tiği kadın için bâtıldır. Eu fasılda asıl olan şudur: Mûsâ leh'in vâris olup olmaması  —çünkü vasiyyet caiz ve fâsid olabilir.—  ölüm gü­nünde mu'teber olur, vasiyyet gününde mu'teber olmaz. İkrarda ise; — cevazı ve  fesadı için — kendisine  ikrar  edilen şahsın vâris olup oimadığı hususunda  ikrar gününe  i'tibâr  edilir.  Eğer  hasta   kimse, bir kadına, bir şey vasiyyet etse veya o kadına bir şey hibe etse, sonra onunla  evlense,   sonra  ölse,  vasiyyet ve  hîbe  bâtU olur.  Vasiyyetin bâtıl olması, vasiyyet ölüm sonrasına muzâf olan bir icâb olduğu için­dir. Kadın, o zaman mirasçıdır. Vârisler için vasiyyet ise, geçersizdir. Hibenin geçersiz olması: her ne kadar sûreten geçerli ise de. hükmen ölüm sonrasına muzâf gibidir. Çünkü hibe, vasiyyetler yerindedir. Zîrâ hibe; hükmü, ölüm ânında karar kılan bir teberrû'dur. Hastanın ikrarı zikredilen şeyin hilâfmadır. Çünkü hasta, bir kadın için borç ikrar edip, sonra onunla evlense, sonra ölse, ikrân caiz oiur. Bunun sebebi az yukarı­da geçti ki,  ikrarda mu'teber olan mukarr-un leh'in  ikrar gününde vâris   olup olmamasıdır. Halbuki kadın o gün yabancıdır.

Mûsî, kâfir olan oğluna vasiyyet, hibe veya ikrarda bulunur da; sonra oğlu Müslümanlığı kabul ederse; yâhûd köle veya mükâtebe va­siyyet, hibe ve ikrarda bulunur da, sonra âzâd ederse, yaptığı vasiyyet v.s. bâtıl olur.

Vasiyyet ile hibenin bâtıl olması daha önce geçen sebebden dola­yıdır ki, ikisinde de mu'teber olan Ölüm hâlidir. İkrara gelince; her ne kadar İkrarın kendisi İlzam edici ise de, lâkin mîrâsa sebeb olan oğul­luk ikrar vaktinde kâimdir. Bu, kayırma töhmeti meydana getirir. İm­di töhmet i'tibâriyle vasiyyetlere katılmıştır.
Muk'ad;   —Ayaklarında derdi olduğu için yürümekden âciz olan (kötürünı) kimsedir. —   Felçli;   — felç bir hastalıktır ki, bedenin ya­rısına arız olup hisden ve iradî hareketten kişiyi meneder. —   Eşel; — elinde, (iradesiz- sürekli olarak titrema ve hareket olan kimsedir. — . Meslûl;  — kendisinde verem hastalığı olan kimsedir. Bu da akciğerde bir yaradır, — kimsenin müddeti bir yıl uzarsa, durumu sağlam insan gibidir. Yânı vasiyyet, bütün malmdandır. Eğer bir yıl uzanıazsa, hasta gibidir. Yânî bu zikredilen hastalıklar, müzmin hastalıklardır. Onlar­dan biri. bir kimseye arız olsa ve o kimse teberru'Iardan bir şey yapsa ve dört mevsimi kapsayan yılm tamâmından önce ölse, o hastalık ma-raz-ı mevt [38] olur. Bu durumda tasarrufları malının üetebirinden mu'teber olur. Eğer yıl tamâm oldukdan sonra ölürse; hastalık, ölüm hastalığı olmaz. Çünkü o hasta, her biri mezmne-i helak [39] olan mev­simlerde sağ olsa, hastalık tabiatlardan bir tabiat sayılır ve sahibi, has­talık hükümlerinden hâriç olup tedavisi ile uğraşılmaz.

Bir çok vasiyyetler bir araya toplansa ve ba'zisi farz ba'zisı nafile olsa ve malın üçtebiri bunlara yetmese, farz ile nafilenin bir araya gel­mesinde; vasiyyet eden önce yapsın, sonra yapsın, hacc, zekât ve keffâ-rât gibi farzlar öne alınır. Çünkü asi olan, en önemimin öne geçirilme­sidir.

