9- KİTABETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
Bir mükâtep, efendisine olan kitabet borcundan dolayı hapsedilmez. Kitabet borcunun haricindeki borcu için ("hapsedilir." ve "hapsedilmez." şeklinde) iki kavil vardır. Sirâciyye'de de böyledir.
Yefîme'de şöyle zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den soruldu:
Bir adam, bir köle satın aldıktan sonra; onu satan şahsa: "Gerçekten ben, bu köleyi yirmi dinara mükâtebe eyledim." der; satıcı da bunu inkâr ederse; bu köle, müşteri tarafından mükâtebe edilmiş olur mu? İmâm, şu cevabı vermiş:
"Hayır olmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kâfir bir köleye, bir müslüman ile bir zimmî ortak bulunduğunda; zimmî, ortağının izni ile içki karşılığında kendi hissesini mükâ-teb eylese; bu kitabeti, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâ-meyn'e göre ise, caiz olmaz.
İster izinli, isterse izinsiz -olsun, müslüman zimmîye tazminat yaptıramaz.
Şayet her ikisi birden, içki karşılığında mükâtebe yaparlarsa; ikisinin hissesi de caiz olmaz.
Şayet köle, bu karşılığı öderse; şart yerini bulduğu için azâd edilmiş olur. Zimmî, müslünıana içkinin kıymetinin yarı bedelini verir; zimmî de içkinin yarısını alır.
îki zimmî, bir köleyi, içki karşılğında mükâtep yaptıktan sonra; onlardan birisi, müslüman olursa; her ikisine de -i-içki değil de onun kıymetini zimmînin müslüman olduğu günkü kıymeti üzerinden öder.
Onlardan birisi hissesini alırsa; müslüman olmadan önce, birinin içki hissesini aldığı gibi alınana da kalana da ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.,
Bir adam, kölesinin yansını mükâtep yapınca, onun yansı mükâtep olur; diğer yarısı ise, Okluğu gibi kalır.
Bu şahıs, şehirden çıkmak isterse; efendisi onu men edemez.
Kıyâsda, bu durumda olan bir kimseyi, efendisi, bir gün serbest bırakır; bir gün kendi hizmetinde kullanır.
İstihsânda ise, kitabet bedelini tam ödeyene veya bundan âciz kalana kadar, efendisi böyle yapamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam» cariyesinin yansım mükâtebe eder; bu câriye de borç almak isterse, değerinin tamamı kadar borç etmeye selâhiyeti vardır.
Şayet borcunu ödeyemezse, bu borcun tamamı, onun üzerinde alacak olarak kalır ve bu cariye, bu borcundan dolayı satılır.
Bu câriye, iki kişinin olsaydı ve ortaklardan birisi, kendi hissesini diğer ortağının izni ile mükâtebe etse ve bu câriye borç alıp sonra da onu ödemekten âciz kalsaydı, bu câriye yine borcu için satılırdı. Meb-sût'ta da böyledir.
İbrahim'in Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, başka birinin kölesini, onun izni olmaksızın, bin dirheme mükâtep ettikten sonra, bu bedelin beşyüz dirhemini düşürür; haber efendisine ulaşınca, o da bu işe razı olursa; bu takdirde, kitabet bedeli beşyüz dirhem olur. Efendi onun yapmış olduğu beşyüz dirhem bağışa izin verirse; bu bağış caiz olmaz ve bu kitabet bm dirhem üzerine kalır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, cariyesini üç günlük muhayyerlikle mükâtebe ettiğinde; bu câriye, bu üç günün içinde doğum yapar ve ölürse, o çocuk, aynı muhayyerlik üzere kalır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu akid caizdir.
Şayet çocuk, aylık kitabet bedellerini öderse, istihsânen, anası hayatının son anlarında azâd edilmiş gibi olur ve çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, kölesini, nefsi ve küçük çocuğu karşılığında üç günlük muhayyerlik şartıyle, mükâtep ettiğinde, çocuklarının bir kısmı öldükten sonra, kitabete izin verirse; kitabet bedelinden bir şey düşmez.
Keza bir adam, iki kölesini, bir defada mükâtebe edip, muhayyerliği de şart koşar ve onlardan birisi öldükten sonra, diğerine izin vermesi caizdir. Bu durumda bedelden bir şey noksanlaştırmaz.
Bir kimsenin muhayyerlik şartıyla mükâtebe eylediği cariyesi bir çocuk doğurur ve bu efendi o çocuğu, azâd ederse; bu câriye muhayyerliği üzerinedir: Eğer kitabetine izin verirse bu caizdir ve geçerlidir. Fakat doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedelinden bir şey düşülmez.
Şayet muhayyerlik efendiye âit olur ve o anasını azâd ettiği hâlde, çocuğunu azâd etmezse, bu durumda çocuk azâd olmuş olmaz.
Şu mesele bunun hiîafınadır:
Şayet, muhayyerlik mükâtebeye âit olur; efendisi de anasını azâd ederse; bu durumda çocukla birlikte azad olmuş olurlar. Muhıyt'te de böyledir.
îki köle birlikte, bir kitabet ile mükâtebe edilirler ve bu ikisinin de bir cariyeleri olur; bu cariyenin doğurduğu çocuğu da, ikisi birlikte iddia ederler; beraber borçlarım ödedikten sonra da bu iki mükâtep ölürse; bu takdirde, o çocuk ikisine de vâris olur.
Şayet, kitabetleri ayrı ayrı olmuş olsa ve her ikisi de kitabet borçlarım ödemiş bulunsalardı; çocuk, onların hiç birine vâris olamazdı.
Nesebi bilinmeyen bir kimse, kölesini mükâtep eder; bu mükâtep de bir câriye satın alıp, o da, o cariyeyi mükâtebe eder ve nesebi belli olmayan şahıs; mükâtep ettiği şahsın mükâtebesinin kendisine ait olduğunu söyler; bu câriye de onu doğrularsa; ikrarı sahih olur ve o şahıs, mükâtebi ile onun mükatebesine mâlik olur.
Bunların kitabetleri baki kalır. Hatta, nesebi meçhul olan şahıs onları azad ederse, birbirinin bedelini ödemek suretiyle azâd olurlar.
Şayet, birlikte ödeme yaparlarsa; birlikte azâd edilmiş olurlar. Birinin, diğerine velâsı olmaz.
Eğer birisi önce öderse, diğerinin velâsına sahip olur. Onun, bunun üzerine velâsı olmaz.
Eğer, her ikisi birlikte âciz kalırlar ve efendileri de azâd ederse; ikisi de azâd olmuş olurlar. Kâfî'de de böyledir.
Bir mükâtebenin, efendisi ölmüş; onun da erkek veya kadın küçük vârisleri kalmış bulunur; sonra da mükâtep ölmüş olursa; onun vârisleri, kitabet bedelini diğerlerine öderler. Onlar da aralarında taksim ederler.
Eğer bu mükâtebin, efendisinin vârislerinden başka, vârisleri yoksa; durum yine böyledir.
Mükâtep ölmemiş olur ve onun çocukları, kitabet bedelini öderler veya kitabet bedeli kendilerine bağışlanır yahut azad edilirler; sonra da, mükâteb ölürse; mirası, efendisinin erkek çocuklarına ödenir.
Bir mükâtebin cariyesi doğurur; onun efendisi de, "çocuğun kendinden olduğunu" iddia eder; mükateb de bunu doğrulasa; bu çocuğun nesebi sabit olur.
Meselâ: Bir cariyenin, doğurduğunu bir yabancı iddia ettiğinde, câriye de onu ikrar ederse; hem mehrini ondan alır; hem de şocuğun nesebi sabit olur. Fakat, bu câriye ümm-ü veled olamaz.
Şayet mükâtep inkâr ederse, neseb sabit olmaz. Tek bir gün bile olsa; nesep cariyeye sahib olan kimseden mükâtebin hakkına zeval gelmemesi için sabit olur.
Bir mükâtebeyi, efendisinin nikahlaması caiz olmaz.
