Kendisinde Şuf'a Olan Veya Olmayan Şey Babı

Şuf'ayı ibtâl eden şey,- kasden sabit olmaz. Ancak, akarda sabit olur. «Kasden» kaydına sebeb şudur: Çünkü şuf'a, ağaç ve meyve gibi akardan başka şeylerde akara tebâiyetle sabit olur. Ulv (üst kat) gibi, akar hükmünde olan şeyde de sabit olur.

Şuf'ayı ibtâl eden şey, ancak mal ile mâlik olunan, yâni mâli İvaz ile mâlik olunan akarda sabit olur. Hattâ ivazla mâlik olmazsa; belki hibe ile mâlik olsa, onda şuf'a sabit olmaz. Keza ivaz, gayr-i mâ­lî olsa (yâni mâlî olmasa) şuf'a sabit olmaz. Hattâ bir kimse karısını eve karşılık mühâlaa Onul') etse, o evde şuf'a sabit olmaz. Her ne ka­dar akar ve akar hükmünde olan şey taksim kabul etmezse de, malla mâlik olunanda §uf a sabit olur.

Musannifin «Taksim kalbûl etmeyeni» zikretmesine sebeb: Çünkü, İmâm Şafiî' (Rn,A.) ye göre, taksim kabul etmeyende şuf'a sabit ol­maz. Zîrâ şufa, İmâm Şafiî' (Rh.A.} ye göre, taksimin zararını sav­mak için sabit olur. Bizim Mezhebimize göre; komşuluk sararını sav­mak için sabit olur.

Taksim kabul etmeyen şeyler: Akar hükmünde olan hamam, değirmen, kuyu ve küçük ev, mülk edinilmiş olan dere ve yol gibi mülk­lerdir. Öyle ki bunlar taksim edilecek olsa,  bunlardan yararlanmak (intifa) hâsıl olmaz.

Bina ve hurma ağacı gibi şeylerde şuf'a sabit olmaz. Çünkü bina ve hurma ağacı kasden satılsalar, ikisi de akar ve akar hükmünde ol­mazlar. Sen daha önce öğrendin ki, bina ve hurma ağacı, şayet akara tebaan satılsalar, ikisinde de şuf'a sabit olur.

Metâ'&a ve gemide şuf'a sabit olmaz. İmâm Mâlik (Rh.A.), bunda ayrı görüştedir. Yâni Mâliki Mezhebine göre, bunlarda şuf'a sabit olur.

Mevrûs olan (mîrâs alman mal) mülkde de şuf'a sabit olmaz. Çün­kü, şayet bir haneye irs (mîrâs) ile mâlik olunsa, onda şuf'a sabit ol­maz.

Sadaka ve hibede şuf'a, şüyu' bulunmaksızın, ivaz şartıyla caiz olur. Yâni, eve sadaka veya hîbe ile mâlik olunsa, onda şuf'a sabit ol­maz. Zîrâ ivaz şartı olmaksızın hibe, malı malla değiş-tokuş (muâve-ze) değildir. Bu durumda hîbe, mîrâs gibi olur. Ancak meşrut olan ivazla olursa, mîrâs gibi değildir. Çünkü ivazla hîbe, sonu bakımın­dan satışdır. Lâkin mevhûbda ve ivazda tekâbüz (iki taraflı teslim al­ma) ve adem-i şüyu' (şüyu' bulmama) şart kılınmıştır. Zîrâ, ibtidâen hibedir. Eğer İvaz şart kılınmadı ise,'onda şuf'a yoktur. Ortaklar ara­sında taksim edilen hanede dahî şuf'a olmaz. Çünkü, onu taksim if­raz ma'nâsına gelir. (Yâni, haklarını ayırmaktır.) Bundan dolayı, on­da cebr (zorlama) carî olur. Şuf'a ise, ancak mutlak mübadelede meş­rudur.
Ya da haneyi, diğer hâne İçin ücret kılmakla; hul1 bedeli, âzâd be­deli, kas d en adam öldürmekten sulh bedeli kılmakla veya mehv yap­makla şuf'a olmaz.

Bir kısmı malla karşılanırsa, meselâ; bir adanı, bir kadına bir ev vermek ve kadın da ona bin dirhem iade etmek üzere evlenirse; bunla­rın hiçbirinde şuf'a olmaz. Çünkü bize göre şuf'a malı, mutlak mal ile değiş-tokuşa (müâvezeye) mahsûsdur. Zîrâ şuf'a, kıyâsın hilâfına eser­lerle, malın, mutlak mal ile değiş-tokuş (müâveze) edilmesi hakkın­da sabit olmuştur. Şu hâlde, ona mahsûs kalır.

