logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Cariyenin Evlendirilmesi

Bir câriye evlendirilirken şu hususlar yazılır:

"Filan, filan oğlu filanın cariyesi ile evlendi." veya "Filan oğlu filanın cariyesi, filan oğlu filan efendisinin izniyle, şu kadar mehir karşılığı evlendi." diye, sonuna kadar yazılır.

Köylerde âdet» kocalar veya babalar, akarları veya araziyi kadınlara belirli bir bedelle satıyorlar. Onun parasını da mehre karşılık tutuyorlar.

Kfitip için uygun olan, besmeleden sonra, eğer satış kocadan ise, "Klan kızı fîlfine» filan oğlu filan kocasından etrafı dıvarla çevrili, evi yapılı, bağı veya beş dönüm ekime elverişli -köyün filan yerindeki- ara­ziyi, hudutları belli olmak üzere, şu kadara satın aldı." diye yazmaktır. Satış bölümünde tafsilatı gelecektir.

Katip "bedelini teslim aldu" sözüne varınca, şöyle yazar: "Bu iki sözleşmeci, bu bedelin tamamını müşteri olan kadının, kocasında olan mehrine karşılık, sahih bir şekilde, misilleme yaptı. Ve müşteri olan kadın, bu bedelden dolayı mehrinden berî oldu. Kocası da bu misilleme sebebiyle mehrin tamından beri oldu."

Sonra da şöyle yazılır: Müşteri kadm, satıcının teslimiyle, sahih bir alımla teslim aldı." der ve tarihini yazar.

Bu satış, mehirin tamamına değil de bir kısmına karşılıksa, o zaman, zifaf dan önce, nikâhta peşin mehri şart koşar ve şöyle yazar:

Bu bedelin tamamını, mehrin tamamına karşılık yaptılar. Onun peşin olması ve kadına verilmesi şart koşulmuştur.

Sonra da, devamla şöyle yazar: "Gerçekten, müşteri olan bu kadının, satıcı olan kocasında, mehrinden şu şu kadarı, onun üzerinde hak, vacip, lâzım, doğru ve sabit olarak -aralarında olan nikâh sebebiyle- borç kaldı." der ve tarihini yazar.

Şayet bu satış, kocanın babası tarafından yapılmışsa; o zaman da, "kadın, kocasının babasından, şu şu kadara satın aldı." der ve katip -söylediğimiz gibi- sonuna kadar yazar.

Bu takdirde de; kadın, satın aldığının bedelinden; kocanın babası ve koca da mehrin tamamından beri olurlar (= kurtulurlar). Misilleme hükmüyle; tarihi de yazılır.

En doğrusunu ancak Allahu Teâla bilir.

Bir adam karısını mehri ve nafakası karşılığı hal eylese, kadınla medhûle olsa, adam bunu böylece yazmak istese, şöyle yazar: Bu yazı, filan oğlu Manındır ve o, filan kızı filanın kocasıdır. İmim Ebû Hanî-fe (R.A.) ve arkadaşları böyle zikrettiler. Hassâf, Tahâvî, Semtî, Hilâl ve Ebû Zeyd eş Şurûtî, gibi âlimler, bu yazıyı biraz daha artırdılar:

Filan kızı fülâne dedikten sonra Ben, senin sohbetini sevmiyo­rum ve senden ayrılmak istiyorum." diye ilâve eder.

İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.) arkadaşları da böyle yazarlardı. Halbu­ki Hassâf, Hilâl, Semti ve şurut ehlinin umuma, yazılarını artırarak: "Sen, beni, sahih ve caiz olarak, —bana asabamdan rakımın olan— velim tarafından hür, âdil, baliğ şahitlerin yanında, müsemma olan mehr-i muaccel ve müeccelimle nikahladın. Ben ise, senden mahri-mi almadım. Başka bir şey de almadım. Sen ise, bana dahil olup ci­ma eyledin. Ben ise, senin sohbetini kerih görüp, senden bana bir ziyan gelmeden, ayrılmanı istedim ve ben senden beni, benim sende olan bütün alacağıma karşılık hal etmeni istedim .Alacağını mehrim den şu şu kadar dirhemdi." der. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve ushabı ile ehl-i şurutun tamamı şöyle yazarlardı:

"Biz korkuyoruz ki, Allahu Teâla'nın hududunu koruyanlayız da; sen beni, üzerinde olan mehrimin tamamı sebebiyle, bâine talâk laboşarsm."

