Bir Fasıl Baş Yarıklarında Kisas Yoktur. Ancak Kasden Yapılıp, Kemiğe Varan Yarıklarda Kısas Vardır
Baş yarıklarında kısas yoktur. Ancak kasden yapılıp, kemiğe varan yarıklarda vardır. Mûdiha, başın kemiğine varan, yâni kemiği gösteren yarıktır; Çünkü o yarıkda eşitliği gözetmek, yarığın derinliğini mis-bâr ile yâni,, yara fitili ile veya, mil ile yoklamakla mümkün olur. Ondan sonra onun kadar Üemir bir şey alıp, onunla kesilen yer kadar kesilir. Zahir rivayette; mûdihadan azında da, kemiğe varan yarık gibi, kısas vâcib olur. Bunu, İmâm Muhammed (Rh.A.), «El-Asl» adlı kitabda zikretmiştir. Esâh olan budur. Çünkü mûdihada zikredilen i'tibâr ile azında da eşitliği gözetmek mümkündür. Bunu, Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Yanlışlık (hatâ) ile olan baş yarıklarında, diyetin yirmide biri vardır. Hâşime olan baş yarığında ki o, kemiği kırılan yarıktır diyetin onda biri vardır. Kemiği kmldıkdan sonra, kemiği eğrilende diyetin onda biri ile beraber yiıtmide biri vardır.
Amnıe'de ki beyin zarına ulaşan yarıktır. Beyin zan. ise, beyini toplayan ince bir deridir ve beyine ulaşıp «dâmiğa» adı verilen ya-nkda ~ki bu dâmiğayı İmâm Muhammed (Rh.A.) zikretmemiştir. Çünkü ondan sonra âdeten artık inaan yaşamaz. Şu hâlde dâmiğa öldürmek olur, yoksa yarıklardan sayılmaz. Halbuki konu yarıklar hakkındadır. Ya da, câife'de ki beyinin içine ulaşan yarıktır diyetin üçte biri vardır. Bu zikredileni erin hepsi hadîs ile sabittir.
Diğer tarafa geçen câifede, diyetin üçte ikisi vardır. Çünkü Ilz. Ebû Bekr (R.A.) bu vech üzere hüküm vermiştir. Bir de; Bunlar iki câife-dirler. Diyetin üçte ikisi lâzım gelir.
Hârısa da ki derisi tırmalanıp kan çıkmayan Ve dâmi» ki tırmalanıp (soyulup), kan çıkıp akmayan, belki yara yerinde gözyaşı gibi toplanandır ve yine dâmiyede ki kanı akıtandır ve bâdia-da ki deriyi kesendir - ve mütejâhımedc ki başın etini alıp, yâni etini kesip onu koparandır keza simlıûkda ki başın eti ile kemiği arasında olan ince deriye ulaşan yarıktır. Buna, simhâk adı verilir. Bu zikredilenler hakkında, bu işden anlayan âdil bilirkişinin hüküm vermesi (Hükûmet-i adi) [14] gerekir. Çünkü bunlarda Şcr'an takdir edilmiş diyet (erş) yoktur. [15] Bunların heder olmaları (yâni cezasız bıra-- kılmaları) dahî mümkün olmaz. Şu hâlde bunlar hakkında âdil bilirkişinin hüküm vermesi gerekir. Bunların hüküm vermesi (Hükûmet-i adi) nıes'elesi, İbrahim en-Nehaî' (Rh.A.) den ve Ömer b, Abd'ul-Azîz' (Rh.A.) den rivayet edilmiştir.
Musannif, Hükûmet-i adl'i (yâni âdil bilirkişinin karar vermesini) şu sözü ile açıklamıştır: Başı yaralanmış olan kimseye bu yarık eserini göz önüne almadan, köle olduğu hâlde kıymet takdir edilir. Sonra o eser ile köle olduğu hâlde kıymet takdir edilip, iki kıymetin arasında olan miktar, hükûmet-i adl'in takdir edeceği diyettir. İmdi başı yarılan hür kimse, köle farz edilip ve bu yarık eseri olmadan onun kıymeti bin dirhem ve eser ile dakuzyüz dirhem olsa, bu durumda iki kıymet arasında fark yüz dirhemdir ve yüz. dirhem, bin dirhemin ondabiridir.