Eğer vasiyyet, kuvvet bakımından eşit olursa, mûsînin önce zik­rettiği Öne alınır. Çünkü insanın.durumundan zahir olan kendince en önemli olanı öne almaktır. Zahirle sabit olan ise, nas ile sabit gibidir. Eğer mûsînin başladığı şeyin öne alınmasına (takdimine) dâir nas olsa, onu öne geçirmek (takdim) bize de gerekli olurdu. Burada da öyledir.

Bir kimse haccı vasiyyet etse; nafakası yettiği takdirde, onun nâ­mına kendi beldesinden binek giden bir bedel gönderilir Çünkü vâcib olan, memleketinden haccetmesidir. Bunun için de, memleketinden gitmeye yetecek kadar mal mu'teber olur. Vasiyyet, mûsinin üzerine edası vâcib olan şey içindir. Bedel giden, vâsıtaya binerek hacceder. Çünkü mûsînin, yürüyerek hacca gitmesi şer'an gerekmez. Binâenaleyh vasiyyetin edası, mûsînin üzerine vâcib olduğu şekilde yapılır.

Eğer mal, mûsînin memleketinden hacc etmeye yetmezse, malın yettiği yerden hacc eder. Kıyâs, o adamın yerine hacc edilmemesi idi.

Çünkü mûsi, hacca bir sıfat ile vasiyyet etmiştir. Halbuki, o sıfat yok­tur. İstihsânın vechi şudur: Biz biliyoruz ki, mûsinin gayesi, vasiyyetin verine getirilmesidir. Şu hâlde mümkün olcîuiu kadarıyla vasiyyet ye­rine getirilir.

Bir hacı, hacc yolunda ölüp kendisi için hacc yapılmasını vasiy­yet etse,'eğer nafakası yeterse, Ölenin yerine, yine memleketinden hacc eder. Nafakası yetmezse, yettiği yerden hacc eder.

İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: — ki, İmâm Züfer (Rh. A.)'in kavli de budur.—  hacının ulaşıp da Öldüğü yerden hacc eder.

Başkasının yerine hacc eden kimsenin yolda ölmesi de, bu hilaf üzerinedir.

Vatanı olmayan kimsenin yerine hacc eden kimse, bil'İcmâ' onun öldüğü yerden hacc eder. Bunu, Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Bir kimse, şu yüz dirhemle yerine hnrr o^imne;n; v^I;. yet etse ve o paralardan bir dirhem yitirilse, istihsânen, geri kalan para ulaş­tığı yerden hacc edilir. Eğer yüz dirhemden hiç bir şey yitirilmezse, onlarla hacc eder.

Eğer başkasının yerine hacc eden kimsenin elinde yüz dirhemden bir şey kalırsa, mûsînin vârislerine geri verir. Çünkü tereke, vârislerin hakkıdır. Ancak vasiyyet hakkı ile iştigâl ederse, geri verilmez. Fakat mûsi, «Şu yüz dirhemle bir köle alınıp benim tarafımdan âzâd edilsin!» diye vasiyyet etse ve ondan bir dirhem kaybolsa; bu, yukarıda zikre­dilenin hilâfına olup; kalan dirhemler ile köle âzâd olunmaz. Çünkü vasiyyet, müstehık için vâcib olunca, başkası için tenfîzi (yerine geti­rilmesi) sahih olmaz. Burada belirtilen mikdâr ile satın alman köle­nin âzâd edilmesi vasiyyet edilmiştir. Binâenaleyh belirtilen mikdâr-dan daha azı ile satın alman kölede vasiyyetin yerine getirilmesi sahih olmaz. Çünkü bu köle, birincisinden başkadır. Şu hâlde vasiyyetin onun­la yerine getirilmesi mûsâ leh'in başka şeyle tenfîzi olur. Bu ise, caiz değildir.
Mûsî, malının hepsi ile bir köle satın alınıp, kendisi nâmına âzâd edilmesini vasiyyet etse; vârisler de hu vasiyyeti caiz görmeseler, va­siyyet geçersiz olur. Nitekim sebebi daha önce geçti kî, malın bütünü ile satın alman köle; terekenin üçtebiri ile satın alman köleden başka­dır. Keza mûsî, kendi nâmına bin dirheme bir köle satın alınmasını vasiyyet etse; bin dirhem, malının üçtebirinden fazla olsa, ikisi ara­sında çelişme ve aykırılık bulunduğu için caiz olmaz. [40]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..