15- KASÂME (= YEMİNLEŞME)

Bu yeminler, aralarında bir Ölü bulunan mahalle ehline kar: verilir. KâfTde de böyledir.

Yeminleşmenin sebebi: Bir mahallede veya o ma'nâda bîr yurtti yahut, ses duyulacak kadar yakın bir yerde bir ölü bulunmasıdır. Nihâye'dedeböyledir.

Bir toplumun mahallesinde, bir ölü bulunur; Ölenin velîsi de "mahalle halkının tamamım, kasden veya hatâen öldürdüler" diye da'vâ eder; mahalle ehli de, onu inkâr ederlerse; o, onlardan elli kişiye Allah adına "Ben, onu öldürmedim; öldüreni de bilmiyorum." diye yemin verir. "Biz öldürmedik." diye yemin etmezler. Eğer elli kişiden çok iseler, yemin edecekleri seçmek, ölenin velisine aittir.

Şayet, elli kişiden az iseler; yemini elliye tamamlamak için, ba'zılanna tekrar yemin ettirir.

Eğer yemin ederlerse; hepsi birden diyetini borçlanırlar.

Şayet yeminden kaçınırlarsa, yemin edene kadar hepside hapsedi­lirler.

Müddet, mahalle ehline, "velîsinden başkası için, öldürdüler" diye yemin vermez.

Müddet için açık şahitler de olsa (Meselâ: Maktul ile, mahalle halkı arasında, açık bir düşmanlık olsa) veya müddeî'nin şahidi olmasa (Şöyle ki: Öldürülen ile mahalle halkı arasında açık bir düşmanlık olmasa) mahalle halkının âkilesine, o ölen için, üç sene içinde diyet Öderler.

Şayet, da'vacı mahalle halkının -tamamını değil de- bir kısmını da'vâ eyliyorsa; cevap, mahalle halkının tamamına yemin vemek ve onlardan diyet almaktır. Bu, istihsânen böyledir.

Şayet, mahalle halkının haricinde, bir adamdan iddia ediyorsa; o mahalle ehline, yemin ve diyet yoktur.

O zaman, da'vacıya: İddiana karşı belgen var mı?" diye sorulur. Şayet:' 'Evet vardır.s' derse; iddiası beyyinesiyle sabit olur. Eğer beyyinesi yoksa, da'vacı ona, bir defa yemin verir; elli defa vermez.

öldürülenin velileri, mahalle ehli ile anlaşma yapabilirler. Şayet, ölen, mahallede veya bir aşiret arasında ölmüşse; anlaşma istihsândır.

Şayet, o mahallede sulahâdan (= iyi kişilerden) elli kimse yoksa." öldürülenin velîsi, mevcut olan kişilere yemini -yemin adedi elliye tamam oluncaya kadar- tekrarlatır.

Müddet salih kişilerin yanısıra, fasıklarada yemin verir mi?

îmânı Muhammed (R.A.), el-Asıl'd a bunları yazmamıştır. Usûlün haricinde gelen rivayette; velî için, fâsika yemin ettirme yoktur. Yine de dilerse, onîarada -yemin adedinin elliye çıkması için- yemin verir. Muhitte de böyledir.

Da'vacı muhayyerdir ve mahalle halkından genç, yaşlı, salih, fasık elli kişiye yemin ettirir. Kâfî'de de böyledir.

Muhayyerlik ölenin velisine aittir, hükümdara âit değildir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yemin etmeye sabîler, deliler, körler, kazf (- iftira) cezasından suçlular ve kâfirler dâhil değildir. Sirâcü'l-Vehhfic'da da böyledir.

Yemin etmeye, kadınlar, köleler, bir kısmı azâd edilmiş köleler ve mükâtebler dâhil değildirler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur. Mebsût'ta da böyledir.

Öldürülen, kendisinde kati eseri bulunan kimsedir. Ölen ise, ken­disinde kat! eseri bulunmayandır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer, ölü olarak bulunan şahıs da, kati eseri yoksa; yemine ve diyete ihtiyaç yoktur.