Diyetten bu fark alınır. Diyet ise, onbin dirhemdir. Ondabiri, bin dirhemdir. İşte Hükûmet-i adi, budur. Fetva bununladır. Bu söz, Kerhî' (Rh.A.) nin zikrettiği şu şeyden sakınmadır. Kerhî (Rh.A.); «Mûdiha-dan olan bu yarığın miktarına bakılır. Diyetin yirmidebirinden, o miktar vâcib olur.» demiştir. Şeyh'ul-İslâm (Rh.A.); «Kerhî'. (Rh.A.) nin sözü daha doğrudur. Çünkü Hz. Ali (R.A.), dilinin ucu kesilen kimsede bu yolu seçti.» demiştir. Bunu, Zeylaî {Rh.A.) zikretmiştir.
Elin parmaklarında, ayasız ve aya ile beraber olmasında, diyetin yansı vardır. Yâni diyet (erş), aya sebebiyle fazla olmaz. Çünkü, ayaya tâbidir. Belki vâcib olan her bir parmakda, on devedir. İmdi beş parmak-da, bizzarûre elli olur. O da, diyetin yarısıdır,
Kolun yarısında, parmak diyetinin yarısı ve kolun yarısı için âdil bilirkişinin takdir edeceği miktar vardır. (Yarım diyet, parmaklar için ve âdil bilirkişinin takdir edeceği diyet kolun yarısı içindir.) Kendisinde parmak olan ayanın kesilmesinde, bir parmak için diyetin ondabiri gerekir. Eğer ayanın parmağı iki tane olursa, onda diyetin beştebi-ri gerekir.
El ayası için bir şey yoktur. Nitekim, yukarıda geçti.
Ziyâde parmakta, küçük çocuğun gözünde, zekerinde ve dilinde, eğer bu üç şeyin her birinin sıhhati, gözde görmesine, zekerinde harekete ve dilinde konuşmasına delâlet eden şeyle bilinmezse bunlarda Hükûmet-i adi gerekir. Eğer bu şeylerden her birinin sağlam olduğu .bilinirse, bu takdirde diyet vâcib olur. Çünkü bundan sonra kasıdda ve hatâda o küçük çocuk baliğ hükmündedir.
Mûdiha aklını ve başının kılını giderirse, ersi diyette dâhil olur.
Yâni bir adam, birinin başını mûdiha ile yarsa da aklı ve başının kılları gitse, bir daha başında kıl bitmsse; mûdiha ersi, diyette dâhildir. Çünkü aklın yok olması, bütün uzuvların menfaatini ortadan kaldırır. Çünkü akılsız intifa' olmaz. Bu durumda başı, mûdihaten (yâni kemiğe kadar) yarılıp, ölmüş gibi olur. Mûdihanın diyeti (ersi), başın saçından bir cüz yok olmakla vâcib olur. Hattâ o saç yeniden bitse, diyeti düşer. Diyet, saçın hepsinin yok olması ile vâcib olur. Hepsinin diyete teallûk-ları bir sebeb iledir. O da, saçın hepsinin yok olmasıdır. İmdi cüz, o külde dâhil olur. Meselâ; bir adamın, bir parmağı kesilip o sebeble eli telef olması gibi.
Bir kimsenin mûdihaten (kemiğe kadar) başı yarıldıkda, kulağı sağır veya gözü görmez olsa, veya konuşmaya kadir olmasa, zikredilenin aksine olur. Bu üç şeyin biri gitse, mûdihamn diyeti (ersi), onlardan bîrinin ersinde dâhil olmaz. Çünkü onlardan her biri, nefsden aşağı bir suçtur ve menfaat ona mahsûsdur. Böylece, çeşitli uzuvlara benzemiştir. Akl bunun hılâfınadır. Çünkü onun menfaati, bütün uzuvlara âid-dir. Nitekim, daha önce geçti.
İşitmenin yok olduğunu bilinenin yolu, üzerinde suç işlenmiş olan kimseyi kendi hâline bırakmaktır. Ondan sonra, Ona seslenilir. Eğer cevâb verirse veya yüzünü döndürüp bakarsa,, işitmesinin yok olmadığı anlaşılır. [16] «Fetâvâyı Suğrâ»'da böyle zikredilmiştir.
Görmenin yok olduğunu bilmenin yolu, ehl-i basirete (yâni, bu iş-den anlayanlara) gösterilmesidir. Eğer ehl-i basiret, görmesinin yok olduğunu bildirirlerse, diyet vâcib olur. Eğer ehl-i basiret, bilmiyoruz, derlerse, da'vâ ve inkâra i'tibâr edilir. Üzerinde suç işlenen ki dövülen kimsedir suçluya; «Beni kör ettin.») diye da'vâ edip ve döven inkâr ederse, müddeîden delîl (beyyine) istenir. Müddeî delil getirmekten âciz olursa, bilmeye değil, kesinliğe yemin etmesiyle beraber, söz dövenin (vuranın) dir. Yâni, bu suçu işlemediğine dâir yemîn ettirilir. Eğer yeminden çekinirse, erş (diyet) ile hükm olunur. Bu da, «Fetâvâyı Suğrâ»'da zikredilmiştir.
