2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ

Gasbedilen bir mal, gasbeden tarafından bozulur hatta ismi de izâle (— yok) edilir ve onun menfaati büyütülürse, o mal kendisinden gasb olunan zatın mülkiyetinden çıkar ve gasbedenin mülki olur.

Gâsıp, gasbeylediği malın bedelini o malın sahibine ödemedikçe, o sebepten elde ettiği menfaat, ona helâl olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Gasb edilen mal, gasbedenin elinde noksanlaşırsa, gasbeden şa­hıs, gasbeylediği mal ile birlikte, onun noksanını da tazmin eder.

Ancak o noksanlık, başkasının cinayeti sebebiyle olursa, malı gas-boiunan şahıs o noksanlık hakkında muhayyerdir: İsterse, gasbedene ödetir; Bu durumda gasbeden şahıs, cinayet sahibine müracaat eder. İs­terse, cinayet işleyene müracaat edip noksanlığın bedelini ona ödetir; o ödeyince müracaat edeceği bir yer yoktur.

Gasbedilen (= Zoraki, haksız yere alınan) mal, gasbedenin ya­nında, değerini artinrsa; işte o fazlalık, asıl mal sahibine iade edilir. Hu-lâsa'da da böyledir.

Bir adam, bir elbiseyi gasbedip, onu kırmızı veya sarı boya ile böyarsa; bu durumda elbise sahibi muhayyerdir; Dilerse elbisenin bo­yasız hâldeki bedelini ödetir ve elbise gâsıbın olur; dilerse, elbiseyi alıp, gasbedene boya oedelini öder; isterse, elbise sahibi elbiseyi satar ve pa­rasının, boyanmadan önceki kıymeti kadarını kendisi alıp, boyası ka­dar parayı da gasbedene verir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet gasbolunan elbiseye, başka birinin elbisesinin boyası do­kunursa; yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, boyanın bedelini öder; dilerse elbise satılır herkes hakkını alır. Serahsî'nın Muhıyü'nde de böyledir.

Gasbeden şahıs, elbiseyi siyaha boyarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "Siyah renk, elbisenin kıymetini eksiltir. O takdirde elbise sahibi mu­hayyerdir: Dilerse o elbiseyi gasbedene bırakır ve beyaz iken olan bede­lini alır; isterse, hem elbiseyi hem de eksilen bedelini alır.

İmâmeyn'e göre ise, siyah renk de diğer renkler gibi kıymetini artırır ve hükmü onun hükmü gibidir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Sahih olan, imamlar arasında bu hususta ihtilaf yoktur. Çünkü İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabı, siyaha boyandığı zaman elbisenin ku-surlanması veya kıymetinin eksilmesi hâline göredir.

İmâmeyn'in cevabı ise, örf ve âdet olarak boyanan elbise kıymetle­nir, cevap o zamana göredir. Müzmerâf'ta da böyledir.

Şayet boya, elbisenin kıymetini eksiltirse, (Şöyle ki: Elbisenin kıy­meti otuz dirhem iken, boya sebebiyle yirmi dirheme düşerse) İmâm Mu-h a nimeti (R.A.) şöyle buyurmuştur: "Elbiseye bakılır: Boya, elbisenin kıy­metini yirmi dirhemden yirmi beş dirheme çıkarır ve aslıda otuz dirhem olursa, adam elbisesini aldığı gibi beş dirhem daha alır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir elbise sahibi, boyacıdan zoraki usfur alır ve elbisesini boya­tırsa, o usfurun bedelini kendisi tazmin eder. Yani, o kadar usfur verir. Serahsî'nın Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın elbisesini, bir diğerinin de usfurunu gasbeder ve onunla, o elbiseyi boyar; sonra da her ikisi de gelirlerse, usfur sahibi, usfurunun misli veya kıymeti verilene kadar onu elinde tu­tabilir. Eğer usfurun misli yoksa, kıymetini alır.

Siyah boya da böyledir. Bu, bil-icma böyledir. Gasbedilen elbise bir adamın, boya ise başka bir adamın olur; ona karşı bir takdir de ya­pılmaz ise, istihsanda, elbise sahibi isterse, elbisesini alır; boyanın kıy­metini tazmin eder; isterse, elbise satılır elbisenin boyanmadan önceki kıymetini elbise sahibi alır; boyanın bedelini de boya sahibi alır. Meb-sûi'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın hem elbisesini, hem de usfurunu gas­beder ve onunla, elbiseyi boyarsa; elbise sahibi, onu o hâlde alınca, gas­bedene başka bir şey gerekmez. Elbise sahibi isterse, hem elbise hem de boyasının kıymetini gasbene ödetir. Serahsi'ni.ı Muhıyü'nde de böyledir.

Usfur (- bir cins boya), elbise de başka bir adamın olduğunda, her ikisi de boyanmış elbiseyi almaya râzi olurlarsa; buna haklan yok­tur. Fakat elbise sahibi, elbiseyi alır da boyanın mislini veya kıymetini gâsıba verirse, boya sahibi gâsıbtan boyasının mislini alır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Elbise rehin olur ve rehin alan onu boyarsa, o elbise rehinlikten çıkar. Rehin alan şahıs, onun kıymetini sahibine tazmin eder.

Elbise de boya da rehin olduğu takdirde, rehin bırakan şahıs ister­se, her ikisini de rehin alana ödetir; isterse, o hâline razı olur ve yine, rehin olarak râhinin yanında kalır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Elbise sahibi, usfuru gasbederek, elbiseyi boyar ve satarsa, bu durumda boya sahibinin, müşteride bir hakkı yoktur.

