Harbîlerle Yapılması Uygun Olmayan Bazı Sulh Şekilleri
Harbîler, müslümanlara; ehl-i zimmet olmaları ve müsiümanlann arazilerinde şehir kurmaları şartı ile sulh talebinde bulunsalar; bu durumda, bunların yaptıkları bu şehre, kilise veya havra yapmaları men edilmediği gibi, açıktan içki ve domuz satmaları da meri edilmez.
Ancak imâmın, böyle bir sulha razı olması uygun olmaz.
Şayet, bu şekilde bir topluluk, müslümanlarla; nefislerinin ve mallarının zimmette olması, buna karşılık, müslümanlarm da, onların yurtlarına, şehirlerine, kasabalarına ve köylerine ortak yerleşmeleri şeklinde bir anlaşma yapsalar; ancak, buralarda, kiliseler, havralar, ateş evleri bulunsa; domuz, şarap apaçık satılıyor ve açıktan açığa analarını, kızlarını, bacılarını nikahlıyorlar; iaşeler ve ateş perestlerin kestikleri açıkta satılıyorsa; bu durum karşısında, müslümanlar toplanarak, ceza verme cihetine giderler ve zimmtleri, bu gibi şeylerin tamamını yapmaktan men ederler.
Bundan sonra zimmîler, burada, kilise, havra veya ateş-evi yapamazlar.
îçki, domuz, lâşe ve mecûsilerin kestiklerini açıktan satamazlar. Analarını, kızlarını, bacılarını ve diğer zî-mahranlerini aşikâre nikâhlayamazlar.
Müslümanlar bir beldeyi fethedince; kiliseler, havralar ve ateş evler, daha önceden bulunduğu şehirlerde, olduğu gibi bırakılırlar.
Putlarını ve haçlarını kiliselerinin dışarısına çıkaramazlar.
Bu kilise ve ateş-evlerinden yıkılan olursa; önceki hâline çevirerek, yeniden yapabilirler.
Şayet: "Biz, bunu şehrin başka bir semtine yapacağız." derlerse; onlara müsâade edilmez.
İmâm, ehl-i harbe galebe çalınca, onları, ehl-i zimmet kılıp, kendilerine cizye, arazilerine harâc koyarak, bunları ganimet ehli arasında taksim ederse; Hz. Ömer (R.A.)'in Kûfe'lilere yaptığı gibi, bu caiz olur.
İmâm, böyle yapınca, ehl-i zimmet, kilise, havra veya ateş-evi yapmaktan men edilmedikleri gibi, kendi aralarında içki ve domuz satmaktan da men edilmezler.
Bunları, kendi aralarında-- açıktan yapmaktan da, geri bırakılmazlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
İmâm, müşriklerin beldelerinden birini, kılıçla ve zor kullanarak fethettikten sonra; onlarla, zimmet ehli olmaları üzerine anlaşma yapar ve orada kilise, havra veya ateşevi bulunur; bunlar köylerde de bulunur ve bu köyler, sonradan, müslümanlarca, şehir haline getirilirlerse; bu durumda, buralarda, hudud(= had'ler = İslâmî cezalar) uygulanır.
İmâm, müslümanları, bu kilise ve havralarda namaz kılmaktan men eder.
Ve bunlara, camiler yaparak, namazlarını oralarda kılmalarını ve meskenler yaparak, oralara yerleşmelerini emreder.
Önceden yapılmış bulunan, kilise, havra ve ateş evleri yıkılmaz. Bunları yıkmak, uygun olmaz.
Ehl-i harbden bir kavim, "ehl-i zimmet olduktan sonra, şehir ve köylerinde, kilise, havra veya ateş evleri yapniak üzere" anlaşma yaptıktan sonra; buralar, müslüman şehirleri olsa; müsiümanlann, bunları yıkmaları doğru olmaz. Bu cevap, amme'nin cevâbıdır. Fakat, Kitâbü'I-Öşr ve'I-Harâc'da: "Müslümanlar, onları yıkarlar." denilmiştir.