İki gözün gitmesinde kısas yoktur. Belki mûdihanın (yâni kemiğe kadar olan baş yarığının) ve iki gözün diyeti vardır. Yâni bir kimse, birinin başım yarıp gözlerini yok etse, onda kısas yoktur. Belki, nıûdi-hada ve gözlerinde diyet vâcib olur. Çünkü fiilin sirayeti, fiilin başlangıcı ile beraber bir tek şey gibidir. Ziiû sirayet, bu suçtan ayrı olmaz. Halbuki ikisinden birinin diğeri ile birleşmesi vâsıtası ile bir bakımdan mahalde birleşme vardır.
Şayet fiilin sonu kısası gerektirmezse, fiilin başı da kısası gerektirmez. [17] Çünkü fiil başlangıca nazarla, her ne kadar kasden olsa da, bitişine nazarla hatâdır. İmdi bir bakımdan hatâ olmuş, bir bakımdan da olmamıştır. Şu hâlde, şübhe sebebiyle kısası gerektirmez.
Çolak .parmağın yanındaki parmak kesilmez. Çünkü, bu da zikredilen gibi sirayet kabîlindendir. Belki, o ikisinde diyet vardır. Zira kısas düşünce, ikisinden her birinin diyetleri (erşleri) vâcib olur. Çünkü ikisi de müstakil uzuvdurlar. Ya da, yukarıdaki eklemi kesilmekle geri kalanı çolak olan parmakda da kısas yoktur. Çünkü bu da, zikredilen gibi sirayet kabîlindendir. Belki, ancak o kesilen eklemin diyeti vardır. Çünkü, §âyet geri kalanı ile faydalanılmazsa diyet şer'an mukadderdir. Eğer geri kalan ile faydalanmak mümkün ise, şer'î takdir mümkün olmadığı için, o parmağın gen kalanında hükûmet-i adi vardır. Bu vech üzere olmasının sebebi, kesilen ile geri kalan bir tek uzuv olduğu içindir. Bunu, Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Bir dişin yarısı kırılıp geri kalanı siyah, kırınızı veya yeşil olur yâhûd geri kalanına her hangi bir kusur gelse, yine kısas yoktur. Belki, o kınlan dişin hepsinin diyeti vâcib olur. Kâfı'de de böyle zikredilmiştir.
Hulâsa'da denmiştir ki; bundan sonra, şayet o dişin geri kalanı yeşil, siyah veya kırmızı olsa: diyetin vâcib olmasına sebeb, çiğnemek menfaati yok olduğu zamandadır. Eğer çiğnemek menfaati yok olmayıp, o diş konuşma hâlinde görünürse, birinci vechde zikredildiği gibi, diyet vâcib' olur. Eğer görünmezse, bir şey lâzım gelmez. Bu vech üzere, Kâfi sahibinin sözü mutlak olarak kalmaz.
Yansı kırılan dişin sararmasında ihtilâl edilmiştir. Muhtar olan, diyetin vâcib olmasıdır. Nitekim, diğer renklerde olduğu gibi. Hulâsa'da da böyle denmiştir.
Bir adam, bir adamın dişini s ok.s e: dişi sökülen kimse, söken kimsenin dişini çıkardıkda, eğer birinci adamın dişinin yerine diş biterse veya bir adam bir adamın dişini çıkardıkda o>çıkan dişi, sahibi yerine koyılukda, üzeıiıue et sarıp biterse, iki surette de o çıkan dişin diyeti vâcib olur. Birincinin sebebi, haksız yere aldığı anlaşıldığı içindir. Lâkin, şübheden- dolayı kısas vâcib olmaz. Bu durumda mal vâcib olur. Çünkü kısası gerektiren, diş biten yerin bozulmasıdır. Halbuki bozul-mayıp, dişin yerine başka bir diş bitmiştir. Böyle olunca, suç ortadan kalkmıştır. İkincinin sebebi ise; etin diş üzerine bitmesine i'tibâr olmadığı içindir. Çünkü dişin damarları geri gelmez.
