logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Kısas  Gerektiren Ve Gerektirmeyen Şeyler Babı


Kaved [105] (kısas), kam ma'sûm olan insanın kasden öldürülme­siyle vâcib olur. Burada kaatilin mükellef olması gibi, zikredilen bazı şartlar vardır. Tam benzeme sebebiyle hüre karşılık, hür insan Öldü-lür. Köleye karşılık, hür de öldürülür.

İmâm Şâfü' (Rh.A.) ye göre, hür, köle sebebiyle öldürülmez. Çün­kü, Allah Teâlâ (C.C.) :
«Hür sebebiyle hür, köle sebebiyle köle (öldürülür).» [106] buyurmuş­tur.

Bizim delilimiz, Allah Teâlâ'  (C.C.)  nın:
«Cana (karşılık) can...» [107] âyet-i kerîmesinin, mutlak zikredil-mesidir. Zikr ile tahsîs (hassaten zikr), yâni; «Hür sebebiyle, hür» sö­zü, başkasını nefy etmez. «Başkasını nefye delâlet etse kölenin, hür insanı öldürmekle kölenin öldürülnıemesi vâcib olur.» denilemez. Çünkü Şafiî (Rh.A.) bu soruya, «Köle noksan Ue farklı olduğu için menetmez.u

diye cevâfb verir.

Bununla Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) mn; t>Eğer, «Hür sebebiyle, hür İnsan.» sözü, başkasını nefye delâlet ederse, hür ile kölenin öldürüîme-mesi vâcib olur. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.): «Köle sebebiyle, köle.» bu­yurmuştur.» sözü savulmuş oldu.

Müslüman; Zimmîyi öldürmekle, öldürülür. İmâm Şâfil' (Rh.A.) ye göre, öldürülmez. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :

«(Kâfire karşılık, mü'min öldürülmez.» buyurmuştur.

Bizim delilimiz, rivayet edilen şu haberdir: Resûlüllah (S.A.V.), Zimmî öldüren bir Müslümam öldürmüştür. Diğer delilimiz de, Hz. A-li' (R.A.) nin; «Ehl-i zimmetin cizye vermeleri, malları bizim inallarımız gibi ve kanları bizim kanımız gibi olsun diyedir.» sözüdür.
İmâm Şâfü' (Rh.A.) nin delili olan hadîs-i şerîfdeki «kâfir» ile mu-râd, hadisen siyakı olan «Söz veren de, sözü hakkında» cümlesi sebebiy­le, harbîdir. Söz vermekle murâd, zimmet ahdidir. Yoksa zimmet ve emânete şâmil olan and değildir. Atf da, mugâyeret içindir. Sanki Re­sûlüllah (S.A.V.): «Mü'min ve Zimmî kâfir sebebiyle öldürülmez.» de­miş gibi olmuştur. İmdi kâfir üe murâd, bizzarûre müste'men olur. (4)

Müslüman ile Zimmî, devamlı olarak kanı ma'sûm olmayan müs-te'mene karşılık öldürülmez. Nitekim, daha önce geçti. Belki o müste'­men, benzeri ile öldürülür. Yâni ikisi arasında eşitliğe kıyâsla, müs-te'mene karşılık müste'men Öldürülür.

Katli mubah kılan sebeb bulunduğu için, istihsânen, müste'men müste'men sebebiyle öldürülmez. O da dâr-ı harb ehlinden olmasıdır.

Akıllı, deliye; baliğ olan, küçük çocuğa; sağlam, a'mâ'ya, kötürü-me; eli ayağı olmayan, nakısa; ve erkek, kadına karşılık kısas sebebiyle Öldürülür. Çünkü âyetin hükmü umûmîdir. O da Allah Teâlâ' (C.C.) nin «Cana (karşılık) can.» âyet-i kerimesidir.

 Müste'men: İslâm ülkesine emân (pasaport) ile girip ticâret gibi bir iş sebebiyle ge-Cici olarak kalan gayr-i müslimdîr.

Gayr-i  müslimlerin ülkesine  emân  (pasaport) ile  giren  Müslümana da  «müste'-nıen» denir.