Keza, bunların şehirlerinden birisi, müslüman şehri olursa; orada, islâmî had'ler (= cezalar) tatbik edilir.
Ancak, bundan sonra, müslümanlar oradan ayrılır; burası muattal kalır; içinde, müslümanlardan pek az kimse bulunursa; zimmet ehli buraya kilise yapmak isterse, yapabilir.
Rüknü M-İsla m Aliyyü's-Sağdî, şöyle demiştir:
Şayet, bu zimmîler kiliseyi, bu şehir müslüman şehri olduktan sonra yapmış olsalar; bilâhre de, dağılan müslümanlar tekrar toplanıp, bu şehir, yine müslüman şehri olsa; yapılan bu kiliseler yıkılmaz.
Müslümanların yapmış bulunduğu, her hangi bir şehirde, önceden kilise veya havralar bulunur; müslümanlar, zimmîleri, onlarda ibâdet etmekten men etmek isteyince de, zimmîler: "Biz, zimmet ehliyiz.
İmâm, bizimle anlaşma yaptı. Sizin, bizi, bu kiliselerde ibâdet etmekten men etmeyö, hakkınız yoktur." deseler; müslümanlar ise: "Hayır, biz, sizin yurdunuzu, zorla aldıktan sonra sizi ehl-i zimmet kıldık. Oralarda, ibâdet etmemizi yasaklama hakkımız vardır." deseler ve bu mes'eleyi imâma çıkarsalar ve bu iş uzayıp, başlangıçta, neticenin nereye varacağı bilinmezse; bu durumda, imâm, fükahâ veya hadisciler nezdinde bir haber { hadîs veya hüküm) bulunup bulunmadığına bakar: Şayet, bu konuda fukahâ nezdinde bir haber varsa; imâm onu onu alır ve onunla amel eder.
Şayet, bu konuda bir haber yoksa; veya bu konuda muhtelif rivayetler varsa; imâm, sulhla ilgili kavli alır.
Bu durumda, yemin etmeleri hâlinde, o beldenin ahâlisinin kavli geçerli olur.
Bu beldenin halkının, sulh yolu ile veya savaşla ehl-i zimmet olduğu hususunda, bu şekilde, iki ayrı haber varsa; bu durumda, bu zimmîlerin söylediği söz, kabul edilir.
Bu zimmîlerin beldelerinin sulh yolu ile alındığına bir topluluk şehâdet ettiği gibi; başka bir topluluk da harp yolu ile almdığına şahitlik ederse; bu durumda da, "savaşla alındı." diyenlerin sözlerine itibar edilir. Onların şehâdeti evlâdır.
Bu zimmîlerin yurtlarının savaşla alındığına dâir, sika (= inanılır, güvenilir) bir haber bulunur ve bu haber de bir müsîümana ait olursa; bu beldenin savaşla alındığına dair başka bir haber bulunsa bile, güvenilir şahsın haberine itibar etmek daha doğru olur.
Bu beldenin savaşla alındığına dair şehâdet; sulhla alındığına dâir ise bir rivayet (haber) bulunursa; bu durmada, şehâdet alınıp, kabul edilir.
Böyle bir halde, şahitlerin müslüman veya zimmî olmaları da.mü-sâvîdir. Zehıyre'de de böyledir. [121]
Ancak imâmın, böyle bir sulha razı olması uygun olmaz.
Şayet, bu şekilde bir topluluk, müslümanlarla; nefislerinin ve mallarının zimmette olması, buna karşılık, müslümanlarm da, onların yurtlarına, şehirlerine, kasabalarına ve köylerine ortak yerleşmeleri şeklinde bir anlaşma yapsalar; ancak, buralarda, kiliseler, havralar, ateş evleri bulunsa; domuz, şarap apaçık satılıyor ve açıktan açığa analarını, kızlarını, bacılarını nikahlıyorlar; iaşeler ve ateş perestlerin kestikleri açıkta satılıyorsa; bu durum karşısında, müslümanlar toplanarak, ceza verme cihetine giderler ve zimmtleri, bu gibi şeylerin tamamını yapmaktan men ederler.