Kulak da,böyledir. Yâni bir kimsenin kulağını keser de. yerine ya-piştırırsa; etlenip bittiği takdirde, erş vâcib olur. Çünkü o kesilen kulak, önceki durumuna geri dönmez.
Şayet bir kimsenin dişi çıkarılıp yerine başka bir diş bitse, erş (diyet) gerekmez. Çünkü, suç ortadan kalkmıştır. Bundan dolayı, bir küçük çocuğun dişini söküp yerine başka bir diş bitse, bilittifâk o kimseye bir şey lâzım gelmez. Çünkü, dişin yerinde bozukluk- yoktur, yerine başka bir diş bitmiştir, binâenaleyh menfaat ve süs kaybolmamıştır.
Bir kimsenin başını yarıp, o yarık etlense ve eseri kalmayarak, kıl bitse, diyet düşer. Çünkü, diyeti (ersi) gerektiren kusur ortadan kalkmıştır. Yâhûd vurmakla yaralasa. Yâni, bir adama yüz kamçı vurmakla yaralayıp iyileştikde; o yaradan iz kalmazsa, kusur ortadan kalktığı için diyet düşer. Eser kalmaması kaydı, her iki surete şâmildir.
Bir çocuk, bir çocuğun dişine vurarak çıkarsa; vurulan çocuğun bulûğuna kadar beklenir. Eğer baliğ olup, o çıkan dişin yerinde diş bitmezse; o vuran çocuğun âkılesi Ü2ere dişin diyeti vâcib olur. Eğer vuran yabancı ise, diyet malından alınması gerekir. Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Yakında «Meâkil Bölümü» nde, muhtar kavlin bu olduğu gelecektir.
Bir adam, bir adama çarpıp dişlerinin ba-zısını kırsa, o vurulan kimse vuranın dişinden o kadar dişe müstehık olur. «Hulâsa»'da da böyle zikredilmiştir. Bunun yolu, vuranın dişini, vurulan kimsenin dişi gibi oluncaya kadar, bir törpü ile törpülemektir. Eğer sen; «Bu kasd değildir, belki kasda benzer bir durumdur, kasddan aşağı olan suçlarda kısas olmadığı yukarıda geçti.» dersen, cevâb olarak ben derim ki; «Cana kıymaktan aşağısında, kasda benzeyenin de kasd sayıldığı dahî yukarıda geçmişti. Gafil olma!»
Kısas, ancak yara iyileştikden sonra icra edilir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Yaralarda, bir yıl beklenir.» buyurmuştur. Zira yaralarda ınu'teber olan sonucudur, ilk hâli değildir. Çünkü, cana (nefse) geçmek ve yayılmak ihtimâli vardır. Böylece, bunun kati olduğu anlaşılır. Şu hâlde, yara iyileşmeden durum belli olmaz.
Delinin ve küçük çocuğun kasdı hatâdır. Her ikisinin diyetini âkı-leleri Öder. Nitekim Hz. Ali' (R.A.) den rivayet edilen habere göre; Hz. AH (R.A.) delinin diyetini, âkıleşine Ödetmiş; delinin kasdı ve hatâsı müsavidir, demiştir.
Bir de; çocuk özür götürür. Hatâ yapan akıllı kimse dahî tahfife müstehak olup, diyet âkile sirje îcâb edince çocuk daha mazur olduğu hâlde bu tahfife evlâdır. Bu hüküm deli, yabancılardan olmadığına göredir. Eğer yabancıdan ise, diyet malından vâcib olur. Nitekim muhtar olan .kavlin bu olduğu yukarıda geçti.
Diyet ket fa ret siz vâcib olur. Çünkü keffârst, adı gibi örtücüdür. Deli ve çocuk için günah yoktur, ki keffâret O'nu örtsün. Çünkü deli ve çocuk, suçlan yazılmayan kimselerdendir. Mîrâsdan da mahrum olmazlar. Çünkü mahrum, kılmak cezadır. Halbuki çocuk ve deli, cezaya ehil değillerdir. [18]
Yanlışlık (hatâ) ile olan baş yarıklarında, diyetin yirmide biri vardır. Hâşime olan baş yarığında ki o, kemiği kırılan yarıktır diyetin onda biri vardır. Kemiği kmldıkdan sonra, kemiği eğrilende diyetin onda biri ile beraber yiıtmide biri vardır.