Satıcı için muhayyerlik île satılan evde de, satıcının muhayyerli­ği düşmemiş iken, şuf'a olmaz. Çünkü muhayyerlik, satıcıdan mülkün zevalini meneder. Eğer muhayyerliği düşürürse, şuf'a vâcib olur. Çün­kü mülkün zevaline mâni' olan muhayyerlik ortadan kalkmıştır. Lâkin sahih olan kavle göre, muhayyerlik düştüğü zaman şuf'a istenmesi şart. kılınmıştır. Çünkü muhayyerliğin düşmesi hâlinde satmak, mül­kün zevaline sebeb olur.

Ya da ev, fâsid satış ile satılsa, onda şuf'a olmaz. Yâni bir kimse, bir evi fâsid satışla satın alsa, onda şuf'a yoktur. Teslim almazdan önce şuf'a olması; o evde satıcının mülkü bakî olduğu içindir. Teslim akukdan sonra şuf'a olmaması; fesh ihtimâli bulunduğu içindir. Zîrâ satıcı ile müşterinin her biri için, satışı, fesh etme imkânı vardır. Hal­buki onun fesh hakkı düşmemiştir. Çünkü ev fâsid satış ile satılıp, fesh hakkı düşse^ müşteri onda bina yapmakla şuf'a sabit olur. Ya da, satılık ev kadının hükmüyle, görme; şart veya kusur muhayyerliği ile g«rl verilse, yâni şuf'a ile teslim edildikden sonra nıebî' zikredilen şey­lerin biri sebebiyle, kadının hükmüyle geri verilse, onda şuf'a yoktur.

(Bunun sureti şudur: Bir adam, bir ev satın alıp şefi' onda hakkını düşürse, ondan sonra müşteri görme veya şart muhayyerliği ile satı­cıya geri verse —gerek hüküm ile ve gerekse hükümsüz olsun mü­savidir— ya da müşteri evi kusur muhayyerliği ile kadının hükmü olmaksızın geri verse, onda şuf'a yoktur.) Zira geri vermek, aslından akdi feslidir, satmak değildir. (İmdi mülk, eski mâlikine geri döner. . Şuf'a ise, yeni akidde câri olur. Bunda, müşterinin teslim almasından önce olmasında veya ondan sonra olmasında fark yoktur. Her ne ka­dar teslim alma, akdin tamâmını ifâde ederse de geri vermekle hükmü bâtıl olur.)

Katlinin hükmü olmaksızın geri vermek, zikredilenin aksinedir. Ztrâ geri vermek vâcib olmayıp, rızâ ile alınca, sanki satın almış gibi olur.

İkâle ile de şuf'a olmaz. Çünkü ikâle, üçüncü satış hakkında sa­tıştır. Şefî' ise, satıcı ile müşterinin üçüncüsüdür. Borcu rakabesini ve kazancını kuşatmış olup, borca batmış (müstağrak) köle için şuf'a sabit olur. Köle için bu şuf'a sahibinin satılık malında ve sahibinin de kölenin maunda sabit olur. Çünkü kölenin elinde olan, bu takdirde sahibinin mülkü değildir. Malı satın alan kimse için de şuf'a sabit olur. Gerek asaleten, gerekse vekâleten satın alsın müsavidir.

Kendisi için mal satın alınana da şuf'a sabittir. Yâni başkasını sa­tın almaya vekîl edip, vekil de müvekkil için satın alsa ve müvekkil şefî' olsa, Onun için şuf'a sabit olur. Bunun sureti şudur: Üç kişi ara­sında ortak olan bir hanenin bitişik komşusu (câr-ı mülâsıkı) olsa, ev satıldıkda, ortaklardan biri evi satın alsa, gerek asaleten ve gerek ve­kâleten satın alsın, şuf'a müşteri için sabit olur. Keza vekil, müvekkil için satın alsa, şuf'a müvekkil için sabit olur. Keza diğer ortak için de sabit olur. Bunun faydası şudur: Şuf'a, bitişik komşu (câr-ı mülâşık) için sabit olmaz. Çünkü ortak, komşudan önce gelir. Gerek asıl ve ge­rekse vekîl olsun malı satan kimse için şuf'a sabit olmaz. Çünkü sa­tıcının şuf'a ile alması, kendi yönünden tamâm olan şeyi bozmaya ça­lışmak olur. Kendi yönünden tamâm olan şey, müşterinin mülkü ve mâlikiyyetidir. Bir insanın kendi yönünden tamâm olan şeyi bozma­ya çalışması merdûddur. (kabul edilmez.).