Eğer mükâtep, efendisinin zevcesini satın alırsa; onun nikâhı baki kalır. Mükâteb satın aldıktan sonra, altı aya kadar doğum yapar; efendisi de doğrularsa; nesep sabit olur; bu durumda çocuk azâd edilmiş olmaz; mehir de gerekmez.
Keza, bir mükâtep, bir köle satın alır; efendisi de onun nesebini iddia eder; onu mükâtep de doğrularsa, nesebi sabit olur; ancak, bu köle azâd edilmiş olmaz.
Bir mükâtep, cariyesini mükâtebe edip, o da borcunu ödedikten sonra, altı ay müddetten az olmak suretiyle bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia eder; ve câriye doğrularsa; nesebi sabit olur ve doğduğu günkü kıymetiyle azâd edilir.
Kitabetinden altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra doğurur ve efendisi onu iddia ederse; aldatma olacağından o çocuk, azâd edilmiş olmaz.
Ancak mükâtebe âciz kaldıktan sonra doğum yaparsa; çocuk kıymetiyle birlikte azâd olmuş olur.
Şayet kitabetinden sonra, altı aydan fazla bir müddette doğum yaparsa; burada cevap; azâd edildikten sonra, altı aydan fazla bir zamanda doğum yapana verilen cevap gibidir.
Azâd olduktan sonra, altı ayda doğum yapar; efendisi de onu, azâd ettikten sonra yapmış olduğu cima sebebiyle kendisinden zannederse.; nesebi sabit olmaz. Eğer doğrularsa, mülkiyet hakkı olmadığı için zâni olur. Bunun te'vili, aynen yabancı gibidir.
Şayet mükâtebesini azâd ettikten sonra nikahladığını iddia eder; mükâtebe de onu tasdik ederse; nesep sabit olur. Nikâhda şüphe bulunduğundan, çocuk azâd edilmiş olmaz.
Ancak, bu çocuk da anasına tâbi olarak mükâtep oİur.
Eğer anası âciz kalırsa, her ikisi de köleliğe avdet eder.
Eğer mükâtebe nikâhı yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Ancak âciz olursa; o doğru olur. Ve çocuk azâd olmuş olmaz.
Mükâtebe doğrular da; hür olan mükâtip yalanlarsa; nesep sabit olur. Ve çocuk köle olarak kalır.
Eğer hür olan mükâtep doğrular ve "Ona, efendisi azâd eylemeden cima eyledi." der; mükâtebe de onu yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Bu aczinden sonra olursa; nesep sabit olur. Ve âciz olmasından sonra olursa; mükâtebe, mükâtibin cariyesi olur.
Bir mükâtebin mükâtebesinin sahip olduğu câriye bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia eder ve mükâtebe onu doğrularsa; nesep sabit olur; çocuk azâd edilmiş olmaz.
Eğer âciz olur ve sahip olduğu günden itibaren altı ayda doğum yaparsa; o, kitabetten aciz olduğu günkü kıymetiyle hürdür. Kâfî'de de böyledir.
Hür biri ile bir mükâtebin ortak bulunduğu bir câriye bir doğum yapar; o çocuğu da mükâteb iddia ederse; çocuk onun çocuğu, câriye de ümm-ü veledi olur. Mehrin yarısını efendisine; cariyenin kıymetinin yarısını da hür olan zata tazmin eder. Çocuğun kıymetinden bir tazminatta bulunmaz.
Bu tazminatları yaptıktan sonra, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o câriye de, çocuğu da efendisinin malı olur. Muhakeme olmazlar; bir tazminatta bulunmaz ve kendisi de âciz kalırsa; cariyenin ve çocuğun yarısı, hür olan ortağının olur. Kendisinin de, mehrin yansım ödemesi gerekir,
Aralarında ortak oldukları mükâtebenin doğurduğu çocuğu, mü-Vâtebin iddiası caiz olur. Bu durumda mükâtebe muhayyerdir. Dilerse kitabet haline devam eder; ciması sebebiyle mükâtebden mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz geçer. O takdirde mükâtep, ortağına, cariyenin ve çocuğun yarı kıymetini öder.
Şayet bu çocuğu, her ikisi de iddia ederlerse, hür olanın iddiası kabul edilir.
Eğer kadın, kitabet hâlini ihtiyar eder; sonra da hür olan zat ölürse; ondan kitabet hissesi düşer. Artık mükâtebe, diğerinin yarı hissesini kitabet bedelinin en az olanı ile öder.
Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, kıymetinin tam yarısını öder. Eğer âciz kalırsa, yarı kıymetine s el âhiy etlidir.
O mükâtebeye, önce mükâtep cima eder; ve ondan da bir çocuk doğurur: sonra da ona hür olan cima eder ve ondanda bir çocuk doğurur; çocukları da her iki mükâtib de iddia ederler; onların sözlerinden başkası da bilinmezse; her birisi o çocukların birini alır ve diğerine bir şey borçlanmaz. Ve onların her birisi, cariyenin mehrinin yansını verirler. Bu kadın, kitabet ile acz arasında muhayyerdir: Eğer âciz olursa; hür olanın ümm-ü veledi olur; o da, diğerine kıymetinin yarısını tazmin eder. Mükâtebin çocuğunun da nesebi sabittir. O da, onun kıymetinin yarısını hür olana verir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, hür olan veya bir akidle mükâtep bulunan oğlunun cariyesine cima ederse, doğan çocuğun nesebi, bu mükâtebden sabit olmaz. Ancak oğlu onu tasdik ederse, o çocuk ile sabit olur.
Eğer mükâtep azâd edilmiş olur ve o cariyeye de tek bir gün sahib olmuş bulunursa, çocuğun nesebi, sahih ve sabit olur. Câriye de, onun ümm-ü veledi olur.
Şayet çocuk, cariyenin kitabeti halinde mükâtipten oldu veya mü-kâtip onu satın aldıktan sonra bu çocuk doğdu ise, mükâtebin onu iddia etmesi sahih olur. Ve bu câriye, onun ümm-ü veledi olur. Mehrini, kıymetini de Ödemez. Mumyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât'da şöyle buyurmuştur: îki mükâtebin ortak bulundukları bir câriye, bir çocuk doğurduğunda, bunların ikisi de o çocuğu iddia ederlerse, o çocuğun nesebi ikisinden sabit olur. Bu çocuk, ikisinin de mükâtebesi olur.
Bu câriye ümm-ü veled olur. Hür olan çocuğun anasını satmak caiz olmadığı gibi, bunun da anasının satılması caiz olmaz.
Eğer onlardan birisi, kitabet bedelini öderse, onun hakkında azâd şartı tahakkuk eder ve onun hissesi azad olmuş olur; diğerinin kitabet hissesi ise baki kalır. Çocuk hakkında tazminat gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'in kıyâslarına göre ise onlardan birisi iddia ederse, çocuktan onun hissesi azâd olunur; kalanı da azat olur. Çocuk hakkında bir tazminat gerekmez. Cariyenin tamamı ümm-ü veled olur. İster zengin, ister fakir olsun, diğerinin hissesini öder. MuhıyCte de böyledir.
İki kişinin ortak bir cariyeleri bulunur ve ortaklardan birisi, ona borç ödemek için ticâret yapma izni verir; diğeri de, arkadaşının izni ile onu mükâtebe ederse; alacaklıların buna razı olmama hakları vardır.
Eğer razı olurlarsa, bu da caiz olur.
Alacaklılar hazır bulunmazlar ve efendisi kitabet bedelini alırsa; şartının mevcudiyetinden dolayı onun hissesi azâd olmuş olur. Ve alacaklılar onun aldığının yarısını alırlar. Çünkü o, onun kazancının yarısını o borç ödemekle meşgul iken almaktadır. Sonra, bu mükâtebenin, o alacaklılara verdiği kadar için, bu mükâtebeye müracaat ederler.
İzinli ve borçlu bir câriye bir çocuk doğurur; çocuğun efendisi de onu mükâtebe ederse; alacaklılar onu reddederler. Eğer ana olmazsa, borcunu öder.
Eğer borcunu öderse, kitabeti de caiz olur.
