Kira  Bölümü


Musannif, malın ivazsız temliki konularını bitirince, ivazla men­faati temlik konularına başlayıp şöyle demiştir: İcâre [51] lügat yö­nünden «fi^le» ölçüsünde, «ecirden» alınmadır. Talcb ve darb babın­dan ücretin [52] ismidir. Ücret, ecire verilen kiradır. [53]

Şer'an, menfaati ivazla temlîkdir. Musannifin, Fukahâmn; «Şu kadar ivazla ma'lûm menfaati temlîkdir.'» sözlerinden ayrılmasına ss-beb şudur: Çünkü Fukahâmn sözü, sahih icârenin ta'rifi ise; ta'rif mâni' değildir. Zîrâ fâsid .şartla ve aslî şüyu' ile fâsid icâreye şâmildir. Şayet eamm (daha umûmi) bir ta'rif ise menfâati ve ivazı, ma'lûmi-yet ile takjyîd etmek sahîh değildir. Burada "bizim seçtiğimiz ta'rif, eamm ta'rîfdir. Nitekim satışın ta'rîfi de böyledir.

Gerek o ivaz, köle ve giyecek gibi ayn; gerekse para, ölçülen (me-kîl) ve tartılan (mevzun) şey gibi deyn veya menfaat olsun müsavi­dir. Ayn ve deyn, zahirdirler. Üçüncüsünün açıklaması ise «Nafaka» ko­nusunda gelecektir.

İcâre; «Ben, şu evi sana bir aylığına şu kadara ariyet verdim {iare ettim).» yâhûd; «Bu evin menfaatlerini sana hibe ettim.» demekle mün'akid olur.    Yâni icâre,  İare   (ariyet vermek)   lâfzıyle  mun'akid olur.    Hattâ ıbir kimse,    'başkasına;    «Ben,   bu evi sana bir aylığına şu kadara ariyet verdim.»     dese ve muhâtab  dahî  kabul etse,  icâre (kiralama) sahîh olur. Fakat ariyet vermek (iare), kiralama (icâ-re) Iâfziyle mün'akid olmaz. Hattâ bir kimse, başkasına; «Ben, bu evi sana ivazsız kiraladım.» dese, fâsid icâre olur, ariyet olmaz.

Eğer başkasına; «Ben, bu hanenin menfaatlerini sana bir aylı­ğına şu kadara hibe ettim.» dese, caiz olur ve kiralama (icâre) olur. .Fetâvây-ı Suğrâ'da da böyle denmiştir.

Kiralamanın (icârenin), satış Iâfziyle mün'akid olmasında ihtilâf edilmiştir. Şeyh'ul-İslâm (Rh.A.) şöyle demiştir: «Bu husûsda Meşâ-yihin ihtilâfı vardır. Şayet hür olari kimse başkasına; «Ben, kendimi sana bir aylığına şu iş için -sattım.» dese, bu kiralama (icâre) dır.
Kerhî1 (Rh.A.) den rivayet edilmiştir ki; «İcâre, satış îâfziyle mün'akid olmaz.» Sonra, bu sözünden dönüp: «Mün'akid olur.» de­miştir. Hulûsa'da böyle zikredilmiştir.

