16- ÂKILELER

Muâkale   kelimesi,   ma*kûlenin   cem'idir   ve   diyet,   karşılık demektir. Hidâye'de de böyledir.

Âkile diye,  diyeti  verene  derler.  Diyete,  akl  diye de isim verilmiştir. Çünkü, o akan kanların bedeli - karşılığıdır. Kâfî'de de böyledir.

Erkeğin âkilesi (=   diyet vericisi) bize göre,  erkeğin baba yönünden acsabesidir. Muhıyt'te de böyledir.

Dîvan ehli, isimlerini askerlik defterine yazdıran askerlerdir. Hidâye'de de böyledir.

Eğer katil, divan ehli bir gazi ise ve askerlikten rızıkiamyorsa; diyeti âkilesi ne aittir.

Eğer yazıcı ise ve onunda askerlikten rıziklandığı varsa; onun âkilesi de divandan rızıkiamyorsa; bir birlerine yardımlaşırlar.

Eğer divanı yoksa, onun âkilesi, onun yardımcılarıdırlar.

Şayet yardımı, hudud kapısında ise, o da üzerlerine hamledilir. Eğer yardım köy ehlinden ise, onun yardımı da onların Üzerine hamledilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hulâsa: Bazısının emriyle, bazısına yardımlaşmaya itibar edilir.

Şayet mahalle ehli veya sokak ehli yahut köy ehli veya aşiret ehli olanlardan birine, bir musibet dokunursa; onun ihtiyacını, hep birlikte karşılarlar.

Onlar, o adamın âkilesi olmuş olurlar.

Ancak, onun divan ehlinden, aşiretinden, mahallesinden, sokağından yardımcıları varsa; divan ehli olanlar yardıma en evlâ olan­lardır.

Şayet divan ehlinden yardımcıları yoksa, aşireti evlâdır.

Sonra mahalle ehli; sonra da. sokak ehli olanlar evlâdır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer ba'zılan ba'zılanna yardım etmezlerse; onun âkilesi, baba tarafından olan yakınlarıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Diyet, onlara üç senede ödemek üzere taksim edilir.

Onların her birinden, her senede bir dirhem; veya bir dirhem + (birde) dirhemin üçte birisi alınır. Bunlara, üç senede, üç dirhemden fazlası veya dört dirhemden fazlası ödetilmez.

Şayet kabilesi az olup, onların hisselerine fazla düşecek olursa; -neseben- diğer, kabileler de ilâve edilir; yakını, yakınının yakını, kardeşlik asabâtı, sonra oğulluk asabeleri, sonra amca asabeleri, sonra amca oğullan ilâve edilirler... Babalar ve oğullara gelince, bazıları: "Bunlar da ilâve edilir." dediler; bazı âlimler de: "Bunlar dahil olmaz." buyurdular. Kâfî'de de böyledir.

Koca, karısının âkilesi değildir.

Keza, karısı da, kocasının âkilesi değildir. Oğul ananın âkilesi değildir.

Ancak, kadının kocası, babası cihetinden yakmı olursa; (amcasının oğlu olması gibi) o takdirde, âkilesi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bundan sonra, katil âkileden birisi olursa; bize göre, ona da diyetten diğerleri gibi hisse isabet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Kadınlar ve çocuklar için, maktulün yerine diyet verme görevi yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Kölelerden, cariyelerden ve mecnunlardan da, bu diyet alınmaz. Muhıyt'te de böyledir,

Şayet, âkile: "Hissemize dört dirhemden fazla isabet etti." derse; o fazlalık dîğer yakınlarına havale edilir. Serahsî'nin MuhiytTnde de böyledir.

Bâdiye ehlinden birisi, bir şehre iner ve onun, orda misafir olacağı bir yeri bulunmadığı gibi, aşireti ve yardımcısı da olmazsa; İmâm Ebû Hanife  (R.A.): "Cinayetinin karşılığı, onun   malından   alınır.'* buyurmuştur.
Aşireti ve divanı olmayanlar böyledirler. Zahirü'r-rivayede ise, beytü'1-mâl, bunların diyetim öder. Fetva da bunun üzerinedir.

el-Asi'da şöyle buyurulmuştur:
Beytü'1-mâl, vârisi olmayan kimsenin mirasını alır. Katili bilin­meyenin de, diyetini öder.

Sahih olan da budur. Nihâye'de de böyledir.