Şöyle ki: Yarası yok, darb (= vurma) eseri yok, boğma eseri yok, gözünden kulağından her hangi bir yerinden kan çıkmamış ise bu şahıs, kati edilmiş değil, ölmüşdür. Hızânetü'i-Müftîn'de de böyledir.

Şayet  ağzından  kan  gelmiş  ve  bu  karnından   çıkmış  ise, öldürülmüş; başından inmiş ise, ölmüştür. Mııhıyt'te de böyledir.

Eğer, kan döbüründen veya zekerinden çıkmış ise, o öldürülmüş değildir. İhtSyâr'da da böyledir.

Öldürülenin tam bedeni veya çoğu yahut yansı başıyla birlikte bir mahallede, bulunmuşsa; bu durumda o mahalle halkına yemin ve diyet gerekir.

Şayet, öldürülen şahıs, uzunluğuna yarılmış olarak, yansı bulunur veya başı ile birlikte bedeninin yarısı bulunur yahut yalnız elleri ve başı bulunursa; bu hususta mahalle halkına bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mahallede bir cenîn veya bir düşük bulunursa; -şayet» vurma eseri yoksa bir şey gerekmez.

Eğer vurma eseri var ve cenin de tam hilkat sahibi ise, mahalle halkına yemin ve diyet gerekir.

Eğer hi^cati tamam değilse; bir şey gerekmez. Kâfî'de de böyledir.

Bir mahallede, öldürülmüş bir köle veya mükâteb yahut niü-

debber veya ümm-ü veled bulunursa; o mahalle halkının yemin etmesi ve Üç sene içinde, ölenin kıymetini tazmin etmesi gerekir. Bu tazminat da onların âkilelerine aittir. Mnlnyt'te de böyledir.

Bir mahallede Öldürülmüş bir hayvan (sığır, deve, koyun ve emsali gibi...) bulunacak olursa; bir şey gerekmez. Fetâvâyi KâdShân'da da böyledir.

Yemine, o mahallede me'mur olarak oturanlar karışmazlar. İmâm   Ebû   Hanîfe   (R.A.)   Imfim   Muhammed   (R.A),   böyle buyurmuşlardır. Tebyîn'de de böyledir.

Öldürülen şahıs, kimsenin bulunmadığı bir harabede bulunur; o harabenin yakının da bir mahalle olur ve orda insanlar bulunurlarsa o mahalle halkına, yemin ve diyet düşer. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

İki topluluk, kılıçlarıyla karşılaşırlar; sonra da vaz geçseler ve o. mahallede bir kişi öldürülmüş olarak bulunursa; mahalle halkına, ölenin velileri, onu öldüreni isbat etmedikçe bir şey gerekmez. KâfTde de

böyledir.

Bir adamın evinde, öldürülmüş bir adam bulunursa; diyeti âkile-sine aittir. Evde olanlara ise, yemin verilir.

Şayet evde, yalnız ev sahibi varsa; ona yemin verilir. Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe ve İmâm Muhamraed (R.A.)'e aittir. Hidâye'de de böyledir.

Bir müşterinin satın aldığı evde, öldürülmüş bir adam bulunursa; yemin ve diyet müşteriye aittir. Mahallede olduğu gibi, diyetini âkilesi öder. Öldürülen şahıs, kimin evinde bulunursa, yemin ona âit; diyet âki-lesine aittir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet öldürülenin velîsi, mahalle ehlinden bir kişiyi da'vâ ederse; o mahalleden de iki kişi onun üzerine şehâdette bulunurlarsa; bi'1-icma şehâdetleri kabul edilmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir mahallede, Öldürülmüş bir adam bulunursa; öldürülenin vel­isi; "onu, mahalle halkından başka birisinin öldürdüğünü" iddia eder ve buna, o mahalleden olmayan iki şahit de dinletirse; şehâdetleri kabÛI edilir. Ve mahalle halkı yeminden de, diyetten de kurtulurlar.