Amnıe'de ki beyin zarına ulaşan yarıktır. Beyin zan. ise, beyini toplayan ince bir deridir ve beyine ulaşıp «dâmiğa» adı verilen ya-nkda ~ki bu dâmiğayı İmâm Muhammed (Rh.A.) zikretmemiştir. Çünkü ondan sonra âdeten artık inaan yaşamaz. Şu hâlde dâmiğa öldürmek olur, yoksa yarıklardan sayılmaz. Halbuki konu yarıklar hakkındadır. Ya da, câife'de ki beyinin içine ulaşan yarıktır diyetin üçte biri vardır. Bu zikredileni erin hepsi hadîs ile sabittir.
Diğer tarafa geçen câifede, diyetin üçte ikisi vardır. Çünkü Ilz. Ebû Bekr (R.A.) bu vech üzere hüküm vermiştir. Bir de; Bunlar iki câife-dirler. Diyetin üçte ikisi lâzım gelir.
Hârısa da ki derisi tırmalanıp kan çıkmayan Ve dâmi» ki tırmalanıp (soyulup), kan çıkıp akmayan, belki yara yerinde gözyaşı gibi toplanandır ve yine dâmiyede ki kanı akıtandır ve bâdia-da ki deriyi kesendir - ve mütejâhımedc ki başın etini alıp, yâni etini kesip onu koparandır keza simlıûkda ki başın eti ile kemiği arasında olan ince deriye ulaşan yarıktır. Buna, simhâk adı verilir. Bu zikredilenler hakkında, bu işden anlayan âdil bilirkişinin hüküm vermesi (Hükûmet-i adi) [14] gerekir. Çünkü bunlarda Şcr'an takdir edilmiş diyet (erş) yoktur. [15] Bunların heder olmaları (yâni cezasız bıra-- kılmaları) dahî mümkün olmaz. Şu hâlde bunlar hakkında âdil bilirkişinin hüküm vermesi gerekir. Bunların hüküm vermesi (Hükûmet-i adi) nıes'elesi, İbrahim en-Nehaî' (Rh.A.) den ve Ömer b, Abd'ul-Azîz' (Rh.A.) den rivayet edilmiştir.
Musannif, Hükûmet-i adl'i (yâni âdil bilirkişinin karar vermesini) şu sözü ile açıklamıştır: Başı yaralanmış olan kimseye bu yarık eserini göz önüne almadan, köle olduğu hâlde kıymet takdir edilir. Sonra o eser ile köle olduğu hâlde kıymet takdir edilip, iki kıymetin arasında olan miktar, hükûmet-i adl'in takdir edeceği diyettir. İmdi başı yarılan hür kimse, köle farz edilip ve bu yarık eseri olmadan onun kıymeti bin dirhem ve eser ile dakuzyüz dirhem olsa, bu durumda iki kıymet arasında fark yüz dirhemdir ve yüz. dirhem, bin dirhemin ondabiridir.
Diyetten bu fark alınır. Diyet ise, onbin dirhemdir. Ondabiri, bin dirhemdir. İşte Hükûmet-i adi, budur. Fetva bununladır. Bu söz, Kerhî' (Rh.A.) nin zikrettiği şu şeyden sakınmadır. Kerhî (Rh.A.); «Mûdiha-dan olan bu yarığın miktarına bakılır. Diyetin yirmidebirinden, o miktar vâcib olur.» demiştir. Şeyh'ul-İslâm (Rh.A.); «Kerhî'. (Rh.A.) nin sözü daha doğrudur. Çünkü Hz. Ali (R.A.), dilinin ucu kesilen kimsede bu yolu seçti.» demiştir. Bunu, Zeylaî {Rh.A.) zikretmiştir.
Elin parmaklarında, ayasız ve aya ile beraber olmasında, diyetin yansı vardır. Yâni diyet (erş), aya sebebiyle fazla olmaz. Çünkü, ayaya tâbidir. Belki vâcib olan her bir parmakda, on devedir. İmdi beş parmak-da, bizzarûre elli olur. O da, diyetin yarısıdır,
Kolun yarısında, parmak diyetinin yarısı ve kolun yarısı için âdil bilirkişinin takdir edeceği miktar vardır. (Yarım diyet, parmaklar için ve âdil bilirkişinin takdir edeceği diyet kolun yarısı içindir.) Kendisinde parmak olan ayanın kesilmesinde, bir parmak için diyetin ondabiri gerekir. Eğer ayanın parmağı iki tane olursa, onda diyetin beştebi-ri gerekir.
El ayası için bir şey yoktur. Nitekim, yukarıda geçti.
