Sarf (Sarraflık) Bâbı

Fakîhlerin ekserisi, «Sarf Bölümü» demişlerdir. Fakat, münâsib değildir. Zîrâ sarf, ribâ ve selem gibi satış nev'üerindendir. Onun için, en güzeli, burada tercih edilendir.

Sarf, lügat yönünden, fazlalık ma'nâsmadır. Bu akde sarf adı ve­rilmesine sebeb şudur: Çünkü, onunla biaynihî intifa' olunmaz ve on­dan ancak fazlalıklar kasdedilir. Sarf, nakl ma'nâsma da gelir. Bu akde sarf adı verilmesi; bedel olması için taraflar birbirlerinden ayrılmaz­dan önce elden ele naikle ihtiyâç olduğu içindir.

Şer'an; semeni, semen île satmaktır. Yâni altın ve gümüş gibi, se-meniyyet için halk edilen (yaratılan) şeyleri ister cinsi cinsine, ister değişik cinslerle satmaktır. Meselâ; altını, altınla ve gümüşü, gümüş­le satmak cinsi cinsine; altını, gümüşle veya gümüşü, altınla satmak; değişik cinsle satmaktır. Eğer her iki semen bir cinsten, meselâ; ikisi de altın veya ükisi de gümüş olurlarsa, eşitlik ve tekabüz lâzım gelir. Çünkü, Resûlüllah' (S.A.V.)

«Altın, altınla ve gümüş, gümüşle misli misline, yeden biyedin (yâ­ni peşindir) satılır; fazlası ribadır.» hadîsi, daha önce ritoâ konusunda geçmişti.

Eşitlik ve tekabüz (karşılıklı teslim alma) bedenleri birbirinden ayrılmazdan önce lâzım gelir. Hattâ iki âkid, bir yönde yürüyerek git­seler veya meclisde uyusalar veya ikisi de bayılmış olsalar, ondan sonra ayrılmazdan önce teslim alsalar, sarf sahîh olur. Hz. Ömer (R.A.); «Eğer bir evin üstünden atlarsa, sen de onunla beraber atla.» demiş­tir.

Hıyar ile muhayyer olan kadın, bunun aksinedir. Çünkü muhay­yer kılmak, temlîkdir. Geri vermeye delâlet eden şeyle bâtıl olur; aya­ğa kalkmak geri vermenin delilidir. Velevki, o ikisi bir cinsden olan şeyler, ceyyidlik (iyilik) ve san'at (kuyumcu ustalığı) bakımından fark­lı olsunlar. Zîrâ cevdet (iyilik) ve san'a-ta i'tibâr yoktur. Nitekim, da­ha önce ribâ konusunda geçmişti.

Eğer ikisi bir cînsden olmazlarsa, tekâbüz (iki tarafın teslim al­ması) lâzım gelir. Nitekin; _,ebebi daha önce geçmişti ki, illetin iki cüz'ünün biri nesîeyi; yâni veresiyeyi haram kılar, fazlalığı haram kıl­maz. İmdi ikisinden biri diğeri ile, yâni iki ayrı cinsden olan —me­selâ altın, gümüş ile vetyâ gümüş, altınla satılsa— götürü pazarlık veya fazlalıkla satılıp, o meclisde teslim alsalar, ahm-satım sahîh olur.

Musannif tesâvîyi (eşitliği) ziÜretmemiştir. Zîrâ tesâvî, şübhe ye­ri değildir. Diğer ak idlerde olduğu gibi, sarf akdinde iki ivaz müteay-yin değildirler. Hattâ iki âkidin yanında bir şey bulunmasa, başkasın­dan borç alıp, ayrılmazdan önce Ödeseler veya iki ivazın her birine müs-tehık çıkıp, her biri müstehık çıkılan şeyin cinsinden bedelini sahibi­ne verse veya akdde işaret olunan şeyi tutup, yâni vermeyip benzer­lerini verseler, caiz olur.
Sarf, şart muhayyerliği ile fâsid olur. Zîrâ teslim almanın istih­kakı muhayyerlik kaldıkça imkânsızdır. Çünkü teslim almanın istih­kakı, mülke dayanır. Muhayyerlik ise, buna mâni'dir Müddet (ecel) ile de fâsid olur. Zîrâ"müddet (ecel), sarf akdi i3e vâcib olan kabzı men eder. Eğer iki âk id, şart muhayyerliğin! ve müddeti meclisde düşürür-lerse, müfsid yerleşmeden ortadan kalktığı için, sarf sahîh olur.