Müvekkil için dahî, satılan malda (mebî'de) şuf'a sabit olmaz. Çünkü satışın tamâmı müvekkil ile olur. Zîrâ müvekkilin tevkili ol-mai&a, malın satılması caiz olmazdı.
Ya da, derke zâmin olan (yâni alış-verişte akd tamâm olduğu hâl­de parayı müşteriye iade eden) kimse için dahî şuf'a olmaz. Yâni bir kimse, şefi1 olduğu hâlde satıcıdan derk (veya derek) e zâmin olsa, onun için şuf'a sabit olmaz. Zîrâ o satışı, takrirdir. Bu durumda, o kim­se satıcı gibi olur.

Keza (yâni yukarıda zikredilende şuf'a sabit olmadığı gibi), bir ev satılıp ancak bir arşın miktarını satmamakla şuf'a sabit olmaz. Şe-fî'in sınırı boyunca, genişliği bir arşın; bir karış vqyâ bir parmak mik­tarı yeri alıkoyup bu miktardan mâadasını satmakla onda şuf'a sabit olmaz. Bırakılan miktarın uzunluğu, şefî'in evine 'bitişik olan yerin ta­mâmını kaplar. Zîrâ şefî'in bitişiği satılmayınca; komşuluk kesildiği için onda şuf'a sabit olmaz. Bu mes'ele, komşuluk şurasını düşürmek için bir çâredir. Keza zikredilen miktarı satıcı, müşteriye hibe edip müşteri onu teslim aldıkdan sonra komşunun şufasi düşer. Şuf'ayı düşürmek için başka bir çâre (hile) vardır. Musannif, onu şu sözüyle zikretmiştir: Ya da' müşteri evden bir hisseyi, bir semenle satın alıp geri kalanını diğer bir semen ile satm alsa, komşu birinci hissenin sa­tışında şefî'dir. (Yâni komşu için şuf'a, ancak birinci hissededir.) Zî­râ o hisse birincide, nıebî' olur. İkincide, değildir Belki şefi', ikincide komşu (câr) dur. Müşteri ikinci hissenin satışında ortak (şerik) dır ve ortak ise, şuf'ada komşudan önce gelir. Bu mes'ele, burada ibtidâen şuf'a hakkını ibtâl için çâre (hile) dir. Burada bir çâre daha vardır ki, şefî'in şuf'aya rağbetini azaltmayı ifâde eder. O da şudur: Müşteri evi bin akçaya satm almak istese, bin hisseden bir hisseyi dokuzyüzdok-san dokuz akçaya satın alır. Ondart sonra bin hisseden geri'kalanı, bir akçaya satm alır. Şefi', ancak kıymetini vererek birinci hisseyi şuf'a ile alır. Geri kalanını, alamaz. Zîrâ müşteri, satıcıya ortak (şerik) ol­muştur. Ortak ise, komşudan daha haklıdır. Şuf'ayı düşürmek için bir çâre daha vardır. Onu da musannif şu sözü ile zikretmiştir: Ya da müşteri evi ağır semenle meselâ bin akçaya satın alıp semen karşılığın­da kıymeti on akça eden bir giyeceği borç olarak verir. Bu durumda şuf'a semenledir, giyecekle değildir. Çünkü giyeceğin verilmesi diğer bir akddir ve semen evden ivazdır. Bu da bir çâredir, ki ortaklığı ve komşuluğu kapsar. İmdi kıymeti yüz akça olan evi, bin akçaya satın alır ve o bin aîkça için kıymeti on akçalık bir giyecek verir. Lâkin o eve, şayet müstehık zuhur etse, ikinci akd bakî kaldığı için müşteri satıcı­dan bin akçayı geri alır. Bu durumda satıcı mütezarrır olur. Evlâ olan {en iyisi) şudur ki: Evin semeni olan dirhemlerle beraber bir altına (dînâra) satma/ktır. Hattâ, eve müstehık (hak iddia eden) çıkarsa sarf bâtıl olur. Bu takdirde, ancak altının geri verilmesi vâcib olur. Zîrâ anlaşılır ki: O bin dirhem, onun üzerinde İjorç değildir. Bu durumda müşteri diğerinden bir altını on akçaya satın alıp da, sonra üzerinde borç olmadığına birbirlerini tasdik etmiş gibi olurlar. Zîrâ o, ancak di-nârı geri verir.