"Biz korkuyoruz ki" yazısından sonra, yüce Âllahın kitabıyla teberrüken âyetini yazarlardı.
Ve onlar, talâk sözünü, kendi sözüne tercih ederlerdi ve "ben, senden, beni bâin talâk ile boşamanı istedim," diye yararlardı da "hal etmeni istedim." diye yazmazlardı. Çünkü, talâk hükmü, bâin olunca; bi'1-icmadır. Hal hükmü ise, sahabe ile selef arasında ihtilaflıdır. El­bette bil-icma olan, muhtelefün fîH (= kendisinde görüş ayrılığı olan) den daha evlâdır.

Ancak, "mehrimin tamamı, senin üzerinedir. O da şu şu kadar dır. diye yazdıklarında hulû sebebiyle düşen miktar malum olursa, o zaman ihtilaf haddinden çıkar. Çünkü, düşeni bilmemek tesmiye­nin sıhhatine mâni olur. Onun için, "bil-icma hal sahih olsun" diye söler ve devamla: "îddafim devam eddiği sürede, nafakamın tama­mı da..." der. Gerçekten, mehir ve nafakanın yazdmasıyla iktisar eyledi; fazla mal zikreylemedi: Şayet söylemiş, olsaydı, sahih olur­du. Zira, serkeşlik kadın tarafından oldu. Serkeşlik kadın tarafın­dan olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olur. Hem diyane-ten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazlasını alabilir. Câ-"iı*'in rivayeti budur.

Hem diyaneten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazla­sını alabilir. Câmi'in rivayeti budur.

Fakat,Talâk kitabındaki bir rivayete göre de,Kadın tarafından olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olmaz. Bu durum, kendisi ile Allahu Teâlâ arasındadır.

Şayet geçimsizlik (= serkeşlik) kadın tarafından olursa, mehir ve nafaka üzerine iktisar eylediler.

Kocanın, verileni alması, bi'l—ittifak helâldir. Sonra kocanın: "Kabul ettim." demesi yazılır. Böylece, "icabın kocadan olduğu" sabit olmuş olur. Çünkü, talâk, ancak kocanın icabı ile vâki olur.

Sonra, devamla, kadın şöyle yazar: "Senin üzerinde olan bü­tün mehrime ve iddetim müddetince olan bütün nafakama karşılık, beni hal eyledin." Tekid için de: "Ben de buna razı oldum ve kabul eyledim." der ve o da —kadının hali kabulü sabit olsun diye— yazılır.

Artık bu durumda, bütün rivayetlere görü, hal tamam olmuştur.

Selefe ittibâen de: "Bundan dolayı ben de seni hal eyledim. Ar­tık, bende bir hakkın kalmadı. Da'vâ, talep, mehir, nafaka ve baş­ka hiç bir isteğin kalmamıştır." der ve o da yazılır.

Bundan sonra kocanın zimmetinde bulunan mehre karşı hal vâki olursa; tazminat yazılır mı?

Bizim âlimlerimiz bunu yazmıyorlar.

Ebû Yead eş—Şurûti yazar ve:

'Tazminat gerekirse, ben sana tazminatta bulunurum." derdi. Tahâvî: "Bu sahih olmaz." buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A.) ve ehl-i şuruttan hiç bir ferd "Sen, beni hal ettin." demesi gerektiği­ni zikr etmemiştir.
Bazı müteahhirîn ise, bunu yazmayı, ihtiyar eylemişlerdir. Bu, sünnet vaktinde mubah; bu vaktin dışında mekruhtur. Bunun için, haTin ibâha veya kerâhe sıfatları bilinsin diye yazmaya ihtiyaç vardır. [15]