Menfaat, ba'zan müddet beyân etmekle ma'lûm olur. Müddet ge­rek uzun gerekse kısa olsun, evde oturmak veya şu kadar müddet zi­râat yapmak gibi. Ba'zan da menfaat, işi beyân etmekle olur. Meselâ; kuyumculuk,  boyacılık, terzilik ve bunların benzerleri gibi.
Menfaat, işaretle de ma'lûm olur. Meselâ, şunu, şuraya nakletmek gibi. Çünkü.menfaat, kendisine işaret edilen şey (müşârün-ileyh) de­ğildir. Lâkin işaretten, menfaatin fiil-i mahsûs olduğu bilinir. Ücret, akd ile lâzım gelmez. Yâni mucir [54], akdin kendisiyle mâlik olmaz ve ücret gerek ayn, gerekse deyn olsun, ücretin teslimi akd ile vâcib olmaz. Çünkü akd, değiş-tokuş (muâveze) dur. İki ivazın biri men­faattir, ki azar azar meydana gelir. Diğer ivaz maldır. Muâvezenin muk-tezâsı, eşitliktir. "Menfaat tarafındaki gecikme, bedelde de gecikme ol­muştur. Belki müddet gelmezden önce vermekle ecr [55], lâzım gelir. Çünkü bedel, akd ile vâcib olur. Hattâ, onun için geri isteme hakkı yoktur. Ya da, akd hâlinde ta'cîtin şartiyle lâzım gelir. Bu takdirde ecr vâcib olur. Ya da, üzerine akd yapılan menfaati almakla lâzım ge­lir. Çünkü iburada da, ecr vâcib olur. Ya da almaya imkân bulmakla lâzım gelir. Bunun üzerine musannif; «Teslim alın­mış ve fakat oturulmamış ev için ücret vâcib olur.» sözüyle tefrî' yap­mıştır. Çünkü almak imkânı vardır. Yine musannif; «Ücret, gasb ile düşer.» sözüyle tefrî1 yapmıştır. Yâni evi, müste'cirin [56] elinden gâ-sıb, gasb etse, ücret düşer.

Kiraya veren kimse, evde ve yerde her gün için ve hayvanda her ko­nak için ücret isteyebilir. Kıyâs; eşitliği gerçekleştirmek için her saat­te, hesabiyle ücret istemektir. Nitekim, bunu bilirsin! Lâkin, her saat için ücret istemek güçlüğe yol açar. Çünkü her saatin hissesi, ancak güçlükle ma'lûm olur. Şu hâlde, bizim zikrettiğimize dönülmüştür.

Terzilik ve bunun benzeri san'atlarda, kira ile tutulan kimse, işi bitirdiği zaman ücret isteyebilir. Her ne kadar iş, kira ile tutanın (müste'cirin) evinde yapılsa da, her gün için ücret ödenmesi lâzım gelmez. Hattâ iş müste'cirin evinde yapılıp işi bitirmiş olmasa, Hidâ-ye ve Tecrîd'de zikredildiği üzere, ücretten bir şeye müstehık olmaz. Mebsûteyn'de (iki Mebsût'da), Fevâid-i Zahîriyye'de, el-Zehîre'de ve Câmiu's-Sağîr şerhlerinde zikredilmiştir ki; terzi, bir kısmını müste'­cirin evinde dikse, hesâbınca onun için ücret vâcib olur. Hattâ giye­ceğin bir kısmı dikildikden sonra çalınsa, dikilen kısım hesâbınca üc­rete müstehık olur.

Müste'cirin evinde ekmek pişiren ekmekçi, fırından ekmeği çıkar-dıkdan sonra ücreti hak eder. Eğer ekmek fırından çıkdıkdan sonra yanmış olursa, ekmekçi yine ücreti hak eder, zararı ödemesi gerekmez. Nitekim, sebebi yakında gelecektir ki; ücreti hak etmek ile zararı öde­mek ikisi bir araya gelmezler. Fırından çıkarmazdan önce yanmış olur­sa, ücret ödenmesi gerekmez ve zarar ödetilir.             

Vikâye'de denmiştir ki: Eğer ekmek fırından çıktıkdan sonra yan­mış olursa, ekmekçiye ücret ödenmesi lâzım gelir. Çıkmazdan önce yanarsa, ücret ödenmesi lâzım gelmez. İki surette de zarar ödetilmez.

Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) bunu; ««yâni ekmeği çıkarmazdan önce ve çıkardıkdan sonra.» diye tefsir etmiştir.
Ben derim kî: Bu, söz götürür. Evvelâ: Bu Hidâye şerhlerindeki ifâdeye muhâlifdir. Onlarda; «Çıkarmazdan önce yanmasında zarar ödenir.» denilmiştir. Hattâ Gâyet'ul-Beyân'da denmiştir ki: Tandır­dan çıkardıkdan sonra yanması suretinde zararı ödememekle kayd et­meye sebeb şudur; çünkü çıkarmazdan ,önce yanarsa, bizim Ashabı­mızın hepsine göre, ekmekçinin zararı ödemesi lâzım gelir. Saniyen; bu söz, aşağıda zikredilecek kaideye muhaliftir. Kaide şudur: Ortak­laşa olan ücretli işçi (eeir-i müşterek) [57], ameliyle telef olan şeyde zararı öder.
Denilse ki; mes'elenin vaz'ı, müste'cirin evinde ekmekçilik etti­ğine göredir. Bu ise, müste'cirden başkasına ekmekçilik yapmayı men eder. Bu durumda, özel ücretli işçi (ecîr-i hâss) [58] olur. Yakında ge­lecektir; ki özel ücretli işçi, ameli ite telef olanı ödemez. Buna cevâb olarak deriz ki: Sarihler; bunun müşterek ücretli olduğunu açıkla­mışlar ve şöyle demişlerdir: Bir kimsenin ücretli işçisi (ecîr-ul-vâhid), onun hakkında akd, müddet üzere hassaten yapılan kimsedir. Nite­kim, yakında açıklaması gelecektir. Meselâ, başkasına hizmet etmemek üzere, bir ay hizmet etmesi için kiralanan kimse gibi. Bizim bahset­tiğimiz, müddet -beyân etmeksizin iş için kiralanan işçidir, evinde ça­lışmasının bir te'sîri yoktur. Bu durumda, o ecir-i müşterek olur. Bun­dan dolayı ben, ibareyi gördüğün şekle değiştirdim. Bu yanılmanın (gafletin) kaynağı şudur: Hidâye sahibinin, eğer fırından çıkarmaz­dan önce yansa veya elinden düşse, teslimden önce helak olduğu için, ekmekçiye ücret yoktur. Şayet ekmeği çıkartıp, ondan sonra ekmek­çinin fiili olmaksızın yanmış olsa, ekmekçiye ücret verilir. Çünkü, ek­meği evine koymakla teslim etmiş olur. Bu durumda, ekmekçinin za­rarı ödemesi gerekmez. Çünkü, ondan bir suç sâdır olmamıştır. Vika­ye sahibi: «Zararı ödemesi gerekmez...» sözünü, «Fırından çıkarmaz­dan önce yananı da,,, (ödemez)») sözüne müteallik kılmıştır. Bu takdir­de olan olmuştur.

«Doğru olanı ilham eden Allah' (C.C.) a ham d olsun. Sonunda dö­nüp sığınılacak olan ancak O'dur.»
Boyacı, nişasta [59] ile yıkayan çamaşırcı ve benzerleri gibi, ayn'da yaptığı işin eseri olan kimse ücretini almak için o malı habs edebilir. «Nişasta ile yıkayan» diye kayd etmesi; işinde eser olduğu içindir. Bu­nunla, giysi yıkayıcısından ihtiraz etmiştir. Nitekim, açıklaması gele­cektir. Habs etmesine sebeb:* Çünkü ma'kûdun-aleyh mahalde, yâni giy­side vasıftır. Boyacı ve çamaşırcı için habs hakkı, bedelin alınması için­dir. Nitekim, satışda olduğu gfbl.

Eğer o ma! yapılan işden sonra zayi' olursa, ödemek lâzım gelmez. Çünkü mal, boyacının elinde emânettir. Bu durumda boyacı ve çamaşırcı için ücret ödenmesi de gerekmez. Çünkü ma'kûd'ün-aleyh, tes-lîm edilmeden önce helak olmuştur.

