Hîbe'den  Dönmek  Babı


Hibeden dönmek (rücû1), yabancı kimsede sahilidir. Musannif, «Yabancı kimse» ile, hibe eden kimseden zî-ralun-i mahrem olmayanı murâd eylemiştir. Bu söz ile, zî-rahm olup mahrem olmayan ve mah­rem olup zî-rahm olmayan hâriç kalmışlardır. Bundan dolayı musan­nif, «Hibeden geri dönmeyi, karabetle mahrem olmak meneder.» de­miştir. Bu söz ile musannif; babalar, analar, erkek ve kız kardeşler gi­bi neseb yoluyla değil, süt gibi sebeb yoluyla mahremiyetten; bir de; kadınların anaları ve rebâib (yâni bir erkeğin üvey kızları), oğulları­nın ve kızlarının eşleri gibi sıhriyet yolu ile mahremiyetten sakınmıs-tır.

İmâm Şafiî (Rh.A.) şöyle demiştir: Hibeden dönmek yoktur. Çün­kü, ResûlüUah (S.A.V.) :

«Hibe eden kimse, hibesinden dönemez; ancak baba, çocuğuna hi­be ettiği şeyden dönebilir.» buyurmuştur.

Bizim delilimiz, Resûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilen şu hadîs-i şerif dir:          .

«Hibeye karşılık  (ivaz) olmadıkça, hibe eden kimse hibesine da­ha lâyıktır.» Bununla murâd, teslimden sonra olan dönme hakkıdır.

Çünkü hîbe, teslimden Önce hakikaten hibe olmaz. İmânı Şafiî' (Rh.A.) nin rivayet ettiği hadîsten murâd, hibe eden kimsenin hükümsüz ve nzâsız dönmeyi (rücû'u) tek başına yapamamayıdır. Baba müstesna. olup, O, hîbe edilen şeye muhtâc olursa, kendisi alabilir. Çünkü baba, infâka haceti olduğu için hîbe edilen şeyi almakda hükümsüz ve n-zâsız teferrüd eder. Her ne kadar hakîkaten ruoû' değil ise de; zahire bakarak, babanın almasına rücû' denilmiştir.

Halbuki bu hüküm, hibeye mahsûs da değildir. Belki baba, muhtâc olursa, oğlu gâib de olsa, onun malından alması, caizdir. Nitekim «Na­fakalar Babı» nda zikredilmiştir.

Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.): «Biz de, bu sözü kabul ederiz, yâni dönmek (rücû'), ancak baba için uygundur. Çünkü baba, ihtiyâcı için temel­lük eder.» demiştir. İmdi Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A,) nın "Biz de, bu sözü kabul ederiz.» sözünden ba'zı kimseler şunu tevehhüm etmişlerdir: Ba­banın, oğluna hîbe ettiği şeyden dönmesi, zikredilen İmâm Şafii' (Rh, A.) nin sözü gibi, bize göre de mutlaka sahilidir.» Bu anlayış bâtıl bir vehmdir. Kaynağı, Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) nın; «Çünkü baba, ihtiyâcı için temellük eder.» sözünden gaflettir. Zîrâ Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) nın demek istediği, bizim zikrettiğimiz şeydir. Hattâ baba muhtâc olma­sa, oğlunun malından bir şeıy alması caiz olmaz. Şu hâlde anlaşılan şey, Kâdîhâıı (Rh.A.) ve diğerleri gibi bizim Fukahâmizin açıklama­larına aykırıdır. Bunlar; «Doğum akrabalığı, mâni'ler cümlesindendir.» demişlerdir. Nitekim ne kadar yukarı gitse de, babalarda ve analarda; ne kadar aşağı inse de, evlâdda, yine ne kadar aşağı inse de, erkek ve kızkardeşlerde ve onların çocuklarında, amcalar ve halalar, dayılar ve teyzelerin yalnız kendilerinde olduğu gibi. Çünkü bunların çocukları, mahremler (yâni birbirleriyle evlenmeleri haram olanlar) den değil­lerdir. Nitekim, daha önce «Nikâh Bölümü» nde geçti.
Hibeden dönmeye mâni' olan şeyler yedidir: Birincisini musannif: «Akrabalıkla olan mahremiyet» sözüyle zikretmiştir. [42] Bunun dön­meye mâni' olmasının vechi; maksûd —ki sıla-ı rahmdir— hîbe ile hâsıl ölür. Çünkü sıla-ı rahm, mahremlerde vâcibdir ve maksûdunu ifâde eden her akd lâzım gelir.
Rücû'un mâni'lerinden (engellerinden) ikincisini musannif, «Biti­şik ziyâde» sözümle zikretmiştir. Yâni hîbe edilen şeye bitişik olan fazlalık da rücû'a mânidir. [43] Bina, dikilmiş ağaç ve yağ gibi. (Yâni ken­disine hibe edilen kimsenin, hibe edilen şey (mevhûb) üzerine bina yapması veya ağaç dikmesi gibi.) Bunların rücû'a mâni' olmasının vec-hi şudur: Hibeden dönmek (rücû1) ancak lıîlıe edilen şeyde sahîh,4*lur. Fazlalık İse hîbe edilen şeyden (mevhûbdan) değildir. Şu hâlde, faz-lalıkda rücû* sahih olmaz. Aslı geri alıp, fazlalığı almamak suretiyle ayırmak da mümkün olmadığı için, dönmek (rücû) aslen imkânsız­dır.
Üçüncü engeli musannif şu sözü ile zikretmiştir: «Hibe eden kim­se (vâhib) İle kendisine hîbe edilen kimse (mevhûb-un leh) den biri­nin ölmesi de, hibeyi almaya engeldir.» [44] Kendisine hîbe edilen kim­senin ölmesiyl: hibenin geri alınamaması; mülk mevhûb-un leh'in vârislerine geçtiği içindir. Hîbe eden kimsenin ölmesinin rücû'a engel obuasına gelince; nass, rücû' hakkını ancak hîbe eden kimse İçin îcâb ettiğîndendir. Vâris ise, hibe eden,kimse değildir.
Dördüncü engeli musannif «İvaz» sözüyle zikretmiştir. [45] Çün­kü hibede rücû' hakkı, hîbe eden kimsenin maksûdunda halel (bo­zukluk) olduğu için mevcûd idi. Halbuki ivaz, ona ulaşmakla bu, orta­dan kalkmıştır. İvaz, hibeye muzâf ise, mâni'dir. Kendisine hibe edi­len kimse; «Bunu al, hibenin karşılığı (ivazı) dır!», "«(Hibenin bedeli­dir!», «Hibenin karşılığında.» veya «Hibenin yerine.» dese, hîbe eden kimse de teslim alsa, artık rücû' edemez. Eğer hibe eden kimse (vâ­hib) hîbe edip, kendisine hîbe edilen kimse (mevhûfo-un leh) ivazı muzâf eylemese, herkes mutlak surette hibesinden dönebilir. Yâni gerek ivaz, kendisine hîbe edilen kimseden olsun, gerekse onun em­riyle yabancıdan olsun, gerekse olmasın müsavidir. Çünkü ivaz, hîbe eden kimseye teslîm edilmiştir. Bu takdirde rücû' hakkı kalmamıştır. Keza, İvazı veren yabancı da ivazından geri dönemez. (Yâni, ivazı geri alamaz). Çünkü yabancı, mevhûb-un lehden rücû' hakkını düşürmek­le teberru' edicidir ve bu caizdir. Eğer mevhûb-un leh'in emri olmaksı­zın vermişse, muavviz (ivaz veren)  ondan ivazı alamaz. Çünkü tebernT etmiştir. Keza, ivazı onun eniri ile vermiş olsa da, yine alamaz. An­cak mevhûb-un leh: «Ben, o ivazı ödemek üzere, benim için vâhibe ivaz ver!» demiş ise, ivazı alır (rücû' eder). «îzâh» adlı eserde de böyle denmiştir.
Musannif, beşinci engeli şu sözüyle zikretmiştir: «Mevhûbun, ken­disine hibe edilen kimsenin mülkünden çıkması da riicû'a, engel­dir.» [46] Çünkü mülkün değişmesi, ayn'm değişmesi gibidir. Mülk, se­bebin değişmesi ile değişmiştir.

Altıncı engeli musannif «Hibe vaktinde zevelyyet» sözü ile zikret­miştir. Çünkü zevciyyet, vuslat hususunda mahremiyyet akrabalığı gibidir. Bunun" delili; aralarında mâni' ve butlan olmaksızın mîrâs cereyan etmesidir. Bu durumda maksad, sıladır. O da, olmuştur.
Hîbe vaktinde zevciyyet (kan-kocalık), rücû'a mâni'dir. [47] Hat­tâ bir kadına, bir şey hibe edip ondan sonra nikâh etse, hibe eden kim­se, geri dönebilir. Şayet nikâhı altında olan kansma hîbe etse, ondan sonra bâînen boşasa, dönmek hakkı yoktur Çünkü, birincide; hîbe vaktinde aralarında-alâka yoktur. Onun için rücû' edebilir. İkincide, yâni karısına hîbe edip sonra bâînen boyadığında, hibe vaktinde alâ­ka vardır. Onun için rücû' edemez.
Yedinci engeli musannif; «Hibe edilen şeyin (mevhûb'un) helak olması da hibede rücû'a engeldir.» [48] sözüyle zikretmiştir. Çünkü, hi­be edilen şey helak olunca, dönmek imkânsız olur. Şayet kendisine hî­be edilen kimse, mevhûb'un helak olduğunu iddia etse, yeminsiz tas-dîk edilir, «Kâfî»'de de böyle denmiştin

Bu yedi engelin zabiti; (Dem'u hazeka) harfleridir. Bu harfler, şu sözden jalınmaştır: -                       .