Şayet, çocuğun efendisi, onu azâd ederse; alacaklılar, ona, kıymetini ödetirler.
Annenin borç ödeme gücü olmaz; efendisi de fakir olursa; alacaklılar, çocuğun en az kıymetini alırlar; artanı alacak olarak kalır. Ve annenin borcu olur.
Bu kadın bir çocuk doğurur ve o genç ve dinç olup, alım-satım yapmaya da başlar; sonra da alacaklıları gelir ve onun mükâtebeliğini reddederlerse; onların reddi sebebiyle kitabet bâtıl (- geçersiz) olur. Analarındaki haklan baki olduğu için, hasseten o oğlan, alacaklılar için anasının alacaklılarından başka, şahsen kendi borcu için satılır.
Keza, anası mükâtebe olmasa ve o oğlana ticâret izni verilse, yine o, borcu için satılır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, iki küçük kölesini, tek kitabet akdi ile mükâtebe ettiğinde, onlardan birisi akıllı olsa bile, ikisi de büyükler menzilin dedir ler.
Bir adam, iki kölesini, bir defada bin dirheme ve ikisinin birbirine kefil olması; eğer kitabet bedellerini öderlerse; azâd olmaları; âciz kalırlarsa tekrar köleliğe dönmeleri şartı ile mükâtebe yaparsa; bu kitabet, istihsânen caizdir.
Eğer azâd için, onlardan birisi, bin dirhemin tamamını ödedi; sonra da ödeme yapan zat, ortağına hissesi içjn müracaat eyledi ise, onun kıymetinin o kadar olması hâlinde, hissesini alır.
Keza, onlardan birisi, bir şey ödedi ise yarısı için ortağına müracaat eder. İster az olsun, isterse çok olsun farketmez.
Efendisine gelince, o kitabet bedelini, her hangisinden dilerse, ondan alır.
Şayet onlardan birisi ölecek olursa; sağ kalandan, bir şey noksanlaşmaz.
Eğer sağ kalan, kitabet bedelinin, tamamını öderse, bu mükâtebe de tamamen azad olunmuş olur.
Şayet efendileri, onlardan birisini azâd ederse; onun hissesi kitabet bedelinden düşmüş olur.
Bir adam, iki cariyesini mükâtebe kıldığında; onlardan birisi doğum yapar ve o çocuğu, efendisi azâd ederse; her ikisinin kitabet bedellerinden bir şey noksanlaşmaz.
Bu mes'elede, üç durum hasıl olur:
1- Birinci mes'ele yukarıda söylediğimiz mes'eledir.
2- Eğer efendi, onları, bir defada bin dirheme mükâtebe yapmışsa, onun üzerine bir ilâve yapamaz. Bu hâlde, onlardan birisi hissesini öderse, o azâd edilmiş olur.
3- Bu da, efendilerinin: Ödeyiniz ve azâd olunuz." demesidir. Bu durumda şayet ödeme yapamazlarsa, cariyelik haline birinin, diğerine kefil olmasını söylememiş olması hâlinde avdet ederler. Belirlenen bedelin tamamı efendilerine ulaşmadıkça hiç birisi azâd olmaz. Mebsûf'ta da böyledir.
Şayet efendileri, "onların kitabet bedellerini ödediklerini" söylerse, her ikisi de, çocuk da (hepsi) azâd olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, kölesini ve onun karısını, bir defada mükâtebe kılar ve onlardan da her birini, diğerine kefil eder; sonra da bu kölenin karısı, bir çocuk doğurur; o da öldürülürse, kıymetini alma hakkı babasına değil anasına âit olur.
Eğer onu efendisi öldürürse, kıymeti ona aittir ve kısas, kitabete misilleme olur.
Eğer kadın, helâl eder ve razı olursa bu böyledir.
Şayet razı olmaz ve helâl etmezse sonradan, hissesi için kocasına müracaat etme hakkı vardır. Helâl eder ve onun kıymeti de kitabet bedelinden çok olursa, o fazlalık, ananın olur; babanın olmaz.
Şayet doğan çocuk kız olur; o da büyüyüp bir çocuk doğurur; sonra da o çocuk öldürülürse, onun kıymeti büyük anasının olur ve onun kitabetine dâhil olur.
Eğer büyük anne ölür de, çocuk ve baba kalırsa; her ikisi için de büyük anneye bir ruhsat vardır. O ikisinden hangisi, kitabet bedelini öderse; diğerine bir şey için müracaat edemez. Ancak, kocanın hissesi için, ona müracaat edebilir.
Büyük anne hayatta iken, bedelin tamamını ödemiş, gibi olur ve onu kocasına müracaat edip alır ve ona teslim ederdi. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet bir efendi, mükâtebini azâd ederse; azadı geçerli olur ve o mükâtepten kitabet bedeli sakıt olur (= düşer). Ondan vazgeçer veya bağışlarsa, yine dediği gibi olur. îster o, kabul etsin; ister, etmesin farketmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, mükâtebe: "Ben, kabul etmiyorum." derse mükâtebeliğe avdet eder.
Bu mükâtep, kitabet bedelinin hîbe edilmesi hâlinde hür olur. Çünkü, bağış red edilse bile sahih olur.
Ancak haber kendisine ulaştıktan ve kabul ettikten sora, reddetmiş olursa; bu durumda kitabeti fesholmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kölesini, bir dirheme, vadeli olarak mükâtep yapar; o da vakti geçmeden kitabet bedelini öderse; efendisi bunu kabul etmesi hususunda cebredilir.
Şayet müddet tâyin etmez ve bir de kendisine hizmet etmesini isterse, bu kitabet caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, efendi; kitabet bedelini ödedikten sonra, bir ay daha, mü-kâtebin kendisine hizmet etmesini istemişse; bu istihsânda caiz; kıyâsda caiz değildir.
Keza, kitabet bedelini ödedikten sonra, enini, boyunu, derinliğini belirterek bir de kuyu kazmasını söylemiş ve yerini de göstermişse; veya bir ev yapmasını istemiş, onun da nereye nasıl bir şekilde yapılacağını açıklamişsa; işte bu da dediğimiz gibidir. Yani kıyâsda caiz değil; istihsânda ise caizdir.
Şayet, bir ay hizmet etmesi karşılığında kitabete bağlamışsa, bu hem kıyâs da, hem istihsân da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kitabet tecezzi (= bölünme) kabul eder.
Hatta, bir adam, kölesinin yarısını mükâtep eylese bu da caizdir. Bu kölenin kazancının yarısı, kendisinin; yarısı da efendisinin olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir adam, cariyesinin yarısını mükâtebe ettiğinde; bu cariye bir çocuk doğurursa; o çocuğun da aynı anası gibi yansı mükâtebe olur. Ve onun yarısı anasının kazancı; yarısı da efendisinin kazancı olur.
Eğer, bu kadın, yarı bedeli olan borcunu öderse, çocukla birlikte yarıları azâd olmuş olurlar.
Sonra da, kıymetlerinin yarısını ödemeye çalışırlar.
Bu çocuğun kazancı anasının da, efendisinin de değildir; yalnız kendisine aittir.
Şayet anası kitabet bedelinden hiçbir şey ödemeden ölürse, çocuk kendisi ödemeye gayret eder.
Şayet ödeyebilirse, anasının yarısını son demlerinde azâd etmiş gibi olur. Kendisinin yarısı da azad edilmiş olur. Geride kalan yarı kıymetini temine çalışır.
Şayet, önce, bedelini aylık taksitler hâlinde ödemek üzere mükâtep yapar; sonra da onu peşine çevirirse; aralarında da, kitabet bedelinin bir kısmını düşmek şartıyle anlaşma yaparlarsa; bu caizdir.
Eğer teslim almadan önce ayrılirlarsa, anlaşma bozulmaz.