Bedelin bir kısmı kalp olduğu anlaşılıp geri verse, sarf ancak o kalp olanda bozulur. Yâni sarf, geri verilende bozulur. Diğerinde bakî kalır. Çünkü bunda, yalnız teslim alma ortadan kalkmıştır. Kabzdan önce sarfın, semeninde tasarruf caiz olmaz. Zîrâ kabz Allah (C.C.) için bir hak olarak vâcibdir. Onun tasarrufunu caiz görmek, vacibi terk olur. İmdi bir kimse, sarfın semeniyle bir giyecek satın alsa, akid fâ­sid olur. Meselâ; bir altını on dirheme satıp, teslim almadan onlarla bir giyecek satın alsa, akd fâsid olur.

Bir kimse, bir cariyeyi altından bir halka (bilezik) İle beraber, her birinin kıymeti bin dirhem olup veresiye iki bine satın alsa, hepsi fâ­sid olur. Sarfda fâsid olması tekâbüz ortadan kalktığı içindir. Câriyede fâsid olması ise müfsid akdle beraber olduğu içindir. Fesâd, ma'nen bütün akdde yer etmiştir. Şöyle ki; bir kısmında akdin kabul edilme­si, geri kalanında kabulü için şarttır. Yukarıda geçen mes'eîede bini saysa, yâhûd câriye ile altın halkayı bini peşin ve bini veresiye olmak üzere ikibine satın alsa, teslim alman semen, altın halkanın semeni­dir. Birinci mes'eîede halkanın semeni olması; halkanın hissesinin tes­lim alınması meclisde vâctb olduğu içindir. Zîrâ, sarfın bedelidir. O kimseden zahir olan, vacibi yapmasıdır. İkinci nıes'elede ise; müddet (ecel), sarfda bâtıl ve cariyenin satışında caiz olduğu içindir. Taraf­lardan zahir olan hâl; cevaz vechi üzere iş görmektir. Velevki, hal­kanın semeni olduğunu açıklamamış olsun.

Ya da, «Şu bini, ikisinin semeni olarak al.» desin, beyân etmedi­ği zaman mes'ele açıktır. Zîrâ satıcı, sıhhat kasdiyle satmıştır. Hal­buki sıhhat, ancak teslim almanı gümüş karşılığında tutmakla olur. «İkisinin semeni olarak bunu al.» demesine gelince: Zîrâ bunun maı-nâsı, ikisinin toptan semeninin bir kısmı olmak üzere bunu al, de­mektir. Çünkü zahirdir ki, bin mecmûun semeni değildir ve gümüşün semeni, toplam semenin bir kısmıdır. Binâenaleyh, cevazı arayarak söz buna yorumlanır. Araştırma (teharrî), zann-ı gâlib ile doğruyu ara­maktır.

Keza, hilyesi (süsü) elli dirhem olan bir kılıcı, yüz akçaya satsa ve elli dirhem peşin teslim alsa; o elli dirhem, zararsız hılyeyi kurtar­dığı takdirde, hılyenin hissesi d ir. Şu hâlde, her ne kadar hılyenin his­sesi olduğunu beyân etmese de, teslim alman (makbuz), onun hisse-sidir. Sebebini yuıkarda zikrettik.

Keza; «Sen, bu elli dirhemi ikisinin semeni olarak al.» dese, tes-lîm alman (makbuz), hılyenin hissesi olur. Eğer ayrılıncaya kadar tes-lîm almadılar ise; akd hılyede bâtıl olur, kıhçda olmaz. Zîrâ afcd, hıl-yede sarfdır. Eğer hılye zararsız kurtulmazsa (tehallus), kılıçda ve hılyede akd bâtıl olur. Husyede bâtıl olması, daha Önce geçen sebeb-den dolayıdır, ki akd, ıhılyede sarfdır. Kılıca gelince; zararsız teslimi mümikiün olmadığı içindir. Bundan dolayı, tavandaki mertek gibi akd­de ayrıca satılması caiz olmamıştır.