Ancak, onun hakkı usfuru (boyayı) gasbeden şahıstadır. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, bir elbise gasbederek, onu kendi nefsi için, usfur ile boyar; sonra da onu satar veya o kaybolur ve elbise sahibi gelerek müş­teriyi da'va eder; boya sahibinin vekili de onu tevsik ederse; elbise sahi­bine hükmedilir ve alıcı ile satıcı arasındaki ahm-satım muamelesi bo­zulmuş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam oir elbiseyi gasbedip onu dürüp bükerek katlar veya yıkarsa, sahibi onu alınca, gâsıba bir şey gerekmez. Çünkü, onu katla­mak malın değerini artırmaz. Ancak, sıfatını değiştirmiş olur. Yıkamak da kirini gidermek, olur. Esman (= bir nevi temizlik maddesi, çöven) ve sabun elbisede aynen kalır; suya da iltifat edilmez Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam sevik gasbedip, ona yağ kattığında, sahibi muhayyer olur: isterse, sevikî ödetir ve onu gasbedene teslim eder; isterse, onu alır ve yağını borçlanır.

cl-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

"Sevikin kıymetini öder. Çünkü sevik, benzeri olmayan ve misli kalmamış durumundadır. Mislinden nıurad, "yerinde kalmamıştır." de­mektir". Hidâye'de de böyledir.

Bal ve yağa gelince, bunların asılları asıldırlar; birbirine katışın­ca, durum başka olur.

Yağ, miske katışınca, eğer yağ çoksa misk boya mesabesindedir. Eğer bu katışma birbirini bozar ve kıymetini artırmaz ise işte bu zayi olmuş hükmünde olur. Fetâvâyi Kerhî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesini gasbedip onu sökse ve dikmese, o takdirde duruma bakılır: Eğer sökülüş büyük zarar açmamışsa, (zayi olmak gibi...) artık, elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbisesi ile nok-sanlaşan kıymetini alır. Az noksanlık vermişse, elbiseyi terk etmez; de­ğilse, elbiseyi terk edip kıymetini alır.

Şayet söktükten sonra geri diker ve sahibinin hakkından da nok-sanlaşma olursa dikili zamanındaki kıymetini tazmin eder. Tahâvî Şerhi­nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesini, fahiş bir şekilde yırtarsa; bu.du­rumda elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse gâsıba, elbisesinin kıymetini tam ödetir ve elbise gasbenin olur. Çünkü o, ıslahı mümkün olmayacak şekiide helak etmiştir.

Sulh olmaları da doğru olmaz.

Şayet elbiseyi alırsa, noksanım ödetir. Çünkü, o, hakikaten bir yön­den noksanlaşmıştır.

Eğer az bir şekilde yırtarsa, gâsıp onu tazmin eder ve elbise sahibi elbisesini alır. Çünkü aslı durmaktadır ve her yönden kaimdir.

Yırtık fahiş (= çok) olursa, faydasının bir kısmı duruyor olsa bile, bir kısmı gitmiştir ve ona noksanlık isabet etmiştir. Z.irâ İmâm Mu ham-med (R.A.) el-AsI Kitabında: "Elbiseyi yırtmak; fahiş noksanlıktır ve fay­dasının bir kısmına nünâfidir." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Şeyh Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur. Yırtılan elbisenin hükmü, sahibinin muhayyerliğindcdir:

Eğer yırtık çoksa, isterse elbise ile birlikte noksanlığının karşılığını alır.

Yırtık az ise, o —diğer mallarda olduğu gibi— isterse, elbiseyi terk edip elbisenin bedelini veya benzerini alır. Noksanı tazmin etmede riba korkusu da vardır. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, bir elbise gasbettiğinde, o elbise, onun yanında bozu­lur veya sararırsa; sahibi, elbiseyi ve değerinin noksanını alır.

Bu noksanlık az olduğu zaman böyledir.

Şayet çok olursa, elbise sahibi elbiseyi almakla almamak arasında muhayyerdir.

Şayet gasbedilen şey ölçülen veya tartılan cinsten olur ve o gas-beden şahsın yanında taaffur ederse (= kokarsa); fesada giden o mağ-sup (- gasbolunan mal) gasbedenin olur ve onun mislini, sahibine öder.

Şayet mal sahibi, o malı, o durum da kabul eder ve alırsa, bu du­rumda gasbedene, başka bir şey gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer gasbolunan bir köle veya bir câriye olur ve gasbeden şahıs da onun elini veya ayağını kesmiş bulunursa; onun sahibi, köle veya ca­riyenin kıymetini gasbedene ödetir ve gasbolunanı, ona terkeder.

Dilerse, onu öylece alıp, noksanını, tazmin ettirir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin koyununu keserse; koyun, sahibi muhayyer­dir: Dilerse, o kuyunun kıymetini ödetip, koyunu ona bırakır; dilerse onu öylece alıp, noksanını tazmin ettkir.

Devesini kesmek de böyledir.

Zâhir'ü-rivâyede şayet hayvan, eti yenmeyen cinsten olur; gasbe­den de onun bir tarafını kesmiş bulunursa; sahibi, onun tamamım gas­bedene ödetir. Bu her yönüyle zayi olmuş gibidir; kölenin durumunda değildir. Çünkü, insanın bir tarafı kesilince menfaattan tam kesilmez; onun, kesilen yerinin diyeti ile birlikte geri alınması vardır. Hidâye'de böyledir.

Bu mes'ele Kübrâ kitabında da böyledir.

Nevâdîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir hayvanın kulağı veya bazı yeri kesilirse, noksanı.tazmin ettiri­lir. Hayvanın kulağının kesilmesi, az bir noksanlıktır.

Kuyruğunun kesilmesi de böyledir; noksanlığı nisbetinde. tazminat yaptırılır.

Şüreyh şöyle buyurmuştur;

Hâkimin eşeğinin kuyruğunu kesen şahıs, onun kıymetinin tama­mını öder. Başka birinin eşeğinin kuyruğunu kesen şahıs ise, noksanını öder. Başka bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşeğin arka veya ön ayağını kestikten sonra, o eşe­ğin Sahibi eşeği keserse, eşek sahibine bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.