Şayet, şahitler aynı mahalleden olmuş olsalardı; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehâdetleri kabul edilmezdi.

Yalnız o mahalle halkına yemin ve diyet gerekmezdi.

tmâmeyn'e göre ise, şehâdetleri kabul edilir ve da'vâlıya hükme­dilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bundan sonra, İmâm EbÛ Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur: Şayet velî, o iki şahide, Önce, " kendilerinin öldürmediklerine dâir" yemin verirse; onlar, Allah adına yemin ederler ve: "Onu biz öldürmedik.   Filandan  başkasının  da  öldürdüğünü  bilmiyoruz."   derler. KftfTde de böyledir.

Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir:

Bir mahallede, öldürülmüş bir adam bulunur ve mahalle halkı, "onu, bir adamın öldürdüğünü" zannederler; öldürülenin velîsi de böyle bir iddiada bulunmazsa; o mahalle halkının yemin etmesi ve diyet ver­mesi gerekir.

Bundan sonra nasıl yemin edeceklerdir?

İmân* Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, Allah adına yemin ederek: "Biz öldürmedik ve filandan başkasının öldürdüğünü de bilmiyoruz." derler. En ihtiyatlı olanı budur.

Fetva da bunun üzerinedir. Serahsî'nin MHhıytı'nde de böyledir.

Bir mahallede, öldürülmüş bir adam bulunur ve mahalle halkı: "Onu, kendilerinin haricinde, falan öldürdü." iddiasında bulunurlar ve bu hususta beyyine de ibraz ederlerse; şehâdetleri caiz olur; yeminden ve diyetten kurtulurlar. Öldürülenin velîsi iddia etsin veya etmesin fark etmez. Zehıyre'de de böyledir.

Hişftm'm Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu duydum: Bir mahallede öldürülmüş bir adam bulunur ve onun velîleri de, o mahalle halkını da'vâ ederler; mahalle halkı da -beyyineleriyle- "onu, kendi mahallerinden olmayan bir adamın öldürdüğünü veya yaralayıp da kendi mahallerine, yaralı gelip Öldüğünü" söylerlerse; diyetten kur­tulurlar.

Öldürülen şahsın velîleri, onun kanma belirli bir adamdan iddia ederek, ona karşı beyyineleri de olur; da'vâlı da beyyinesiyle, "onu, başka birinin öldürdüğünü" iddia ederse; onun beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kabile halkı, birisini yaralayıp, onu ehline gönderir ve o adam, o yaradan dolayı, yataktan hiç kalkmadan ölmüş olursa; o kabileye yemin ve diyet gerekir.

Eğer, sahibü'l-firâş olmadı ise (yani devamlı yatmadı ise) onlara, o kabileye tazminat ve diyet lâzım olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İki durumda yemin ve tazminat gerekmez. Buna göre bir adam, diğer birisini sırtında eve görürürken, o orda, bir gün veya iki gün içinde, -hiç yataktan çıkmayarak- ölürse; onun diyeti, onu yaralayana aittir. Sırtında iken, ölmüş gibi sayılır.

Şayet bir müddet iyileşir, gelir gider duruma gelirse; taşıyıcıya bir şey gerekmez. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, bir topluluk arasında veya bir mahallede yaralanır ve onu, yaralı olarak birisi taşırken, diğer bir mahallede ölür; Ölümü de önceki yara sebebiyle olursa; yemin ve diyet -öldüğü mahallede değil de-yaralandığı mahallede yapılır. Serabsî'nin Muhrytı'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)» Câmî'de şöyle buyurmuştur:

Üç kabile bir yerde veya bir mescidde toplanırlar; birincisi Vâil Oğlu Bekir Kabilesi olur ve onlar yirmi kişi olurlar; ikincisi Kays Oğullan olur; onlar da otuz kişi olurlar; üçüncüsü ise, Temim Oğulları olur ve onlar da elli kişi olurlar ve onların arasında, bir ölü bulunursa; her kabi­leye, ölen.zatın üçte bir diyeti gerekir.

