Vedia (Emânet) Bölümü


Vedia (emânet) bölümünün, «Ariyet Bölümü» ile ilgisi gizli de­ğildir. Vedia; lügat yönünden, mutlak terkdir. Şer'an; korunmak için terk edilen, yâni bırakılan emânettir [1] Bu emânetin rüknü, emânet koyan kimseden îcâb bulunmasıdır. Meselâ; «Sana, emânet koydum!» demek gibi. Ya da, kavlen veya fiilen, «Sana, emânet koydum î» yerine geçen şeyle îcâb bulunmasıdır. [2] Zîrâ, bir kimse, giysisini, bir ada­mın önüne koysa, ister; «Bu, senin yanında emânettir!» desin, ister eükût edip gitsin, ondan sonra diğer adam giysiyi orada bırakıp git-tükde, o giysi zayi' olsa, diğer adam öder. Çünkü bu koymak, örfen emanet bırakmaktır. Kâdîhân (Rh.A.) bunu açıklamıştır.

Emânetin bir rüknü de, hakîkaten kabuldür. »Kabul ettim!», «Ai­dim!» veya bunların benzeri gibi. Ya da, örfen kabuldür.' Giysiyi koy­duğu vakitte susmak gibi.

Şayet, «Ben, emâneti kabul etmem!» dese, giysi sahibi de Önüne koyup gitse; giysi zayi' olsa, ödemez. Çünkü konulan kimse, emâneti kabul etmediğini açıklamıştır. Şu hâlde kabul süz, emânet konulmuş olmaz. Bunu da, Kâdîhân (Rh.A.) zikretmiştir
Emânetin şartı; emanet olan malın üzerine mâlikiyetin (yed'in) isbâtı kâ,bü olmasıdır. Çünkü emânet koymak (îdi'), koruma (istih-fâz) akdidir.  [3] Üzerine mâlikiyetin isbâtı olmayan şeyin korunması ise muhaldir. Havada uçan kuşun, kaçmış kölenin ve denize düş­müş malın emânet konulması sahîh değildir.
Emânetin hükmü; kendisine emânet konulan kimse (mûda') üze­rine korumanın vâcib olması ve emânet konulan kimsenin yanında malın emânet olmasıdır. [4]

Musannif, bunun üzerine şu fer'î mes'eleyi g eti imiş tir; «Emânet konulan kimse yanında, eğer emânet helak olur veya çalınirsa, öde­mez.» Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :

nKendisîne emânet konulup, hıyanet etmeyen kimse, (emânetin) zararını ödemez.» buyurmuştur. «MugılI», hâyin'dir; «iğlâl» de,, hıya­net demektir.

Hırsız, emânet olan mal ile beraber kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm) malını çalmasa da, çalınan emâneti ödemez. İmâm Mâlik (Bh.A.); «Töhmet bulunduğu için öder.» demiştir. Bunun üze­rine hüccet, bizim naklettiğimiz hadîsdir. Ancak emânet konulan kim­se, emânetin çalındığını açıklamadan ölürse, bu takdirde mütecaviz' olup, zararı öder. Eminler de böyledir. Yâni emânet olan malın hâli­ni açıklamadan ölen her emin, emânetin zararını öder. Ancak müte­velli, geliri (gaileyi) alıp da, onun durumunu açıklamadan ölürse, za-ran ödemez.

Sultân, ganimet malının bir kısmım, ganimet alacak kimselerin bir kısmına emanet koyup, emânet konulan kimseyi açık la maksi zın ölse ve yine kâdî; yetimin malını emânet koyup, emânet konulan kim­seyi açıklamak sızın ölse, zararı ödemez. Hâniyye'de böyle denmiştir.

Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), emâneti kendisi ve ailesi korur. Yâni kansiyle, çoluğu-çocuğuyla, ana-babasiyle, yıllık ve aylık işçisiyle de koruyabilir. Zikredilenlerden başkası vâsıtası ile ko­rursa veya bunlardan başkasına emânet korsa, zararı öder. Çünkü mâ­lik, emânet konulan kimsenin kendi eliyle korumasına razı olmuş­tur. Başkalarına razı değildir. İmdi başkasına teslim etmekle, zararı öder.
Ancak emânet konulan kimse (mûda1), yanmasından veya bat­masından korkup, komşusuna veya başka gemiye teslim ederse, zaran Ödemez. Çünkü bu durumlarda emânetin korunması, ancak bu yolla mümkün olur. Şu hâlde, o kimse buna me'zûn olur ve bu husûsda ancak beyyine ile tasdik edilir. Çünkü emânet konulan kimse (mû­da'), sebebi tahakkuk ettikden sonra, zaran ödemeyi düşüren bir za­ruret bulunduğunu iddia etmektedir. Bu durumda, başkasına emânet koymak hususunda izin bulunduğunu iddia etmiş gibi olur.
Keza emânetin sahibi istedikde, emânet konulan kimse emânetin teslimine kadir İken menetse, emânetin zararını Öder. Çünkü emâ­net sahibi, emânetin geri verilmesini isterse, ondan sonra kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'ın), onu tutmasına razı olmamış olur. tmdi emânet konulan kdmse, vermemekle mütecaviz olur. Şu hâlde zaran öder. Ya da kendisine emânet konulan kimse (mûda') emâne-nete teaddl eylerse zararı öder. [5]

Musannif, teaddî latan açıklayıp şöyle demiştir: Kendisine emâ­net konulan kimse, emânet konulan giyeceği giyse veya hayvanına binse veya emânetin bir kısmını geçimine harcasa (infâk etse), on­dan geçimine harcadığını öder. Hepsini Ödemez. Ya da, geçimine har­cadığının mislini geri kalana karıştırsa, yâni kendisine emânet ko­nulan Jcimse, harcadığının mislini getirip onu geri kalana karıştırsa, hepsini öder. Çünkü karıştırmakla, hepsini kullanıp tüketmiş sayı­lır. Kâff'de de böyle denmiştir.

Ya da, kendisine emânet konulan kimse, emânet sahibinin (mâ­likin) yanında emâneti inkâr ederse; ondan sonra gerek ikrar etsin, gerekse etmesin, zaran öder. Çünkü mâlik, emânetin geri verilmesini istediği zaman, emânet bırakılan kimseyi korumakdan azl etmiştir. İmdi emânet konulan kimse; ondan sonra, onu elinde tutmakla gâ-sıbdır. Şu hâlde zaran öder. Eğer kendisine emânet konulan kimse, emâneti ikrara dönerse, zaran ödemekden kurtulamaz. Çünkü akd ortadan kalkmıştır. Artık, ancak akdi yenilemekle avdet eder. Mâlik ise, akdi yenilememiştir.

«Mâlikin yanında emâneti inkâr ederse» demesine sebeb: Çünkü  emânet konulan kimse emâneti, mâlikden başkasının ya­nında İnkâr etse —meselâ, bir yabancı O'na; «Fülânın, sende emâ­neti var mıdır?»  dedikde,  «Yoktur!»   dese—   zaran ödemez.  Çünkü mâlikin gıyabında inkâr etmek, emâneti korumak (hıfz)   dan sayılır.

Zîrâ kendisine emânet konulan kimse,  o inkâr ile emânete göz di­kenlerin tama'ını keser. Bu sebebden, inkâr etmekle zararı ödemez.
Ya da, mûda', mâlikin emâneti korumak için emrettiği evden baş­ka evde korursa, zararı Öder. Çünkü mâlikin emrine aykırı davran­mıştır. Ya da, kendisine emânet konulan kimse, emâneti kendi malı ile karıştırsa, hattâ birbirinden aynlmasa, gerek kendi cinsi ile karış­tırsın, gerekse cinsinden olmayanla karıştırsın, zararı öder. [6] Çün­kü karıştırmak, İmâm A'zaın' (Rh.A.) a göre, mutlak surette tüket­mektir. Eğer emânet, kendisine emânet konulan kimsenin taksiri ol­maksızın, anûda'ın malı ile karışırsa, nitekim iki kese yarılıp, ikisi birbirine karış salar, mâlik ile emânet konulan, kimse ortak olurlar ve zararı ödemek de lâzım gelmez. [7] Çünkü kendisine emânet ko­nulan kimseden tecâvüz ve kusur yoktur. Bu hüküm ittifakla böy­ledir.
Eğer, (kemlisine emânet konulan kimse tecâvüzü ortadan kaldı-rırsa, yâni kendisine emânet konulan kimse, emâneti başkasının ya­nına (koymakla emânete tecâvüz etse; sonra bu tecâvüzü ortadan kal­dırılıp (izâle edilip), emâneti mâlikin eline geri verse, zararı Ödemek ortadan kalkar [8] Şu ma'nâda ki; emânet mâlikin eline geri dön-dükden sonra zayi' olsa, kendisine emânet konulmuş olan kimse, za­rarı ödemez. İmâm Şafiî (Rh.A.) ayn görüştedir. Bu zikredilen ah­kâm, emânet konulan şeyin (vedîa'nın) hükmüdür.