Hamınal, gemici ve çamaşırcı gibi, yaptığı işin es«rİ olmayan kim­se, ücreti almak için mah halis edemez. Nihâye'de denmiştir ki: Ça­maşırcının işi, sâdece kiri yok etmekden ibaret olsa, bunda ihtilâf edil­miştir. Esah olan kavle göre, onun her hâlde, ücretini almak için malı habs etme hakkı vardır. Çünkü beyaz gizlenmiş olup, çamaşırcının ameliyle ortaya çıkmıştır. Beyaz, örtülerek yok oldukdan sonra, sanki çamaşırcının ortaya çıkarmasiyle sonradan meydâna gelmiş (hadis) gibi olmuştur. Nihâye sahibi bu sözü Kâdîhân' (Rh.A.) m Câmiu's-Sağîr'ine nisbet etmiştir.

Kaçak köleyi geri getiren kimse, bunun aksinedir. Her ne kadar onun işinin eseri yoksa da, ücretini almak için habs etme (alıkoyma) hakkı vardır. Çünkü kaçak köle, kaçmakla helakin ucuna gelmiş olup sanki o kimse, onu tutup getirmekle ihya etmiş ve sahibine ücret ile satmış gibi olur.

Eğer işi kendisi yapması şart kılındı ise, başkasını kullanması caiz olmaz. Meselâ; şu giyeceği kendi elinle dikersen, şu kadar ücret veri­rim demek gibi. Çünkü, bu takdirde ma'kûd'ün-aleyh, belli mahalden ameldir. Onun yerine başkası geçemez. Selem, bunun aksinedir. Çünkü ma'kûd'ün-aleyh, selemde ayndır; amel değildir. Şu hâlde, başkasının yapması caiz olur. Eğer kendi ameli şart kılınmadı ise, başkasını kul­lanması caiz olur. Çünkü onun üzerine vâcib olan, ma'kûd'ün-aleyhi meydana getirmektir. îfâ ise, kendi ve başkasının yapması ile müm­kün olur.

Bir kimse iyâlİnİ (çoluk-çocuğunu) getirivermesi için bir adamı jkirâlasa, çocuklarının ba'zısı «İse, adam geri kalanını getirse; eğer o kimsenin çoluk-çocuğu itna'lûnı olursa, geri kalanların hesâbınca üc­ret verilmesi gerekir. Çünkü adam, ma'kûd'ün-alöyüıin bir kısmını îfâ edip, o kadar ivazı hak etmiştir. Eğer çoluğu-çocuğu nıa'lûm olmazsa, ücretin hepsi verilmesi gerekir.
Yine bir kimse, bir adamı hissesini veya mektubunu veya azığını 2eydte ulaştırması için kirâlasa; eğer mektubu veya azığı, Zeyd öl­düğü veya bulunmadığı için geri getirse, Nihâye'de denmiştir ki: O ücretli İşçiye (ecîre) bir şey verilmez. Çünkü mektûıbda ma'kûd'ün-aleyh olan, onun nakledilmesidir. Zîrâ maksâd, nakldlr. Veya nakle vesiledir. O ise, mektûbda olanı bilmektir. Lâkin hüküm; yâni ücretin vâcib olması, maksûdun husulüne taallûk etmiştir. Halbuki geri dön­mesiyle, yâni mektubu ölünün ailesine teslim etmeden geri getirmesiyle, kiralama akdini bozmuş olur. Bu durumda, ücret düşer, Bu adam, giyeceği dikip ondan sonra onu bozan terzi gibi'olur. Çünkü, bu takdirde ona ücret verilmesi gerekmez. Keza, azıkda dahî hüküm böyledir. Çünkü o adam geri getirmesiyle ma'kûd'ün-aleyh'in teslimi­ni bozmuştur. Eğer adam ölüm suretinde, gönderilen şeyi Ölünün vâ­rislerine verse veya Zeyd'in bulunmaması suretinde; Zeyd hâzır oldu­ğu vakitte ona teslim edecek kimseye verse, bü'icmâ', oraya gitmekle ücret vâcib olur. O da, belirtilen ücretin yarısıdır. Çünkü adam, elin­den geleni ve. yapabildiğini yapmıştır. Şayet Zeyd'i bulup, gönderilen şeyi Zeyd'e ulaştırmasaydı; ona bir şey verilmesi gerekmezdi. Çünkü ma'kûd'ün-aleyh yok olmuştur. O da, ulaştırmaktır.