Bir adam, başkasının öküzünü döverek kaburgasını kırarsa, İmâ mı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kıymetinin tamamını öder.

İmâmeyn'e göre ise, meydana gelen noksanlığı öder. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, yük taşıyan atın veya katırın yahut eşeğingözünü çı­karırsa, onun kıymetinin dörtte birini tazmin eder.

Bu, bütün hayvanlarda —şayet çalışıyorlarsa— böyledir; değilse, noksanını öder. İmâm Muhammerf (R,A.) CâmiıTs-Sağîr'de şöyle buyurmuştur:

Yük taşıyan sığır ve diğer hayvanlarda, gözün karşılığı, kıymetinin rub'udur. (- dörtte biridir.) Kasaplık koyunda ise, noksanlığı kadardır.

Kuzuda, kuşta, tavukta ve köpekte ise noksanlığı nis betin dedir. Muh­tar Şerhı'nde de böyledir.

Eşeğin iki gözünü çıkaran şahıs İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dilerse eşeğin cüssesini —bedenini— teslim edip tam kıymetini alır; hem bedenini hem kıymetini almak olmaz Zahîriyye'de de böyledir,

Bir kimse, bİT koyunu kestikten sonra yüzer ve etini parça parça ederse; sahibi muhayyerdir: Dilerse öylece bırakıp koyunun kıymetinin tamamını alır; isterse, kesilmiş olarak alıp, noksanını tazmin ettirir.

Şayet kesilmiş hâlde alır ve noksanını ödetirse; Fakıb Ebû Cafer'e gö­re, etini alınca başka bir şey gerekmez.

Fetva ise, zâhirü'r rivâyeye göredir. Cevâhirul-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, başkasının eşeğini boğazlarsa; noksanını değil kıyme­tinin tamamam tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, eşeğini sahibi, eşeğin kıymetini ödetirse, eşeğin cesedini orda bırakır. Şayet eşeğin cesedini kendi alır­sa, kıymetinin noksanını ödetir. Zahîriyye'de de böyledir.

Altından yapılmış bulunan ve ayağı gümüş olan bir kap kırılır-sa; kıran şahıs, onun kıymetini altından öder. Kap gümüşten yapılmış bulunur ve ayağı altın olursa, kıran gümüş kıymetinden ödeme yapar Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, başka birinin gümüş bileziğini kırdığında bilezik sahi­bi muhayyerdir: Dilerse, öylece —kırılmış hâlde— alır; başka bir şey gerekmez. Dilerse, yapılmış hâldeki kıymetini ödetir.

Şayet bilezik altından ise, hüküh yine böyledir: Dilerse, kıymetini ödetir.

Cinsinin hilafına olan bir şey için, kıymeti, hükmedildikten sonra, her iki tarafta karşılıklı alıp vermeden ayrılırlarsa hüküm bâtıl (- ge­çersiz) olur.

Çünkü kıymet aynın (malın) yanında olr    kıymetidir.

Altın ve gümüş yapılmak suretiyle tartı kıymetine itibardan çıkmış olmaz.

Bunlardan başkası, (demir, bakır, tunç, kalay ve diğer şeyler...) ya­pım sebebiyle, vezniyattan çıkarlar.

Kalıba dökülmek sebebiyîe, tartı haddinden çıkmayan tartı İle sa­tılan adet ile satılmayan şeylerin hükmü de altın ve gümüş hükmünden çıkmaz.

Satılma mevziinde olup da tartılarak satılan şeyler, kalıplanmış al­tın ve gümüş hükmünde olmazlar.

Bir adam onu kırar ve onda bir kusur meydana getirirse —o ku­sur, ister çok olsun ister az olusun— sahibi muhayyer olur: Onun cin­sinden alır veya onu kırana dinar veya dirhem olarak ödetir. Kırılma­dan önceki kıymetini tazmin ettirir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir başkasının kırılmış kılıcım zayi eden kimse, o kılıcın misli ka­dar demir tazmin eder. Hızânetü'l-Müftnf de de böyledir.

Dirhemleri ve dinarları kıran kimse, onların mislini tazmin eder. Kırılan şey de kıran şahsın olur.

Şeyhû'l-İslâm ve bazı âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu, kırıklık noksanlığa sebep olduğu zaman böyledir.

Şayet kıymetine noksanlık yermiyorsa, bir şey gerekmez.

Kıran şahıs, o adamın dinar ve dirhemlerini öder.

Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur: "Kıran şahıs, onun mislini öder.

Şayet sahibi kendi malını alırsa; başka yere yapacağı bir şey kal­maz. Kırılması sebebiyle ister kıymetinde noksanlık olsun, isterse olmasın fark etmez.

Bir adam, başka birinin cariyesini gasbeder ve bu câriye yaşla­nana kadar onun yanında kalırsa; sahibi onu, o hâlde geri alır. Başka bir şey gerekmez.

Ancak, sahibi, gâsıptan kiymetindeki noksanlığı alır. Keza bir adam, genç bir köleyi gasbedip, onu ihtiyar olana kadar yanında tutarsa; onun asıl sahibi, o köleyi ve kiymetindeki noksanlığı alır.

Bu, kölenin kıymetindeki noksanlık az olduğu zaman böyledir.

Eğer noksanlık fazla ise, sahibi muhayyerdir: İster alır; isterse, terkeder.

Alimlerin ekserisine göre, bir adam, bir sabiyi gasbettiğinde o, gas-beden şahsın yanında ihtiyarlar veya yüzünde kıl biter yani sakallanır­sa; onun asıl sahibi, onu alır ve başka bir tazminat yaptırmaz.

Bir adam, bir cariyeyi gasbettiğinde bu cariyenin dişlen —gâsıbın yanında— kırıhrsa; sahibi, noksanlığını tazmin ettirir.

Bir adam, sanatkâr bir köleyi çaldığında o köle gâsıbın yanında, sanatını unutursa; asıl sahibi, noksanını gasbeden şahsa ödetir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam; güzel sesli bir köleyi gasbeder ve onun sesi, gasbeden şahsın yanında bozulursa; bu bir noksanlıktır.