Ziyâde parmakta, küçük çocuğun gözünde, zekerinde ve dilinde, eğer bu üç şeyin her birinin sıhhati, gözde görmesine, zekerinde harekete ve dilinde konuşmasına delâlet eden şeyle bilinmezse bunlarda Hükûmet-i adi gerekir. Eğer bu şeylerden her birinin sağlam olduğu .bilinirse, bu takdirde diyet vâcib olur. Çünkü bundan sonra kasıdda ve hatâda o küçük çocuk baliğ hükmündedir.
Mûdiha aklını ve başının kılını giderirse, ersi diyette dâhil olur.
Yâni bir adam, birinin başını mûdiha ile yarsa da aklı ve başının kılları gitse, bir daha başında kıl bitmsse; mûdiha ersi, diyette dâhildir. Çünkü aklın yok olması, bütün uzuvların menfaatini ortadan kaldırır. Çünkü akılsız intifa' olmaz. Bu durumda başı, mûdihaten (yâni kemiğe kadar) yarılıp, ölmüş gibi olur. Mûdihanın diyeti (ersi), başın saçından bir cüz yok olmakla vâcib olur. Hattâ o saç yeniden bitse, diyeti düşer. Diyet, saçın hepsinin yok olması ile vâcib olur. Hepsinin diyete teallûk-ları bir sebeb iledir. O da, saçın hepsinin yok olmasıdır. İmdi cüz, o külde dâhil olur. Meselâ; bir adamın, bir parmağı kesilip o sebeble eli telef olması gibi.
Bir kimsenin mûdihaten (kemiğe kadar) başı yarıldıkda, kulağı sağır veya gözü görmez olsa, veya konuşmaya kadir olmasa, zikredilenin aksine olur. Bu üç şeyin biri gitse, mûdihamn diyeti (ersi), onlardan bîrinin ersinde dâhil olmaz. Çünkü onlardan her biri, nefsden aşağı bir suçtur ve menfaat ona mahsûsdur. Böylece, çeşitli uzuvlara benzemiştir. Akl bunun hılâfınadır. Çünkü onun menfaati, bütün uzuvlara âid-dir. Nitekim, daha önce geçti.
İşitmenin yok olduğunu bilinenin yolu, üzerinde suç işlenmiş olan kimseyi kendi hâline bırakmaktır. Ondan sonra, Ona seslenilir. Eğer cevâb verirse veya yüzünü döndürüp bakarsa,, işitmesinin yok olmadığı anlaşılır. [16] «Fetâvâyı Suğrâ»'da böyle zikredilmiştir.
Görmenin yok olduğunu bilmenin yolu, ehl-i basirete (yâni, bu iş-den anlayanlara) gösterilmesidir. Eğer ehl-i basiret, görmesinin yok olduğunu bildirirlerse, diyet vâcib olur. Eğer ehl-i basiret, bilmiyoruz, derlerse, da'vâ ve inkâra i'tibâr edilir. Üzerinde suç işlenen ki dövülen kimsedir suçluya; «Beni kör ettin.») diye da'vâ edip ve döven inkâr ederse, müddeîden delîl (beyyine) istenir. Müddeî delil getirmekten âciz olursa, bilmeye değil, kesinliğe yemin etmesiyle beraber, söz dövenin (vuranın) dir. Yâni, bu suçu işlemediğine dâir yemîn ettirilir. Eğer yeminden çekinirse, erş (diyet) ile hükm olunur. Bu da, «Fetâvâyı Suğrâ»'da zikredilmiştir.
İki gözün gitmesinde kısas yoktur. Belki mûdihanın (yâni kemiğe kadar olan baş yarığının) ve iki gözün diyeti vardır. Yâni bir kimse, birinin başım yarıp gözlerini yok etse, onda kısas yoktur. Belki, nıûdi-hada ve gözlerinde diyet vâcib olur. Çünkü fiilin sirayeti, fiilin başlangıcı ile beraber bir tek şey gibidir. Ziiû sirayet, bu suçtan ayrı olmaz. Halbuki ikisinden birinin diğeri ile birleşmesi vâsıtası ile bir bakımdan mahalde birleşme vardır.
Şayet fiilin sonu kısası gerektirmezse, fiilin başı da kısası gerektirmez. [17] Çünkü fiil başlangıca nazarla, her ne kadar kasden olsa da, bitişine nazarla hatâdır. İmdi bir bakımdan hatâ olmuş, bir bakımdan da olmamıştır. Şu hâlde, şübhe sebebiyle kısası gerektirmez.
