Suçlar   Bölümü (Cinayetler)

Bu bölümün hadler ve içkiler bölümü ile ofan ilgisi gizli değildir.
Cinayet; gerek mala teallûk etsin ve gerek nefse teallûk etsin, şer'an haram olan bir fiilin adıdır. [91] Fukahânın ıstılahında, nefislere ve taraflara (yâni canlara ve uzuvlara) teallûk eden suçlara tahsis edil­miştir, gasb ve hırsızlık ise maUarı çalmaya teallûk «dene nıahsûsdur.

Öldürmek (kati), bu bir fiildir, ki ruhun çıkıp gitmesinde mües­sirdir. Öldürmek, Mebsût'ta zikredüdiği üzere, üç kısımdır: Kasd, hatâ ve kasd benzeridir.
Ebû Bekr Râzî (Rh.A.), «Kati beş kısımdır.» demiştir: Kasd, kasd benzeri, hatâ, hatâ yerine geçen ve sebeble katl'dir. Müteahhirûn (yâni sonraki bilginler), bunu tercih etmişlerdir. Bununla Ebû Bekr Râzî' (Rh.A.) nin muradı, aşağıda gelen hükümlerin katle müteâllik olan çeşitlerini açıklamaktır. Yoksa katlin çeşitleri çoktur: Recm, kısas, harbîyi [92] öldürmek ve yol kesenleri asarak öldürmek gibi.

Musannif, birinci kısmı şu sözü ile açıklamıştır: Kati, ya amden olur ki o, bir insanı kasden öldürmektir. Bununla hatâdan ihtiraz ey­lemiştir. Vikaye sahibinin; «Ona kasden vurdu!» sözünde tesâmuh ol­duğu gizli değildir.
Kasdeıı olan öldürme, uzuvları dağıtmak hususunda silâh ve silâh benzeri İle olur. Çünkü kasd, kalbin işidir. Kalbe ise, vâkıf olunma2 (yâni içindeki niyyet bilinmez). Böyle olunca, öldürme âletinin kul­lanılışı, kolaylık olsun diye ekseriyetle kasd yerine geçer. Nitekim se­fer (yolculuk), meşakkat yerine geçtiği gibi. Öldürme âleti; kamış ka­buğu, ateş, cam ve ağaçtan veya taştan yapılmış kesici âlet gibi şeyler­dir. Çünkü öldürme âleti, ekseriyetle keskin olur. Zira, öldürmek için hazırlanan budur. Hattâ, bir büyük taşla veya bir büyük ağaçla yâhûd demir veya bakır dirhemle vursa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, kısas vâcib olmaz. Yakında, kasd benzeri konusunda açıklaması gelecektir.

Hâniyye'de denmiştir ki: «Demirde ve ona benzeyen, bakır ve sâi-rede, zahir rivayette, yaralamak şart değildir.»

Kasdeıı öldürmenin şartı; kaatilin mükellef, yâni âkil ve bâîiğ ol­masıdır. Nitekim (Hadler Bölümü) nün başında, mükellef olmayan kimsenin cezalara ehil olmadığı anlatılmıştı.

Hulâsa'da: «Küçük çocuk ve deli için kasd (amd) yoktur. Öldür­mek, ikisinden de hatâ sayılır.» denmiştir.
Maktulün de, Müslüman veya Zimmî olmakla kam ma'sûm olma­sı şarttır. Ebeden kanı ma'sûm olmalıdır. Musannif bu söz ile, müste'-menden [93] sakınmıştır. Çünkü müste'menin kanının ismeti (doku­nulmazlığı), ülkesine geri dönünceye kadardır ve geçicidir.

Diğer bir şart; kaatile nazarla, maktulün kanı ebeden ma'sûm ol­masıdır. Bu kayd, şundan sakınmadır ki; şayet Zeyd, Bekir'i kasden Öldürse de, üzerine kısas vâcib olsa, ondan sonra Zeyd'i Bişr öldürse, Bekir'in velîlerine nazarla, Zeyd'in kanı ma'sûm olmaz. -Lâkin Bişr'e nazarla, ebeden ma'sûmdur. Bundan dolayı, Zeyd'i kasden öldürmüşse, Bişr'e -kısas; hatâen öldürmüşse, diyet vâcib olur. Yakında açıklaması gelecektir.

Kasden Öldürmenin diğer bir şartı da; kaatîl ile maktulün arasın­da doğurmak ve mülk şübhesi olmamasıdır. Zira, yakında sebebi gele­cektir ki, bu durumda öldürmek, kasden değildir, hattâ üzerine kısas terettüb eder.

Kasden öldürmenin hükmü, öldürenin bu fiil ile günahkâr olması­dır. Çünkü, Allah Teâlâ (C.C.) :
«Kİm bîr mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir.» [94]  buyurmuştur.