Şayet köle şarkıcı olur ve gasbeden şahsın yanında, şarkı söyleme­yi unutursa; bu durumda gasbeden şahsa tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, genç bir köleyi gasbedip, onun kıvırcık olan saçını tı­raş eder; ve sonradan saç aynı şekilde bitmezse; bu noksanlık olmaz ve tazminat gerekmez. Serahsî'nın Muhıytı'de de böyledir.

Bir adam, gümüş veya altın yahut gümüşten veya altından yapıl­mış bir kap gasbedip, onu dirhem veya dinarlara tahvil ederse; o asıl, mal sahibinin mülkiyetinden çıkmış olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre böyledir. Sahibi, onu öylece alır; başka tazminat gerekmez. Onun amelî için, ona bir şey vermez.

İmâmeyn'e gelince, asıl mal sahibinin, dirhemleri veya dinarları al­maya yolu (hakkı)-yoktur. Ancak gasbedilen gümüş ve altının kıymeti­ni alır ve o dirhemler ve dinarlar gasbedenin olur.

Ilııce mi i. şöyle buyurmuştur:

Bir adam gümüş gasbedip, onu, yüzük, bilezik gibi bir şey yapar; veya altın gasbedip böyle bir şey yaparsa; onu öylece geri verir; başka tazminat gerekmez.
Keza, gasbeylediği gümüş ve altının şeklini değiştirir; uzatır veya kısaltır yahut daire veya dört köşe yapar ve kıymetinde bir değişiklik meydana gelmezse, bi'1-icmâ bir şey gerekmez. Asıl mal sahibi, gasbe­den şahıstan, o şeyleri öylece alır. Sirâcül'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, dirhemleri gasbedip, onları eritir, fakat onu bir şey yamazsa; hilafsız olarak onlardan maUsahibinin hakkı kesilmez. —Hem onları hem de noksanlaşan kıymetini alır.— Muhyt'te de böyledir.

Bir adam fülüs gasbedip, onu kap haline çevirirse (yani o parayı eritip, kap yaparsa) onun bedelini fülûs olarak öder. Çüiikü, onun be­delinden, onu çıkarmış olmaktadır.

Bir adam, bakır gasbedip onu ibrik yaparsa; sahibinin hakkı kal­kar. —Yâni ibriği değil de bakırın bedelini alır.—

Kerhi şöyle buyurmuştur:

Bu durum san'at icrasından sonradır. Ağırlık olarak satılmaz. Şa­yet ağırlık olarak satılırsa, uygun olanı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mal sahibinin hakkının kesilmemesidir; sikkesiz gümüş gibi...

Şeyhûl-İmâm Şemsiil-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur:

Sahih olan cevap İmâm Ebû Hanife (R.A)'ye göre gümüşe muhalif

olmasıdır. Şayet bakır sahibi olan zat, ibriğin sahibi bakırın bedelini öde­dikten sonra, o ibriği kırarsa;.bu defa da o, ibriğin kıymetini ibrik sa­hibine öder ve kırdığı ibriği kendisi alır. Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:

İki tazminat arasında mukayese yapılmaz. Ancak değerleri hesaplanır.

Bazı âlimler de, şöyle demişlerdir:

Aralarında anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Bazı âlimler, bunu şöyle açıklamışlardır: Eğer gasbedilen bakır, ben­zeri olmayan, —bulunmayan— cinsten ise, onun kıymetini ödemek ca­iz olduğu gibi mukayese de caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir hayvan gasbettiğinde, o hayvan büyür ve kıymeti artarsa; asıl sahibi, onu öylece alır. Gasbedene bir şey gerekmez.

Keza bir adam yaralı veya hasta bir hayvan gasbedip, onu tedavi ederek iyileştirirse, asıl sahibi, onu öylece alır.

Keza, bir adam, bir araziyi gasbedip, orayı eker veya oraya hur­ma ağaçları diker; onu sularsa; o, yer sahibinin olur; gasbedenin mas­rafını vermek de gerekmez.

Şayet ekilen mahsul kemâle gelir (olgunlaşır) veya hurma yetişir ve onu gasbeden şahıs zayi ederse, tazminat gerekir. Tecrîd'de de böyledir.

Bir adam, hurma dalı gasbedip, onunla zenbil ( — sepet) yapar­sa, mağsubun minhin, ona karşı bir yolu yoktur.

Şayet hurma ağacını gasbeder ve onu yarıp odun ederse; o, asıl sa­hibinin olur. Çünkü, onun ismi değişmedi; ancak parçalara ayrıldı. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, başka birinin mushafmı gasbedip, onu noktalarsa; (ha­rekelerse) bu bir ziyâdeliktİr; mushaf sahibi muhayyerdir: Dilerse mus-hafının harekelenmeden önceki kıymetini tazmin ettirir; dilerse, adamın emeğinin karşılığını vererek harekeli mushafım alır.

Bu İmâm-Mufıammed (R.A)'in kavlidir.

Muafla ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Mushaf sahibi, onu harekeleyene hiç bir şey vermeden öylece mus­hafım alır.

Bir adam, bir köle gasbedip, ona yazı yazmayı öğretmesine benzer. Başka bir şahısda, kâğıt gasbeder ve onun üzerine faydalı şeyler ya­zarsa, yine aynı olur.

Şeyhülislam şöyle buyurmuştur:

Asıl mal sahibinin hakkı munkati (= kesilmiş) olur. Kâdî İmâm Rüknü'l-İslâm Aliyyü'l-Sağdî de şöyle buyurmuştur:. Burda bilginlerin ihtilafı vardır. Sahih olanı, hakkının kesilmiş ol­mamasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin ketenini gasbederek, onu eğirip; dokursa; o keteninin mislini veya kıymetini verir.