Eğer bir yer karşılığında veya te'cilsiz yaparlarsa o zaman, bu kitabet caiz olmaz. Şayet bin dirheme ve aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar ve her ayda on dirhem öderse, bu da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini mükâtep yaptıktan sonra; aralarında görüş ayrılığı (= ihtilaf) çıkarsa (şöyle ki: Mükâtep: "Sen, beni bin dirheme mükâtep yaptın." der; efendisi de: "Hayır, ben seni, iki bin dirheme mükâtep yaptım." derse; veya malın cinsinde ihtilaf ederlerse;) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce yenıinleşirler." buyurmuş; sonra da bu kavlini terkederek: "Kölenin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur ve efendisinin beyyine getirmesi gerekir." buyurmuştur.
Bunlar, da'vâlaşıp hâkime çıkarlar; hâkim mükâtebe yemin verir ve o yemin üzerine bin dirheme hükmeder ve şayet efendisi "ikibin dirhem olduğuna" dair beyyine ibraz ederse; o zaman iki bin dirhem olarak ilzam eder.
Eğer efendi beyyine getiremezse, köle bin dirhemi ödeyince, azâd olur.
Bundan sonra, efendisi, "iki bin dirhem olduğunu" isbat ederse; kıyâsda bu köle iki bin dirhemi ödemedikçe azâd edilmiş olmaz.
İstihsânda ise, o köle hürdür ve bin dirhem daha ödemesi gerekir.
Bir adam, kölesini mükâtebe ettiğinde, akidde ihtilaf ederler ve mükâtep, efendisine: "Sen, beni malıma ve nefsime karşılık olarak, bin dirheme mükâtep eyledin." der; efendisi de: "Hayır, seni malın hariç, yalnız nefsine,karşı mükâtep kıldım." derse; bi'1-ittifak efendinin sözü geçerli olur ve burda karşılıklı yeminleşmek yoktur.
Şayet beyyineleri varsa; mükâtebin beyyinesine itibar edilir.
Efendi: "Seni mükâtebe yaptığım gün, elinde olan mal benim-di." der; mükâtep de: "Hayır, benim idi. Sen beni mükâteb eyledikten sonra, o malları ben kazandım." derse, bu durumda mükâtebin sözü geçerlidir.
Efendisinin beyyine getirmesi gerekir. Şayet beyyinesi varsa, onun beyyinesi evlâdır.
Müddetin .aslında veya müddetin miktarında ihtilafa düşerlerse; bu hususta efendinin sözü geçerli olur.
Müddetin aslında ittifak ederler de, miktarında ihtilaf ederler ve bu miktarın da bir müddeti geçmiş olursa, bu durumda kölenin sözü geçerli olur.
Şayet köle iddia eder ve: "Beni, bin dirheme; her ay yüz dirhem vermek üzere mükâtep eyledi." der; efendisi de: "Hayır, seni her ay iki yüz dirhem vermek üzere, mükâtep eyledim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerlidir.
Şayet, çocuk hakkında mükâtebe ile efendisi arasında ihtilaf çıkar ve efendisi: "Sen, onu, ben seni mükâtebe eylemeden doğurdun/' der; mükâtebe de: "Hayır, sen beni mükâtebe eyledikten sonra doğurdum, "derse; eğer çocuk efendinin yanında bulunmakta ise efendisinin sözü geçerli olur.
bk, eğer çocuk, anasının yanında ise, bu mükâtebenin sözü geçerlidir.
Bu çocuğun ne zaman doğduğu bilinmiyorsa, yine, mükâtebenin sözü geçerli olur.
Çocuk kimin yanında ise ona itibar edilir. İmâm Muhammed (R.A.), bunu kitab'da zikreylememiştir. Şayet çocuk ikisinin de yanında ise, durum nedir?
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bu hususta, efendinin sözü geçerlidir. Eğer beyyinesi varsa
mükâtebenin beyyinesi geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.
Taraflardan birisi, kitabetin fesadını iddia ediyor; diğeri de onu inkâr ediyorsa; inkâr edenin sözü geçerli olur. Çünkü akidde ittifakları vardır,
Her ikisinin de beyyinesi varsa; fesadını iddia edenin beyyinesi kabul edilir.
Bir zimmî, müslüman olan kölesini mükâtep yaptıktan sonra, aralarında miktarı hakkında ihtilaf çıkar ve zimmî hristiyan şahit getirirse; onun şehâdeti kabul edilmez.
Bir harbî, güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girer ve burada bir zim-mîyi köle olarak satın alıp, onu kitabete bağladıktan sonra aralarında, mükâtebe olup-olmadığı hususunda ihtilaf çıkar; harbî olan şahıs, kendi ile birlikte güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girmiş birini şahit getirirse, onun şehâdeti zimmî olan köleye karşı kabul edilmez. Bu şahitler birden fazla olsalar bile hüküm böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir cariyeden bir çocuk doğduğunda, efendisi o cariyeyi mükâtebe yaparsa, o çocuğun kazancı, efendisinin olur.
Keza, bu mükâtebe bir çocuk doğurursa; o çocuk da anası ile birlikte mükâtep olur. Anası ona ve kazancına hak sahibidir.
Bir adam, cariyesini, kölesine nikahlayıp, ikisini de mükâtebe ettiğinde; bu kadın bir çocuk doğarsa; kazancı kendisinin olur ve birlikte mükâtebe olurlar. Şayet o çocuk öldürülürse, kıymeti anasının olur; babasının olmaz.
Şu mes'ele bunun hilafınadır:
Kitabeti hem kendileri, hem de çocukları için kabul etmişler ve çocuk da öldürülmüşse o zaman, çocuğun bedeline ortak olurlar. Bu durumda bedel, ananın olmaz. TebyîiTde de böyledir.
Bir mükâtep, efendisinin izniyle evlendiğinde, aldığı kadını hür zanneder; ondan da bir çocuğu doğar; sonra da, o kadına bir hak sahibi çıkarsa; onun çocuğu köledir; kıymetini alamaz. İzinli köle de böyledir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bir mükâtebe, efendisi izin vermeden nikâhlansa ve bâine olsa; nikâhı fâsid olur. O cariyenin mehri, hürriyetine kavuşmasından sonra alınır. Ancak kız idiyse, hali hazırda alınır. Çünkü bu, cinayet tazminatıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir mükâtep, bir kızın bekâretini bozarsa,' ona had uygulamak gerekir. Çünkü, o zina eylemiştir ve o muhataptır.
Bu mükâtep, o kıza üzerine dahil oldu ise, üzerine mehir gerekir.
Şayet, bu kadın, rizâsı ile hakkını tehir ederse, bu mükâtep azâd olduktan sonra, onun mehrini öder.
Eğer tehirine razı olmazsa; bu kadın mehrini hâli hazırda alır:
Eğer, mükâtep, o kadına karşı bir cinayet işlerse, diyetini ödemesi gerekir.
Şayet mükâtep: "Ben, bunu nikahladım." der; kadın da onu doğ-rularsa, bu durumda ancak mehrini, bu kadın, hakkını te'hir etmişse, azâd olduğu zaman ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [17]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161-162.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162-163.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163-164.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164-166.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/166-167.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/168-175.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/176-183.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/184-187.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/188-196.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/197-201.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/202-209.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/210-219.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/220-234.
Yefîme'de şöyle zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den soruldu:
Bir adam, bir köle satın aldıktan sonra; onu satan şahsa: "Gerçekten ben, bu köleyi yirmi dinara mükâtebe eyledim." der; satıcı da bunu inkâr ederse; bu köle, müşteri tarafından mükâtebe edilmiş olur mu? İmâm, şu cevabı vermiş:
"Hayır olmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kâfir bir köleye, bir müslüman ile bir zimmî ortak bulunduğunda; zimmî, ortağının izni ile içki karşılığında kendi hissesini mükâ-teb eylese; bu kitabeti, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâ-meyn'e göre ise, caiz olmaz.
İster izinli, isterse izinsiz -olsun, müslüman zimmîye tazminat yaptıramaz.
Şayet her ikisi birden, içki karşılığında mükâtebe yaparlarsa; ikisinin hissesi de caiz olmaz.
Şayet köle, bu karşılığı öderse; şart yerini bulduğu için azâd edilmiş olur. Zimmî, müslünıana içkinin kıymetinin yarı bedelini verir; zimmî de içkinin yarısını alır.