Bİr evin veya bir dükkânın, onda yapılacak işi zikretmeksizin ki­ralanması sahîhdir. Çünkü, ikisinde de müteâref olan (örf ve âdet olan) amel, oturmak (süknâ) dır. İmdi akd, oturmaya sarf olunur. Çünkü örfen ma'rûf -olan, meşru' olan gibidir, farklı olmaz. Şu hâlde akd, sahî'h olur.

Akd mutlak olduğu için, kira ile tutan kimsenin, her işi yapması caiz olur. Çamaşırcılık, (demircilik ve yağcılık) gibi, binayı yıpratacak ve zarar verecek ameller müstesnadır. Elbise beyazlatmak gibi ki, bunda açık zarar vardır. Şu hâlde akd,- delâlet yönünden çamaşırcının ve onun benzerinin ötesiyle kaydlamr.

Bina yapmak veya ağaç dikmek için arazînin kiralanması sahili­dir. Çünkü bu kiralama, belli menfaattir. Âdeten kiralama akdi ile kasd olunur. Kiralama müddeti geçince, binayı ve bina benzerini söküp arazîyi boş olarak teslim eder. Ancak, arazîyi kiraya veren kimse (mu­cir), binanın ve dikilen ağacın kıymetini, sökmeye müstehık olduğu hâlde öderse, sökmez. Şayet kiraya, veren kimse binayı ve dikili ağacı öderse, sökmek arazîyi bozduğu takdirde, onları müste'cirin rızâsı ol­maksızın temellük eder. Eğer bozmazsa, müste'cirin rızâsiyle temellük eder. Ya da kiraya veren kimse (mucir), binanın hâli üzere terk edil­mesine razı olursa; bu takdirde bina ve dikilen ağaç, sahibinin; yer de kendi sahibinin olur.

Ekinin müddeti bitse, sökülmesi için zorlanmaz. Belki olgunlaş­ması vaktine kadar ecr-i misi ile bırakılır. Çünkü ekinin belli bir sonu vardır. Onda, iki tarafa riâyet etmek mümkün olur.

Yas yonca, ağaç gibidir. Çünkü, arazîde bakî kalır. Ekin giıbi değildir. Ağacin ise, hükmü ma'lûmdur.

Binmek veya yük taşıtmak İçin hayvan kiralamak sahîhdir. Ya da, giymek için bir giyeceğin kiralanması sahîhdir.  Yalnız hayvana binecek kimse, taşınacak yük v-e giysiyi giyecek kimsenin belirtilmesi şarttır.