Diğer emânetlerde  ihtilâf edilmiştir.  îmâdiyye'de  denmiştir  ki:

Eğer bir kimse, belirtilen bir yere kadar, bir hayvanı ariyet alsa, ari­yet alan' kimse o hayvan ile belirtilen yeri geçse, ondan sonra belir­tilen yere geri gelse, müsteîr hayvanı mâlikine geri verinceye kadar, meydana gelen zararı öder.

Denilmiştir ki: Bu ariyet alan kimse (müsteîr), hayvanı o be­lirtilen yere gitmek için ariyet alıp, gelmek için almadığına göre­dir. Amma belirtilen yere gidip, dönmek üzere ariyet alırsa; müsteîr, beri olur. Bunu söyleyen, kendisine emânet konulan kimseyi (mûda'ı), ariyet alan kimseyi (müsteîri) ve kira ile tutan kimseyi (müste'ciri) bunda eşit tutmaktadır. Çünkü, bunlar muhalefet edip, ondan sonra  ittifaka  geri  döndüklerinde,  ödemekden  beri olmaları,  emânet  koy­ma (îdâ') ve ariyet verme (iare) nin müddeti bakî kalırsadır.

Meşâyihdcn biri ariyet hakkında demiştir ki: Ariyet alan kimse, mâlikine geri vermedikçe, meydana gelen zararı ödemekden beri ol­maz. Gerek gidip, gelmek için ariyet alsın ve gerekse yalnız gitmek İçin ariyet alsın müsavidir.

Bunu söyleyen kimse der ki; Ariyet alan ve kira ile tutan kim­se, şayet muhalefet edip sonra ittifaka geri dönseler, meydana gelen zararı Ödemekden kurtulmazlar. Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), bunların aksinedir. Eğer kendisine emânet konulan kimse muhalefet edip sonra ittifaka geri dönse, bu takdirde ödemekden kur­tulur. Birinci söz eşbehdir (Fıfcha daha uygundur). Şeyh'ül-İslâm Hâ-her-zâde (Rh.A.) dahî birinci söze meyi etmiştir.

Kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm), emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi — vedianın yükü ve azığı (mü'neti) ol­sa da— caizdir. Eğer bir kimse, ona gâlib olduğu hâlde kasd etme­mekle yoî güvenlikde ise ve eğer bir kimse ona kasd edip mûda'm kendisiyle ve arkadaşları ile onu savması mümkün olursa ve mûda' emânetle yolculuk etmekden nehy edilmedi ise, emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi caizdir. Eğer yol güvenlikde değil ise veya emâneti koyan kimse (mudi') yolculumdan nehy etti ise, emânet (ve­dia) zayi* olduğu takdirde, kendisine emânet konulan kimse (mûda') öder.

İki kimse, bir adama misli olan şeyi emânet koysalar, yâni mekî-iât, mevzuna t ve adediyyât-i mütekâribeden bir şey emânet koysalar, o adamın itkisinden birinin hissesini diğeri yok iken vermesi câlz ol­ma*. Eğer verirse, öder. İmâmeyn (R'h. Aleyhimâ); «Verir ve ödemez.» demişlerdir. Ba'zilan; «Bu hilaf, hem misliyyâtta, hem de kıyemiyât-tadır.n demişlerdir. Doğru söz şudur ki: Hilaf ancak nıisliyyâtladır. Bundan dolayı musannif, «Nitekim, kıyemiyâtta ikisinden birinin gayretinde, diğerine vermek caiz olmadığı gibi,» demiştir.