Şemsirl-Eimme el-Halvânl, şöyle buyurmuştur: Mütaahhirûn âlimleri ihtilaf eylediler: Bazıları: "Acem için âkile

yoktur." buyurdular; bu, Fakiyh EbÛ Bekir ve Ebû Ca'fer el-Hİndüvanî'nin kavilleridir. Zira acem, ensâbını muhafaza edemez. Ve onlar, aralarında yardımlaşma yapmazlar.

Bazı âlimler de: (tAcem için de, -bir kısmı diğerlerine yardım eylediği için- âkile vardır." buyurmuşlar ve: "Hatâen, birisi bir cinayet işlerse; katilin mahallesinin veya sokağının, onun diyetini ödemesi gerekir. *' demişlerdir...

Bu da, Şemsü'l-Eimme el-Halvânî'nin ve birçok âlimlerin kavlidir.
Şeyhu'1-îmâm Zahfrüddln'in üstadı, Fakiyh Ebû Ca'fer'in kavlini -birbirlerine yardımlaş tıkları, ilim talebinde bulundukları ve emsali gibi şeylerden dolayı almıştır.

Yardımlaşma olmayınca, başkasından da yardım talebi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şehir halkı, -her şehrin kendi divânı varsa- diğer şehir halkına âkile olmazlar.

Şayet, evleri birbirine yakınsa, o şehir halkı, diğerinden daha evlâ olur. Hidâye'de de böyledir.
Ana-baba  bir  olan   iki   kardeşin  birinin   divanı   Basra'da; diğerininki Küfe1 de olsa, bunlar birbirinin âkilesi olamazlar. Ancak, divanları bir yerde olursa, o zaman âkile olurlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hatâ ile öldürülür ve bu durum mahkemeye intikal etmeden seneler geçer; sonra mahkemeye düşer ve hâkim katile diyet hükmü verirse; o, bu hükümden itibaren, üç sene içinde ödeme yapar.

Bir adamın âkilesi, rızık sahibi olursa; onun erzakına diyet hük­medilir.

Hüküm verilmeden bir ay önce rızkı elinden çıkıp bir şey kalmazsa;  ondan diyet alınmaz.

Hüküm verildikten bir ay sonra rızkı elinden çıkarsa; -hissesi kadar-ondan diyet alınır. Ve duruma bakılır: Eğer nzıklan her ay çıkıyorsa, her ay üçte bir diyetin, altıda birinin yansı (= on ikide biri) alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, hâkimin hükmünden bir gün veya bir kaç gün sonra çıkarsa; hissesi her ay alınır.

Eğer nzıklan aydan aya çıkıyorsa; atıyyelerini, -rızıklannın haricinde- senelik diyet olarak öderler. Kâfî'de de böyledir.

Rızık ile atâ arasındaki fark:

Rızık: İnsanlar için, beytü'l-malden Verilen hisseye derler (ki bu herkesin ihtiyacı ve kifayet miktarı her ay ve her günlük olarak taksim edilir.).

Atâ ise, senelik olarak takdir edilir, thtiyaç ve kifayet için olmaz.: Din hususunda yardım için olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Katil, Kûfe'li olur ve onun için atâ da bulunur ve bir sene geçene kadar, onun âkilesi borcunu -onun divanı Basra'ya havale edilsin diye-ödemezse; işte o zaman, Basra ahalisinden olan âkilesi; onun diyetini öderler. Mebsût'ta da böyledir.

Diyetin, Kûfe'deki âkilesine, üç seneye kadar ödemesine hükme­dilip, diyetinin üçte biri de alınır veya alınmaz; sonra, onun ismi Basra'nın divanına havale edilirse; onun borcunu, yine de Kûfe'deki divana göre, âkilesi Kûfe'de Öderler. Ancak Basra'dan bir ata' alırsa; ondan hissesi kadar alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Katilin meskeni Kûfe'de olur ve onun için, atâ bulunmaz ve hatâen öldürdüğü adam için de -Basra'da mekan tutana kadar- hüküm verilmezse; o zaman, diyeti Basra'daki âkilesine âit olur.

Şayet, Kûfe'de hükmedilmiş olsaydı; onlardan Basra'ya intikal etmezdi.

Keza, katilden sonra, hükümden evvel; divanı Basra'ya lâhık olursa; divan ehline hükmedilir.

Eğer bâdiye âkidesinin üzerine, hükümden sonra olursa; onlar da tahavvül eylemez. Kâfî'de de böyledir.

Bir bedevi, yerli insanlardan birini hatâen öldürürse; o bedevinin, diyet olarak yüz deve vermesi gerekir. Kavmi kabilesi toplanır ve onlara Öldürülenin velîsine yüz deve vermeleri emredilir. Noksan kalırsa, bel­deleri onu tamamlar. Muhıyt'te de böyledir.