Bundan sonra zimmîler, burada, kilise, havra veya ateş-evi yapamazlar.
îçki, domuz, lâşe ve mecûsilerin kestiklerini açıktan satamazlar. Analarını, kızlarını, bacılarını ve diğer zî-mahranlerini aşikâre nikâhlayamazlar.
Müslümanlar bir beldeyi fethedince; kiliseler, havralar ve ateş evler, daha önceden bulunduğu şehirlerde, olduğu gibi bırakılırlar.
Putlarını ve haçlarını kiliselerinin dışarısına çıkaramazlar.
Bu kilise ve ateş-evlerinden yıkılan olursa; önceki hâline çevirerek, yeniden yapabilirler.
Şayet: "Biz, bunu şehrin başka bir semtine yapacağız." derlerse; onlara müsâade edilmez.
İmâm, ehl-i harbe galebe çalınca, onları, ehl-i zimmet kılıp, kendilerine cizye, arazilerine harâc koyarak, bunları ganimet ehli arasında taksim ederse; Hz. Ömer (R.A.)'in Kûfe'lilere yaptığı gibi, bu caiz olur.
İmâm, böyle yapınca, ehl-i zimmet, kilise, havra veya ateş-evi yapmaktan men edilmedikleri gibi, kendi aralarında içki ve domuz satmaktan da men edilmezler.
Bunları, kendi aralarında-- açıktan yapmaktan da, geri bırakılmazlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
İmâm, müşriklerin beldelerinden birini, kılıçla ve zor kullanarak fethettikten sonra; onlarla, zimmet ehli olmaları üzerine anlaşma yapar ve orada kilise, havra veya ateşevi bulunur; bunlar köylerde de bulunur ve bu köyler, sonradan, müslümanlarca, şehir haline getirilirlerse; bu durumda, buralarda, hudud(= had'ler = İslâmî cezalar) uygulanır.
İmâm, müslümanları, bu kilise ve havralarda namaz kılmaktan men eder.
Ve bunlara, camiler yaparak, namazlarını oralarda kılmalarını ve meskenler yaparak, oralara yerleşmelerini emreder.
Önceden yapılmış bulunan, kilise, havra ve ateş evleri yıkılmaz. Bunları yıkmak, uygun olmaz.
Ehl-i harbden bir kavim, "ehl-i zimmet olduktan sonra, şehir ve köylerinde, kilise, havra veya ateş evleri yapniak üzere" anlaşma yaptıktan sonra; buralar, müslüman şehirleri olsa; müsiümanlann, bunları yıkmaları doğru olmaz. Bu cevap, amme'nin cevâbıdır. Fakat, Kitâbü'I-Öşr ve'I-Harâc'da: "Müslümanlar, onları yıkarlar." denilmiştir.
Keza, bunların şehirlerinden birisi, müslüman şehri olursa; orada, islâmî had'ler (= cezalar) tatbik edilir.
Ancak, bundan sonra, müslümanlar oradan ayrılır; burası muattal kalır; içinde, müslümanlardan pek az kimse bulunursa; zimmet ehli buraya kilise yapmak isterse, yapabilir.
Rüknü M-İsla m Aliyyü's-Sağdî, şöyle demiştir:
Şayet, bu zimmîler kiliseyi, bu şehir müslüman şehri olduktan sonra yapmış olsalar; bilâhre de, dağılan müslümanlar tekrar toplanıp, bu şehir, yine müslüman şehri olsa; yapılan bu kiliseler yıkılmaz.
Müslümanların yapmış bulunduğu, her hangi bir şehirde, önceden kilise veya havralar bulunur; müslümanlar, zimmîleri, onlarda ibâdet etmekten men etmek isteyince de, zimmîler: "Biz, zimmet ehliyiz.