Bir kimse taksim edilir şeyi iki kimseye -emânet koysa ve her bi­ri, o şeyi taksim edip, yarısını korusa (hıfz etse), eğer taksim kabul etmez şeyse, ikisinden her birinin, diğerinin izniyle koruması caizdir. Bunun sebebi şudur: Mâlik, ikisinin korumasına razı olmuştur. Biri­nin, tümünü korumasına razı değildir. Çünkü, korumak gibi fiiî, bö­lünme (tecezzi) kabul eden şeyde, her ne zaman ikiye muzâf olsa, bir kısmını kapsar, tümünü kapsamaz. İmdi diğerine teslim, mâli­kin rızâsı olmaksızın vâki' olur. Emânetin tümünü veren öder. Teslim alan ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin, emânet koyduğu kimse (yâni mûda'ın mûda'ı), İmâm A'zuıı' (Rh.A.) a göre. Ödemez. Taksim kabul etmeyen emânet, zikredilenin aksinedir. Zîrâ, emânetin tümünü diğerine vcric.se ödemez. Çünkü mâlik, o iki mû-da'a emânet koyduğu şeyin korunmasında (hıfzında), ikisinin gece ve gündüz bir araya gelmesinin imkânsız olduğunu veya nöbetle ko­rumak mümkün olduğunu bildiği hâlde emâneti vermesi ba'zi hâl­lerde bütününü birine vermeye razı olması elemektir.

Keza taksini kabul eden şeyde, iki müıtehmden ve satın alma­ya vekîl olan İki kimseden birinin diğerine teslim etmesi de böyledir, yâni öder. Taksim kabul etmeyen şeyde, ödemez.

Mâlik, kendisine emânet konulan kimseyi (mûda'ı), emâneti aile­sine vermekden nehy etse, (meselâ karına, çocuğuna veya ailene ver­me, dese) O da emâneti Ailesinden olmakla beraber, kendisinden ay­rı olan bir kimseye verse, mûda' zararı öder.
Eğer kendisine emânet konulan kimse (mûda'), emâneti ıııedfû1-dan ayrılığı olmayan bir kimseye verirse —meselâ emânet hayvanı, kölesine ve kadınların korudukları şeyi karısına vermesi gibi — bu takdirde zararı Ödemez. Yâni bir kimse, bir adama emânet (vedia) bırakıp; «Bunu, karına, kölene, cariyene, çocuğuna ve ücretli işçine (ecîrine) verme.» dese ve bu kimseler, kendisine emânet konulan kimsenin ailesinde olsalar, imdi mûda' emâneti bunlardan birine ver­se ve emânet helak olsa, verdiği kimse medfû'dan ayrı bulunmakda ise, emânet konulan kimsenin ondan başka ailesi ve hizmetkârları olmakla, o emânet konulan kimse 'zararı Öder. Eğer ondan başka aile­si ve hizmetkârları yoksa zararı ödemez. Çünkü bu şart faydalı (mü-fîd) dır. Ba'zan insan malı üzere bir adamdan emin olur da, onun ailesinden emîn olmaz. Lâkin mûda'm imkân ölçüsünde şarta uyma­sı ve gözetmesi gerekir. Eğer mûda'ın emâneti verdiği kimse, mâlikin verilmesinden menettiği kimselerden olup, medfû'dan ayrı bulunur­sa, her ne kadar o kimse emânetin korunmasına, mâlikin emrettiği biçimde Jtâdİr «İsa da; mûda1 emâneti mcnedildiği biçimde korudu­ğu (hıfz ettiği) için vuku' bulacak zararı öder. Eğer o kimse medf A'-dan ayrı değil ise, zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm), emâneti koruması, ancak onunla mümkün olur ve bu şarta riâyet etmekle beraber koruma (hıfz) işi mümkün olmaz. İmdi mâlikin kayıdlaması (takyidi) mu'Uber olmayıp, bâtıl olur. .San­ki o kimse, «Koruma» demiş gibi olur. Bu durumda mâlikin sözü, aslını bozmuş olur. Bu, şuna ben2er ki: Mâlik, hayvanını emânet ko­yup,  «Bu hayvanı, kölene verme.j» dese veya emâneti, nıûda'ın  kansına vermesinden (menetse, halbuki o emânet de kadınlar elinde koru­nur şey olsa Ve adam da o karısından ayrı bulunmasa, bu şart aslı­na aykırı olup, bâtıl olur. Nitekim mâlik, bir binadan belli (muay­yen) bir evde emânetin korunmasını mûda'a emretse veya o belli ev­de, belli bir sandık içinde korunmasını emretse, kendisine emânet konulan kimse, o emâneti, o binanın başka bir evinde veya o muay­yen evde başjka bir sandıkda korusa, mûda' bu takdirde zararı öde­mez. Bu iki haneden başkası, bunun hilâfınadır. Yâni, meydana ge­len zararı öder. Bunda asıl olan şudur: Şart, ancak faydalı olup ve onu yapmak mümkün olursa sahîlı olur. Başka binaya koymakdan menetmek faydalıdır. Çünkü iki bina, korrimakda ve güvenlikde fark­lı olur. Bu durumda şart, sahih ve onu yapmak mümkün olur. Fakat bir bina içinde olan iki ev, ba'zan korumakda pek az farklı olurlar. Bunların birinden almaya imkân bulan, ötekinden almaya da imkân bulur. Şu hâkîe şart, faydalı olmaz ve onunla amel de imkânsızdır. Bu takdirde o şart, mu'teber olmaz.