Ne kadar yukarı gitse de, kısâsdan düşürücü olmadığı için fer' as­lına karşılık, kısas için öldürülür. Aksi caiz değildir. Yâni kısas için öl­dürülmez. Asi; babayı, anayı, dedeyi ve nineyi" kapsar. Çünkü Resûlüllah  (S.A.V.) :

«Baba, oğlu ile (oğluna karşılık) kısas olunmaz.» buyurmuştur.

Yine, efendi; kölesi, müdebberi ve mükâtebine ve baba, çocuğunun kölesine karşılık, kısas için öldürülmez. Çünkü efendi, kendisi için ken-ciisine kısası vâcib kılmaz. Çocuk da kölesi sebebiyle, babası üzerine kı­sası vâcib kılmaz.

Bir kısmı kendisine âid olan köleye karşılık da, efendi öldürülmez. Çünkü kısas, bölünme kabul etmez. Relinin âkidleri, yâni râhin ile mün­tehin- içtimâ edinceye kadar, rehn olan kölenin kaatili de öldürülmez.

Çünkü raürtehin için, kölede mülk hakkı yoktur. Şu hâlde, kısasa velî olamaz. Râhin eğer velî olursa, mürtehinin hakkı rehinde bâtıl olur. İmdi mürtehinin hakkı, rızâsı ile düşsün diye, râhin ile mürtehinin bir araya, gelmeleri şart kılınmıştır.

el-Uyûn- adlı kitab'da, Fahrü'l-İslâm' (Rh.A.) m «el-Câmiu's-Sa-ğîr» inde ve bunlardan başka kitaplarda zikredilmiştir ki: «İçtimâ et­seler de, kısas râhin ile mürtehiıı için sabit olmaz.» Kâfî'de de böyle denmiştir.

Yine, üzerinde kitabet bedelinden yeterli malı olan mükâtebi kas-den öldüren de öldürülmez. Yâni o öldürülen mükâteb, bedeli için ve yine vârisi ile efendisi için geri kalan malı terk etti ise ve her ne ka­dar vâris ile efendi bir araya gelseler de, o mükâtebin kaatili öldürül­mez. Çünkü Sahabe (R. Anhünı), o mükâtebin hür veya köle olarak öl­düğünde ihtilâf etmişlerdir. Hür olarak ölümünde velî, vâristir. Köle olarak ölümünde velî, efendisidir. Bu durumda hak, kendisine âid olan kimseye benzemiş ve kısas da ortadan kalkmıştır.

Maktul, efendisinden başka vâris bırakmadı ise veya vâris bırakıp da kitabet bedeline yeter malı olmazsa, teayyün ettiği için, efendisi maktule karşılık kaatili öldürür. Yâni, kısasına müstehık olur.

İki salim arasında, müşrik zannı ile bîr Müslümamn, bir IVlüslü-manı öldürmesiyle kısas lâzım gelmez. Belki keffâret ve diyeti gerekir. Çünkü bu, kasden değil, belki yanlışlıkla Öldürmektir.

Bir şahıs kendi fiili ile başını yararak ölse ve Zeyd üe O'nun başı­na vurup yarmakla ve aynı adamı arşları ısırmakla ve yılan sokmakla Ölse, Zeyd diyetin üçtebirini Öder. Zîrâ, aralan ile yılanın fiili dünyâ­da ve âhirette heder olmakta bir cinsdir. (Yâni sakıt olup, bo$a gider ve cezâbi yoktur)- Kendi fiili dünyâda heder ve ukbâda (âhirette) mu'-teberdir.'Hattâ o kimse bi't-icmâ' günahkâr olur. Yabancının fiili ise,, dünyâda ve âhirette mu'teberdir. Bu durumda fiiller, üç cins olmuştur. Nefsin diyeti, üçtebire bölünüp üleştirilir. Zeyd, diyetin üçtebirini Öder. Lâkin Zeyd'in, malından ödenmesi gerekir. Çünkü bu öldürme kasddır, âkile ise, kasdı ödemez. İnşâallâhu Teâlâ yakında açıklaması gelecektir.