«Hibede rücû'a mâni',

Ey dostum, «Dem'u hazeka» (yâni mızrak kanı) dır!»

İmdi (d) ziyâdeye, (m) ikisinden birinin ölümüne, (Ayn) ivaza, (hâ) mülkcten çıkmaya,  (za) zevciyyete, (kâf) akrabalığa ve (he) helake işarettir. Hazk, ta'n (vurmak) ma'nâsınadır. Hazık, mızrak demektir. Bu sözü söyleyen, her hâlde gözyaşını mızrağın sivri ucuna benzetmiş oiacaktrr.

Bîr kimse, bir köleyi, kardeşi ile bir yabancı kimseye hîbe edip ve onlar da köleyi teslim alsalar; hîbe eden kimse (vâhib), yabancının payından rücû' edebilir. Çünkü hîhe, yabancı hakkında şahindir. Zîrâ köle, taksim olunmayan şeylerdendir. Dönmeye de engel yoktur. Kar­deş ise, bunun aksinedir. Çünkü ondaki akrabalık, hibede rücû' et­meye engeldir.

Bir adam, bir adama, bir şey hîbe edip o da teslim aldıktan sonra bîr başkasına hîbe etse, ondan sonra ikinci adanı dönse, yâhûd ikinci vâhibe geri verse; birinci adamın, ikinci adama, o şeyde rücû' etmesi sahih olur. Çünkü hîbe edilen şey (mevhûb), ikinci adama yeni sebeb olmaksızın dönmekle avdet edince, birinci adam o hibeden rücû' ede­bilir. Eğer hibe edilen şeyi, üçüncü adam, ikinciye tasadduk eder, o da fakır olursa veya satar da, o zengin olursa, »birinci adam, ikinciye rücû' edemez. Çünkü tasadduk veya satış yeni mülkdür. Zîrâ, ona ye­ni sebefo ile dönmüştür. Rücû' hakkı, bu mülkde sabit değildir. Birin­ci adam, bu takdirde rücû' edemez. Muhit'de de böyle denmiştir.

Kendisine hîbe edilen kimse, hibenin yansı İstihkak edildiği suret­te ivazının yarısıyla rücû' eder. Hibeden nıurâd, hîbe edilen şeydir. Çünkü kendisine hîbe edilen kimse, ivazı hîbe eden kimseye, ancak hîbe edilen şeyin hepsi kendinin olsun diye vermiştir. Bir kısmı yok olunca, sair muavezatta olduğu' gibi, onun miktârmca hîbe eden kim­seye rücû' eder. İvazın yarısının istihkakında hibe eden kimse, ken­disine hîbe edilen kimse üzere bir şeyle rücû' edemez. Hattâ ivazın geri kalanını -verir. Çünkü 'bu miktar, ibtidâen bütününe ivaz olmaya .elverirdi. İstihkakla anlaşıldı ki bundan başka ivaz yoktur. Yâni hîbe eden için muhayyerlik vardır. Çünkü onun rücûJ hakkı, ancak bütün ivaz kendisinin olsun diye düşmüştü. Bu olmamıştır. Binâenaleyh; di­lerse ivazdan geri kalana razı olur. Dilerse, kalanı verip, hîbe edilen şeyin tümünü alır.
İvaz şart kıhmrsa, bunun hilaf madır. Çünkü ivaz^şart kılman hi­be, tebaan tamâm olur. Bu takdirde bedel, mü-bdel üzetine dağıtılır. Şayet bir kısmına müstehık çıkılsa, hîbe eden ona karşılık olan ivaz­la rücû1 eder. «Esrar» adlı kitapda da böyle denmiştir.
Eğer kendisine hîbe edilen kimse, hibenin yarısına ivaz verse, hî­be eden kimse {vâhib) ivaz verilmeyene rücû1 eder. Çünkü ivaz ver­mek, rücû'a engeldir. Şayet ivaz yarımda bulunsa, yarımın miktarınca rücû' imkânsız olur. Eğer hibe eden kimse, hibenin yansını satsa veya satmasa yarımda rücû' eder. Çünkü hîtoe eden kimse {vâhib) için  tümde rücû' etmek 'hakkı olunca, bir kısmında rücû' evleviyyetle sa­bittir. Yansım satmak, rücû'u menelmez. Bu, yâni rücû' ancak, mev-hûb, mevhûb-un leh'in elinden iki tarafın rızâsı veya kadının hükmü ile elinden alınması bakımından sahih olur. Çünkü hibeden rücû', rauhtelefun fîhdir. Fukahâdan bazı âlimler onu caiz görmüş, ba'zıları da caiz görmemiştir. Hibeden rücû' etmenin aslında zayıflık vardır. Çünkü hî'be eden kimse hakkını isterse, kendisine hibe edilen kimse onun mülkünü meneder. Maksûdun husulünde ve adem-i husulünde gizli­lik vardır. Çünkü hibe eden kimsenin muradının, sevâ-b ve sevgi ol­ması caizdir. Buna göre vâhibin maksûdu hâsıl olduğu, için rücû' edemez. Yine, vâ'hibin muradının ivaz olması da' caizdir. Buna göre; rücû' eder. Bu takdirde arayı rızâ veya kaza ile i'asl etmek gerekir.