îki zimmî, bir köleyi, içki karşılğında mükâtep yaptıktan sonra; onlardan birisi, müslüman olursa; her ikisine de -i-içki değil de onun kıymetini zimmînin müslüman olduğu günkü kıymeti üzerinden öder.
Onlardan birisi hissesini alırsa; müslüman olmadan önce, birinin içki hissesini aldığı gibi alınana da kalana da ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.,
Bir adam, kölesinin yansını mükâtep yapınca, onun yansı mükâtep olur; diğer yarısı ise, Okluğu gibi kalır.
Bu şahıs, şehirden çıkmak isterse; efendisi onu men edemez.
Kıyâsda, bu durumda olan bir kimseyi, efendisi, bir gün serbest bırakır; bir gün kendi hizmetinde kullanır.
İstihsânda ise, kitabet bedelini tam ödeyene veya bundan âciz kalana kadar, efendisi böyle yapamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam» cariyesinin yansım mükâtebe eder; bu câriye de borç almak isterse, değerinin tamamı kadar borç etmeye selâhiyeti vardır.
Şayet borcunu ödeyemezse, bu borcun tamamı, onun üzerinde alacak olarak kalır ve bu cariye, bu borcundan dolayı satılır.
Bu câriye, iki kişinin olsaydı ve ortaklardan birisi, kendi hissesini diğer ortağının izni ile mükâtebe etse ve bu câriye borç alıp sonra da onu ödemekten âciz kalsaydı, bu câriye yine borcu için satılırdı. Meb-sût'ta da böyledir.
İbrahim'in Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, başka birinin kölesini, onun izni olmaksızın, bin dirheme mükâtep ettikten sonra, bu bedelin beşyüz dirhemini düşürür; haber efendisine ulaşınca, o da bu işe razı olursa; bu takdirde, kitabet bedeli beşyüz dirhem olur. Efendi onun yapmış olduğu beşyüz dirhem bağışa izin verirse; bu bağış caiz olmaz ve bu kitabet bm dirhem üzerine kalır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, cariyesini üç günlük muhayyerlikle mükâtebe ettiğinde; bu câriye, bu üç günün içinde doğum yapar ve ölürse, o çocuk, aynı muhayyerlik üzere kalır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu akid caizdir.
Şayet çocuk, aylık kitabet bedellerini öderse, istihsânen, anası hayatının son anlarında azâd edilmiş gibi olur ve çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, kölesini, nefsi ve küçük çocuğu karşılığında üç günlük muhayyerlik şartıyle, mükâtep ettiğinde, çocuklarının bir kısmı öldükten sonra, kitabete izin verirse; kitabet bedelinden bir şey düşmez.
Keza bir adam, iki kölesini, bir defada mükâtebe edip, muhayyerliği de şart koşar ve onlardan birisi öldükten sonra, diğerine izin vermesi caizdir. Bu durumda bedelden bir şey noksanlaştırmaz.
Bir kimsenin muhayyerlik şartıyla mükâtebe eylediği cariyesi bir çocuk doğurur ve bu efendi o çocuğu, azâd ederse; bu câriye muhayyerliği üzerinedir: Eğer kitabetine izin verirse bu caizdir ve geçerlidir. Fakat doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedelinden bir şey düşülmez.
Şayet muhayyerlik efendiye âit olur ve o anasını azâd ettiği hâlde, çocuğunu azâd etmezse, bu durumda çocuk azâd olmuş olmaz.
Şu mesele bunun hiîafınadır:
Şayet, muhayyerlik mükâtebeye âit olur; efendisi de anasını azâd ederse; bu durumda çocukla birlikte azad olmuş olurlar. Muhıyt'te de böyledir.
îki köle birlikte, bir kitabet ile mükâtebe edilirler ve bu ikisinin de bir cariyeleri olur; bu cariyenin doğurduğu çocuğu da, ikisi birlikte iddia ederler; beraber borçlarım ödedikten sonra da bu iki mükâtep ölürse; bu takdirde, o çocuk ikisine de vâris olur.
Şayet, kitabetleri ayrı ayrı olmuş olsa ve her ikisi de kitabet borçlarım ödemiş bulunsalardı; çocuk, onların hiç birine vâris olamazdı.
Nesebi bilinmeyen bir kimse, kölesini mükâtep eder; bu mükâtep de bir câriye satın alıp, o da, o cariyeyi mükâtebe eder ve nesebi belli olmayan şahıs; mükâtep ettiği şahsın mükâtebesinin kendisine ait olduğunu söyler; bu câriye de onu doğrularsa; ikrarı sahih olur ve o şahıs, mükâtebi ile onun mükatebesine mâlik olur.
Bunların kitabetleri baki kalır. Hatta, nesebi meçhul olan şahıs onları azad ederse, birbirinin bedelini ödemek suretiyle azâd olurlar.
Şayet, birlikte ödeme yaparlarsa; birlikte azâd edilmiş olurlar. Birinin, diğerine velâsı olmaz.
Eğer birisi önce öderse, diğerinin velâsına sahip olur. Onun, bunun üzerine velâsı olmaz.
Eğer, her ikisi birlikte âciz kalırlar ve efendileri de azâd ederse; ikisi de azâd olmuş olurlar. Kâfî'de de böyledir.
Bir mükâtebenin, efendisi ölmüş; onun da erkek veya kadın küçük vârisleri kalmış bulunur; sonra da mükâtep ölmüş olursa; onun vârisleri, kitabet bedelini diğerlerine öderler. Onlar da aralarında taksim ederler.
Eğer bu mükâtebin, efendisinin vârislerinden başka, vârisleri yoksa; durum yine böyledir.
Mükâtep ölmemiş olur ve onun çocukları, kitabet bedelini öderler veya kitabet bedeli kendilerine bağışlanır yahut azad edilirler; sonra da, mükâteb ölürse; mirası, efendisinin erkek çocuklarına ödenir.
Bir mükâtebin cariyesi doğurur; onun efendisi de, "çocuğun kendinden olduğunu" iddia eder; mükateb de bunu doğrulasa; bu çocuğun nesebi sabit olur.
Meselâ: Bir cariyenin, doğurduğunu bir yabancı iddia ettiğinde, câriye de onu ikrar ederse; hem mehrini ondan alır; hem de şocuğun nesebi sabit olur. Fakat, bu câriye ümm-ü veled olamaz.
Şayet mükâtep inkâr ederse, neseb sabit olmaz. Tek bir gün bile olsa; nesep cariyeye sahib olan kimseden mükâtebin hakkına zeval gelmemesi için sabit olur.
Bir mükâtebeyi, efendisinin nikahlaması caiz olmaz.
Eğer mükâtep, efendisinin zevcesini satın alırsa; onun nikâhı baki kalır. Mükâteb satın aldıktan sonra, altı aya kadar doğum yapar; efendisi de doğrularsa; nesep sabit olur; bu durumda çocuk azâd edilmiş olmaz; mehir de gerekmez.
Keza, bir mükâtep, bir köle satın alır; efendisi de onun nesebini iddia eder; onu mükâtep de doğrularsa, nesebi sabit olur; ancak, bu köle azâd edilmiş olmaz.
Bir mükâtep, cariyesini mükâtebe edip, o da borcunu ödedikten sonra, altı ay müddetten az olmak suretiyle bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia eder; ve câriye doğrularsa; nesebi sabit olur ve doğduğu günkü kıymetiyle azâd edilir.
Kitabetinden altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra doğurur ve efendisi onu iddia ederse; aldatma olacağından o çocuk, azâd edilmiş olmaz.
Ancak mükâtebe âciz kaldıktan sonra doğum yaparsa; çocuk kıymetiyle birlikte azâd olmuş olur.
Şayet kitabetinden sonra, altı aydan fazla bir müddette doğum yaparsa; burada cevap; azâd edildikten sonra, altı aydan fazla bir zamanda doğum yapana verilen cevap gibidir.