Bâdiye ehlinden bir adam,' bir cinayet işlediğinde, onun hükmü; imâm onu ve kavmini tiakledip, ehl-i ata* kılana kadar verilmesi ve onların atıyyeleri de dinarlar olur ve sonra da bu da'vâ hâkime çıkarılırsa; hâkim diyeti dinarlar olarak hükmeder; deve olarak hük­metmez. Zabîriyye'de de böyledir.

Şayet, hâkim ona yüz deve hükmeylemiş olsaydı da, sonra, onu imâm atıyyeye çevirseydi; kavmini de aynı şekilde ehli ata' yapsaydı; o, dinarlarla develeri alırdı. Daha Önce verdikleri varsa, onu, yüz deveye tamamlardı.

Şayet, deve verememişse; atıyyelerinden, diyeti dinarlar olarak verirler. Develerin kıymeti ister az olsun, ister çok olsun farketmez. Mebsût Şerhi'nde de böyledir.

Şayet, atâ ehli, Kûfe'de olmuş olur; bir adam da cinayet işler hâkim de onun âkilesine hükmeder; sonra da onun kavmi, bâdiye ehlinden bir kavme ilhak eder veya şehir halkma ilhak ederse; onlar, bunlarla birlikte âkile olmazlar. îster hüküm verilmiş olsun, isterse olmasın farketmez. Zabîriyye'de de böyledir.

Bir adam, "hatâ ile adam öldürdüğünü" ikrar eder ve bu hâkime haber verilmeyip, tender sonra söylenirse; hâkim, onun kendi malından olmak üzere, üç sene içinde diyet vermesine hükmeder. Şayet katil, cinayet sahibini doğrular; "hâkimin, filan yerde, Kûfe'deki âkilesine hükmeylediğini" de beyyineler; âkilesi de bunları yalanlar; onun da ata'dan başka malı olmaz ve ancak onlarla birlikte atıyyesi olursa; o takdirde, hissesi kadariyle hükmedilir. Kâfî'de de böyledir.

Kati hususunda âkileye karşı beyyine getirmek, kendisine diyet gereken  şahsa  aittir.   Âkilenin yokluğunda,  onun  beyyinesi  kabul edilmez. Zabîriyye'de de böyledir.

Bir   adam,   hâkimin   huzurunda   "filan   adamı,   hatâ, ile, öldürdüğünü"  ikrar  eder;  öldürülenin  velîsi  de beyyinesiyle,  onu doğrularsa; bu şehâdet kabul edilir ve âkile üzerine diyet hükmedilir.

Kendisine karşı kati iddia olunan ikrarı, beyyinenin kabulüne mâni olmaz.

Zira beyyine, da'valımn ikrarından daha sağlamdır.

Ve, bunun benzeri çoktur, fetâvâyi KâdShan'da da böyledir.

Şayet Öldürülen şahsın velîsi, ikrardan sonra: "Ben, bir beyyine bilmiyorum" ve, hâkime: "Bana, onun malından hükmeyle." derse: o zaman, hâkim ikrar edicinin kendi malından hükmeder.

Sonra da cinayetin velîsi beyyine temin eder ve âkilesine havaleyi murad ederse; bu doğru olmaz. ~

Şayet, velî, hâkime: "Hükümde acele etmeyiniz. Ben, beyyine geti­rebilirim." derse; hâkim, hükmü te'hir eder.

Sonra da velî beyyine ibraz edersem hâkim o zaman âkilesine karsı hükmeder. Mebsût'ta da böyledir.

Azâd olunan  şahsın âkilesi, efendisinin kabilesidir. Mevle'l-müvâlat ve kabilesi, onun âkilesidir. Kâfî'de de böyledir.

Hür bir kadın, Temim Oğullarının mevlâtı olur; kendisi de Hemedanlı bir adamın nikâhı altında bulunur ve bir oğlu olursa; o çocuğun âkilesi anasırım âkilesidir.

Şayet, bu çocuk bir cinayet işlerse; hâkim, babası azâd edilinceye kadar, anasının âkilesine hükmeylemez.

Hâkim, babası tarafı olan efendilerine hükmeder.

Şayet, anası, bir cinayet işlerse; hâkim, onun âkilesi tarafına, tahvil eder (= çevirir). Kocasının âkilesi tarafına havale eylemez.