Çolak .parmağın yanındaki parmak kesilmez. Çünkü, bu da zikredilen gibi sirayet kabîlindendir. Belki, o ikisinde diyet vardır. Zira kısas düşünce, ikisinden her birinin diyetleri (erşleri) vâcib olur. Çünkü ikisi de müstakil uzuvdurlar. Ya da, yukarıdaki eklemi kesilmekle geri kalanı çolak olan parmakda da kısas yoktur. Çünkü bu da, zikredilen gibi sirayet kabîlindendir. Belki, ancak o kesilen eklemin diyeti vardır. Çünkü, §âyet geri kalanı ile faydalanılmazsa diyet şer'an mukadderdir. Eğer geri kalan ile faydalanmak mümkün ise, şer'î takdir mümkün olmadığı için, o parmağın gen kalanında hükûmet-i adi vardır. Bu vech üzere olmasının sebebi, kesilen ile geri kalan bir tek uzuv olduğu içindir. Bunu, Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Bir dişin yarısı kırılıp geri kalanı siyah, kırınızı veya yeşil olur yâhûd geri kalanına her hangi bir kusur gelse, yine kısas yoktur. Belki, o kınlan dişin hepsinin diyeti vâcib olur. Kâfı'de de böyle zikredilmiştir.
Hulâsa'da denmiştir ki; bundan sonra, şayet o dişin geri kalanı yeşil, siyah veya kırmızı olsa: diyetin vâcib olmasına sebeb, çiğnemek menfaati yok olduğu zamandadır. Eğer çiğnemek menfaati yok olmayıp, o diş konuşma hâlinde görünürse, birinci vechde zikredildiği gibi, diyet vâcib' olur. Eğer görünmezse, bir şey lâzım gelmez. Bu vech üzere, Kâfi sahibinin sözü mutlak olarak kalmaz.
Yansı kırılan dişin sararmasında ihtilâl edilmiştir. Muhtar olan, diyetin vâcib olmasıdır. Nitekim, diğer renklerde olduğu gibi. Hulâsa'da da böyle denmiştir.
Bir adam, bir adamın dişini s ok.s e: dişi sökülen kimse, söken kimsenin dişini çıkardıkda, eğer birinci adamın dişinin yerine diş biterse veya bir adam bir adamın dişini çıkardıkda o>çıkan dişi, sahibi yerine koyılukda, üzeıiıue et sarıp biterse, iki surette de o çıkan dişin diyeti vâcib olur. Birincinin sebebi, haksız yere aldığı anlaşıldığı içindir. Lâkin, şübheden- dolayı kısas vâcib olmaz. Bu durumda mal vâcib olur. Çünkü kısası gerektiren, diş biten yerin bozulmasıdır. Halbuki bozul-mayıp, dişin yerine başka bir diş bitmiştir. Böyle olunca, suç ortadan kalkmıştır. İkincinin sebebi ise; etin diş üzerine bitmesine i'tibâr olmadığı içindir. Çünkü dişin damarları geri gelmez.
Kulak da,böyledir. Yâni bir kimsenin kulağını keser de. yerine ya-piştırırsa; etlenip bittiği takdirde, erş vâcib olur. Çünkü o kesilen kulak, önceki durumuna geri dönmez.
Şayet bir kimsenin dişi çıkarılıp yerine başka bir diş bitse, erş (diyet) gerekmez. Çünkü, suç ortadan kalkmıştır. Bundan dolayı, bir küçük çocuğun dişini söküp yerine başka bir diş bitse, bilittifâk o kimseye bir şey lâzım gelmez. Çünkü, dişin yerinde bozukluk- yoktur, yerine başka bir diş bitmiştir, binâenaleyh menfaat ve süs kaybolmamıştır.
Bir kimsenin başını yarıp, o yarık etlense ve eseri kalmayarak, kıl bitse, diyet düşer. Çünkü, diyeti (ersi) gerektiren kusur ortadan kalkmıştır. Yâhûd vurmakla yaralasa. Yâni, bir adama yüz kamçı vurmakla yaralayıp iyileştikde; o yaradan iz kalmazsa, kusur ortadan kalktığı için diyet düşer. Eser kalmaması kaydı, her iki surete şâmildir.
Bir çocuk, bir çocuğun dişine vurarak çıkarsa; vurulan çocuğun bulûğuna kadar beklenir. Eğer baliğ olup, o çıkan dişin yerinde diş bitmezse; o vuran çocuğun âkılesi Ü2ere dişin diyeti vâcib olur. Eğer vuran yabancı ise, diyet malından alınması gerekir. Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Yakında «Meâkil Bölümü» nde, muhtar kavlin bu olduğu gelecektir.