Azâd olduktan sonra, altı ayda doğum yapar; efendisi de onu, azâd ettikten sonra yapmış olduğu cima sebebiyle kendisinden zannederse.; nesebi sabit olmaz. Eğer doğrularsa, mülkiyet hakkı olmadığı için zâni olur. Bunun te'vili, aynen yabancı gibidir.
Şayet mükâtebesini azâd ettikten sonra nikahladığını iddia eder; mükâtebe de onu tasdik ederse; nesep sabit olur. Nikâhda şüphe bulunduğundan, çocuk azâd edilmiş olmaz.
Ancak, bu çocuk da anasına tâbi olarak mükâtep oİur.
Eğer anası âciz kalırsa, her ikisi de köleliğe avdet eder.
Eğer mükâtebe nikâhı yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Ancak âciz olursa; o doğru olur. Ve çocuk azâd olmuş olmaz.
Mükâtebe doğrular da; hür olan mükâtip yalanlarsa; nesep sabit olur. Ve çocuk köle olarak kalır.
Eğer hür olan mükâtep doğrular ve "Ona, efendisi azâd eylemeden cima eyledi." der; mükâtebe de onu yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Bu aczinden sonra olursa; nesep sabit olur. Ve âciz olmasından sonra olursa; mükâtebe, mükâtibin cariyesi olur.
Bir mükâtebin mükâtebesinin sahip olduğu câriye bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia eder ve mükâtebe onu doğrularsa; nesep sabit olur; çocuk azâd edilmiş olmaz.
Eğer âciz olur ve sahip olduğu günden itibaren altı ayda doğum yaparsa; o, kitabetten aciz olduğu günkü kıymetiyle hürdür. Kâfî'de de böyledir.
Hür biri ile bir mükâtebin ortak bulunduğu bir câriye bir doğum yapar; o çocuğu da mükâteb iddia ederse; çocuk onun çocuğu, câriye de ümm-ü veledi olur. Mehrin yarısını efendisine; cariyenin kıymetinin yarısını da hür olan zata tazmin eder. Çocuğun kıymetinden bir tazminatta bulunmaz.
Bu tazminatları yaptıktan sonra, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o câriye de, çocuğu da efendisinin malı olur. Muhakeme olmazlar; bir tazminatta bulunmaz ve kendisi de âciz kalırsa; cariyenin ve çocuğun yarısı, hür olan ortağının olur. Kendisinin de, mehrin yansım ödemesi gerekir,
Aralarında ortak oldukları mükâtebenin doğurduğu çocuğu, mü-Vâtebin iddiası caiz olur. Bu durumda mükâtebe muhayyerdir. Dilerse kitabet haline devam eder; ciması sebebiyle mükâtebden mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz geçer. O takdirde mükâtep, ortağına, cariyenin ve çocuğun yarı kıymetini öder.
Şayet bu çocuğu, her ikisi de iddia ederlerse, hür olanın iddiası kabul edilir.
Eğer kadın, kitabet hâlini ihtiyar eder; sonra da hür olan zat ölürse; ondan kitabet hissesi düşer. Artık mükâtebe, diğerinin yarı hissesini kitabet bedelinin en az olanı ile öder.
Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, kıymetinin tam yarısını öder. Eğer âciz kalırsa, yarı kıymetine s el âhiy etlidir.
O mükâtebeye, önce mükâtep cima eder; ve ondan da bir çocuk doğurur: sonra da ona hür olan cima eder ve ondanda bir çocuk doğurur; çocukları da her iki mükâtib de iddia ederler; onların sözlerinden başkası da bilinmezse; her birisi o çocukların birini alır ve diğerine bir şey borçlanmaz. Ve onların her birisi, cariyenin mehrinin yansını verirler. Bu kadın, kitabet ile acz arasında muhayyerdir: Eğer âciz olursa; hür olanın ümm-ü veledi olur; o da, diğerine kıymetinin yarısını tazmin eder. Mükâtebin çocuğunun da nesebi sabittir. O da, onun kıymetinin yarısını hür olana verir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, hür olan veya bir akidle mükâtep bulunan oğlunun cariyesine cima ederse, doğan çocuğun nesebi, bu mükâtebden sabit olmaz. Ancak oğlu onu tasdik ederse, o çocuk ile sabit olur.
Eğer mükâtep azâd edilmiş olur ve o cariyeye de tek bir gün sahib olmuş bulunursa, çocuğun nesebi, sahih ve sabit olur. Câriye de, onun ümm-ü veledi olur.
Şayet çocuk, cariyenin kitabeti halinde mükâtipten oldu veya mü-kâtip onu satın aldıktan sonra bu çocuk doğdu ise, mükâtebin onu iddia etmesi sahih olur. Ve bu câriye, onun ümm-ü veledi olur. Mehrini, kıymetini de Ödemez. Mumyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât'da şöyle buyurmuştur: îki mükâtebin ortak bulundukları bir câriye, bir çocuk doğurduğunda, bunların ikisi de o çocuğu iddia ederlerse, o çocuğun nesebi ikisinden sabit olur. Bu çocuk, ikisinin de mükâtebesi olur.
Bu câriye ümm-ü veled olur. Hür olan çocuğun anasını satmak caiz olmadığı gibi, bunun da anasının satılması caiz olmaz.
Eğer onlardan birisi, kitabet bedelini öderse, onun hakkında azâd şartı tahakkuk eder ve onun hissesi azad olmuş olur; diğerinin kitabet hissesi ise baki kalır. Çocuk hakkında tazminat gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'in kıyâslarına göre ise onlardan birisi iddia ederse, çocuktan onun hissesi azâd olunur; kalanı da azat olur. Çocuk hakkında bir tazminat gerekmez. Cariyenin tamamı ümm-ü veled olur. İster zengin, ister fakir olsun, diğerinin hissesini öder. MuhıyCte de böyledir.
İki kişinin ortak bir cariyeleri bulunur ve ortaklardan birisi, ona borç ödemek için ticâret yapma izni verir; diğeri de, arkadaşının izni ile onu mükâtebe ederse; alacaklıların buna razı olmama hakları vardır.
Eğer razı olurlarsa, bu da caiz olur.
Alacaklılar hazır bulunmazlar ve efendisi kitabet bedelini alırsa; şartının mevcudiyetinden dolayı onun hissesi azâd olmuş olur. Ve alacaklılar onun aldığının yarısını alırlar. Çünkü o, onun kazancının yarısını o borç ödemekle meşgul iken almaktadır. Sonra, bu mükâtebenin, o alacaklılara verdiği kadar için, bu mükâtebeye müracaat ederler.
İzinli ve borçlu bir câriye bir çocuk doğurur; çocuğun efendisi de onu mükâtebe ederse; alacaklılar onu reddederler. Eğer ana olmazsa, borcunu öder.
Eğer borcunu öderse, kitabeti de caiz olur.
Şayet, çocuğun efendisi, onu azâd ederse; alacaklılar, ona, kıymetini ödetirler.
Annenin borç ödeme gücü olmaz; efendisi de fakir olursa; alacaklılar, çocuğun en az kıymetini alırlar; artanı alacak olarak kalır. Ve annenin borcu olur.
Bu kadın bir çocuk doğurur ve o genç ve dinç olup, alım-satım yapmaya da başlar; sonra da alacaklıları gelir ve onun mükâtebeliğini reddederlerse; onların reddi sebebiyle kitabet bâtıl (- geçersiz) olur. Analarındaki haklan baki olduğu için, hasseten o oğlan, alacaklılar için anasının alacaklılarından başka, şahsen kendi borcu için satılır.
Keza, anası mükâtebe olmasa ve o oğlana ticâret izni verilse, yine o, borcu için satılır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, iki küçük kölesini, tek kitabet akdi ile mükâtebe ettiğinde, onlardan birisi akıllı olsa bile, ikisi de büyükler menzilin dedir ler.
Bir adam, iki kölesini, bir defada bin dirheme ve ikisinin birbirine kefil olması; eğer kitabet bedellerini öderlerse; azâd olmaları; âciz kalırlarsa tekrar köleliğe dönmeleri şartı ile mükâtebe yaparsa; bu kitabet, istihsânen caizdir.