Keza, çocuk, babası azâd edilmeden önce, bir kuyu kazar; sonra da oraya bir adam düşüp ölür; bu ölüm de babanın azad edilişinden sonra meydana gelirse; bu durumda da'vâcı, cinayet işleyen baliğ ise ananın âkilesini da'vâ eder. Eğer sabî ise, o takdirde, âkilesi babasıdır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir harbî müslüman olduğunda, dar-i islam'da iki müslüman ona vâlî olurlar; sonra da o adam, bir cinayet işlerse; ona vâlî olanların âki­lesi, onun da âkilesi olurlar. Cinayetten sonra da velâlannı tahvil etti­remezler. Hatta o adamın babası esir edilir; oğlu da onu satın alıp, azad ederse; bu durumda o, oğlunun velâsını çeker.

Sonra da babasının mevâlisine bir şeyle müracaat edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
Bir zimmî müslüman olur ve ona hiç kimse vali olmaz ve o hatâen bîr adam öldürür ve bir adam ona vali olana kadar, hükmedilmezse; o vali de temim oğullarından olur; bu şahıs sonra bir cinayet daha işlerse; her iki cinayetin diyetini de beytü'1-mâl öder. Ve müvâlât bâtıl olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Şayet, o adam, bir kuyu kazar; sonra da bir adam ona velî olur; bilâhare de, o kuyuya birisi düşerse; diyet, o valinin malından ödenir. Bu durumda beytü'1-mâl, onun âkilesi olmaz (diyetini ödemez).

Bu, şu mes'eleye muhaliftir: Hatâ ile bir ok veya bir taş atsa; o isabet etmeden Önce de bir adamla akidleşse; sonra da attığı şey, atılana dokunup, onu öldürse; işte onun diyetini, beytü*I-mâl tazmin eder. Serahsî'nın Muhiytı'nde de böyledir.

Müslüman bir kadının efendisi, Temim Oğulları olur; bu kadın da bir cinayet işler veya bir kuyu kazar ve cinayeti için hüküm verilmeden önce de, o kadın, irtidad ederek, dâr-i harbe gider; sonra da esir edilir ve Hemedanlı bir zat onu azâd eder; daha sonra da o kuyuya bir adam düşüp ölürse; o cinayet, Temim Oğullarına hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, bâdiye ehlinden bir adam, yola bir kuyu kazdıktan sonra, hükümdar, onu bâdiyeden şehre nakleder ve badiye ehlini, ayrı ayrı şehirlere iskân eder ve onlara atıyyeler verir; bilâhare de, o kuyuya bir adam düşüp ölürse; bu durumda diyet, kuyuyu kazan şahsın, o adamın kuyuya düştüğü zamandaki âkilesine aittir. Zahîriyye'de de böyledir.

Atıyye ehli iken kuyuyu kazmış, sonra da hükümdar, atıyyeyi bâtıl (= geçersiz) etmiş olur (yâni vermez) ve o adamı, uzun zaman onlar, onun âkilesi olan nesep sahiplerine geri yollar; daha sonra da bir adam, o kuyuya düşerek ölürse; diyet onun, kendisine vacip olduğu günkü âkilesine âit olur. Mebsût'ta da böyledir.

Lâ'netleşme çocuğunun âkilesi, anasının âkilesidir. Sonra da, babası onu iddia ederse; bu defa da hâkimin, o çocuğa babaya hük­metmesinden itibaren üç yıl içinde âkilesi babası tarafına dönüşür.

Keza, bir mükâtep, kitabet bedelini öderken Ölür ve bunun hür bir oğlu olur; oğlu da hür olan bir kadından doğmuş; o kadının mevlâsı da Temim Oğulları olur; bu mükâtep de Hemedanlı olursa; çocuğun âkilesi, anasının âkilesidir. Sonradan, babası kitabet bedelini öderse; o zaman, çocuğun âkilesi baba tarafına geçer.

Keza, bir adam, bir sabîye "bir adamı öldürmesini" emreder; oda, onu öldürürse; bu çocuğun âkilesi, diyeti tazmin ederler.

Sonra da, -bu işin böyle olduğu beyyine ile sabit olursa- emredenin âkilesine müracaat ederler. Eğer bu iş, ikrar ile sabit olursa; o takdirde, tazminatta bulunanlar, -hâkimin hüküm verdiği günden itibaren- üç sene içinde, o şahsın kendi malına veya âkilesine müracaat ederler. Kâfî'de de böyledir.

îşin başlangıcında toplanırlar ve hâkim, çocuğun âkilesine hük­meder ve onun âkilesi de emredenin âkilesi olursa; cinayet sahibi çocuğun âkilesinden aldığı zaman, sabinin âkilesi de, emredenin âkile-sinden alırlar.