Şuf'ayı düşürmek için diğer bir çâre daha vardır, ki daha güzel ve daha kolaydır. Musannif, onu şu sözüyle zikretmiştir: Ya da müşteri, tartı veya işaretle ma'lûm olan dirhemlerle satın alarak avucuudaki mangırlara işaret eder ve miktarı bilinmeden satın alır ve mangırları teslim aldıkdan sonra kaybeder, Zîrâ semen, akd 'hâlinde ma'lûmclur; şuf'a hâlinde ise meçhuldür.  Semenin bilinmemesi, şuf'ayı meneder.

İkinci şuf'ayı düşürmek için çâre (hile), ittifakla mekruhtur. Me­selâ, şefî'in şuf'ayı isbâtmdan sonra müşteri şeü'a; uBen, bu evi sana aldığım paraya satarım. Şuf'a ile alınakda fayda yoktur.» demesidir. İmdi şefi' bu söze teslim olup, şuf'ayı isbâttan sonra evi almasa, şuf'a düşer. Lakin bu çâre (hile) mekruhtur. Ama ibtidâen şuf'a sabit ol­maması için başvurulan çâre (hile); İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, mekruh değildir. Çünkü müşteri, kendisinden-kötü komşunun zararını savmak için çâre arar. Zîrâ mâlikin rızâsı olmaksızın şefî'in evi üze­rine temellük etmesinde mâlike zarar vardır. Kendisinden zararı sav­mak için çâre aramak caizdir. Velev ki, zımnen başkasına zarar ver­miş olsun. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre mekruh olur. Çünkü şuf'a, ancak zararı savmak için sabit olur. Çâreyi mubah bırakmakda ise, başkasına zarar vermek vardır. Burada, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A). un sözü ile fetva verilir. Zekât'da ise, îmânı Muhammed' (Rh.A.) in sözü ile fetva verilir.

Sadr'uş-Şeria (Rh.A.) demiştir ki: «Şuf'a, ancak komşunun zara­rını savmak işin meşrudur. Müşteri, komşular kendisinden zarar gö­ren kimselerden ise, şuf'anın düşürülmesi helâl olmaz. Eğer müşteri sâîifo bir adam olup komşu ondan faydalanırsa ve şefi' mütegallibe (zorba) den ise, bu takdirde onunla kıomşu olmak îcâb etmez. Şuf'anın düşürülmesinde hîle caiz olur.»

Kadir olduğu hâlde müvâsebe talebini terk etmek veya müvâsebe talebine işhâdı terk etmek, şuf'ayı ibtâl eder. Müvâsebe talebini terk etmek; satışı bildiği anda istemeye kadir olduğu hâlde müvâsebe tale­binden vazgeçmektir. Kadir olmaktan murâd; ağzını bir kimsenin ka­pamaması yâhûd namazda bulunmamasıdır. Zîrâ terk etmesiyle şuf'a-sı bâtıl olur. Taleb hakkı, ancak kasd ve ihtiyar hâlinde sabit olur. Bu da, iktidarla olur. İkincisi; müvâsebe talebine işhâdı terk etmekle olur. Şefi* evin satıldığını Öğrendiği zamanda yanında iki adam veya bir adam ile iki kadın bulunmuş iken, şuf'a talebine kadir olduğu hâlde susup, talebi üzerine onları işhâd etmemesi, şuf'ayı istemediğine ( i'râ-za) delildir.
Hidâye'de denmiştir ki; «Şayet şefi' evin satıldığım öğrendiği za­man, işhâda kadir İken terk etse, şuf'ası bâtıl olur.» Halbuki bundan Önce şuf'a talebi babında; «Müvâse-be talebinde işhâd lâzım değildir.» demiştir. «İki sözün arasında çelişme vardır.» diye buna i'tirâz edil­miştir. Bu i'tirâzm menşei ise, Hidâye'nin: «O, buna kadir iken...» sö­zünü anlamamaktır. Çünkü onun muradı «Şefi1, şâhidlerin bulunma­dığı bir yerde evin satıldığını işittikde sussa, şuf'ası bâtıl olur.» de­mektir. Şayet şefi'; «Ben, şuf'ayı istedim.)) dese ve bir kimse O'nu işit-mese, şuf'a bâtıl olmaz. Hattâ kâdî huzurunda; «Ben, şûrayı istedim ve terk etmedim.» dese ve bunun üzerine yemin etse, yemininde doğru olur ve müvâsebe talebi sabit olur. Bunun daha geniş tahkiki yakında gelecektir.