Eğer azâd için, onlardan birisi, bin dirhemin tamamını ödedi; sonra da ödeme yapan zat, ortağına hissesi içjn müracaat eyledi ise, onun kıymetinin o kadar olması hâlinde, hissesini alır.
Keza, onlardan birisi, bir şey ödedi ise yarısı için ortağına müracaat eder. İster az olsun, isterse çok olsun farketmez.
Efendisine gelince, o kitabet bedelini, her hangisinden dilerse, ondan alır.
Şayet onlardan birisi ölecek olursa; sağ kalandan, bir şey noksanlaşmaz.
Eğer sağ kalan, kitabet bedelinin, tamamını öderse, bu mükâtebe de tamamen azad olunmuş olur.
Şayet efendileri, onlardan birisini azâd ederse; onun hissesi kitabet bedelinden düşmüş olur.
Bir adam, iki cariyesini mükâtebe kıldığında; onlardan birisi doğum yapar ve o çocuğu, efendisi azâd ederse; her ikisinin kitabet bedellerinden bir şey noksanlaşmaz.
Bu mes'elede, üç durum hasıl olur:
1- Birinci mes'ele yukarıda söylediğimiz mes'eledir.
2- Eğer efendi, onları, bir defada bin dirheme mükâtebe yapmışsa, onun üzerine bir ilâve yapamaz. Bu hâlde, onlardan birisi hissesini öderse, o azâd edilmiş olur.
3- Bu da, efendilerinin: Ödeyiniz ve azâd olunuz." demesidir. Bu durumda şayet ödeme yapamazlarsa, cariyelik haline birinin, diğerine kefil olmasını söylememiş olması hâlinde avdet ederler. Belirlenen bedelin tamamı efendilerine ulaşmadıkça hiç birisi azâd olmaz. Mebsûf'ta da böyledir.
Şayet efendileri, "onların kitabet bedellerini ödediklerini" söylerse, her ikisi de, çocuk da (hepsi) azâd olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, kölesini ve onun karısını, bir defada mükâtebe kılar ve onlardan da her birini, diğerine kefil eder; sonra da bu kölenin karısı, bir çocuk doğurur; o da öldürülürse, kıymetini alma hakkı babasına değil anasına âit olur.
Eğer onu efendisi öldürürse, kıymeti ona aittir ve kısas, kitabete misilleme olur.
Eğer kadın, helâl eder ve razı olursa bu böyledir.
Şayet razı olmaz ve helâl etmezse sonradan, hissesi için kocasına müracaat etme hakkı vardır. Helâl eder ve onun kıymeti de kitabet bedelinden çok olursa, o fazlalık, ananın olur; babanın olmaz.
Şayet doğan çocuk kız olur; o da büyüyüp bir çocuk doğurur; sonra da o çocuk öldürülürse, onun kıymeti büyük anasının olur ve onun kitabetine dâhil olur.
Eğer büyük anne ölür de, çocuk ve baba kalırsa; her ikisi için de büyük anneye bir ruhsat vardır. O ikisinden hangisi, kitabet bedelini öderse; diğerine bir şey için müracaat edemez. Ancak, kocanın hissesi için, ona müracaat edebilir.
Büyük anne hayatta iken, bedelin tamamını ödemiş, gibi olur ve onu kocasına müracaat edip alır ve ona teslim ederdi. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet bir efendi, mükâtebini azâd ederse; azadı geçerli olur ve o mükâtepten kitabet bedeli sakıt olur (= düşer). Ondan vazgeçer veya bağışlarsa, yine dediği gibi olur. îster o, kabul etsin; ister, etmesin farketmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, mükâtebe: "Ben, kabul etmiyorum." derse mükâtebeliğe avdet eder.
Bu mükâtep, kitabet bedelinin hîbe edilmesi hâlinde hür olur. Çünkü, bağış red edilse bile sahih olur.
Ancak haber kendisine ulaştıktan ve kabul ettikten sora, reddetmiş olursa; bu durumda kitabeti fesholmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kölesini, bir dirheme, vadeli olarak mükâtep yapar; o da vakti geçmeden kitabet bedelini öderse; efendisi bunu kabul etmesi hususunda cebredilir.
Şayet müddet tâyin etmez ve bir de kendisine hizmet etmesini isterse, bu kitabet caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, efendi; kitabet bedelini ödedikten sonra, bir ay daha, mü-kâtebin kendisine hizmet etmesini istemişse; bu istihsânda caiz; kıyâsda caiz değildir.
Keza, kitabet bedelini ödedikten sonra, enini, boyunu, derinliğini belirterek bir de kuyu kazmasını söylemiş ve yerini de göstermişse; veya bir ev yapmasını istemiş, onun da nereye nasıl bir şekilde yapılacağını açıklamişsa; işte bu da dediğimiz gibidir. Yani kıyâsda caiz değil; istihsânda ise caizdir.
Şayet, bir ay hizmet etmesi karşılığında kitabete bağlamışsa, bu hem kıyâs da, hem istihsân da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kitabet tecezzi (= bölünme) kabul eder.
Hatta, bir adam, kölesinin yarısını mükâtep eylese bu da caizdir. Bu kölenin kazancının yarısı, kendisinin; yarısı da efendisinin olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir adam, cariyesinin yarısını mükâtebe ettiğinde; bu cariye bir çocuk doğurursa; o çocuğun da aynı anası gibi yansı mükâtebe olur. Ve onun yarısı anasının kazancı; yarısı da efendisinin kazancı olur.
Eğer, bu kadın, yarı bedeli olan borcunu öderse, çocukla birlikte yarıları azâd olmuş olurlar.
Sonra da, kıymetlerinin yarısını ödemeye çalışırlar.
Bu çocuğun kazancı anasının da, efendisinin de değildir; yalnız kendisine aittir.
Şayet anası kitabet bedelinden hiçbir şey ödemeden ölürse, çocuk kendisi ödemeye gayret eder.
Şayet ödeyebilirse, anasının yarısını son demlerinde azâd etmiş gibi olur. Kendisinin yarısı da azad edilmiş olur. Geride kalan yarı kıymetini temine çalışır.
Şayet, önce, bedelini aylık taksitler hâlinde ödemek üzere mükâtep yapar; sonra da onu peşine çevirirse; aralarında da, kitabet bedelinin bir kısmını düşmek şartıyle anlaşma yaparlarsa; bu caizdir.
Eğer teslim almadan önce ayrılirlarsa, anlaşma bozulmaz.
Eğer bir yer karşılığında veya te'cilsiz yaparlarsa o zaman, bu kitabet caiz olmaz. Şayet bin dirheme ve aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar ve her ayda on dirhem öderse, bu da caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini mükâtep yaptıktan sonra; aralarında görüş ayrılığı (= ihtilaf) çıkarsa (şöyle ki: Mükâtep: "Sen, beni bin dirheme mükâtep yaptın." der; efendisi de: "Hayır, ben seni, iki bin dirheme mükâtep yaptım." derse; veya malın cinsinde ihtilaf ederlerse;) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce yenıinleşirler." buyurmuş; sonra da bu kavlini terkederek: "Kölenin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur ve efendisinin beyyine getirmesi gerekir." buyurmuştur.
Bunlar, da'vâlaşıp hâkime çıkarlar; hâkim mükâtebe yemin verir ve o yemin üzerine bin dirheme hükmeder ve şayet efendisi "ikibin dirhem olduğuna" dair beyyine ibraz ederse; o zaman iki bin dirhem olarak ilzam eder.
Eğer efendi beyyine getiremezse, köle bin dirhemi ödeyince, azâd olur.
Bundan sonra, efendisi, "iki bin dirhem olduğunu" isbat ederse; kıyâsda bu köle iki bin dirhemi ödemedikçe azâd edilmiş olmaz.
İstihsânda ise, o köle hürdür ve bin dirhem daha ödemesi gerekir.