Eğer misli bulunmuyorsa, asıl sahibinin dokunan elbiseyi almaya yolu yoktur. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin pamuğunu gasbedip, onu eğirir ve bez do­kur veya eğrilmiş ipliğini gasbederek, onu dokursa; asıl mal sahibinin, o bezden hakkı kesilir; ancak, pamuğun bedelini veya benzerini alır.

Şayet pamuğunu gasbedip onu eğırdiği hâlde, bez dokumazsa, bunda ihtilaf vardır: Sahih olanı, hakkının kesilmesidir. Zehıyre'de de böyledir.

Buğdayı gasbeden şahıs, onu un yaparsa; bize göre, bu un ken­disinin olur ve buğdayın mislini sahibine öder. Mebsûtta da böyledir.

Unu gasbeden adam, onu hamur yapsa; sahibinin ondan (hamur­dan) hakkı kesilir. —Ufîunu ödetir.— Kınyede de böyledir.

Unu gasbeden şahıs, onu ekmek yapar veya eti gasbeden onu pi­şirir yahut susamı gasbeden kimse, onun yağını çıkarırsa; asıl sahibinin hakkı kesilir. Onların asıllarını ödetir.

Zâhirü'r-rivayede âlimlerimiz böyle buyurmuşlardır.

Keza, bir kimse saç gasbedip, onu kapı yapar; veya demir gasbe­dip, onu kılıç yaparsa; asıl sahibinin, hakkı sakıt olur. Ancak onların kıymetini ödetir. Yaptığı kapı ve kılıç gâsıbın olur. Mumytte de böyledir.

Bir adam saç veya kereste gasbedip, onu ev yapımında kullanır veya kiremit gasbeder ve çatıya kor yahut kireç gasbeder ve onu evde kullanırsa; bize göre, bu gâsip, bunların tamamının kıymetini öder. Ken­disinden bunlar gasbedilen şahıs, bunlar için binayı yıkıp bozamaz. Sa­hih olanı budur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hatıl ağacı gasbedip, onunla bir ev yaptığında, onun sahibinin hakkı zayi olmaz; o ağacı konulduğu yerden alır.

Kadı İmâm Ebû Ali en-Nesefi, İmâm Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bazı kitaplarda bu hususta tafsilat vardır:

Şayet hezenin (= hatılın) kıymeti,^vin kıymetinden az ise, onu al­mak yoktur; kıymetini alır.

Eğer onun kıymeti, evin kıymetinden fazla ise; o takdirde sahibi; ağacını alır.

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu, bizim İmâm Muhammed (R.A.)'den öğrendiğimiz mes'eleye ya­kındır. O şöyle buyurmuştu: Bir adamın elinde inci taneleri bulundu­ğunda, onlardan birisi elinden düşer ve onu bir adamın tavuğu yutarsa; o zaman, duruma bakılır: Eğer tavuğun kıymeti incinin kıymetinden az ise, inci sahibi muhayyerdir: Dilerse, tavuğu kiymetiyîe sahibinden sa­tın alır; dilerse, incinin kıymetini tavuk sahibine ödetir.

Keza, bir adam, diğer birinin yanına bir deve köşeğini (= yav­rusunu) emanet bırakır; oda orada büyür ve bulunduğu evden dışarıya çıkamaz hâle gelir; ancak duvarını yıkmak suretiyle çıkarma imkanı bu­lunursa; o zaman duruma bakılır. Hangisinin değeri daha fazla ise, onun sahibi muhayyerdir.

Kitâbü'l-AsPda şöyle zikredilmiştir:

Bir gâsıbın, binasına koyduğu hatıl ağacını, evi bozup, sahibine ver­mesi helâl olur mu?

Burda iki durum vardır:

Eğer hakim, ağacın kıymetine hükmeyledi ise, evi yıkmak helâl olmaz.

Eğer böyle bir hüküm yoksa, âlimler ihtilaf eylediler: Bâzıları: "He­lâl olur.." bazıları da: "Helâl olmaz." dediler, Muhıyl'te de böyledir.

Marangoz olan bir kimse bir başkasının ağacını gasbederek, di­ğer bir adamın evine, ağaç sahibinin izni olmadan merdiven yaparsa;

bu merdivene, marangoz ve ev sahibi sahip olamazlar. Bu merdiven, ağaç sahibinin olur. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, bir tahtayı gasbederek, onu gemide kullansa; veya ib­rişim ipli|i gasbederek onunla kendi karnını veya kölesinin karnını dik­se, mal sahibinin hakkı kesilir. Ancak mal sahibi, gâsıba onlarıa kıy­metini ödetir. Kerderî'min Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir yeri gasbederek, orayı sürüp, içine ağaç diker veya bina yaparsa; ona: "Evi yık; ağaçlan sök; yerini sahibine teslim et." denilir.

Şayet evin yıkımı, ağaçların sökümü, o yerin kıymetini eksiltecek-se, o takdirde yer sahibi isterse yıkılmış binanın ve sökülmüş ağaçların kıymetini o ev ve ağaç sahibine öder. Çünkü o yer, o adamın sağlam mülküdür. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği yere, aynı yerin toprağının kerpicinden bir duvar yaparsa; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî: "O duvar, o yerin sahibinin olur. Onu yapanın, hiç bir hakkı yoktur. Çünkü, o yerin sahibi" yık onu. "dese; toprağı, yine kendisinin olacaktır." buyurmuştur.
Ebû'1-Kâsim ve diğerleri ise şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, sahibinin emri (izni) olmaksızın, onun bağına duvar örer ve toprak bir kıymet taşımazsa, duvar bağ sahibinin olur. Yapan şahıs ise, onu teberrüken yapmış olur.

Şayet toprakta bir kıymet varsa, bağ sahibi toprağın kıymetini ya­pan şahsa öder. Fetâvâyi Kâdi'hân ve Fetâvâyi Kübrâ'da böyledir.