Bu konuda birçok hadîs-i şerifler vârid olmuş ve bunun üzerine ümmetin icmâı da bağlanmıştır.

Kasden öldürmenin bir hükmü de, aynen kisâsdır. İmâm Şafiî (Rh. A.); «Kısas, muayyen değildir. Belki velî, kısas ile, diyet arasında mu­hayyerdir.» demiştir. Bizim için delil, Allah Teâlâ' (C.C.) nın:
«Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.»  [95] âyet-i kerime-sidir.

Bu âyette murâd, kasdeu öldürmektir. Çünkü, Allah Teâlâ (C.C.);
«Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse...» [96] buyurması sebebiy­le,  hatâda diyeti vâcib kılmıştır. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.) de:

»Kasden (öldürmenin gereği) bıs&sdır.» buyurmuştur. Çünkü bizzat kasd, kısas değildir.
Ben derim ki; iki delilin her 'birinde işkâl [97] vardır. Birinci delil­deki işkâl şudur: Usûl'de takrir olunmuş kaidelerdendir, ki zikr ile tah­sis (hassaten zikretmek) hasr'a delâlet etmez. İmdi hatâyı zikr ile tah-sîs; diyetin, hatâya mahsûs olduğuna delâlet etmez. Caiz ki diyet, kasd ile hatâ arasında ortaktır. Nitekim, İmâm Şafiî (Rh.A.)' bunu kabul et­miştir.
İkinci işkâle gelince, o da şudur: Yine Usûl'de mukarrer olan kai­delerdendir ki, mutlakm takyidi, neshdir. Bu ise, haber-i- vâhid ile caiz olmaz. [98] Zahire göre; bu hadîs de, haber-i vâhiddir. Bir kimse, meş­hur olduğunu iddia ederse, bunu açıklaması gerekir. Bir de: Kitâb'm (Kur'ân'm) umûmuna (âmmını) [99] tahsis, müstakil olan bitişik ke­lâm ile tahsis olunmazdan önce haber-i vâhid ile caiz olmaz.

Âyet-i kerîmedeki «Öldürülenler» lafzı, ya mutlaktır veya umûmî­dir. İki takdire göre de, haber-i vâhid ile amel caiz olmaz. Belki şöyle denilmesi gerekir: Şüphesiz âyetlerin ba'zısı tefsir edicidir. İmdi Al­lah Teâlâ* (C.C.) mn:
«Kısâsda sizin için hayât vardır.» [100] âyet-i kerîmesi, kasdin mu'-cebi, yalnız kısas olmasına delâlet eder. Zira Tefsirlerde ve Meânî Ki­taplarında zikredîldiği gibi âyetin ına'nâsı: Kaatil, öldürdüğü takdir­de kendisinin de (kısas yolu ile) öldürüleceğini düşünürse, ister iste­mez öldürmekten kendisini meneder. Şayet öldürmezse, kendisi de öl­dürülmez. Bu durumda, ikisi de hayâtta kalırlar. Bunun, kasde mah­sûs olduğu açıktır. Çünkü hatâ ile öldüren kimse, Öldürülmez. Belki, diyet ile kurtulur. Bu suretle, İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye verilen red cevâbmın vechi anlaşılır. İmdi, gerisini sen düşün! Bu söz, benim tek ba­şıma söylediğim bir sözdür.

«Doğruyu ilham eden Allah' (C.C.) a hamd olsun. Dönüp sığımla-cak olan ancak O'dur.»

Ancak, eğer Öldürülen kimsenin velîsi bedelsiz afv ederse veya be­del ile anlaşma yaparsa olur. Çünkü hak velînindir.

Zikredilen hüküm gibi, kasden öldürmenin bir hükmü de, öldüren kimsenin maktulün  mirasından  mahrum olmasıdır.   Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) «Kaatil için mîrâs yoktur.» buyurmuştur.

Kasden öldürmekde, bize göre keffâret de yoktur. Gerek kısas îcâb eden kasd olsun, gerekse olmasın. Meselâ, oğlunu kasden öldüren baba ve dâr-ı harbde Müslüman olan kimseyi bizim ülkemize (yâni İslâm ülkesine} göç etmezden önce bir adamın öldürmesi gibi. Nihâye'de böy­le zikredilmiştir. İmâm Şafiî (Rh.A.); «Keffâret vâcib olur. Çünkü kef-fâret, ismi gibi günâhı gidermek için meşru kılınmıştır. Kasdda, gü­nâh daha çoktur. Bundan dolayı kef fare tin vâcib olmasına' daha çok sebeb olur.» demiştir.