Mevhûb-un leh'in kendisine hibe edilen köleyi ıücû'dan sonra, hükümden önce âzâd etmesi sahilidir. Çünkü hibe edilen şey, rnev-hûb-un leh'in mülkünden ancak kâdînın hükmüyle çıkar. Şu hâlde, hükümden önce azâd edilmesi şahindir. RücıVdan soma ve kazadan ön­ce hibe edilen şey helak olsa; vâhibin menetmesinden sonra, hibe edi­len şeyde mülkü bakî olduğu için .mevhûb-un leh onu Ödemez. Keza, hükümden sonra, hibe edilen şey, mevhûb-un leh'in elinde helak olsa, yine ödemez. Çünkü hîbe edilen şeyin teslim alınmasının (kabzının) aslı, teslîm almanın (makbuzun) ödenmesini îcâb etmez. Bu, onun illetinin devamıdır. Bir şeyin devamı, asliyle mu'teberdir.. Lâkin hü­kümden ve vâhib isteyip, o men ettikten sonra helak olmasiyle Öder. Çünkü bu takdirde, hîbe edilen şey, hîbe edilen kimsenin elinde emâ­nettir. Talebden sonra men', emânette ödemeyi îcâb eder. İkisinin bi­riyle rücû*, yâni rızâlaşmakla veya kâdînın hükmü ile rücû'; hîbe ak­dini asıldan feshdir.ve eski mülkü iadedir. Rücû', vâhib için hîbe de­ğildir, îmdi bunda, hîbe edenin teslîm alması şart değildir. Çünkü teslîm almak (kabz), ancak mülkün intikâlinde i'tibâr edilir. Yoksa, eski mülke geri dönmesinde i'tibâr edilmez.

Taksime elverişli olan müşâ'da rücû' .sahilidir. Yansı hibe edilen ev gibi. Hîbe olaydı, sahih olmazdı.

Hîbe edilen şey, mevhûb-un leh'in elinde helak olup, o inevhûba müstehık çıkılıp mevhûb-un leh ödese; kendisine hîbe edilen kimse, hî­be eden üzere rücû' edemez. Çünkü hibe, teberru' akdidir. İmdi ken­disine hibe edilen kimse, hîbe edilen şeyde selâmete müstehık kılın­maz,

Bİr engel nedeniyle rücû'un bâtıl, olduğuna hükıncdildikden sonra, o engel ortadan kalksa, rücû' avdet eder. Bunun açıklaması şudur: Hîbe edilen evde, mevhûb-un' leh bina yapsa ve kadı bina sebebiyle hibe eden kimsenin (vâhibin) rücû'unu ibtâl etse, mevhûfo-un leh ö binayı yıksa ve hâne Önceki hâline geri dönse, hibe eden kimsenin o evin hibesinde rücû' etmesi caiz olur. Fakat bir kimse, bir köleyi üç güne kadar muhayyer satın alsa, muhayyerlik müddetinde köle has-talansa; müşteri, satıcıya köleyi geri vermekde muhâsama edip kâdî muhayyerlik müddetinde humma sebebiyle geri vermede müşterinin" hakkını ibtâl etse, müşterinin o köleyi geri vermesi caiz olmaz. Mu-hît'de de böyle denmiştir.