Bir adam, başka birinin, bir arsasını gasbederek, içinebir ev ya­par veya ekin eker ve bilâhare sahibi gelerek, onları yıkarsa, bir şey ge­rekmez. Ancak, bunun için ev sahibinin ağacını veya tuğlasını kırma­mak şarttır.

Bir adam,.diğerinin bastonunu kırarsa; onu öder. Kırık çok az ise, onun noksanlığı kadar tazminat yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Gasbedilen odun, kırıldığı ufandığı zaman, kıymetini eksiltmi­yor, bi'1-akis artırıyorsa; asıl sahibinin, hakkı zail olmaz. Gınye'de de böyledir.

Bir kimse gasbeylediği evi kireçle badana yaparsa c sahibine: "Bunun kirecinin parasını ver." denir. Ancak, ev sahibi buna razi olursa alınır.

Keza eve nakış (tezyinat) yapıldığında, ev sahibi, isterse, o evi ala­rak nakısın bedelini, nakış yapana verir; değilse, gâsıp evin kıymetini ev sahibine vererek, evi ondan alır.

Boya ile süslemişse ve boyanın kıymeti fazla ise, yine böyledir.

Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Eğer ev sahibi fazla olan boyanın kıymetini vermekten kaçınırsa, {razı olmazsa) boya yapana, "boyasını kazımasını" emreder ve ondan dolayı eve verdiği noksanlığı tazmin ettirilir. Gasb edilip de boyanan kapı da böyledir. Serahsî'nin Muhıyh'nde de böyledir.

Eğer kapının nakısı, boya ile değilde oyma ve delme yolu ile ya­pılmış olursa; o takdirde kapı zayi edilmiş sayılarak, tam kıymeti taz­min ettirilir.

Gümüş kap da böyledir. Yapılan nakış onu zayi edercesine ise, bu kabın kıymeti tazmin ettirilir. Muhıyl'de de böyledir.

Gasbedenden şahıstan, bir evi satın alan zat, o evi yıkıp, yerine yeni bir ev yaptıktan sonra, asıl ev sahibi gelirse; o müşteriye evinin ye­rini ve evinin kıymetini tazmin ettirir.

Fakiyh Ebû Cafer şöyle buyurmuştur: Bu, bütün imamların kavlidir.

Başka âlimler ise: "Bu, sadece İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." demişlerdir. Tatarhâniyye'de ve Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman, diğer bir mislümanın içkisini (şarabını) gasbedip onu sirkeleştirirse; el-Asl'da şöyle buyurulmuştur:

İçki sahibi, o sirkeyi alır. Bu hususta, âlimler ihtilâf eylemişlerdir:

Bazılarına göre bu meselenin te'vili şöyledir:

Bir şey kıymeti olmayan bir şeyle sirke yapılırsa; (meselâ: Güneş­ten ahp, gölgeye koymak veya gölgeden alıp güneşe koymak yahut içi­ne, az tuz atmak veya içine az sirke dökmek gibi..) asıl sahibi, onu alır.

Fakat, onun içine, kıymet taşıyan tuz veya sirke dökülürse, İmâm Ebû Hanîle (R.A.)'ye göre, onun mülkiyeti, gasbeden şahsın olur ve onun üzerine bir şey terettüp etmez.

Imâmeyn'e göre ise, eğer gasbeden $ahis. içkinin içine tu/ atmışsa. o sirkeyi asıl sahibi alır ve içine atılan tuzun bedelini, gasbedene verir.

Şayet gasbeden şahıs, gasbeylediği içkinin içine sirke btrakmışsa; sirkesi miktarını geri alır; kalan asıl sahibinin olur. Gâsıbın sirkeyi gas­bedip de içine sirke dökmesi gibi olur... İster aynı saatte ekşisin; islerse bir müddet sonra ekşisin fark etmez...

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Gasbedilen içkinin içine çok sirke dökülerek, o saattte sirke olur­sa; onun tamamı gasbedenin olur. Eğer az sirke döker ve o, bir müddet sonra sirke olursa, o takdirde, o şey ikisinin ortak malı olur. Miktarları nisbetince, ortak olurlar. Sirâcü'I-Vehhâc'de de böyledir.

Bir müslüman, diğer müslümamn içkisini gasbeylerse, o içkiyi geri vermesi gerekir mi?

Şayet vermez ise, kıyamet gününde sorumlu tutulurmu?

O müslümamn, o içkiyi sirke yapacağını bilirse, kkatiyetle geri ver­mesi vacip olur. Vermez ise, kıyamette sorumlu olur.

Şayet hâkim önünde murafaa olurlarsa; hâkim içki sahibinin hâli­ni tetkik eder.

Eğer o içki, ona geri verilince, onun sirke yapacağını bilirse, geri verilmesini emreder.

Şayet geri verilince, onu içki olarak içeceğini bilirse; o takdirde, gas­bedene, "o içkiyi, dökmesini" emreder.

Bu, şuna benzemektedir:

Bir adamın kılıcım, birisi aldığında; kılıç sahibi kılıcını almak için adama gelmiş; eğer kılıç yanında olan şahıs o kılıcı alınca, bir müslü-manı öldüreceğini iyice biliyorsa; onun, kılıcı ona vermesi uygun olmaz. Onu, kendi yanında bırakacaktır.

Şayet, öyle bir şeyin olmayacağını bilirse; o zaman, kılıcı ona ver­mesi mubahtır.

Bir müslüman, diğer müslümamn içkisini gasbedip onu içse; iç­ki sahibi onu da'va edemez; içen günâh işlemiştir. Cevâhinı'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adamın evinde bulunan içkinin içine tuz atılarak, sirke yapılsa; iste o sirke, sahibinin olur. "Bu işi sahibi yaparsa onun olur." de­nilmiştir. Ginye'de de böyledir.

Bir adam, sıkılmış üzüm suyunu gasb ettiğin de, bu onun. yanın­da sirke olursa, bu durumda gâsıp şıranın bedelini öder. Şayet önceki adam, onu içki yapacak idiyse, o zaman tazminat gerekmez mi?