Şayet, lâ'netleşme sonunda doğan bir oğul, hatâ ile bir adamı öldürür; hâkim de hükmünü, anasının âkilesinin üzerine verir; onlar da üçte birini öderler; sonra da çocuğun babası, o çocuğu iddia eder ve hâkim, çocuğu babasına hükmederse; bundan sonra, geride kalan üçte iki diyeti,   baba   tarafının   âkilesi   öder.   Ana   tarafının   ödediğini ödemezler. Onlar da müracaatta bulunamazlar. Mebsût'ta da böyledir,

Müslüman, kâfire âkile olamaz. Kâfir de müslümanın âkilesi olamaz.

Kâfirler, -her ne kadar milletleri muhtelif olsa bile- kendi ara­larında birbirlerinin âkilesi olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Bu, aralarında açık bir düşmanlık olmadığı zaman böyledir. Aksi takdirde, aralarında düşmanlık bulunan yahûdî ve hiristiyanlar birbi­rinin âkilesi olamazlar.

Bu kavil İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayet edilmiştir. Kâfî'de de böyledir.

Hiç bir dine bağlı olmayan bir kimse; cinayet işlerse diyet kendi malından ödenir. Şayet dini var da, âkilesi yoksa; diyet onun da kendi malından ödenir. Beytü'l-mâlden ödenmesi gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hata ile adam öldüren bir şahsın âkilesi yoksa; diyet, kendi malından ödenir.

Kasden öldürdüğü zaman da diyet gerekiyorsa; kendi nefsî malından ödenir. Nefis (can) ve hatânın haricinde olan cinayetleri, âki­lesi öder.

Nefis hususunda, şibh-i amd yoluyla işlenen cinayetin diyetini de; katilin âkilesi öder.

Bunun dışında olanlar, tam diyete ulaşıyor ise, caniye aittir. Hulâsa'da da böyledir.

Âkileler onda birin yarısından az olan diyetleri ödemezler. Çoğu zaman onda birin yarısını öderler. Kâfî'de de böyledir.

İkrar ile olur veya mal mukabili anlaşma yapılırsa; -ister, yara­lama olsun; ister öldürme olsun- diyetini cânî kendisi öder. Âkilesi ödemez.  Kölenin diyet  borcunu  ise  efendisi   öder.  Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Efendinin âkilesi, onun kölesinin, müdebberinin, ümm-ü veledinin diyet borcunu, ödemezler. Efendi, kendisi öder. Mebsût'ta da böyledir.

Sadece  cânînin  itirafı  ile,  âkile  diyet  Ödemez;   ancak  onu doğrularlarsa; o zaman öderler. Hidâye'de de böyledir.

Hükümeti adl'e gelince: Eğer suç, yaralamadan dolayı gereken diyetten aşağı ise veya âkilenin taşıyamıyacağı kadarsa; o zaman lâzım gelen karşılıktır.

Bundan fazla olursa, bu hususta âlimlerimizden bir rivayet yoktur. Müteahhirîn âlimleri bu hususta ihtilaf eylemişlerdir. Şeyhu'l-îslâm, şöyle buyurmuştur: Sahih olan; âkilenin taşıyamıyacağı kadar ağır olursa, hükümeti adi gerekir.

Mufassal isimli kitabda ise: "Âkilenin taşıyamayacağı kadar olursa, bunda ihtilaf yokdur." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Hangi diyet olursa olsun, hatâ ile, şibh-i amd veya kasden ölüm ise, diyeti üç sene içinde ve her sene üçte biri ödenir.

Keza, bir adam, ikrar ederek: "Hatâ ile adam öldürdüpnü" söylüyorsa; diyeti kendi malından olmak üzere, üç senede ödenir.

Şayet, anlaşma yaparlarsa peşin de ödenebilir; vadelide ödenir.

Kudûrf, şöyle buyurmuştur:

Âkileye vacip olan diyet veya cânînin malından ödenecek diyet parçaları, üçte bir olarak, her sene Ödenir. Ve üç senede tamamlanır,

On kişi, hatâ ile bir adamı öldürseler; âkileleri onda bir diyeti, üç senede öderler.

Keza, kasden öldürseler de, öldürenin birisi, öldürülenin babası olsa, her birine kendi mallarında, -onda birir- üç senede öderler. Zehiyre'de de böyledir.

Diyetin üçte biri veya daha azını icabettiren işlerde, bir senede; üçte birden fazla olursa, -üçte ikiye kadar- iki senede; tam diyet olursa, üç senede ödenir. Hidâye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [38]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..