Bir kimse Müslümanlar üzerine kılıç çekse, öldürülmesi vâcib olur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Müslümanlar üzerine kılıç çeken kimse, kendi kanını helâl kılmış olur. (Yâni kanım heder etmiş olur).» buyurmuştur.

«O adamın Öldürülmesinin vâcib olması zararı savmak içindir. O'­nun öldürülmesi ile bir şey lâzım gelmez. Katli yâcib olur.» dedikden sonra «Öldürülmesi ile bir şey lâzım gelmez» demeğe sebeb; kötülüğü savmak için öldürülüp ve öldürülmesinden sonra bir şey ödemek vâcib olması caiz olduğu içindir. Nitekim hücuma geçip, saldıran devenin kö­tülüğünü savmak için öldürülmesinde ve delinin öldürülmesinde bir şey ödemek vâcib olduğu gibi. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.

Yine, gecede ve gündüzde, şehirde ve şehirden başka yerde bir ada­mın üzerine silâh çekenin Öldürülmesiyle, öldürene bir şey vâcib olur.

Ya da geceleyin şehirde veya gündüzleyin şehirden başka yerde so­pa çekip, saldıran adamı, kendisine saldırılan kimse kasdeıı öldürdüğü zaman kaatile bir şey lâzım gelmez. Nitekim, sebebi daha önce geçti. Yâni zaran savmak vâcib olduğu için, öldürene bir şey vâcib olmaz.
Geceleyin çaldığı şeyi dışan çıkaran hırsızı mal sahibi ta'kîb ede­rek öldürse, caizdir. O'nu öldürmekle mal sahibine bir şey vâcib olmaz. Çünkü, Resûlüllah (3.A.V.) :

«Sen malın uğrunda harbet» buyurmuştur.

Bu iş, yâni kati; malim kurtarmak için aletta'yîn belli olursa caiz­dir. Eğer malı kurtarmak için Öldürmesi aletta'yîn belli olmaz ise, caiz değildir.

Keza hırsız malı almaya kasd ettikde, mal sahibi; O'nu, malı al­madan önce öldürse, hırsızın def'edilmesi öldürmekten başka bir yolla mümkün olmadığı takdirde, Öldürene bir şey gerekmez.

Yine, bir adam silâh ile birinin evine girdikde, ev sahibinin, o ada­mın kendisini öldürmeye kasdi olduğuna kalbi yatarsa, o eve giren ada­mın öldürülmesi helâl olur.

Bir kimse şehir içinde gündüzleyiıı deynek kaldırsa, O'nu kasden öldüren kimse öldürülür. Çünkü deynek veya sopa, silâh gibi değildir. Zahir olan şudur ki: O adam gündüzleyin şehir içinde yardım (imdâd) istese, O'na yardıma yetişmek mümkündür. Şu hâlde gündüzleyin şe­hir içinde deynek kaldırmak, öldürmeye vardırmaz.

Bir kimse silâh çekse ve dövülerek vazgeçse de, dövülen O'nu öl­dürse,kaatile kısas uygulanır. Çünikü o kimsenin dövmek sebebiyle or­tadan kalkan dokunulmazlığı o işten vazgeçince aslına dönmüştür. Bu durumda başkası O'nu öldürürse, ma'sûm olarak öldürmüş olur. öldü­rene, kısas uygulanması gerekir.

Silâh çeken deliyi ve küçük çocuğu Öldüren kimse, bunları kasden öldürmüş olsa, diyeti malı ile öder. Nitekim, sebebi daha önce geçti ki; âkıleler, kasden öldürenin diyetini ödemezler.

Üzerine saldıran deveyi öldüren kimse, devenin kıymetini Öder. Bu­nun açıklaması şudur: Çünkü delinin, küçük çocuğun ve hayvanın fii­li huzur, yâni orada bulunmakla vasıflanmaz. Böyle olunca, zulmen vâki olmaz ye ismet (dokunulmazlık) düşmez. Ma'sûm olan insanın Öl­dürülmesinin gereği, kısasın vâcib olmasıdır. Lâkin kısas, öldürmeyi mubah kılan bir şey bulunduğu için mümteni' (imkânsız) olmuştur. O da, kötülüğü savmaktır. Bu durumda insanda diyet ve hayvanda kıy­met vâcib olur.