Kenz'de; «Hayvan, binmek ve yük taşımak, giysi giymek içindir.» denmiştir. Bundan anlaşılır ki, hayvanın ve üzerine atf edilen şeyin kiraya verilmesi mutlak surette caizdir. Halbuki Kâfî'de; «Eğer hay­vana binecek kimse belli olmazsa veya üzerine yüklenecek yük bilin­mezse yâhûd giysiyi giyecek kimse bilinmezse, kiralamak fâsiddir.» denmiştir. Bundan dolayı ben; «Eğer biniciyi belli ederse...» dedim. Eğer kiraya veren kimse ta'mim ederse, yâni dilediğini bindirmek ve­ya dilediğine giydirmek; yâhûd dilediğini yüklemek üzere kiraladım, der&e; kiracı dilediğini bindirir, dilediğine giydirir ve dilediğini ta­şır. Çünkü kiraya veren kimseden izin vardır. Lâkin kendi bizzat bin-se veya bir kimseyi bindirse, bir başkasını bindirmeye hakkı kalmaz. Zîrâ kira ile tutan kimse, murâdını asıldan ta'yîn etmiş olur. Sanki O, başlangıçta kimin bineceğini belirtmiştir. Kâfî'de de böyle denmiş­tir.
Eğer kira île tutan kimse, bir biniciye veya bir giyiciye tahsis edip, sonra ona aykırı amel etse, Öder. Çünkü bu, tecâvüzdür. Keza, kulla­nana göre değişen her şeyde hüküm zikredilen gibidir. Meselâ, kıldan çadır gibi. Hattâ kıl cadı 11 bir kimse kira ile tutup, başkasına kira ile veya ariyet olarak verse ve verdiği kimse onu kurup İçinde otursa; Ebû Yûsuf (R'h.A.) a' göre öder. Çünkü onun kurmakta, yerini seçmekde ve kazıklarını çakmakda insanlar farklıdırlar. İmânı Muhamıned' (Rh. A.) e göre, ödemez. Çünkü kıl çadır, içinde oturmak için yapılmıştır. Ş'u hâlde, ev gibi olur.

Kullananla değişmeyen şeyde kaydlamak batıldır. Çünkü, mu­kayyeti değildir. Yükleyip taşımada, nev'î ve miktar belirtilirse, — me­selâ, bir yığın- (altmış ölçek) buğday gibi — kira ile tutan kimse, za­rarca o buğdayın mislini yükleyebilir. Yâni ağırlıkda eşit olurlarsa, hayvana zarar vermekde o buğdayın mislini yükleyip taşıtabilir. Yine susam v& arpa gibi buğdaydan daha hafif olanı yükleyip taşıtabilir. Tuz ve demir gibi buğdaydan ağır ve daha zararlı olanı yükleyip taşı-tamaz. Hattâ hayvanın üzerine pamuk yüklemek için kiralayıp belirt­se, müste'cirin hayvanın üzerine pamuğun ağırlığında demir yükle­mesi caiz olmaz. Çünkü çok defa demir, hayvana daha zararlı olur. Zîrâ demir, hayvanın sırtında "bir yerde toplanır. Pamuk ise, sırtına dağılır.

Eğer kiraya veren kimse, kendisinin bineceğini zikredip, bir ada­mı hayvanın terkisine bindirse, terkiye binen ile bindiren arasında ağırlığı i'ti bâra almaksızın, hayvanın kıymetinin yarısını öder. Çünkü biniciliği bilmeyen hafif, ba'zan biniciliği bilen ağırdan daha zararlı olur.

Musannifin, terkiyi zikretmesi, kira ile tutan kimse, hayvana ken­disi ıbinip başkasını kucağına alınış olsa; her ne kadar hayvanın, iki­sini taşımaya gücü bulunsa bile, hayvanın bütün kıymetini ödeyeceği içindir. Çünkü binicinin ağırlığı ile kucağına aldığının ağırlığı bir yerde toplanıp hayvana fazla güçlük verir. Amma hayvanın, ikisinin ağırlığını taşımaya gücü yok ise; kira ile tutan kimse, her ahvâlde (yâni gerek terkisine ve gerekse kucağına bindirsin) hayvanın bütün kıymetini öder.

Musannif; «Bir adamı terkisine bindirse.» demiştir. Çünkü kira­layan kimse, tutunmaya kadir olmayan küçük bir çocuğu terkisine bindirse, ağırlığının, fazlasını- Öder. Eğer tutunmaya kadir olan küçük bir çocuğu bindirirse, o çocuk adam gibidir. Kîlâye'de de böyle den­miştir.