Âlimler, bu hususta ihtilaf eylediler:

Şemsü'I-Eimme el-Halyânî "Sahih olan, o sirke onun olmaz." demiş­tir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, süt gasbedip onu yoğurt yapar veya yaş üzüm gasbe-dip onu kurutursa; onların sahibi, isterse aslını ödetir; isterse o hâlde alır; başka bir şey gerekmez. Bunların tamamı misliyâtta böyledir. Teh-zîb'te de böyledir.

Bir adam, yaş hurmayı gasbedip, onu kurutursa; sahibi muhay­yerdir: İsterse aynısını alır; isterse benzerini ödetir; başka bir şey gerek­mez. Hızânetâl'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, İaşenin derisini gasbedip onu dibagâta tâbi tutmuşsa, onu kıymetsiz bir şeyle dibağ yapmışsa, sahibi, onu meccanen alır.

Eğer kıymetli şeyle dibağladi ise, deri sahibi, o-şeyin kıymetini öde­dikten sonra derisini alır. Muhiyt'te de böyledir.

Bunun yolu.'Duruma bakılır: Eğer o deri, boğazlanmış olan bir hayvanın derisi olsaydı ne ederdi? Dibağdan sonra ne ediyor? Arasın­daki fark tazmin edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Kudûri, kitabında şöyle buyurmuştur:

Bu, gasbeden adam, o deriyi sahibinin evinden almış ve onu dibağ etmişse, böyledir. Fakat, sahibi onu kaldırıp atmış; adam da onu atıldı­ğı yerden almış ve dibağ etmiş ise, asıl sahibinin onu alma hakkı yok­tur. Gâsıba gelince, o deriyi yanında tutar. Şayet deri sahibi, deriyi gas-bedenin yanında bırakır ve kıymetini ödetmek isterse, buna hakkı yoktur.

Eğer deri kesilmiş bir hayvanın derisi ise, sahibi deriyi alabilir.

Alimlerimiz: "Burdaki fark, lâş'e ile boğazlanmış olmasından do­layıdır."

Hâkim eş-Şehîd ise: "İkisi de birdir; aralarında fark yoktur." demiş­tir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir deri, gasbeden şahsın kendi isteğiyle olmamak şartıyla, onun yanında zayi (helak), olursa bir tazminat gerekmez. Deri nasıl dibağ edil­miş olursa olsun hüküm böyledir. Zehiyre'de de böyledir.

Dibağdan sonra, deriyi gâsıbm kendisi zayi ederse; kıymetsiz bir şeyle dibağ etmiş olması hâlinde, bi'I-icma deriyi sahibine öder.

Eğer kıymetli bir şeyle dibağ yapmışsa, İmâm Ebo Hanîfe (R.A) 'ye göre. bu durumda deri sahibine tazminat gerekmez. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Şayet gâsıp, deriyi sahtiyan, tulum, defter, çizme veya kürk gibi bir şey yapmışsa, bu durumlarda derisi gasbedilen şahsa bir şey gerekmez.

Eğer deri boğazlanmış bir hayvanın derisi ise, mağsûbün münh de­risinin kıymetini alır. Eğer deri, lâşe derisi ise, kendisinden gasbedilen şahıs bir şey alamaz. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, —Sahibi olan— çamurdan bir ibrik yaptığında bu ib­rik, eğer sahibi: "Ben söyledim." derse; ontın oiur; değilse, bu ibrik, yapanın olur.

Bir adam, toprak gasbedip, kerpiç veya ondan bir kap yaparsa; eğer o toprağın kıymeti varsa, o un yapılan buğday gibidir.

Şayet bir kıymeti yoksa; tazminat gerekmez. Mal sahibinin hakkı­nın kesildiği yerlerde, kendisinden gasbedilen şahıs., diğer alacaklılar­dan daha haklı olur. Eğer zayi olursa, gâsıbın malı olarak zayi olur. Bu rehin yerinde ve onun gibi değildir.

Bu, Müntekâ ve Kudûrî kitaplarında da böyledir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kıymeti beşyüz dirhem eden bir köleyi gasbedince bu köle hastalığından kurtulur ve kıymeti bin dirheme çıkarsa; bu durum­da kölenin sahibi muhayyerdir: İsterse hasta olduğu vakitteki kıymeti olan beşyüz dirhemi alır; isterse köleyi abr. Kendisi için ve gasbeden için, yapılacak başka bir şey yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, diğer birisinin malını Küfe'de gasbedip onu Horasan'da geri verdiğinde, şayet Horasan'daki kıymeti Kûfe'deki Icıymetînin misli ise; malı gasbedilen şahsa, "onu alması" emredilir. Şayet Horasan'daki kıy­meti, Küfe'de ki kıymetinden noksan ise, malı gasbolunan şahıs muhay­yerdir: İsterse, Horasan'da malını alır; isterse, fitte-deki kıymetini alır. Bu ölçülen ve tartılan şeylerde, böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, dirhemler ve dinarları gasbedince, onların sahibi^ gas-beden şahsı nerde bulursa, orada alır. Onun kıymetini isteme hakkı yok­tur. Şayet piyasada değişiklik olursa yine böyledir.

Bir adam, belirli bir mal gasbedince; malı gasbedilen adam, aynı malı, başka bir beldede, gasbeden şahısın yanında bulursa eğer değeri orada da gasbedildiği yerin değerinin misli veya ondan daha fazla ise. malı gasbedilen şahıs, o malım, orada alır; kıymet talebinde bulunamaz.

Şayet malın kıymeti orda daha az olursa; o takdirde, isterse malı­nı; İsterse gasbolunan yerdeki kıymetini alır.

Eğer gasbedilen mal mislî olur ve o da zayi olmuş bulunur; kıymeti ise, her iki yerde de aynı veya talep yerinde daha fazla olursa; gasbeden şahıs mislini verir.