Bir adam, kölesini mükâtebe ettiğinde, akidde ihtilaf ederler ve mükâtep, efendisine: "Sen, beni malıma ve nefsime karşılık olarak, bin dirheme mükâtep eyledin." der; efendisi de: "Hayır, seni malın hariç, yalnız nefsine,karşı mükâtep kıldım." derse; bi'1-ittifak efendinin sözü geçerli olur ve burda karşılıklı yeminleşmek yoktur.
Şayet beyyineleri varsa; mükâtebin beyyinesine itibar edilir.
Efendi: "Seni mükâtebe yaptığım gün, elinde olan mal benim-di." der; mükâtep de: "Hayır, benim idi. Sen beni mükâteb eyledikten sonra, o malları ben kazandım." derse, bu durumda mükâtebin sözü geçerlidir.
Efendisinin beyyine getirmesi gerekir. Şayet beyyinesi varsa, onun beyyinesi evlâdır.
Müddetin .aslında veya müddetin miktarında ihtilafa düşerlerse; bu hususta efendinin sözü geçerli olur.
Müddetin aslında ittifak ederler de, miktarında ihtilaf ederler ve bu miktarın da bir müddeti geçmiş olursa, bu durumda kölenin sözü geçerli olur.
Şayet köle iddia eder ve: "Beni, bin dirheme; her ay yüz dirhem vermek üzere mükâtep eyledi." der; efendisi de: "Hayır, seni her ay iki yüz dirhem vermek üzere, mükâtep eyledim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerlidir.
Şayet, çocuk hakkında mükâtebe ile efendisi arasında ihtilaf çıkar ve efendisi: "Sen, onu, ben seni mükâtebe eylemeden doğurdun/' der; mükâtebe de: "Hayır, sen beni mükâtebe eyledikten sonra doğurdum, "derse; eğer çocuk efendinin yanında bulunmakta ise efendisinin sözü geçerli olur.
bk, eğer çocuk, anasının yanında ise, bu mükâtebenin sözü geçerlidir.
Bu çocuğun ne zaman doğduğu bilinmiyorsa, yine, mükâtebenin sözü geçerli olur.
Çocuk kimin yanında ise ona itibar edilir. İmâm Muhammed (R.A.), bunu kitab'da zikreylememiştir. Şayet çocuk ikisinin de yanında ise, durum nedir?
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bu hususta, efendinin sözü geçerlidir. Eğer beyyinesi varsa
mükâtebenin beyyinesi geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.
Taraflardan birisi, kitabetin fesadını iddia ediyor; diğeri de onu inkâr ediyorsa; inkâr edenin sözü geçerli olur. Çünkü akidde ittifakları vardır,
Her ikisinin de beyyinesi varsa; fesadını iddia edenin beyyinesi kabul edilir.
Bir zimmî, müslüman olan kölesini mükâtep yaptıktan sonra, aralarında miktarı hakkında ihtilaf çıkar ve zimmî hristiyan şahit getirirse; onun şehâdeti kabul edilmez.
Bir harbî, güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girer ve burada bir zim-mîyi köle olarak satın alıp, onu kitabete bağladıktan sonra aralarında, mükâtebe olup-olmadığı hususunda ihtilaf çıkar; harbî olan şahıs, kendi ile birlikte güvenceli olarak dâr-i İslâm'a girmiş birini şahit getirirse, onun şehâdeti zimmî olan köleye karşı kabul edilmez. Bu şahitler birden fazla olsalar bile hüküm böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir cariyeden bir çocuk doğduğunda, efendisi o cariyeyi mükâtebe yaparsa, o çocuğun kazancı, efendisinin olur.
Keza, bu mükâtebe bir çocuk doğurursa; o çocuk da anası ile birlikte mükâtep olur. Anası ona ve kazancına hak sahibidir.
Bir adam, cariyesini, kölesine nikahlayıp, ikisini de mükâtebe ettiğinde; bu kadın bir çocuk doğarsa; kazancı kendisinin olur ve birlikte mükâtebe olurlar. Şayet o çocuk öldürülürse, kıymeti anasının olur; babasının olmaz.
Şu mes'ele bunun hilafınadır:
Kitabeti hem kendileri, hem de çocukları için kabul etmişler ve çocuk da öldürülmüşse o zaman, çocuğun bedeline ortak olurlar. Bu durumda bedel, ananın olmaz. TebyîiTde de böyledir.
Bir mükâtep, efendisinin izniyle evlendiğinde, aldığı kadını hür zanneder; ondan da bir çocuğu doğar; sonra da, o kadına bir hak sahibi çıkarsa; onun çocuğu köledir; kıymetini alamaz. İzinli köle de böyledir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bir mükâtebe, efendisi izin vermeden nikâhlansa ve bâine olsa; nikâhı fâsid olur. O cariyenin mehri, hürriyetine kavuşmasından sonra alınır. Ancak kız idiyse, hali hazırda alınır. Çünkü bu, cinayet tazminatıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir mükâtep, bir kızın bekâretini bozarsa,' ona had uygulamak gerekir. Çünkü, o zina eylemiştir ve o muhataptır.
Bu mükâtep, o kıza üzerine dahil oldu ise, üzerine mehir gerekir.
Şayet, bu kadın, rizâsı ile hakkını tehir ederse, bu mükâtep azâd olduktan sonra, onun mehrini öder.
Eğer tehirine razı olmazsa; bu kadın mehrini hâli hazırda alır:
Eğer, mükâtep, o kadına karşı bir cinayet işlerse, diyetini ödemesi gerekir.
Şayet mükâtep: "Ben, bunu nikahladım." der; kadın da onu doğ-rularsa, bu durumda ancak mehrini, bu kadın, hakkını te'hir etmişse, azâd olduğu zaman ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [17]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/161-162.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/162-163.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/163-164.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/164-166.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/166-167.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/168-175.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/176-183.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/184-187.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/188-196.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/197-201.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/202-209.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/210-219.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/220-234.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |
Konular
- Kitabetin Rüknü:
- Kitabetin Şartları:
- Efendiye Râci Olan Şartlar:
- Mükâtebe Râcî Olan Şartlar:
- Kitabet Bedeli İle İlgili Şartlar:
- Rükne Râci Olan Şartlar.
- Kitabetin Hükmü
- Kitabetin Çeşitleri
- 2- FÂSİD OLAN KİTABET
- 3- MÜKÂTEBİN YAPMASI CAİZ OLAN VE CAİZ OLMAYAN İŞLER
- 4- MÜKÂTEBİN, BİR YAKIN AKRABASINI, CÂRİYE OLAN KARISINI VEYA BİR BAŞKASINI SATIN ALMASI
- 5- BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNDEN DOĞUM YAPMASI; BİR MÜKÂTEBE'NİN EFENDİSİNİN ÜMM-Ü VELEDİ VEYA MÜDEB
- 6- BAŞKA BİR KİMSENİN, BİR KÖLEYİ MÜKÂTEP YAPMASI
- 7- MÜŞTEREK BİR KÖLENİN KİTABETİ
- 8- MÜKÂTEBÎN ACZİ VE ÖLÜMÜ, EFENDİNİN ÖLÜMÜ, KÖLENİN EFENDİSİNE VEYA EFENDİNİN KÖLESİNE KARŞI SUÇ İŞ
- 9- KİTABETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
- KİTÂBÜ'L-MÜZÂRAA
- (ZİRAAT ORTAKLIĞI)
- 1- MÜZÂRAA'NIN (= ZİRAÎ ORTAKLIĞIN) MEŞRÜVETİ; MÂNÂSI, RÜKNÜ, CAİZ OLMASININ ŞARTLARI, HÜKMÜ VE MÂHİ
- Müzâraanın Mâhiyeti:
- Müzâraa'nın Rüknü:
- Müzâraanın Sıhhatinin Şartları:
- Ziraatçı İle İlgili Şartlar:
- Ekilecek Şeye Âit Şartlar:
- Müzâraanın Sıhhatinin Diğer Şartları:
- Arazi İle İlgili Şartlar:
- Zirâat Vasıtaları İle İlgili Şartlar:
- Müzâraa'nın Müddeti:
- Müzâraada Hisselerin Belirtilmesi:
- Müzaraa Akdini İfsâd Eden Şartlar: