Babıâli'nin İç Yüzü Risalesini Tenkidimiz


Bizden önceki kuşak rahmetli filozof Cemâl (Hatipoğlu); merhum Hilmi Oflaz, Kaymakamlıktan emekli Melih Yuluğ beyefendi merhum, 2. meşrutiyetin 2.Abdülhamid tarafından meri'yete sokulmasından sonra, devlet-i âliyye ve hanedan taraftan devlet ricali aleyhinde yazılmış satırlarla dolu kitap­lara fazla önem vermeyin! Bunlar; bir bölüm yazarın kendini kaptırdığı batı düşünce ve yaşayış tarzına imrenmesinin ge­tirdiği hezeyanlar, bir başka bölüm yazarında veya anekdot sahibinin, yeni anlayış ve İttihad ü Terakki cemiyetinin sa­vurması muhtemel devlet imkânlarından yağlı bir kuyruk ya­kalamak iste yenlerin yazdıklarıdır.
Buna da, 1877/1878 Osmanh-Rus savaşı fecayiinden sonra, Sultan Hamid'in te'sis etmiş olduğu ülkeyi tek elden idare etmek, devlet adamlarını nezaret eden, yâni yapılanla­rın neticesini kendisine bildirme tarzına dayalı idaresinde meşru veya gayri meşru, doğru veya yalan, essah veya iftira münasebetiyle başına gelen bir felâketin getirdiği, elem ve ızdırabın tevlid etdiği ve bu çektiklerini, bir maddi refah temi­ni hususunda kendine sermaye edinmek istiyenlerin, târihi ve cemiyeti ifsad eden yazılarıdır. Derlerdi.

Her şeyden evvel bahse konu risalenin tercüme eser oldu­ğu kapağında yazılı olmasına rağmen, fâil-i yazarın,yâni ya­zanın adı bulunmamaktadır. Mütercimi ise iki baş harfle belirtilmiş: T.N! Gel çık işin içinden! Adetâ imzasız ihbai mektubu! Hem de meşrutiyetin yeniden mer'iyete konması­nın ardından yayımlanmış. Sansür kalktı diye de bayramı elan devam eden günden sonra yayımlanmış, fakat bu sefer de fâsik zihniyet sahipleri kendileri sansür uygulamışlar. Hâl­buki, eskimez yazı okumasını bilenler kitapların kapağında maarif vekâletinin müsaadeleriyle tab olunmuştur ifadesinin yer aldığını hatırlayacaklardır. Böylece kitabın yayımlanma­sının maksadı, bazı zevatı meşrutiyet nigâhbanlığma yâni, yeni usûlü desteklemek için gözlemcilik vazifesini kendilerin­den menkul bir anlayışla, görev addedenlere bazı 'eski dö­nem insanını, hedef göstermek gayretinden ileri geldiğini ifa­de edebiliriz.
Babıâli'nin İç Yüzü adlı risalede adı geçen eski sadnazam-lardan Mahmud Nedim Paşa, Said Paşa, Cevat Paşa ve Meh-med Kâmil Paşaların ve de eserde, daha ziyade hariciye na­zırlığı unvanıyla ele alınmış bulunan son sadnazam Ahmed Tevfik Paşa hakkında bile tahlile girişmeği lüzumlu bulma­dık. Bu zatların defaatle gelmiş oldukları bu yüksek makamı adı sanı belirsiz, niyeti hâlisanesi tesbit olunamayan ve tam buhran dönemlerinin yol şaşırtan kör kandili vazifesini ifa için, kaleme alınmış böyle varakpâreler her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ancak meşrutiyet İlânının 2.sinden sonra dahi ülkemiz, dünya büyük devletlerinin danı­şıp, görüşlerini kaale aldığı bir ülkeydi.