Bir kimse, bir gümüş ikap satıp semeninin bir kısmını teslim alsa ve ay nisalar, teslim aldığı kısımda satış sahîh olup ve kapda ortak olur­lar. Zîrâ akdin hepsi sarftır. Teslim almanın şartı, bulunanda sahili­dir. Bulunmayanda, bâtıldır. Şu hâlde fesâd ârizîdir. Çünkü akd sahîh-dir. Ondan sonra ayrılmakla bâtıl olur. Şu hâlde fesâd, şayi' olmaz.

Eğer o kabın bir kısmına mıüstehık çıkarsa, müşteri geri kalanım payı ile alır veya kabı geri verir. Çünkü kabda ortaklık kusur (ayb) dur.

Eğer darbedilmemiş şekilde satılan gümüş külçesinin bir kısmına müstehık çıkarsa,   müşteri geri kalanını   ımıhayyerliksiz payı ile alır.

Zîrâ ona teb'îz zarar vermez.

İki dirhemle bir dînânn, bir dirhemle iki dînâra satılması şahindir. Keza, buğdaydan ve arpadan birer yığını ikisini de katlan (dı'flan) ile satmak sahîhdir. Yâni bir yığın buğdayı, iki yığın buğdaya ve bir yığın arpayı, iki yığın arpaya satmak sahîhdir. İmâm Züfer (Rh.A.) ve İmam Şafiî' (Rh.A.) ye göre, sahih değildir. Zîrâ satıcı, cümleyi cüm­leye karşılık (mukabil) kılmıştır. Şüyu' üzere bölünme, tekabülün za-rûretindendir. (Şüyû'un ma'nâsı; iki bedelin her biri için diğerinden hissesi olmaktır.) Cinsi, cinsin hilâfına sarfetmek o kimsenin tasarru­funu değiştirmek olur.

Biz deriz ki: Mutlak mukabele, mezkûr sarfa muhtemel olur. Şu hâlde sarfı tashih için buna hamledilir. Bunda, tasarrufun aslını de­ğiştirmek yoktur. Belki, niteliğini değiştirmek vardır. Çünkü onun mucebi, tüm (kül) karşılığında mülkün tümde sübûtudur. Bu ise, bu veehle hâsıl olur.

Onbir dirhemi; on dirhem bir dînâra satmak sahîhdir. Bu, zikri geçen usûl ile on dirheme karşı on dirhemi; bir dirheme karşı da bir dînârı hesâblamakla olur. Bir sahîh dirhemi ve iki gaile dirhemi, iki sahih dirhem île bir gaile dirheme satmak sahîhdir. —Gaile: Beyt'ül-Mâlin kabul etmediği dirhemdir, ki tüccar onu alırlar. — Çünkü bu durumda vezinde ve iyilik i'tibârımn düşmesinde (sükûtunda) eşitlik meydana gelir.

Bir kimsenin, başkası üzerinde on dirhem hakkı olup, üzerinde olan on dirheme, bir dînâr satsa, bi'I-icmâ sahih olur ve akilin ken­disi ile mukâsa (takas) vâki olur. Şayet dînârı mutlak on dirhemle sat­sa, yâni üzerinde on dirhem olmak kaydı bulunmaksızın satsa ve tes-lîm etse ve on dirhemi, on dirhem ile takas etseler, yine sahîh olur. Zîrâ her birinin diğerinde onar dirhemi olup on dirhemi, on dirhem­le takas etmişlerdir. Dînâr, on dirheme satılmakla takas fesh olur ve Amr'da olan on dirhem ile dînân satış olur. Zîrâ mezkûr ma'nâ üzeri­ne yorumlanmasa, sarfın bedeli ile değiştirme olur.