Şefî'in, şuf'adan ivaz ile sulh olması da şuf'ayı bâtıl kılar. Çünkü teslimdir. İmdi, sulhu bâtıl olduğu için ivazı geri verir. Çünkü şuf'a, mülksüz mücerred temellük hakkıdır. Ondan ivaz vermek sahih olmaz. Zîrâ ivaz, rüşvettir. Öyleyse, geri verir. Yine sut'a, evin satılmasından sonra ve kadının şuf'a ile hükmünden ünce şefî'İu ölmesiyle bâtıl olur. Yâni, şefî'in vârislerinin şuf'a ile almaları caiz olmaz. Hattâ şefi', kâ-dînm şuf'a ile hükmünden, sonra ölse  semeni peşin verip ve evin mâliki semeni teslim almadan önce ölse de — bâtıl olmaz. Çünkü kâ-dînın hükmü ile şuf'a karar kılmıştır. Bâtıl olmasının vechi ise şudur: Şuf'a, mücerred temellük hakkıdır. Bu ise, hak sahibinin ölümünden sonra bakî kalmaz. Şu hâlde, nasıl mîrâs olarak (mevrûs) alınabilir? Müşterinin ölmesiyle şuf'a bâtıl olmaz. Çünkü müstehık bakidir. Müs tehakkun aleyhin ölmesiyle istihkak sebebi değişmez. Şefî'in, şuf'a ile almak istediği evi, kâdînın şuf'a ile hükmünden önce satması da şuf'a-yi ibtâl eder. Yâni şefi', şuf'a ile almak istediği  evi, müşteri satın al-dıkdan sonra kâdî şefî'.için şuf'a ile hüküm vermezden önce —müş­terinin satıa aldığını bilsin veya bilmesin — satmasiyle şuf'ası bâtıl olur. Çünkü istihkak, komşuluk ve ortaklıkladır. Halbuki temellükten Önce istihkak ortadan kalkmıştır.

Keza şefî'in, şuf'a ile taleb ettiği evi mescid veya kabristan yap­ması yahûd vakf edip tescil etmesi, şuf'asını ibtâl eder. Kâdîhân (Rh. A.) demiştir ki: Şuf'aya hüküm verildiği vakitte müstehık çıkıldıkda, şefî'in mülkünün mevcûd olması şart kılınmıştır. Eğer şefi' müstehık çıkılan evini mescid veya kabristan yapsa yâhûd ınüseccel vakf yapsa; ondan sonra kâdî şefî' için şuf'a ile hüküm verse, mebî' için şefî' ola­maz. Çünkü mescid veya kabristan ve müseccel vakf mülkünden yok olmuş mesabesindedir.
Şefî'; «Ben, evin satıldığını öğrendiğim zaman taleb ettim.» dese, yeminiyle söz onundur. Musannifin; «Söz, şefî'indir.» demesi, şuna delâlet eder ki; asi olan; ya isbât suretinde olsun diye şeıî'e, «Sen, talebi terk ettin.» diyerek müşterinin beyyine getirmesi, ya da, «Sen, şuf'a istemedin.» demesidir. Çünkü «Sen istemedin.» demek, zahiren nefy ise de, lâkin o nefy-i mahsurdur.» [26] Bu takdirde, .isbât hükmünde olur. Nitekim Fıkh Usûlünde tekarriir etmiştir. Her iki takdire göre de; müşteri beyyine getirirse, kabul edilir. Getiremez ise; şelTe, terk etmediğine veya şuf'a taleb ettiğine dâir yemin verilir. Eğer müşterinin, şefî'in terkine delili olmayıp; şefî' talebi üzere delil getirirse, kabul edilir. Eğer ikisinin de beyyinesi olursa, müşteriniııki tercih edilir. Çün­kü şefi', zahire bağlanmıştır. Bundan dolayı, söz onun olur. Şefi', bey­yine getirmekle teklif olunmamıştır. Şefî'in; «Dünkü gün öğrendim ve istedim.» demesi bunun aksinedir: Yakında anlatılacaktır.