İmâm, bizimle anlaşma yaptı. Sizin, bizi, bu kiliselerde ibâdet etmekten men etmeyö, hakkınız yoktur." deseler; müslümanlar ise: "Hayır, biz, sizin yurdunuzu, zorla aldıktan sonra sizi ehl-i zimmet kıldık. Oralarda, ibâdet etmemizi yasaklama hakkımız vardır." deseler ve bu mes'eleyi imâma çıkarsalar ve bu iş uzayıp, başlangıçta, neticenin nereye varacağı bilinmezse; bu durumda, imâm, fükahâ veya hadisciler nezdinde bir haber { hadîs veya hüküm) bulunup bulunmadığına bakar: Şayet, bu konuda fukahâ nezdinde bir haber varsa; imâm onu onu alır ve onunla amel eder.
Şayet, bu konuda bir haber yoksa; veya bu konuda muhtelif rivayetler varsa; imâm, sulhla ilgili kavli alır.
Bu durumda, yemin etmeleri hâlinde, o beldenin ahâlisinin kavli geçerli olur.
Bu beldenin halkının, sulh yolu ile veya savaşla ehl-i zimmet olduğu hususunda, bu şekilde, iki ayrı haber varsa; bu durumda, bu zimmîlerin söylediği söz, kabul edilir.
Bu zimmîlerin beldelerinin sulh yolu ile alındığına bir topluluk şehâdet ettiği gibi; başka bir topluluk da harp yolu ile almdığına şahitlik ederse; bu durumda da, "savaşla alındı." diyenlerin sözlerine itibar edilir. Onların şehâdeti evlâdır.
Bu zimmîlerin yurtlarının savaşla alındığına dâir, sika (= inanılır, güvenilir) bir haber bulunur ve bu haber de bir müsîümana ait olursa; bu beldenin savaşla alındığına dair başka bir haber bulunsa bile, güvenilir şahsın haberine itibar etmek daha doğru olur.
Bu beldenin savaşla alındığına dair şehâdet; sulhla alındığına dâir ise bir rivayet (haber) bulunursa; bu durmada, şehâdet alınıp, kabul edilir.
Böyle bir halde, şahitlerin müslüman veya zimmî olmaları da.mü-sâvîdir. Zehıyre'de de böyledir. [121]
Konular
- Haraç Ve Öşür Borcu İle Ölen Kimse
- Haracı Veya Öşrü Verilmeyen Mahsulün Durumu
- Haracı Acilen (= Önceden) Almak
- 8- CİZYE
- Cizye Kimlerden Ve Ne Zaman Alınır
- Putperest Ve Mürted Araplar
- Cizyeden Muaf Olanlar
- Necrân Hıristiyanlarına Konan Vergi
- Köle Ve Cizye
- Ferdin Cizye Mükellefiyeti Ne Zaman Başlar
- Cizye Borcu Ne Zaman Kalkar
- İki Senelik Cizye Peşin Alınırsa
- Zimmîlerin Kilise, Havra Ve Ateş-Hâne Yapmak İstemeleri
- Önceden Yapılmış Kilise Ve Havralar
- Zîmmîlerîn Eskiden Yapılmış Kiliseleri Yıkılmışsa
- Harbîlerle Yapılması Uygun Olmayan Bazı Sulh Şekilleri
- Zimmîlerin Kılık, Kıyafet Ve Davranışları
- Zimmîlerin Kıyafetleri
- Müslümanlara Ait Şehirler
- İslam Şehirleri İle İlgili Hükümler
- Zimmîler, Kendi Dinlerince Yasak Olan Şeyleri Yapmaktan Menedilir
- Karısı Zimmiye Olan Müslüman
- Zimmîlerîn Müslümanlara Ait Bir Şehirde Oturmaları Ve Oradan Ev Satın Almaları
- Ahidlerî Bozulan Zimmîler
- 9- MÜRTEDLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
- Mürted Ne Demektir:
- İrtidâdın Rüknü:
- Riddetin Sahih Olmasının Şartı:
- Mürtedin Malı
- Mürtedin Tasarrufları (= Yaptığı İşler)