Dirhemlerden, gümüşü gâlib olan hükmen gümüş; dinarlardan altını gâlib. olan hükmen altındır. Bu ikisinde fazlalığın haram olma­sı hususunda, hâlisde mu'teber olan ma'riâya i'tibâr olunur.

Hâlisin, hâlis ile satılması sahîh değildir. Galibin, yâni bir kısmı gümüş ve altın olanın, biribniyle satılması dahî sahîh değildir. An­cak, ağırlık yönünden (veznen) eşit olurlarsa, sahih olur. Keza, galibi gümüş olaniyle borç almak (istikraz) da caiz olmaz. Ancak tartı ile (veznen) sahîh olur. Şunun için ki; nakidler âdeten az karışık olmak-dan hâlî olmaz. İmdi az olan, kötüye katılır ve iyi ile kötü eşit olur.

Dirhemlerde ve dinarlarda karışığı gâlib olan, meta' hükmünde­dir. Şu hâlde dirhemler ve dinarlardan karışığı gâlib olanın hâlis ile satılması şahindir. Şu şartla ki hâlis, karıştırılan madde (mağşuş) den daha çok olmalıdır. Bu surette; cins, cinse ve cinsten başkası fazlaya sarf edilir.

Karışığı gâlib olanı, cinsiyle mütefâdılen   (fazlalıkla)   satmak da sahîhdir. Burada, cins, cinsin hilâfına sarf edilir. Şu şartla ki, her iki surette, o meclisde teslim atmak gerekir. Teslim almanın şart kılınma­sı şundandır Zîrâ hâlisde teslim almak (kabz) şarttır. Ayırd edilme­diği için, kanşıkda da şart kılınmıştır.

Eğer hâlis, karışığı gâlib kadar veya ondan daha az olur yâhûd ne kadar olduğu bilinmezse, satış sahîh olmaz. Zîrâ, ilk ikisinde ribâ-mn kendisi; üçüncüsünde ise, ihtimâli vardır.

Şayet karışığı gâlib olan, geçerli (râyic) olursa, ta'yîn ile belirlen­miş (müteayyin) olmaz. Aksi takdirde, yâni geçmez olursa, ta'yînle belirlenmez. Çünkü, geçerli olduğu müddetçe semen olur. Binâenaleyh, ta'yînle belirlenmez. Aksi takdirde; o para metâ'dır. Şu hâlde, ta'yînle belirli olur. Eğer onu insanlardan bir kısmı kabul edip, bir kısmı et­mezse, o.da kalp gibidir. Akd aymna tealluk etmez. Belki kalp olarak, cinsine taalluk eder. Bu da, satıcı, karışığı gâli'b olanın hâlini bildi­ğine göredir. Çünkü rızâsı tahakkuk etmiştir. Bilmezse, satıcının rızâ­sı olmadığı için akd cinsinin hâlis olanlarına taalluk eder.

Karışığın geçerli olanı ile mubayaa ve istikraz, veznen veya adeden yâhûd her ikisiyle olur. Yâni, veznle râyic olursa, onda mubayaa ve İstikraz vezn ile olur. Eğer aded ile râyic olursa, onda mubayaa ve is­tikraz aded ile olur. Her ikisiyle râyic olursa, satış ve istikraz ikisi ile de olur. Çünkü hakkında nass olmayan şeyde mu'teber olan,' ihsanlar arasındaki örftür.

Karışığı, gümüşe ve karışığı, altına eşit olan mubayaa ve istikraz­da hâlisi gâlib olan gibidir. Hattâ onunla satış ve ikraz (ödünç vermek) yapmak, kötü dirhemde olduğu gibi ancak tartı ile caiz olur ve satı­cının müşteriye teslim etmesinden önce o dirhemlerin helâkıyle akd bozulmaz. Müşteri, onlann benzerini (mislini) verir. Zîrâ bu dirhemlerde hâlis hakîkaten mevcûddur, mağlûb da değildir. (Diğer ma'den-den az değildir.) Şu hâlde onun i'tibârı, şer'an vezn ile vâcib olur. An­cak miktarı ve niteliği belli olması için mubayaada ona işaret ederse, vezn ile i'tibârı vâcib olmaz.  (Nitekim hâlis dirhemlerde böyledir.)