Telhis'ul-Câmi'in ba'zi şerhlerinde zikredilen şey buna delâlet eder. Orada şöyle denmiştir: Şefî'in hâzır olduğu yerde dinleyecek bir kim­se bulunmasa, uygun olan şuf'ayı taleb etmesidir. Çünkü taîeb, işhâd-sız sahîh olur. İşhâd, ancak müşterinin şuf'a talebini inkârı sebebiyle meşrudur. Şu hâlde uygun olan, şuf'ayı taîeb edebilmesidir. Hattâ müş­teri, şefî'e yemîn ettirirse, şefî'in evin satıldığını işittiği vakitte taleb ettiğine dâir yemîn etmesi mümkün olur. İmdi anlaşılır kî; burada hüküm, müşteri beyyine getirirse, evin O'nun olmasına hükmedilir. Müş­teri beyyine getirmekden âciz olup, şefi' beyyine getirirse; şuf'a ile hük­medilir. Eğer ikisi de beyyineden âciz olursa, ŞelTe yemîn verili)), ye­minden sonra şuf'a ile hüküm verilir.

Eğer şefî'; «Dünkü gün evin satıldığım duydum ve taleb ettim.» dese, «Beyyine getir!» diye teklif edilir ve sözü kabul edilmez. Çünkü şefi', talebi geçmiş zamana izafe etmiştir. İmdi hâl için isti'nâfma (yeniden başlamasına) rriâiik olmadığı şeyi hikâye etmiştir. Bir kim­se hâl için isti'nâima mâlik olmadığı şeyi hikâye etse, hikâye ettiği şeyde beyyinesiz tasdik edilmez. Şayet talebi geçmiş zamana izâle et­meyip, belki sözü mutlak olarak söylese, bu takdirde hâl için isti'nâ-fına mâlik olduğu şeyi hikâye etmiş olur. Çünkü biz onu, sanki satın almayı şimdi öğrendi ve şuf'ayı şimdi taleb etti, sayarız. Bundan do­layı söz, onun olur. İmâdiyye'de ve başkasında da böyle denmiştir.

Şefî', senin satın aldığını işitip şuf'ayı teslim etse, imdi satın al­ma senden başkasının olduğu zahir olsa veya mebî'in bin akçaya satıl­dığım işitip şuf'ayı teslim etse; halbuki mebî' binden daha aza satılsa veya kıymeti bin veya daha çok eden keylî, veznî veya mütekârib adedî ile satılmış olsa; şuf a, şefi' için caiz olur. Şefî'in teslimi şuf asma mâ­ni' olmaz.