Kira ile tutan kimse (müste'ciı), belfi (ma'lûm) yük üzerine zi­yâde etmekle, eğer hayvan yüke takat getirirse, btlli yükden fazlasını Öder. Yâni ağırlığı ma'lûm olan yükün miktarından fazla yüklemekle, fazla olan miktarı öder. Çünkü hayvan, yüklenmesine izin verilen ve -verilmeyen ağırlıkla helak olmuştur. Seıbeb, ağırlıktır ve ikisine tak­sim edilir. Eğer hayvan o kadar yüke takat getirmezse, bunda izin bulunmadığı için tıelâk etmek olup, kira ile tutan kimse (müste'cir), hayvanın kıymetinin hepsini öder. Meselâ, binicinin vurmasiyle veya hayvanın yürümeyip durması için gemini kendisine doğru çekmesiy­le helak olması gibi. Her iki durumda da zararı öder. Çünkü izin, se­lâmet şartı ile mukayyeddir. Zîrâ, gemi çekmeksizin sevk tahakkuk eder.

Müste'cirin hayvan île, kiraladığı yerden çıkıp gitmesi gibi, ki gerek o tecâvüz gitmekde ve gerekse gelmekde olsun bütün kıymetini öder.

Şayet bir kimse, hayvanı bir yere varıncaya kadar kiralayıp, o hayvan ile bir başka yere geçip gitse, sonra birinci yere geri getirse, ondan sonra hayvan, helak olsa, sahibine geri veremedikçe, hayvanı öder.

Denilmiştir ki, bu mes'elenin te'vîli; kira ile tutan kimse, gitmek için kiralayıp gelmek için kiralamadığı vakittedir. Çünkü, birinci yere ulaşmakla akd ortadan kalkmıştır. İmdi, hayvan geri dönmekle mâli­kin eline ma'nen geri verilmiş olmaz. Amma hayvanı, gidin gelmek için kirâlasa, kiralayan kimse, kendisine emânet konulan kimse menzîlesinde olur. Şayet kendisine emânet konulan kimse emânette hılâf edip (aykıra iş yapıp) ondan sonra vifâka geri dönse (yâni uygun davransa), ödenıekden kurtulduğu gibi.

Yine denilmiştir ki; cevâb, mutlak olarak bırakılır. Hattâ zararı ödemekten ancak mâlikine geri vermekle kurtulur. Aradaki fark şu­dur: Emânet konulan kimse, hıfz maksûd olduğu hâlde korumakla ine'-mûrdur. İmdi, vifâka geri dondükden sonra emâneti korumakla emr bakî kalmıştır. Bu takdirde mâlikin naibine geri vermek hâsıl olur. Kiraya verme (icâre) ve ariyet vermede, korumak kullanmaya tâbi olarak emredilmiştir. Maksûd olarak emredilmemiştir. Şayet kullan­ma münkatı' olsa, müste'cir nâib olarak kalmaz. Bu takdirde, geri dön­mekle kurtulmaz. Hidâye'de; «Esah olan kavi budur.» denmiştir. Kâ-jfî'cle ise; «Birinci söz daha doğrudur.» denilmiştir.

Eyerlenmiş eşeğin, eyerini ve palanım soyup çıkarmakla zararı öder. Yâni bir kimse, eyerli bir eşeği kiralayıp, eyerini çıkarıp semer koysa, zararı mutlak olarak öder. Yâni; gerek o semer, bu eşeğe vu­rulanlardan olsun, gerekse olmasın müsavidir. İkincisi zahirdir. Bi­rincisine gelince; semer eyer cinsinden olmayıp suret en ve ma'nen ay­rı oldukları İçin eşek Ölürse, kıymetini öder. Nitekim buğday yerine, demir yükledikde helak olan hayvanı ödediği gibi.

Kira İle tutan kimse, eşek için kullanılmayan eyer ile onu eyer-Jese ve eşek helak olsa, ; o   zaman   eşeğin   kıymetinin   hepsini   öder.