Keza, kabilelerden birisinden tek kişi de bulunsa hüküm aynıdır. O zatın (yani tek kişinin) âkilesi üçte bir diyet öderler. Diğer iki kabile de üçte birer diyet öderler.

Şayet, tek adam, iki kabilenin haricinde bir kişi ise, ancak o, o kabilelerden birinin yardımcısı ise, diyet iki kabileye taksim olunur. Diyeti yan yarıya pay ederler ve o tek kişinin bağlı olduğu kabileye bir şey gerekmez.

Keza, Câmi'de şöyle denilmiştir:

Bir yere üç kabile katışıp, oraya bir mescid yapsalar; o kabilelerden, birinin hissesini, bir adam devren satın alsa; ve satsa kabileden tek kişi orada kalmasa; sonra da, o mahal veya mescidde öldürülmüş bir adam bulunsa; diyet üçe bölünür. Üçte biri, o satın alan şahsın âkilesine âit olur. Üçte ikisi ise, diğer iki kabileye âit olur.

Şayet devralan adam, o iki kabilenin birinden ise, diyet iki kabileye taksim edilir. Yarısını bir kabile, diğer yarısını da diğer kabile tazmin ederler.

Şayet o kabilelerin haricinden, bu bir adam, bu iki kabilenin his­sesini satın alırsa; mes'ele hali üzeredir; diyet, ikiye taksim edilip, yarısını, iki kabilenin hissesini satın alan öder; yarısını da diğer kabile tazmin eder.

Bu tazminatları da âkileleri yaparlar.

Şayet, o üç kabilenin haricinden bir adam, o yerin tamamını» üç kabileden satın aldıktan sonra, o kabilelerden birine satarsa; -o yerin bir kısmı kendisinin olduğu müddetçe- diyet önce satmış olan -bu yeni-müşteriye aittir.

Eğer, o yerin tamamını, kabilelerden birine satar ve o yer onların olursa veya aybı sebebiyle, hâkimin hükmü ile geri verirse; bu müşterinin âkilesine yarı diyet lâzım olur. Yarısı da, kendilerine geri verilenlere âit olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir sokakda veya bir mescidde, insanlar olduğunda; o sokak umumun veya sultanın olursa; diyet, beytü'İ male âit olur.

Eğers orası bir topluluğun mah ise, yemin ve diyet onlara âit olur.

Mescid umumun olunca, onun sokağı da umumun olur. Eğer bir mahalle mescidi ise, diyet de, o mahalle ehlinin olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Büyük bir yolda, öldürülmüş bir adam bulunursa; onun için, hiç kimseye yemin verilmez. Onun diyetini beytü'1-mâl öder. Kafi'de de böyledir.

Mescidi'I-Haram'da -orada izdiham yokken- Öldürülmüş bir adam bulunur, veya Arafat'ta yahut başka bir yerde bir ölü bulunursa; onun diyeti, beytü'İ-mâl'e aittir. Yemin vermek de yoktur. Muhıyt'te de böyledir.                                                                  

Vakfedilmiş bir yerde, öldürülmüş bir adam bulunur ve o yerin sahibleri belirli olursa; onlara yemin yerilir ve diyet ödetilir.

Eğer, bir mescide vakfedilmişse; mescid ehline diyet ve yemin gerektiği gibi, o yerin ehline de yemin ve diyet gerekir. Serahsî'nin Mahıytt'nde de böyledir.

Bir köyde, öldürülmüş bir adam bulunur; o topluluk da karışık olup, müslümanlar da, kâfirler de bulunursa; hepsine yemin ettirilir. Diyetleri de âkilelerinden alınır. Kâfirlerden alınan fey olur. Mebsût'ta da böyledir,

Müslümanların bulunduğu bir mahallede, zimmîlerde olur; orda da   öldürülmüş bir adam bulunursa;   zimmîlere   yemin   verilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki köy veya iki sokak arasında, Öldürülmüş bir adam bulunursa; öldürülene en yakın olan köylüye veya mahalleliye yemin ettirilir.