En ekâbir siyasetçi dahi, "Boğazdaki Adam; bu husus da acaba ne düşünüyor" diye tahminlerde bulunmakta ve dik­katle Sultan Hamid'in, söz ve davranışını takibe, kendini mecbur hissederdi.
ülkeyi batı dünyasının fırtınalarından devamlı menfi şekil­de sallanan bir sefine olmaktan çıkarmayı kendisine gaye edinmiş bulunan halife/hakan takip etdiği çok yönlü ve hipeaktif siyasetle meşgul bir siyaset dahisi olduğundan dünya-aörüşlerine itibar etdiği bir siyaset üstâdıydı. Osmanlı Devleti târih sahnesindeki yüksek mevkiini 1683'den, i922'ye kadar müdafaaya gayret göstermiş, bunu yapar-kende her bir karış toprağı uğruna can vermiş, baş almış, yi-at].:" Kaybetmiş nâm almıştır.
Dünya askerî liderleri arasındada mühim ve parlak bir si­ma olarak kabul edilen ünlü Napolyon Bonapart; "Türkler öl-dürülebilir fakat asla mağlup edilemezler!" dediğinde de tak­vim yapraklan 1800'den sonrayı göstermekteydi. İşte bahse konu risalede yukarıda bir bölümünün adının geçtiği sad­nazam efendilerin babaları milletimizin bir neslini teşkil et­mekteydi ve Napolyon bu ku sağın kahramanca direnişini bizzat müşahede etdiğinden, Cezzar Ahmet Paşa'nın önünde aldığı Âkkâ'daki kötekten; avrupaya, Paris'e kendini dar at­mış ve oradan da, İlk sürgün yeri olan Elbe adasını boyla-mıştı. Böyle değerli bir neslin çocukları olan yukarıda adlan geçen sadnazamlar hususunda mezkûr risalede, ileri sürülen iddiaların üzerinde kalem yürütmeyi abes görüyorum. Her şeyden Önce, bu zevat-i kiram siyasi hayatlarından menkub olduktan sonra, yazdıkları hatıratlarla sübjektif suçlamalara dâir cevap vermiş bulunanlarda vardır. Biz bunların artık ma­ziye ve oradan da rûzî mahşerlik işlerden olduğu kanaatında-yız. Ancak şunu da itiraf gerekir ki; bir cihan devleti dün-ya'ya ferman verdiği 1453'den 1622'ye kadar bütün dünya­nın arzularına muhalefetsiz rıza gösterdiği bir devletti. Ancak o kadar adil ve ahali denen kuruma pek büyük saygı besle­mekteydi ki bu bakımdan yüzaltmış yılı mütecaviz tek başı­na hükümran olma, dünya târihinin bir daha kolay kolay ya­şayamayacağı zaman dilimidir!
Bakınız; 1990'Iarda inhilâl eden Sovyetler Birliği Komonist idaresi bir kutup, ABD' bir başka kutup görüntüsü verdikleri yıllarda birlikte ancak 1946 ile 1990 arasında başpehlivanlık yapabildiler. Bunun mecmu kırkdört sene yapar ki kimse işin tadını veya tuzunu anlayamadı.
Günümüzde yâni 1990 ile aradan geçen onbir yıl diğer bir deyimle 2001 seneleri arasın da ABD'de sevilmek şöyle dur­sun, ahalisinin kökeni olan devletlerin bile, hasımlığını üstü­ne çekmeğe başladı. Günümüzde ise henüz bütün ecramıyla ortaya çıkmamış asrın insanca en ağır hasan sayılan, Hiroşi­ma ve Nagazaki'yi hatırlatacağı ileri sürülen bir kıyıma çık­mış böylece de müttefikleri dahi içlerinden bu dengesiz çıkış­lı patronun karşılaşacağı zorluklan tesbite çalışmağa başla­mışlar ve kendisini bu sona getirecek, arkalama yi yapmak­tan da geri durmamaktadırlar.

Ezcümle söylediğimiz; günümüzün her alanda vardığı tek­nolojik terakki dönemimizin olayları ile mâzidekileri mukaye­seye kalkışma imkânı bırakmamışsa da, son kertede dâima esas olan insan ve insaniyyet olunca, devirlerin mukayesesi fazla İddialı olmamak şartıyla denenmelidir. Münsif bir lide­rin, yâni insaf sahibi ve insanlık düşmanı olmayan bir dikta­törün, demokrat ruhlu olduklarını söyleyip de milletlerini temsil eden yöneticilerinin kısm-ı âzaminin siyonizmin alda­tıcı hümanist idaresinden çok daha iyi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Tabiiki netice itibarıyla ortada 622 sene temadi edip niha­yetinde târih sahnesinde yerini Türkiye Cumhuriyetine bırak­mış veya bırakmak zorunda kalmış Osmanlı devletinin iz­mihlalinde suçun büyüğü devletin en üst mevkiini temsil edenlere çıkarılması kadar isabetli bir başka görüş İleri sürü­lemez! Amma şunu âa unutmamak icâb ederki; büyük ve Küçük hatalar bir araya geldiğinde bilançonun zarar hanesin­de karşılaşılan netice târihin derinliklerine doğru yol almaya başlandığını göstermiştir. Bunu görenler çeşit çeşit tedavi usulleri uygulamışlar ve geçici başarılarda bulabilmişlerdir.