Bizim delilimiz şudur: Keffâret, ibâdet ile ceza arasında döner. Nitekim yesmîn-i gamûsda geçmişti. Binâenaleyh, ancak hatâda oldu­ğu gibi haramla mubah arasında devreden bir sebeble vâcib olur. Çün­kü hatâ, fiilin aslına nazarla mubahtır. Tedbirli davranmayı terk sebe­biyle, isabet ettiği yere nazarla da haramdır.
Musannif, Öldürme (kati) nin ikinci kısmını, şu sözü ile zikretmiş­tir : Kasdm benzeri olan öldürme, kasdda zikredilen şeylerden başkası ile kasden öldürmektir. Sopa, kamçı ve küçük taş, ile öldürmek gibi. Bü­yük taş ve büyük ağaç ile vurmak ise, İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre; yine kasd benzerindendir. Diğerleri buna muhaliftir. Kasd benzeri, diye adlandırılmasına sebeb: Zîrâ bu fiilde, failin vurmaya kasdı bakımın­dan kasıdlılık ma'nâsı vardır. Hatânın ma'nâsı ise; öldürmeye kasdın bulunmaması bakımındandır. Çünkü O'nun kullandığı âlet, öldürme âleti değildir. Âkil olan insan, her fiile ancak o fiilin âleti ile kasd eder. Katlin âletinden başkasını kullanması, öldürmeye kasd etmedi­ğine delildir. Böyle olunca, kasda benzer hatâ olmuştur. Bu kasd ben­zeri ile öldürmenin hükmü, günâh olmasıdır. Çünkü kaatiî, şer'an ha­ram kılınmış olan şeye kasd etmiştir. Bir de; keffârettir. Çünkü bu kasd benzeri, âlete bakarak hatâdır. Böyle olunca, Allah Teâlâ1 (C.C.) mn:
«Kim bir mü'mini hatâ  (yanlışlık)  ile öldürürse,..»  [101] âyet-i kerîmesinin hükmü altına girer.

Musannif, keffâreti beyân edip, şöyle demiştir: Keffâret, eğer ka­dir olursa bir nıü'min köloyi âzâd etmektir. Eğer köle âzâd etmeye ka­dir olmazsa, ard arda, yâni fasılasız iki ay oruç tutmaktır. Çünkü, Allah Teâlâ  (C.C.) :                                                                                
«Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse, bir nıü'min köleyi âzâd etmesi gerekir.» [102] buyurmuştur.

Bu keffâret için, yemek yedirip, doyurmak meşru değildir. Çünkü, hakkında Nass yoktur. Keffâret bedellerini re'y ile tesbît etmek ise, caiz değildir. Keffâret olarak köle âzâdı için, ana-babasmdan biri Müs­lüman olan meme emen ma'sûm yavruyu âzâd etmek caizdir. Çünkü o süt çocuğu, dînen ana-babanın. hayırlısına tâbi olmakla Müslümandır ve etrafında (uzuvlarında) selâmet zahiren ve gâliben sabittir. Fa­kat anasının karnında olan çocuğu âzâd etmek, caiz değildir. Çünkü ana karnında olan çocuk, bir bakımdan uzuvdur. Şu hâlde, köle adı altına girmez.

Kasd benzeri öldürmenin bir hükmü de, kaatilin âkılesine diyet-i mugallaza lâzım gelmesidir. Yakında diyet-i mugallazanın açıklaması gelecektir.  Hatâya  benzediği için,  bunda kısas yoktur.  Nitekim sen, ,bunu bilirsin.

Kasdm benzeri, canı yok etmekten aşağısı olan uzuvları yarala-nıakda kasd sayılır. Yâni bir uzuvu, yaralayıcı âlet ile yaralasa, eğer benzerliğe (mümâseîete) riâyet edilen şeylerden ise, onda kısas vâcib olur. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir. Candan aşağıda olan şeyde şübhe, yâni kasd benzerliği yoktur. Nitekim nefisde (yâni canı yok etmekde), kasd benzeri olduğu gibi. Zira canın yok edilmesi (nef­sin itlafı), âletin çeşidine göre değişir. Canı yok etmenin aşağısında olan böyle değildir.
Musannif, öldürmenin üçüncü kısmını şu sözü ile açıklamıştır: Yâ­hûd hatâdır. Bu hatâ, ya kasddedir. Öldürenin, Mü si um ana, gerekse kö-Ie olsun, av veya harbî sanarak atması gibi. Çünkü kaatil, fiilde hatâ etmemiştir. Vurmak istediğine isabet vardır. Ancak kasdda, yâni zan-da hatâ etmiş; insanı, av; Müslümam, Harbî sanmıştır. «Gerekse köle olsun» demeye sebeb, kölenin mal sanılmasını savmak içindir. Malları, âkile [103] Ödemez. Çünkü mu'teber olan, insanlığıdır, maliyeti değildir.