Bu, ses duyulacak kadar yakın olursa böyledir. Şayet, ses duyulmayacak kadar uzaklıkta ise, her iki köylülere de yemin gerekmez. Diyet de gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İki köy arasında, öldürülmüş bir adam bulunursa; maktulün bulunduğu tarla veya kanal satılır ve onlara adam başı taksim edilir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür.

Bir köyün arazisinde, bir maktul bulunur; o yerin etrafında da başkalarının evleri olursa; eğer o yerin bir sahibi varsa; maktul ona aittir.

Şayet, o yerin sahibi yoksa, o, en yakın köye aittir. ,   Keza, İmâm Muhammed (R.A.)'den soruldu:

— İki köy arasında bulunan ve o köylerden birinin evleri, maktule daha yakın olan bir şekilde, bir maktulün durumu nedir?

İmâm, şöyle buyurdu:

— O şahıs, kimin arâzisinda öldürülmüşse; ona aittir. Zehıyre'de de böyledir.

İki köy arasında bulunan bir maktul, her iki köye de aynı derecede yakın ise, köyün birinde beş yüz, diğerinde bin kişi bulunursa; diyetini yarı yarıya öderler. Bunda ihtilaf yoktur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur: Üç evin arasında bir maktul   bulunur;   o   yerlerden   biri   Temîmî'nin   olur;   ikisi   de Hindüvânî'nin olur ve üçünün yakınlığı da aynı bulunursa; diyet yan yarıya düşer. İtibar kabileyedir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev satın alıp, onu da henüz teslim almadan, o evde bir maktul bulunursa; şayet o satışta muhayyerlik yoksa, diyet evi satanın âkilesine âit olur.

Şayet satışta muhayyerlik varsa, diyet, ev elinde olanın âkilesine aittir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, müşteriye muhayyerlik varsa; diyet, müşterinin âkilesine âit olur.

Her ikisi de muhayyerse, diyet, ev elinde bulunanın âklesine aittir. Kâfi'de de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bulunur; ordada bir maktul bulunursa; onu âkilesi  değil de hane sahibi, kendisi    tazmin eder. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir adamın evinde bir maktul bulunur ve o evde de köleler, hürler ve gençler olursa; yemin ve diyet, ev sahibine aittir; diğerlerine bir şey yoktur. Tatarhânlyye'de de böyledir.

Müşterek bir raülkde, bir maktul bulunursa; ortaklara yemin verilir. Diyetini de onların âkileleri mülk sahiplerinin adedi muşlarına göre öderler. Hatta, o yerin üçte ikisi, bir adamın, üçte biri de diğer ortağının olsa; hisselerine göre değil de, yine adam başı olarak yarı yar­ıya öderler.

Keza, müşterek bir kanalda öldürülmüş bir adam bulunursa; diyet,  o kanala ortak olan şahısların sayısına göre taksim edilir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Cami'de şöyle buyurmuştur:

On bir kişinin bir yurdu olur; bunların on kişisi Vâil bin Bekir Oğullarından; birisi de Kays Oğullarından olur ve orada bir maktul bulunursa; diyeti, onbir parça olur; on parçasını, Vâil bin Bekir Oğullarının âkileleri öder; bir parçasını da Kays Oğullarından olası adamın âkilesi öder.

Keza, bir Bekirî ile iki Kaysî'nin ortak bulunduğu bir yer, üç sehirn olur ve orda bir maktul bulunursa; diyeti üçe taksim edilir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Ve bunu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet eylemiştir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, bunun hilafım buyurmuş ve: "Bir Temimî ile iki Hemedânî arasında müşterek olan bir yerde, bir maktul bulunursa yarı diyet Temimî olana, yarısı da Hemedânî olanlara taksim edilir." demiştir.

İmâm, şöyle buyurmuştur:

Kabileler arasında bulunan maktul, köyler arasında bulunan maktul gibidir. Sayılarına bakılmaz. Diyet ikiye taksim edilir.