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ile Damad Mehmed Ragıp Pasa savaşı aramayan bir Osmanlı devleti ve savaşsız geçen yıllan, değerlendirecek bir organizasyona gitmek istikame­tinde, yol alırlarken, Damadlann, İbrahim olanı Patrona Halil isyanının mazlum ve mağduru olarak hem de hayatını kay­betti. Ragıp olanı ise her adımına bir altın koyarım, Rusya'ya savaş açalım diyen padişahı dizginlemeyi bilmekle beraber, bu rind ve tedbirli vezir ecei-i mevuduyla dünya hayatından çekilirken, iki sulh dönemi haylice ıslahata vesile olmuşsa da, Rusya'nın Ortodoks ve hristiyan hâmisi olarak balkanlar­da ve Osmanlı ülkesi dahilinde yaşamakta olanlar bahane edilerek sık sık teklif ve saldırılarla rahatsız edilmeye başla­mış ve haylice sıkıntılı dönemlere düşen Osmanlı devleti, Mahmud Nedim Paşanın komşu ile iyi geçinme yâni dostu yakında arama mantığına eğilimi, hristiyan ve ırkçı slav ruhu taşıyan moskof, Mahmud Nedim Paşaya bu deneyimi yap-tırtmâmış veya sadrıazama durmadan ihanet ederek,ahalinin bu zâta "Nedimof" lakabını vermesinin se bebini teşkil etmiş­tir.

Risalede yer alan sadnazamlar arasında Mahmud Nedim Paşanın hakkında yapılan suçlamalar, bizim savunma mec­buriyetinde olduğumuz hususdan değildir. Çünkü; Paşa bu dostluğu kurmak isterken geçmiş yılları, bu milletin can düş­manı moskof mezalimini aklına getirmediği gibi, balkanlar­daki ırkdaşfarını ve Ortodoksların ancak Rusya tarafından dfije edileceğinide hesaba almamıştır. Böyle bir hesabdan haberi olduğunu söyleme durumunda da değiliz. Çünkü; Sultan Abdülaziz döneminin bu sadnazamı, efendisine bağlı bir kişi olmakla beraber, iktidar anlayışı, padişah karşısında zaaf halindeki tu tumu zâten mutlakıyetin, şeyhülislâm önünde bir parça frenlenebildiği ortamda, padişahın yetkilerinin la-yüselliği mânasına gelecek ifade, tahrirat ve de yaklaşımlar­la, avrupalılaşmanın makulleşmesini sağlamaya çalışan Sul­tan Aziz'i hakikaten risalede yazılı olduğu gibi bir afitab-ı ci­han mertebesine teşvik etmiştir. Bunun sonunda padişah ha­yatını kaybederken Mahmud Nedim Paşa ise sadaretden ola­lı bir hayli olmuştu. Bu bakımdan risalede adı geçen Mah­mud Nedim Paşa, Âlî Paşayı harem kıyafeti ile karşılaya­mayan ve bir defasında deneyipde, durumu gören Âlî Paşa­nın hizmetlilere, kızım sana söylüyorum! Gelinim sen anla misali: "Efendimiz istirahat halindeyken niçin rahatsız edip, beni huzura alırsınız diye çıkışmış ve girdiği huzurdan geri geri çekilip, sarayın bahçesindeki güllüğü gezmeğe başla­ması padişahın redingotlarını giyip huzura çağırmasını intaç etmiştir ki, bu bir üstlük ve astlık değil sadece ciddiyet diye anılmalıdır.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..