Meta' ile bu şekilde satıldığını bilse; şuf'a, şefi' için olmaz. Yâni şefi', kıymeti bin veya daha çok olan meta' ile satıldığını bilse, şufa-nın şefî'e âid olduğuna, hükmedilmez. Bunda, asıl olan şudur: Şuf ada gaye, semenin miktâriyle, cinsiyle ve müşteri ile muhtelif (değişik ve çeşitli) ölür. Şayet şefi', şuf'ayi ba'zı vücûh üzere teslim edip ondan sonra hilafı ortaya çıksa, şuf'a hâli üzere kalır. Çünkü teslim, müste-hak olduğu vech üzere bulunmamıştır. Bunun açıklaması şudur; şayet şefî', evin bin dirheme satıldığını haber alıp şuf ayı teslim etse, ondan sonra evin binden daha fazlaya satıldığını öğrense, teslim şahindir. Çünkü şefî', ancak semeni çok gördüğü için teslim etmiştir. İmdi se­men, şefî'in çok gördüğü semenden daha çok olursa, teslime daha çok razı olur. Eğer, binden daha aza satıldığını, kıymeti bin akçalık, daha çok buğday veya arpa' ile satıldığını öğrenirse, şuf a hakkı bakî­dir. Çünkü, semenin çokluğunda teslimi, semenin azlığında teslimine delâlet etmez. Keza dirhemler ve dinarlardan iki cinsin biri ile tesli­mi, diğerinde teslimine delâlet etmez. Ba'zan şefî'e ikisinden birinin edası kolay ve diğeri imkânsız olur. Keza her mevzun, mekîl ve mütekâ-rib adedi ile satış dahî zikredilen gibidir. Kıymeti bin veya binden faz­la olan meta' ile satıldığını bilmekle teslimi, zikredilenlerin aksinedir. Yâni bunda, teslimi şahindir. Zîrâ şefî', ancak metâm dirhemler veya dinarlardan olan krymetiyle alır. Şayet ev, kıymeti lıin veya daha çok olan dinarlar İle satılsa, sahih olur. Bu da, onun gilbidir. Eğer kıymeti binden daha az malla satılırsa, bu takdirde ş_uf ası ibâkî kalır. Müşte­rilerin birinin hissesi için şefî' olur. Satıcıların birinin sattığı hissesi için şuf'a isteyemez. Belki şefî' hepsini alır veya bırakır. Yâni bir ce­mâat, bir kimseden bir ev satın alsalar, o müşterilerden birinin hisse­sinde şuf a sahih olur. Şayet bir cemâat, bir kimseye ev safcsalar, o sa­tıcılardan birinin »hissesinde şuf a sahîh olmaz. Çünkü birinci surette, 'komşunun zararını savmak vardır. İkinci surette, yoktur. Keza, bir kimse hisse-i şâyialı olarak satılan bir evin yarısını aynlmış olarak alıp satıcı ile taksim etseler, yine.şefî', müşterinin aldığı yarımı alır veya terk eder. Şefî'in taksimi fesh etmesi lâzım gelmez. Çünkü taksim, teslim almayı tamamlayıcıdır. Zîrâ teslim almak, intifa (yararlanmak) içindir. Şâyi'de intifa ise, ancak taksim ile tamâm olur,
Şefî'in babasının ve yetimin vasisinin, küçük çocuğun şurasını teslim etmeleri sahilidir. Çünkü bu teslim, ticâret için terktir. Şu hâl­de ticârete mâlik olan kimseden sahih olur. (Yâni bir kimse, bir ev satın alıp onun şefî'i küçük çocuk olsa, küçük çocuğun babası veya va­sisi şufayı teslim etseler, teslimleri sahih olur. Küçük çocuk için, bülûğdan sonra şuf a ile evin alınması lâzım gelmez. Bu, İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göredir. İmâm Muhammed ve îmâm Züfer, (Rh. Aleyhimâ) bunun aksi görüştedirler. Çünkü bu iki­si derler ki; küçük çocuk şuf'a üzere sabittir ve "bulûğdan sonra, O'nun almak hakkı vardır. Çünkü şuf'a, küçük çocuk için sabit haktır. Baba ve vasî, o hakkı ıbtâl etmeye mâlik olmazlar. Meselâ, kısâsda afv et­meleri gibi... Şeyhayn (Hh. Aleyhimâ) [27] derler ki; şuf'a ile almak, ticâret zımnından dır. Çünkü almak, ancak bedel vermekle olur. Şu hâlde, onu terk etmeye de mâlik olurlar. Bilmezmisin ki, küçük çocuk için satışı gerektiren şeyi, baba ve vasinin reddi dahî sahîh olur. Çün­kü bedel vermek, fayda ile zarar arasında dolaşır. Bedel, küçük çocu­ğun mülkü üzere kalsın diye; ba'zan küçük çocuk için terk etmekde fayda (nazar) vardır. Velayet ise, fayda sağlamaya dayanır. Şu hâlde baba ve vasî geri vermeye (redde) mâlik olurlar.

Keza babaya ve vasiye küçük çocuğun malı civarında olan bir evin satılması haberi ulaşsa, baba veya vasî sussalar, susmaları sebebiyle teslim sahîh olur.. Çünkü teslime kadir olan kimsenin susması, teslim menzîleshıdedir.
Şuf'a istemeye vekîl olan kimse, şayet şurayı teslim etse veya mü­vekkilinin şufayi teslim ettiğini ikrar etse; eğer o teslim veya ikrar, kâdî huzurunda olursa sahîh olur. Eğer başkasında olursa, caiz olmaz. Ancak şu kadar fark vardır ki; o, husûmetten çıkar. İmâm Ebû Yûsuf (Hh.A.); «Mutlaka caiz olur.» demiştir. İmâm Züfer (Rh.A.) ise; «Mut­laka caiz olmaz.» demiştir. [28]                                                    


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..