Göz görerek sabit olan yaralamakla veya kaatil, maktulü yaralayıp ölünceye kadar yatakda yattığına şahadet edilmesiyle, kısas olunur. Yâni, ikrardan başka kısasın sübût yolu, şu iki durumdur: Birincisi: Bir adam; bir adamı bir topluluk huzurunda yaralayıp, adamın o yara­dan ölmesidir.İkincisi: İki adamın; «Kaatil, maktulü yaraladı ve yara­lanan ölünceye kadar yatakda yattı.» diye şahadet etmeleridir. Gerek­se o yaralama çuvaldız (miselle) ile olsun, kaatil, kısas olunur.

Miselle: (Mim) in esresiyle ve (Lâm) m şeddesiyie büyük iğneye derler. Ona Farsça'da, «Çuvaldız» denir. Yoksa iğne gibisi ile, her ne kadar öldürmek kasd etse de, kısas olunmaz. Çünkü silâh ma'nâsında değildir. Ancak, eğer iğneyi O'nu öldürecek yerine batınrsa, bu takdir­de kısas vâcib.olur. Kâfı'de de böyle zikredilmiştir.

Kazmanın yüzü ile yaralanarak ölürse, kaatil kısas olunur. Çünkü o, silâh ma'nâsındadır. Kazmanın sırtı ile vurdu ise, kısas olunmaz. Çünkü sırtı, silâh ma'nâsında değildir, t mâm A'zam' (Rh.A.) dan bir rivayete göre: Eğer kazmanın sırtı yaralarsa, kısas vâcib olur.

Sopa ile öldüren, kısas olunmaz. Ya da, ağır bir şey veya boğacak âlet ile Öldürse, yine öldüren kısas olunmaz. Suda boğmakla da, kısas olunmaz. Ya da, kamçıyı ard arda vurmakla ölse, yine Öldüren kısas olunmaz, çünkü kısasın vâcib olması hâlis kasda mahsûsdur.. Kasden öldürmek ise, öldürme âleti ile öldürmeye girişmekle olur. Öldürme âle­ti, yaralayıcı âlettir. Çünkü yaralamak, zahiren ve bâtınen bünyenin bozulmasında amel eder. Yaralayıcı âletten başkası bünyenin bozul­masında bâtınen amel eder, zahiren etmez. Bünyenin canlı durması ise, dışı ve içi ile olur.

Tunç, bakır, kalay, altın, gümüş ve kurşun gibi, demir cinsinden olan her şey; eğer bunların parçalayan kesiciliği var ise, demir gibidir. Çünkü bu zikredilenlerin her biri bu takdirde silâh ma'nâsında olur.

İnsan öldürecek kadar bir demir atıp, demiri attığı kimseyi evvelâ yaralasa ve sonra ondan ölse, demiri atan kimse öldürülür.

Yine, bir kimseyi başı demirli bir sopa ile dövüp ve dövülene demir isabet ederek, Önce yaralasa, ya da öldürecek kadar demir ile veya de­mirin topuzlu yeriyle veya demirin amudu (direk kısmı) ile vurup, vu­rulan kimse o vurmadan ölse, vuran kimse öldürülür. Mebsût'ta da böy­le denmiştir.

Tahâvî (Rh.A.), İmâm A'zam' (Rh.A.) dan rivayet edip demiştir ki: Eğer vurulan şey yaralamazsa, vuran kimse kısas edilmez. Nitekim, büyük sopa veya yuvarlak taş ile vuranak, yaralamadıkca, İmâm A'­zam' (Rh.A.) in sözüne göre, kısas vâcib olmaz.

Kâdihân (Rh.A.): «Zahir rivayette, demirde, bakır ve diğerleri gi­bi demire benzer olanlarda, kısas vâcib olması için yaralamak şart kı­lınmamıştır, » demiştir.