Keza, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur: Bir yurt, bir Temîmî ile dört Hemedânî arasında müşterek olur; orada da bir maktul bulunursa, maktulün diyeti ikiye taksim edilir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Diyetin beşe taksimi icab eder." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: "İki adam, bir evde olurlar ve o evde başka kimse bulunmaz ve o adamlardan birisi, evde Öldürülmüş olarak bulunursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, diğer adam, diyetini öder.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, o şahıs kendi kendini öldür­müş olabileceğinden, diğerine diyet gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Üç adamın evinin arasında bulunan bir maktul için, üçüne de yemin verilir ve diyeti üçe taksim edilerek, akiklerinden alınır.

Öldürülen adamın diyeti onlardan herhangi birisinin âkilelerinden, tek taraflı alınamaz. Muhiyt'te de böyledir,

Bir adam, kendi evinde öldürülmüş olarak bulunursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, âkilesi, vârislerine onun diyetini öder.

İmâmeyn'e göre ise, bir şey gerekmez. Yemin verme hususunda ise, âlimler ihtilâf eylediler. Şemsü'I-Eimme: "Burada yemine ihtiyaç yoktur." görüşüne mey­letmiştir. Kâfî'de de böyledir.
Mükâtep, kendi evinde ölmüş olarak bulunursa; bi'1-icma kanı heder olmuştur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, bir mükâtep, efendisinin, evinde öldürülmüş olarak bulu­nursa; efendisi, onun diyetini üç sene içinde taksitle öder. Kitabet bede­linin haricinde kalan, öldürülen zatın veresesine verilir. Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Mükâtebin evinde, öldürülmüş bir adam bulunursa; mükâtep üç sene içinde onun diyetini öder.<O diyet,âkilesine de yükletilmez. Zahııiyye'de de böyledir.

Mükâtebe yemin vermek gerekir mi? Bu el-Asıî'da zikr edilmemiştir.

Ancak İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, yemin verilir.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan gelen rivayetler ihtilaflıdır. Bazı âlimler: "Ona göre yemin vermek gerekir." Bazıları ise: "... gerekmez." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtebin evinde, efendisi öldürülmüş olarak bulunulsa; o, efendisinin diyetini tazmin eder. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Efendisinin evinde öldürülmüş olarak bulunan bir köle için Mr şey gerekmez.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır: Bu, kölenin üzerinde borç olmadığı zaman böyledir. Fakat, borcu varsa, efendisi onun az olan kıymetini tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, bir köle, bir cinayet işledikten sonra, efendisinin evinde öldürülmüş olarak bulunsa, mes'ele yukardakinin aynıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Ticarete izin verilmiş bir kölenin evinde, öldürülmüş bir adam bulunsa; Şeyhu'I-İsIâm, Şerhi'nde: "Eğer, köle borçlu değilse, efendi­sine yemin,verilir. Kıyâsen de, istihsânen de âkilesi diyeti öderler. Kğer köle borçlu ise, İmâmeyn e göre cevap aynıdır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre de bu istihsandır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, kendisinin izinli kölesinin evinde öldürülmüş olarak bulunursa; yemin ve diyet kölenin âkilesine aittir. Köle, isterse izinli olmasın, yine böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Rehin bırakılmış bir köle, rehin verenin veya rehin alanın evinde öldürülmüş olarak bulunursa; onun kıymetini, ölü olarak bulunduğu evin  sahibi,  kendi   malından   öder;   âkilesine bir  şey  gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Maktul, şehâdeti kabul edilmeyen bîr kimsenin evinde bulunur veya bir kadın, kocasının evinde öldürülmüş olarak bulunursa; burada yemin vermek de, diyet de vardır. Verasetten de mahrum olunmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şehirde, bir adam, bir kadının evinde öldürülmüş olarak bulunur, o kadının, orda aşiretinden kimse olmazsa; bu kadına elli defa yemin verilir. Sonra da, onun diyeti, kadının yakın akrabasına taksim edilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'in son kavilleri de budur. Mebsûl Şerhi'nde de böyledir.