İSİ sandık dahî böyledir. Bu surette sandığın ta'yînl fayda ver­mez. Çünkü bir evdeki iki sandık, zahiren farklı olmazlar. Ancak emânet konulan evde ve sandıkda bozukluk (halel) zahir olursa, bu takdirde şart faydalı olur. Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), aksini yaparsa, zararı öder.

Kendisine emânet Ikon ulan kimse, emâneti başkasına emânet ko­yup, o da helak olsa, mâlik ancak birincisine Ödetir. Bu, İmâm A'zam* (Rh.A.) a göredir. îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Mâlik, her hangisine dilerse ödetir.» demişlerdir. Eğer mâlik, ikinci mûda'a ödetirse, ikin­cisi birincisine rucıV eder.

Şayet gâsıb, mağsûbu emânet koyup, mağsûb; kendisine emânet konulanın (mûda'ın) elinde helak olsa, mâlik hangisine dilerse öde­tir. Gâsıbın, ödemesinin nedeni açıktır. Kendisine emânet konulan kimsenin Ödemesinin nedeni ise, mâlikin rızâsı yok iken gâsıbdan tes­lim aldığı içindir. Bundan sonra, kendisine emânet konulan kimse (mûda'), eğer gâsıb olduğunu bilmezse, tek sözle (ihtilafsız) gâsıba rucû' eder. Bilirse, zahire göre yine öyledir.
Ebû'1-Yüsr (Rh.A.); ><Kendisine emânet konulan kimse, rucû' edemez.» diye rivayet etmiştir. Buna, Şems'ul-Eimme (Rh.A.) dahî işaret etmiştir. Nihâye'de böyle denmiştir. Nitekim gâsıbda ve gâsıbın gâsıbında ve gâsıbdan mağsûbu satın alanda olduğu gibi. Yâni gasb edilen şey (mağsûb), gâsıbın gâsıbında helak olsa, mâlik hangisine dilerse ödetebildiği gibi. Ve yine gâsıbdan, mağsûbu satın alan müş­teri elinde mağsûb helak olsa, mâlik hangisinden dilerse ödettiği gibi. Çünkü gâsıbın gâsıbı ve müşteri, mâlikin izni olmadığı için, ibti-dâen gâsibdan kabul etmekle, gâsıbın benzeri olurlar. Keza bekâen dahî, gâsıbın benzeridirler.
Bir kimsenin beraberinde bin akça olup iki adamdan her biri, o bin akça kendisinin olduğunu O'na emânet ettiğini iddia etseler, O kimse de, onlara yemîn etmekden kaçınsa (nükûl etse), bin akça, o iki müddeînm olur. [Yeminden kaçınan kimsenin, iki müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü, onlardan her birinin da'vâsı şahindir. İki müddeî'nin her biri için, o kimseye yemîn teveccülı eder. Kadının iki müddeînin her biri için ayrıca, o kimseye yemîn vermesine sebeb, bin akçayı ayrı ayrı iddia ettikleri içindir, Bu mes'ele dört veclı üzere­dir. Çünkü o kimse ya, o iki müddeî için yemîn eder. Ya da, birinci için yemîn eder, ikinci için yeminden.kaçınır. Ya da, ikinci için yemîn eder, birinci için yeminden kaçınır. Ya da, ikisi için yeminden kaçınır. Eğer o kimse, İki müddeîden her biri için yemîn ederse, ikisi için de bir şey lâzım gelmez. Eğer müddeî birinci için yemîn edip ikinci için kaçınırsa, bin akça ikincinindir. Bu da; ya yeminden kaçınmak suretiyle bezli (9) ya da ikrar ettiği içindir.