Ya dâ hatâ, fiildedir. Kaatilin nişan tahtasına atıp da, insana isa­bet etmesi gibi. Yâni kaatil, nişan tahtasına ok atıp da insana isabet ettiği vakitte, hatâ fiilde olur. Bu durumda kaatil, fiilde hatâ etmiştir, kasıdda etmemiştir. Binâenaleyh, atılan yerin değişmesinden dolayı kaatil ma'zûr olur. Şayet kaatil, öldürülen adamın bedeninden bir yere vurmaya kasa edip, başka bir yerine isabet etse ve adam ölse, bu du­rumda iş değişir ve kısas vâcib olur. Çünkü maksûda râci olan şeyde, bedenin hepsi bir tek yerdir. Bu takdirde öldüren, özürlü olmaz.

Hatânın iki çeşit olmasına sebeb şudur: Çünkü insan, kalbin ve uzuvların fiili ile iş yapar. Böyle olunca, ayrı ayrı her birinde hatâ ol­ması muhtemel olur. Nitekim, daha önce anlatıldı. Yâhûd ikisinin bir araya gelmesiyle olması da muhtemel olur. İnsanı av sanıp, attıkda baş­ka bir insana isabet etmesi gibi.

Musannif, öldürmenin dördüncü kısmını şu sözü ile açıklamıştır: Yâhûd, hatâ yerine geçen fiildir. Uyurken bir adamın üzerine yatıp ve­ya duvar üzerinden adamın üzerine düşüp, adamı öldürmesi gibi. Zîrâ bu, gerçekte hatâ değildir. Çünkü uyuyan kimsenin, bir şeye kasdı yoktur ki, maksûdunda hatâ etmiş olsun. Lâkin fiili, gerçekten mevcûddur. Böyle olunca; O'nun, telef-ettiği şeyin ödenmesi gerekir. Çocuğun fiili gibi. Bu durumda, hatâ gibi sayılmıştır. Çünkü, hatâ eden gibi özür iü dür.

Hatânın ve hatâ yerine geçenin hükümleri; öldürmenin günâhın­dan daha aşağı olan günâhtır. Günâh olması, sakınmayı terk ettiği için­dir. Çünkü mubah olan işleri yapmak, ancak bir kimseye eza verme­mek şartiyle caiz olur. Şayet eza ederse, bu takdirde sakınmayı terk ' etmiş demektir ve günahkâr olur. Günâhı, öldürmenin günâhından aşağı olması ise, kasdı olmadığı içindir Hükümlerinden biri de; keffâ-ret ve diyettir. Keffâret ile diyetin hatânın hükmü olmaları, N-ass iledir. Hatâ yerine carî olan öldürmenin hükmü olmaları, açık ve besbellidir. Çünkü, hatâ hükmündedir.

Öldürmenin diğer bir hükmü de, yakınım öldüren kimsenin ınîrâs-dan mahrum olmasıdır. Çünkü, mirası çabuklaştırmayı kasd etmesi ih­timâli vardır. Kendini başka bir yere atlamak istermiş gibi gösterir ve uyur gibi yatıp, fakat uyumadan mirası çabuklaştırmayı kasd ederek üzerine yatmış olması ihtimâli vardır.

Musannif, öldürmenin beşinci kısmını şu sözü ile açıklamıştır: Yâ-hûd sebeble öldürmektir. Yâni kuyu kazmakla veya başkasının mülküne taş koymakla telef etmesi gibi bir sebeb ile öldürmektir. Ya da, yolun iki tarafına ağaç koymak ve itlafa sebeb olmak ve buna benzer şeyler gibi. Ancak eğer ölen kimse, kuyu kazıldığını ve bunun benzerlerini bil­dikten sonra yürüdü ise, bu takdirde kuyuyu kazan ve bu gibi şeyleri yapan kimseye bir şey lâzım gelmez.

Sebeb ile öldürmenin hükmü, âkılenin Öldürülen adamın diyetini vermesidir. Çünkü fail, telef sebebidir. Burada sebeb, müteaddiddir. Sanki adamı o kuyuya düşürmüş ve üzerine taşı atmış gibidir. Binâen­aleyh, diyet vâcib olur. Diyet de, keffârstsiz ve öldürme günâhı olmak­sızın, âkılcye düşer. Çünkü, gerçekde adamı o öldürmüş değildir. Kefâ-  let hakkında olan hatâ, buna ilhak olunmuştur. Bankası hakkında olan hatâ, aslı üzere kalmıştır.
«Öldürme günâhı yoktur.» demeye sebeb: Çünkü başkasının mül­künde kuyu kazmakla günâh işlemiş olur. MSrâs da, ancak bu ölüm çeşidinde vardır. Çünkü mîrâsdan mahrum olmak, öldürmek sebebiyledir. Bunda ise, Öldürmek yoktur. [104]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..