Şayet, orda aşireti varsa; onlara kadın da dahil olmak üzere yemin verilir. Kifâye'de de böyledir.

Öldürülmüş adam, kadının köyünde bulunursa;İmâm Ebû Hanî­fe (R.A.) ile İmâm Muhammedi (R.A.)'e göre, yemin tekerrüren kadına âit olur. Diyet ise âkilesine âit olur. Âkilesi de neseben en yakını olanıdır. Müteehhirîn âlimlerimiz: "O kadın da âkilenin içine dâhil olur." buyurmuşlardır. Kâfî'de de böyledir.
Bi'1-icma, bir sabînin evinde, öldürülmüş olarak bulunan kimse için, sabîye yemin ettirmek yoktur. Diyanet ve yemin onun âkilesine aittir.
Yine bi'1-icma, mecnûnun evinde bulunan maktul için de, mecnuna yemin ettirilmez. Onun âkilesine yemin ettirilir. Diyeti de onlar öderler. Zehıyre'de de böyledir.

Bir köyde veya yetimler yurdunda, bir maktul bulunduğunda; eğer onların içinde büyük olanı varsa; ona yemin ettirilir. Diyet ise, onların âkilesine aittir.

Şayet, büyük kimse yoksa, yemin de diyet de akiklerine aittir. Serahsî'nîn Muhıytı'nde de böyledir.

Bir zimmînin evinde bulunan maktul için, elli defa yemin ettirilir. Eğer yemin ederse ve âkilesi varsa, diyetini onlar Öderler; yoksa, kendi malından ödenir. Zehiyre'de de böyledir.

Maktul, bir adamın oğlu ile kızının evinde bulunursa; onlar diye­tini yarı yarıya öderler.

Şayet, onlardan her birisi iddia ederek, "diğerinin öldürdüğünü" söylerlerse; oğlanın, üçte bir diyeti, kızın âkilesine vermesi gerekir. O kızın da diyetin üçte birini, oğlanın âkilesine veçmesi gerekir. Kiz için, kardeşinin âkilesine, altıda bir düşer.

Şayet, oğlan, "onu, bacısının kocasının öldürdüğünü" iddia ederse; ona bir şey gerkmez. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Mecmûu'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, oğlunun evinde bir maktul bulur ve o maktul, ölmeden yaralı iken: "Beni filan öldürdü." derse; o oğlanın âkilesi, diyetten beri olur (= kurtulur).

Bir müsafir, müsâfir oîduğu evde öldürülmüş olarak bulunursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ev sahibi diyetim tazmin eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Eğer, müsâfir, yalnız başına o eve inmişse; ev sahibine yemin de, diyet de yoktur. Şayet karışık olarak gir-dilerse, yemin de, diyet de gerekir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka vârisi olmadığı hâlde, bir tek olan vârisinin evinde öldürülmüş olarak bulunsa onun âkilesi için yapacak şey yoktur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, akan suda öldürülmüş bir adam bulur ve ş£yet nehir, Fırat Nehri gibi büyük bir nehir olur ve o dâr-i harbden geliyorsa; adamın kam heder olmuştur.
Şayet dâr-i İslam'dan geliyorsa, diyetini beytü9l-mâl öder. Eğer, su az olurda, onu götüremezse; bulunduğu yere sesi duyulacak kadar yakın bir köy varsa; diyeti onlara âit olur; değilse, beytü'l-mâldan ödenir.

Şayet, ölünün bulunduğu yer, bir kanalsa; o kanalın sahiplerine yemin ettirilir ve diyetini de onlar (yâni âkileleri) öderler. Zehıyre'de de böyledir.

Küçük kanalla, büyük nehir arasındaki fark şüf*asından anlaşılır. Her kanal, bir şüf'aya sahiptir.