Hîbe, ivaz şartiyle ibtidâen hibedir. Bu, hîbe eden ivazı «alâ = şar­tıyla» kelimesiyle zikrettiği vakittedir. Meselâ hîbe eden kimse; «Şu giyeceği, bana bedel vermen şartıyla, ben bu köleyi sana hîbe ettim.» demesi gibi. Şayet ivazı «bâ = ile» harfi ile zikretse, başlangıcı ve sonu bakımından satış olur. Meselâ hîbe eden kimse, kendisine hîbe edilen kimseye; «Ben, sana şu elbiseyi, şu kölenle veya bin dirhemle hibe et­tim.» dese, ve kendisine hîbe edilen kimse de kabul etse, bü'icmâ', baş­langıcı ve sonu bakımından satış olur. Hidâye şerhlerinde ve başkala­rında da böyle denmiştir.
İki ivazın her biri hîbe olduğu için, iki âkidiıı iki ivazı teslim al­maları şart kılınmıştır ve hîbe şüyu' ile bâtıl olur. Nitekim şüyu' ile bâ­tıl olmak, hibenin hükmüdür. Babanın, küçük çocuğunun malım ivaz şartıyla hîbe etmesi caiz değildir. Nitekim, ivazla küçük çocuğun hî-besi. caiz olmadığı gibi. îvaz şartiyle hibe, sonu bakımından satışdır. İmdi o ivaz şartiyle olan hîbe, kusur ve görme muhayyerliği ile geri verilir. Hîbe, şuf'ayı da ardından celbeder. Nitekim, satışın hükmü de budur. Bu, bize göredir. İmâm Züfer ile İmâm Şafii1 (Rh.-Aleyhimâ) ye göre, başlangıcı ve sonu bakımından satışdır. Çünkü i'tibâr ma'nâ-laradır. Bizim delilimiz şudur: Bu satış; iki cihete şâmildir. Şu hâlde, iki benzerle amel etmek suretiyle mümkin mertebe aralan bulunur. Şayet, «Hîbç, malı ivazsız temlîkdir ve satış ise, malı ivaz ile temlik-dîr. İkisi bir araya nasıl getirilir ve yine temlîkde şart câri olmaz ve «alâ»' kelimesi şartiyyet ifâde eder.» denilirse; cevâbında ben derim ki: Sen bilirsin ki, hibenin ivazsız temlik olmasının ma'nâsı, şartsız temlik olmasıdır. Yoksa ivazın yokluğu şartiyle değildir. Şu hâlde, onun satış olmasına aykırı olmaz. Yine bilirsin ki; temlike aykın (mü-nâfi) olan şart, içinde ribâ veya kumar ma'nâsi bulunan şarttır. Mut­lak şart değildir. Hattâ satıcı; «Sana müîk olmak üzere, ben bu şeyi sana sattım.» dese, satış sahih olur. Konumuz bu ibareye bakarak ib­tidâen şart olur. Hattâ ka-bzdan önce satış gibi, lâzım olmaz. Neticeye bakarak, ivaz ma'nâsma şart olur. Hattâ, beka hâlinde üzerine sa­tışın ahkâmı terettüb eder.

Bir kimse, bir bez hîbc edip, kendisine hibe edilen kimse (mev-hûb-un leh) onu beyazlaştirsa, hibe eden kimse ona riicü' edemez. Be­yazlatmakla, yıkamak arasında. fark vardır. Şöyle ki; beyazlatmakta, muttasıl ziyâde vardır, yıkamakda ise, yoktur,

Keza kâfir bir köle, kendisine hibe edilen kimsenin elinde İslama gelse ve bir câriye, ki mevhûh-ım leh O'na Kur'ân, veya yazı veya bunların benzeri şeyler öğretse, bu suretlerde hibe eden kimse rücû' edemez. Çünkü Müslüman olmakla, Kur'ân öğrenmekle, yazı yazmak­la ve bunların benzerleri ile hibe edilen şeyin (mevhûbun) değeri ar­tar. Bu nedenle rücû' bâtıl olur.

Keza Bağdâd'da hurma hîbe edip, kendisine hibe edilen kimse o hurmayı Belh'e götürse, o yerde rücu' hakkı bâtıl olur. Çünkü, hîbe edilen şeyin kıymetinde muttasıl fazlalık vardır.
Bir kihıse, bir rengine tasadduk etse, yâni; «Ben, şu, dirhemleri sana tasadduk ettim.» dese yâhûd bir fakire hîbe etse; yani, «Sana, şu dirhemleri hîbe ettim.» dese, birinci mes'elede lâfza; ikinci mes'elede ma'nâya i'tibârla rücû, edemez. Kâfi'de de böyle denmiştir. [49]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..