Bir adam, bir adama çarpıp dişlerinin ba-zısını kırsa, o vurulan kimse vuranın dişinden o kadar dişe müstehık olur. «Hulâsa»'da da böyle zikredilmiştir. Bunun yolu, vuranın dişini, vurulan kimsenin dişi gibi oluncaya kadar, bir törpü ile törpülemektir. Eğer sen; «Bu kasd değildir, belki kasda benzer bir durumdur, kasddan aşağı olan suçlarda kısas olmadığı yukarıda geçti.» dersen, cevâb olarak ben derim ki; «Cana kıymaktan aşağısında, kasda benzeyenin de kasd sayıldığı dahî yukarıda geçmişti. Gafil olma!»
Kısas, ancak yara iyileştikden sonra icra edilir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Yaralarda, bir yıl beklenir.» buyurmuştur. Zira yaralarda ınu'teber olan sonucudur, ilk hâli değildir. Çünkü, cana (nefse) geçmek ve yayılmak ihtimâli vardır. Böylece, bunun kati olduğu anlaşılır. Şu hâlde, yara iyileşmeden durum belli olmaz.
Delinin ve küçük çocuğun kasdı hatâdır. Her ikisinin diyetini âkı-leleri Öder. Nitekim Hz. Ali' (R.A.) den rivayet edilen habere göre; Hz. AH (R.A.) delinin diyetini, âkıleşine Ödetmiş; delinin kasdı ve hatâsı müsavidir, demiştir.
Bir de; çocuk özür götürür. Hatâ yapan akıllı kimse dahî tahfife müstehak olup, diyet âkile sirje îcâb edince çocuk daha mazur olduğu hâlde bu tahfife evlâdır. Bu hüküm deli, yabancılardan olmadığına göredir. Eğer yabancıdan ise, diyet malından vâcib olur. Nitekim muhtar olan .kavlin bu olduğu yukarıda geçti.
Diyet ket fa ret siz vâcib olur. Çünkü keffârst, adı gibi örtücüdür. Deli ve çocuk için günah yoktur, ki keffâret O'nu örtsün. Çünkü deli ve çocuk, suçlan yazılmayan kimselerdendir. Mîrâsdan da mahrum olmazlar. Çünkü mahrum, kılmak cezadır. Halbuki çocuk ve deli, cezaya ehil değillerdir. [18]
Konular
- İçki İçmenin Cezası Bâbı
- Kazfin Cezası Babı
- Ta'zîr Faslı
- Hırsızlık Bölümü
- Hırsızın Sağ Elinin Kesileceğine Dâir Bir Fasıl
- Yol Kesme Babı
- İçkiler Bölümü (Eşrîbe)
- Haram Olan İçkiler :
- Helâl Olan İçecekler :
- Suçlar Bölümü (Cinayetler)
- Kısas Gerektiren Ve Gerektirmeyen Şeyler Babı
- İnsan Öldürmekten Daha Aşağı Şeylerde Kısas Bâbı
- Öldürmede Şahadet Ve Öldürme Hâline İ'tibâr Babı
- Diyetler Bölümü
- Bir Fasıl Baş Yarıklarında Kisas Yoktur. Ancak Kasden Yapılıp, Kemiğe Varan Yarıklarda Kısas Vardır
- Karnına Vurulup Çocuğunu Düşüren Hür Kadin Hakkında Bir Fasıl
- Yolda Ve Başka Yerde Meydana Getirilen Şeyler Babı
- Hayvanın Suç İşlemesi Ve Hayvan Üzerinde Suç İşlemek Babı
- Kölenin Suç İşlemesi Ve Köleye Karşi Suç İşlemek Babı
- Öldürülen Veya Sakatlanan Köle Hakkında Bir Fasıl
- Kölenin Öldürmesi Veya Öldürülmesi Hakkında Bir Fasıl
- Kasame Babı (Kaatîlî Bilinmeyen Maktul Sebebiyle Yemin Ettirmek)
- Meâkıl Bölümü (Diyetlerin Ödenmesi)
- Kaçak Köle (Âbık) Bölümü
- Kayıp (Mefkûd) Bölümü
- Terk Edilmiş Çocuk (Lakît) Babı
- Kayıp Mal (Lükata) Bölümü
- Vakıf Bölümü
- Vakfın Kiraya Verilmesinde Vâkıfın Şartına Uyulacağına Dâir Bir Fasıl