Karışığı (gışşı), gümüşe ve karışığı, altına eşit olan, sarida, karı­şığı gâlib olan gibidir. Hattâ karışığı eşit olanı, cinsiyle satsa, kıyâs yoluyla caizdir. Karışığı eşit olanı hâlis ile satsa, hâlis, içinde hâlis bulunandan daha çok olmadıkça, caiz değildir. Zira iki eşitten biri, di­ğeri üzere gâlib olmayınca, ikisinin de i'tibârı vâcib olur.
Bir kimse karışığı gâlib olanla veya râyic olan mangırla (paralar­la)  bir şey satın alsa, sonra teslimden önce ikiden birisi geçmez olsa, îmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, satış bâtıl olur. Zîrâ semen, geçmez ol­makla helak olmuştur. Çünkü semeniyyet ıstılahladır (anlaşma ile­dir). [10] Halbuki onda semeniyyet kalmamıştır. Bu durumda satış se-mensiz kalır ve bâtıl olur. Satış bâtıl olunca, satılan şey duruyorsa ve helak olmadı ise, geri verilir. Aksi takdirde; misliyyâttansa misli, kıy­meti olan şeylerden ise, kıymeti geri verilir,

Hâyic paralar (fülûs) ile satış, ta'yînsiz sahih olur. Zîrâ râyic pa­ralar, anlaşmakla semendir. Geçersiz paralar ile satış ise, ta'yîn ile sa­hih olur. Çünkü geçersiz paralar, metâ'dır. Şu hâlde, ta'yîn lâzım ge­lir.

Bir kimse borç para alıp ödemezden önce geçersiz olsa, İmâm A'­zam' (Rh.A.) a göre, mislini geri verir. Zîrâ bu, ödünç almaktır. Ödün­cün gereği ise, ma'nen aynını geri vermektir. Bu da, misil ile olur. Se­meniyyet bunda bir fazlalıktır. Zîrâ ödünç almanın sahih olması seme­niyyet i'tibâriyle değil, misli olduğu içindir. Geçersiz olmasiyle misH-yetden çıkmaz. Bundan dolayı, geçersiz oldukdan sonra borç alınması sahîhdir.
J3ir kimse, iülûsım yanm dirhemiyle veya fülûsun altıda biri ile veya fülûsun kıratı [11] ile. satın alsa, sahîh olur. İmâm Züfer (Rh.A.);
«Sahih olmaz. Çünkü o kimse, fülûs ile satın almıştır. Fülûs ise, aded ile takdir olunur, dânık [12] ve dirhem ile sayılmaz. Şu hâlde, mutlaka sayısını belirtmek gerekir.» demiştir.

Biz deriz ki:  Fülûsdan yarım dirhemle veya dânıkla satılan şey insanlarca ma'lûmdur. Bundan dolayı açıklamaya lüzum yoktur.
Müşterinin fülûsdan yanın dirhemle veya dânık veya kırat ile sa­tılan şey kadarını satıcıya vermesi gerekir. Müşteri, sarraflardan birine bir dirhem verip; «Bana, bunun yarısı ile fülûs ve yansı ile gümüşün madrubundan yarım dirhem veznini ver, ancak bir habbe [13] verme.» dese, ribâ lâzım geldiği için, satış hepsinde fâsid olur. «Bana, bunun­la yarım dirhemttk fülûs ve yarımdan bir habbe noksan dirhem ver.» demek, zikredilenin aksinedir. Çünkü bir habbesi noksan yarım dir­hem, misli ile ve geri kalanı fülûs ile olur. Şayet müşteri; «Bana ver!» lâfzım tekrar edip; «Bana, bunun yarısı ile fülûs ver; bana, bunun yarısı ile yarım dirhemden bir habbe noksan ver.» dese, satış yalnız fü-lûsda sahih olur. «Yarım dirhemden bir habbe noksan ver.» sözünde, satış sahîh olmaz. Çünkü, vermeyi tekrar edince akd iki olur ve' ikin­cide ribâ bulunur. İki satıştan birinin fâsid olması, diğerinin de fesa­dını gerektirmez. [14]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..