Çünkü o eyer ile eyerlemek, hayvanı öldürmek sayılır. Buğdayı demir ile değiştirdikde (yâni buğday yerine demir yükledikde) zararı ödedi­ği gibi-;
Metâ'ı (mal veya eşyayı) taşımak için kiralanan hanıma), müste'-cirin ta'yîn ettiği yoldan başkasına girmesiyle mal veya eşya helak olsa, hamma.1 onun kıymetini,öder. Lâkiri insanlar, o gayr-i muayyen olan yoldan gidip gelseler, halbuki iki yol uzaklıkda ve yakmhkda, güçlükde ve koîaylıkda farklı olsalar hammal zararı öder. Hattâ iki yol farklı olmasalar, mal helak olursa, haımnalın zararı ödemesi gerek­mez. Çünkü bu takdirde, kira ile tutan kimsenin ta'yîninde fayda yoktur. Ya da, insanların girmediği ve gidip gelmediği yola girer de mal helak olursa, takyîd sahîh ve muhalefet hâsıl olduğu için zararı öder.

Yine, hammahn yükü denizde taşıması ile de zararı öder. Yâni insanların karada taşıdıkları malı, hammahn denizde taşıması ile, şa­yet mal telef olursa, zararı öder. Çünkü deniz, telef edicidir. Hattâ ken­disine emânet konan kimse, onunla karada yolculuk edebilir. Denizde edemez.           

Eğer mal salimen yerine ulaşırsa, gaye hâsıl olduğu için, bu su­retle hamnıala ücret ödenmesi lâzımdır.
Bîr kimse buğday ekmek için tarla kiralayıp yonca ekse, tarlanın noksanını (noksân-i arzı) [60] öder. Çünkü 'yoncanın tarlaya zararı, buğ­daydan fazladır. Zira, yoncanın kökleri tarlaya yayılır ve sulanmasına çok ihtiyâç vardır. Müste'cir, zarar vermekle muhalefet edip tarlanın noksanını öder. Ücret vermek ile zarar ödemek bir araya gelmediği için ücretsiz öder. Çünkü kira ile tutan kimse (müste'cir), tarlayı em-redildiği şeyden başka bir cins ile meşgul etmekle gâsıb olmuştur.

Bir kimse; bir dirheme, bir gömlek dikmek için terziye bir giyecek verse, terzi onu kaftan dikse, veren kimse muhayyer kılınır. Dilerse, o giyeceğin kıymetini Ödetir. Ya da, kaftanı benzerinin ücreti (ecr-İ misli) ile alır ve müsemmâ üzerine ziyâde etmez. Kaftanın (kabâ'nın) ma'nâsı; tek katlı ve kemerli olan etekli kaftan (kırtak) dır, ki göm­lek gibi kullanılır. Ba'zıları demiştir ki: Kaftan (kaba), ıtlâkı üzere câridir. Zîrâ, ikisi de menfaatte birbirlerine yakındırlar. Çünkü kafta­nın ortasi -bağlanıp, ondan gömlekden faydalânıldığı gibi faydalanılır. Bu durumda onda muvafakat ve muhalefet vardır. Giyecek sahibi, han­gisini dilerse onu yapar. Lâkin giyenin, muvafakat yönünden kusuru sebebiyle ecr-i misi vâcib olur. O ecri misi, müsemmâ olan dirhemi aşmaz. Nitekim, fâsid kiralamanın hükmü de budur.
Bir kimse, çırağını bir dokumacıya belli bir müddet ile, bez do­kumayı öğretmesi için, ustaya her ayda su kadar para Ödemek şartiyle verse, caiz olur. Şayet ücret almayı şart koşmadıysa, çırağın öğren­mesinden sonra usta ücret istedikde, o da ustadan ücret istese, o işte memleketin ^Örfüne bakılır. Eğer memleketin örfü usta lehine şehâ-det ederse, o işi öğrettiği için ustaya ecr-i misli verilmesine hükmedi­lir. Eğer ağa lehine şehâdet ederse, çırağın ecr-i mislini ustanın ver­mesine hükmedilir. Keza, çırak yerine oğlunu vermiş olursa, hüküm yine zikredilen gibidir. Bunu, Kâdîhân  (Rh.A.)  zikretmiştir. [61]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..