Bir tek velîsi olan kimse öldürülse, eğer iş belli olursa, öldürülen kimsenin velîsi için, kâdînin kısas ile hükmetmesinden önce, kendisi­nin kaatili öldürmek hakkı vardır. Ya da, velînin bir başkasına Öldür­meyi emretmek hakkı vardır. O, emir alıp Öldüren başkasının da, öldür­düğü için bir şey ödemesi gerekmez. Yâni, bir adam, bir adamı bir top­luluğun huzurunda Öldürse ve o Öldürülenin bir tek velîsi olsa, o velî için, kâdînin hükmünden önce, kendisinin öldüî'mesi caizdir. Hattâ ve­lî birden çok olsa ve ittifak etseler, bir tek velî gibi olurlar. Eğer itti­fak etmezler ise, öldürmek caiz olmaz. Yine, kaatili öldürmek için baş. kasma emretmek de caiz olur. Velînin, kâdînin hükmünden önce öldür­mesinin caiz olması için kayd konması, göz görerek sabit olan yar,Ha­makla kısâsm cevazı hakkında, daha önce söylenenler içindir Öldür­mek emrinin caiz olması için kayd konması şundandır: Kendisinin öl­dürmesi caiz olduğu için, başkasını yerine vekîl etmesi de caizdir. Öl­dürmek için 'enir verilen o başkasının da, bir şey ödemesi gerekmez, diye kayd konması, işin beili olmasından dolayı Öldürmenin caiz olması ödemeye aykırı olduğu içindir,

Ama, o kaatili yabancı biri öldürse ve öldürülenin velisi; aBen, o ya­bancıya öldürmesi için emrettim.» dese, tasdik edilmez ve Öldürmenin caiz olmasının şartı bulunmadığı için, yabancı öldürülür- O şart da, emrin zahir olmasıdır.

Öldürülen kimseye vâris olun herkese —her ne kadar vâris koca veya kan da olsa— kısas velayeti vardır. Keza mirasa her müslehık olan, diyete de müstehık olur. Vârisler büyük oldukları zaman, hep­si toplanmadıkca ba'zısımn kısas istemek hakkı yoktur. Çünkü orada olmayan vârisin aıv etmesi veya sulh yapması ihtimâli vardır. Küçük vârisin büyümesinden Önce, büyük vâris kısas isteyebilir. Çünkü kısas istemek, bölünme kabul etmez bir haktır. Zira, bölünme kabul etmez bir sebeble sabit olmuştur. O sebeb de, yakınlıktır. Küçük olan kimse­den afv ve sulh ihtimâli de kesilmiştir. Şu hâlde vârislerin her biri için, kamilen sabit hak olmuştur. Nitekim nikâh etme velayetinde olduğu gibi. (Yâni yakın velî, uzak yerde olduğu zaman O'nun kabul etmeme ihtimâli ortadan kalktığı gibi.)

Müvekkil, o mecliste yokken kısas istemek için birini vekîl etmek, câîz değildir. Çünkü kısas, şübhelerle savulur. Afv şübhesi ise, müvek­kilin bulunmaması hâlinde sabittir. Belki şer'an mendûb olduğu için, zahir olan da budur.

Bir adam, velîsi mevcûd olmayan bir adamı kasden öldürse. İmâ­mın  (Devlet Reisi, Sultân)   O'nu kısas için Öldürmesi de, Öldürnıeyip

sulh yapması da caizdir. Çünkü Sultân, velîsi olmayanın velîsidir. tmâ-mın, afv etme hakkı yoktur. Çünkü onda âmme için zarar vardır.
Bunağın babası onun elini keseni veya yakınını öldüreni kısas ede­bilir. Yâni bir adam bir bunağın elini kasden kesse veya bunağın, ço­cuğu gibi bir yakınını öldürse, O'nun babası o el kesen kimseyi, o bu­nağın tarafından kısas eder. Çünkü bunak olan kimsenin babası, O'nun velîsidir. Bunak ve yakını için velilik yapar. Meselâ O'nu evlendirir. Di­lerse mal üzerine andlaşma da yapar. Çünkü andlaşnıa ve uzlaşma, bunak için istifadan (yâni kısas yapılmasından) daha faydalıdır. Buna­ğın babası kısas istemeye haklı olunca, andlaşma ve uzlaşma yapmaya mâlik olması evleviyyette kalır. Velinin bu uzlaşması, şayet uzlaşma diyet [108] miktarı veya daha çok olursa caiz olur. Eğer diyetten daha az olursa, uzlaşma sahih olmaz. Diyet, tam olarak vâcib olur. Zeylaî (Rh.A.) böyle zikretmiştir.