Birinci müddeî için bir şey lâzım gelmez. Eğer ikinci müddeî için yemîn edip birincisi için yeminden kaçınırsa, bin akça birincinin olup, ikinci İçin bir şey lâzım gelmez. Eğer birinci müddeî için yeminden ka­çındığı gibi, ikinci için de kaçınırsa, bin akça ikisi arasında paylaştı­rılır. Çünkü yeminden kaçınmak, bezl'i veya ikrarı ile, ikisinden her birinin o kimsede hakkı olmasını gerektirir.

O kimsenin, İki müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü yeminden kaçınması, iki ühüddeînîn her birine bin akça vermesini gerektirir. Sanki, yânında başkası yokmuş gibidir.

Meycûd olan bin akçayı ikisine verince, birinin payının yansı di­ğerinin payının yarısını ona vermiş olur. Bu durumda, ikisine bin akça da borçlu olur.

Hür bir jkimse, mahcur bir köleye emânet bırakıp, O da kendisi gibi bir mahcur köleye emânet etse, emânet konulan şey (vedia) za­yi' olsa, yalnız birinci mahcur köle öder. Çünkü birinci mahcur, ikin­ci mahcurun, o şeyin itlafına musallat kılmış ve zararı ödemeyi üze­rine şart etmiştir. Bu durumda, teslît sahîh; efendisi hakkında şart bâtıldır. İkinci mahcur köle zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin, emânet ettiği kimse   (yâni mûda'm mûda'ı)   eğer
 Bezi: Bol bol verme, safına. tecâvüz etmedi ise, İmânı A'zam1 (Rh.A.) a göre, zararı ödemez. Bi­rinci mahcur; efendinin hakkına riâyeten âzârf edildikten sonra zararı öder; Eğer emânet, üçüncü mahcurun yanında zayi' o]sa, yâni ikinci mahcur kendisi gibi üçüncü ınahcûıa emânet edip, üçüncüde helak olsa, her ne kadar âzad edilse de, onun zaraıı ödemesi lâzım gelmez. Çün­kü emanetçinin emanetçisi (mûda'm mûda'ı) dir. Emanetçinin ema­netçisi ise, İmâm A'zam' (Rh.A.) a fföre, zararı ödemez.
Birinci mahcur âzâd edüclikden sonra borçlu ulur. Nitekim, se­bebi daha önce geçti, ki onu itlafa musallat etmiştir. İkinci mahcur derhal borçlu olur. Çünkü üçüncü mahcura vermesiyle, vediayı yitir­miştir. Emanetçinin emanetçisi (mûda'm mûda'ı), İmâm A'zanV (Rh. A.) a göre, tecâvüz ederse, zararı Öder. [9]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..