Şayet, kanal küçük olursa, onun şüfası bulunur. Şüf ası olmayan nehir ise, büyük nehir sayılır. Fırat, Seyhun ve benzerleri gibi... Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Bir gemide, bir maktul bulunursa; o gemide kim varsa (sahibi olsun, kaptanı olsun, yolcusu olsun, personeli olsun, kim olursa olsun) cümlesine yemin ettirilir ve diyeti onlara ödettirilir.  Hidftye'de de böyledir.

Bir hayvanın üzerinde, öldürülmüş birisi olur ve o hayvanı süren veya çeken yahut o hayvana binmiş bir kimse daha bulunursa; o maktu­lün diyeti, -mahalle ehline değil- o adama aittir.

Süren, binen ve çeken üçü de beraber bulunurlarsa; maktulün diyeti, üçüne âit olur; hayvan sahibine âit olmaz.

Bu eve benzemez.

Şayet, o hayvanın yanında hiç kimse bulunmazsa; o takdirde diyet hayvanın bulunduğu mahalle halkına âit olur. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer, bu hayvan, üzerinde öldürülmüş adam olduğu hâlde, iki köyün arasında gidiyorsa; o hayvana en yakm olan köy halkına yemin verilir ve diyeti onlardan alınır.

Bazıları: "Şayet, olduğu yerden köye sesi duyulursa; bu böyledir; değilse, köylülere bir şey gerekmez.'' demişlerdir. Kâfi'de de böyledir.

Tenha bir yerde öldürülmüş bir adam bulunur ve oranın da sahi­pleri olursa; onlara yemin ettirilir ve diyeti alınır.

Şayet, o yere sahip çıkan yoksa, sesinin duyulacağı bir şehir varsa, diyeti onlara aittir; onlara, yemin de ettirilir.
Sesi duyulacak gibi değilse; o yerden de müslümanlar odun kesme ot biçme gibi faydalanıyorlarsa, diyetini beytü'1-mâl öder.

Şayet, o yer müslümanların hiçbir fayda temin etmedikleri bir yerse; o maktulün kanı heder olmuştur.

Çölde öldürülmüş olan da böyledir. Serahst'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:
Bir köprü üzerinde, bir adam öldürülmüş olarak bulunursa; onun diyeti beytü'1-mâle aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir haymede veya çadırda bulunan öldürülmüş bir zatın diyeti, orda sakin olanlara aittir. Onlara yemin de ettirilir.

Şayet öldürülen şahıs, haymede, çadırda değil de hariçte ise, oraya da muhtelif kabileler gelip gidiyorlarsa; ölenin bulunduğu zaman, orda olan kabileye yemin ettirilerek, diyeti ödetilir.

İki kabile arasında ise, en yakınında olanlar mes'ûldürler.

Eğer her ikisi de müsavi uzaklıkta iseler; diyeti ikisi müştereken öderler. Tebyîn'de de böyledir.

Kabileler karışık şekilde konaklarlar ve onların birinin çadırında da, öldürülmüş bir kimse bulunursa; o çadır sahibi diyetini öder.

Şayet, çadırın haricinde bulunursa; onların tamamı tazminatta bulunurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, asker olan bir adamın yerinde olurlarsa; onlara yemin Verilir. Ve diyetini öderler. Seratasî'nin Muhrytı'nde de böyledir.

Askerler, düşmanlarla karşılaşırlar ve aralarında birisi ölü olarak bulunur ve katili belli olmazsa; yemin vermek ve diyet gerekmez.

Keza, iki müslüman topluluk karşılaşır; fakat, onlardan bir bağilerden, âsilerden; ikincisi ise âdillerden meydana gelmiş olurlar ve adi ehlinin arasında, katili meçhul birisi bulunursa; diğerlerine yemin ve diyet gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Zindanda bir maktul bulunsa; diyeti beytülmâle aittir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, onun diyeti, zindan ehline aittir. Onlara yemin de ettirilir. Hidâye'de de böyledir.

Kitlenmiş ve boş bir evde, öldürülmüş bir adam bulunursa; o evin âkilesine yemin verilir ve diyet gerekir.
Bu, üç İmamımızın da kavlidir. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [37]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..