Bunağın babası suçluyu afv edemez. Çünkü afv etmek, bunağın hakkını ibtâldir. Vasinin ancak mal üzerine andîaşma ve uzlaşma yet­kisi vardır. Çünkü kısas velayeti, nefs velayetine tâbidir. Bu ise baba­ya mahsûsdur.

Mezkûr hükümlerde küçük çocuk, bunak gibidir. Kâdî de, baba gibidir. Nefs kısası sakıt olduğu gibi, babasından oğluna mîrâs kalan nefsden aşağı kısas dahî sakıt olur. Meselâ; bir baba, oğlunun anasını kasden öldürse veya onun elini kasden kesse, oğlu, babasına bu kısası uygulayamaz. Belki babalık hürmeti için, kısas düşer.

Kısas, ka at il in ölmesiyle, mahal ortadan kalktığı için düşer, öldü­rülenin velîlerinin afv etmeleri ve mal üzerine andlaşmaları ile de dü­şer. Velev ki, az olsun. Çünkü kısas, onların hakkıdır. Nasıl dilerlerse, öyle yaparlar.

Peşin ve te'cîl zikredilmese bile, o mal derhâl vâcib olur. Çünkü, akd ile vâcib olmuş maldır. Mehr ve semen gibi benzerlerinde asi olan, peşin olmaktır.

Yine kısas, velîlerin birinin aulaşmasiyle ve afv etmesiyle düşer.

Çünkü kısas velîlerin hepsi için sabit olunca, her biri uzlaşmaya ve afva kadir olur. Kısâsda ba'zıaınm hakkının düşmesi zaruretinden dola­yı, onda geri kalanlarının hakkının düşmesi de gerekir. Çünkü kısas, bölünme kabul etmez. Geri kalanlar için diyetten pay verilir. Çünkü kısasın uygulanması, kaatilde bulunan bir ma'nâdan dolayı imkânsız olmuştur. O ma'nâ, ba'zısımn afv etmesiyle kaatilin ismetinin (doku­nulmazlığının) sabit olmasıdır. Bu durumda, mâl vâcib olur. Nitekim, yanlışlıkla öldürmede olduğu gibi. Çünkü o yerde kısâsdan âciz olmak, kaatilde olan bir ma'nâdan dolayıdır. O da, kaatilin hatâ etmesidir, eden velî için pay yoktur. Çünkü, hakkını ıskat etniiştir.

Öldüren "bir kölenin efendisinin vekili ve öldüren hiirrün vekili olan bîr kimse bin akçaya karşılık, onlara lâzım gelen kandan dolayı anlaşsa, bin akça ikisi arasında yan yarıya paylaştırılır. Yâni, bir hür ve bir köle kasden bir adamı öldürüp, ikisinin üzerine kan vâcib olsa, kaatil olan hür ile kaatil olan kölenin efendisi, bunların kanlan için bin akçaya anlaşmaya bir adamı vekîl etse; o vekil de bin akçaya an­laşsa, o bin akça o hür kaatil ile kölenin efendisi arasında bölüştürülür. Yâni, beşyüzünü hür kaatil ve beşyüzünü kölenin efendisi verir.

Kaatil olan topluluk, bir kişi için öldürülür. Yâni, bir cemâat kas­den bir kimseyi öldürse, o ferd için bütün cemâat öldürülür. Çünkü, bu mes'elede Sahabe* (R, Anhüm) nin icmâları vardır.

Aksi de olur. Yâni, bir kimse kasden bir cemâati öldürse, o kimse öldürülür. Öldürülen kimselerin hepsi için, o bir kaatilin öldürülme­si ile yetinilir. Eğer Öldürülenlerin velileri hâzır ise, maldan bir şey ve­rilmez.

İmâm Şâflî (Rh.A.) demiştir ki: Eğer o cemâat birbiri ardınca öl­dürüldü ise, o cemâatten ilki için, kaatil öldürülür. Ondan sonra öldü­rülenler için, terekesinden diyeti verilir. Çünkü âkile, kasden öldür-mekde bir şey ödemez. Şayet o cemâatin hepsini beraber öldürse veya o Ük öldürülen bilinmese, aralarında kur'a çekilir. Kur'a her hangisine çıkarsa, O'nun için kısas, diğerleri için diyet ile hükmedilir.

Ba'zıları demiştir ki: O tek kaaül, öldürülenlerin hepsi için öldürü­lür ve diyetler aralannda taksim edilir. Çünkü onlardan' sâdır olan fiil birçok ölümler; tek kaatilden sâdır olan ise, bir tek ölümdür. Bu du­rumda benzerlik yoktur. Birinci fasılda kıyâs da budur. Lâkin biz, bu­nu İcmâ bulunduğu için terkettik.

Bizim delilimiz şudur ki; onlardan her biri tamâmiyle kaatildir. Bu durumda benzerlik hâsıl olur. Görülmez mi ki, bir kimsenin bir cemâ­ati Öldürmesinde vâcib olan kısâsdır. Şayet benzerlik olmasaydı, kısas vâcib olmazdı.

Şayet öldürülenlerden birinin velîsi hazır olsa, kaatil o velî için öldürülüp, öldürülenlerin geri kalan velîlerinin hakkı düşer. Nitekim, kendi eceli ile ölen kaatilin ölümü sebebiyle düştüğü gibi. Çünkü, ce­zayı uygulama yeri yok olmuştur. Nitekim, daha önce geçti.

tkİ kimsenin bir kaatil üzerinde kısas hakkı olup, ikisinden biri afv ettikden sonra, diğeri o kaatili öldürse, eğer o diğeri, velîlerden ba­zısının afv etmesi, kendisinin kısas hakkını düşürdüğünü bilirse, o di­ğer kimse kısas olunur, bilmezse kısas olunmaz. Yâni kısas, iki kimse arasında vâki olup; ikisinden biri afv etse ve diğeri de, arkadaşının afv etmesi kendi hakkında te'sîr etmez sanıp, zan ile kaatili öldürse, o diğer kimse kısas olunmaz. Ma'lûmdur ki; bu diğer kimse, o kaatili haksız yere öldürmüştür. Lâkin bu öldürme, müteevvel ve müctehe-dün fîhdir. Çünkü ba'zı âlimlere göre, ikisinden birinin afvı ile kısas düşmez. İmdi bu te'vîl, kısasın vücûbuna engel olmuştur. Muhît'te de böyle denmiştir.

Bir adam, bir adamı yaralasa, yaralanan kimse; «Beni, fülân kim­se yaralamadı.» diye kendi aleyhine şâhid getirse, ondan sonra ölse, o fülân kimseye bir şey gerekmez. O'nun yaraladığına dâir deiîl (beyyine). de, kabul edilmez. Şayet yaralanan (kimse veya velîler, yaralamadan sonra ve ölümden önce afv etseler, istihsânen afv caizdir. Mes'ûdî' (Rh. A.) nin «Fetâvâ» sında böyle zikredilmiştir.

Vakfın kölelerini (yâni vakf edilmiş köleleri) kasüen öldürmekle, kısas vâcib olmaz, «Hulâsa»'da böyle denmiştir.

Kısas, ancak kılıçla olur. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
«Kısas, ancak kılıçla olur.» buyurmuştur. [109]

Kılıç ile raurâd ise, silâhtır. Sahabe — Allah (C.C.) onlardan razı olsun— böylo anlamışlardır. İbn Mes'ûd' (R.A.) un arkadaşları da:
«Kısas, ancak silâh ile olur. Hesûl-i Ekrem (S.A.V.), kılıç ile ancak silâhı kinaye etti.» demişlerdir. Kâfî'de böyle zikredilmiştir. [110]