Eğer talep mahallinde kıymeti daha az ise, mal sahibi muhayyer­dir. Dilerse, o anda, orada mislini alır; isterse gasbedilen yerde mislini alır. İsterse, gasbedilen yerdeki kıymetini alır.

Şayet gasbedilen şeyin kıymeti da'vâ mahallinde daha fazla ise, bu defa da gasbeden şahıs muhayyerdir: Dilerse, aynı yerde, onun mislini verir; dilerse, gasbeylediği yerdeki kıymetini verir.

Ancak malı gasbedilen şahıs, tehirini isterse, o müstesnadır.

Şayet kıymetler, her iki yerde de aynısı ise, malı gasbedilen şahıs, malının mislini ister. Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.

Mal sahibi, malını gasbeden şahsı aynı yerde, (yâni malının gas­bedildiği mahalde) bulur ve o zamanda da.piyasa noksanlaşmış ise, ma­lını aynen alır. Yoksa, bu malın gasbolduğu zamanki fazla olan kıyme-tını alamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Münfekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer bir şahsın, yüz dirhem değerindeki bir kür ouğda-yıni gasbettikten sonra, piyasa yükselir ve bir kür buğday, yüz elti dir­hem eder ve daha sonra da halkın elinde buğday harp ilan edilmesi veya benzeri bir sebeple bulunmaz hâle gelir ve değeri iki yüz dirheme yükse­lirse; bilâhere de gasbeden şahıs, o bir kür buğdayı zayi ederse; bu.du-rumda buğdayı gasbolunan zat, ikiyüz dirhem üzerinden tazmin ettirir. İtibar buğdayın zayi olduğu günün fiatınadır.

Bir adam, bir kür buğday gasbettiği zaman, onun ö zamanki kıy­meti ikiyüz dirhem olduğu hâlde, sonradan kıymeti, yüzelli dirheme düşer daha sonra da halkın elinde kalmaz ve kıymeti yüz dirheme iner ve o halde iken, gâsıbın elinde zayi olursa; buğdayı gasbedilen şahıs, onu yü­zelli dirhemden tazmin ettirir. İnsanların elinde mevcut iken, kıymeti yüzelli dirhem oludğundan dolayı, ondan fazlaya ödetemez. Zehıyre'de de böyledir.

Muttasıl  (= bitişik) ve munfasıl (= ayrı) olan mağsubun art­ması hali: Çocuk, süt, yün, yağ, güzellik gibi, gasbolunan bir şey ema-netmiş gibi olur. Ancak zayi olma hâli veya vermemek hâli böyle değil­dir. Mal sahibi gelip, malının fazlalığı ile birlikte, geri verilmesini talep eder; gasbeden de onu teslim etmekten, men ederse, bi'î-icma tazminat gerekir.

Şayet bir müşteriye satmış ve teslim etmiş olursa; mal sahibi, malı­nı ister gasbedene ödetir; isterse, müşteriye ödetir.

Şayet artan şey ademi (= insan) olmayan bir şey tarafından zayi edilmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, malı gasbedilen şahıs onu Ödetemez.

İmâmeyn'e göre ise ödetir.

Sahih olanı da budur. SerahsPnm Mııhıyh'nde de böyledir.

Gasbedilen bir şey, gasbeden şahsın yanında artıp çoğalırca, mal sahibi, malını artanla birlikte geri alır. İster piyasa yönünden, isterse başka yönden artsın, fark etmez.
Şayet gâsıbın yanında, gasbeylediği şey zayi olursa; bi'1-icma, gas­bettiği günkü kıymetini tazmin eder.

Şayet gasbedilen şey bizatihi duruyorsa; gasbeden şahıs onu öylece sahibine geri verir.

Eğer vücûdunda bir noksanlık meydana gelmişse, onu tazmin eder. Piyasa yönünden noksanlaşırsa; onu tazmin eylemez.

Şayet noksanlaştıktan sonra telef olursa; gasbeylediği günkü kıy­metini öder.

Eğer artım yaptıktan sonra zayi etmiş; meselâ: Müşteriye sattıktan sonra, o müşterinin yanında zayi olmuşsa; bu durumda mal sahibi mu­hayyerdir: Dilerse gasbedildiği günkü kıymetini ödetir; bu takdirde, sa­tış caiz olur. Dilerse müşteriye sattığı günkü kıymetini ödetir; bu tak­dirde satış batıl olur; müşteri verdiği para için gasbedene mUrâcaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.

Bir adam, o anda kıymeti bin dirhem olan bir köleyi gasbeder ve bu kölenin kıymeti gasbtan sonra ikibin dirheme çıkar; bilâhare de onu bir başkası öldürürse; bu durumda, bu kölenin efendisi muhayyer­dir: Dilerse, gâsıba, gasbeylediği gün bin dirhem olan kıymetini ödetir; dilerse, katile öldürdüğü günkü ikibin dirhem olan kıymetini ödetir.

Şayet gasbeden şahsa, bin dirhem ödetirse; bu durumda gâsıp ka­tile müracaat ederek, ona, iki bin dirhem ödetir ve bin dirhemden faz­lasını tasadduk eder.

Şayet köle, gasbedenin yanında kendi kendini öldürdü ise, o tak­dirde gâsıp gasbeylediği günkü kıymeti olan bin dirhemi öder; kölenin kendini öldürdüğü günkü iki bin dirhem kıymetini ödemez. Sirâcü'l- Veh-hâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin döğülmedik (sürülmedik) harmanını yaktı­ğında eğer buğdayın kıymeti, sapının kıymetinden az ise, sapının kıy­metini öder. Şayet buğdayı sapından ayrılmış ise, yanan samanın kıy­metini öder.

Bir adam, diğerinin sapını gasbederse, hem buğdayının hem de sapının bedelini öder. Kerderî'nin Vecîîi'nde de böyledir.

İmâm Muhamnted (R.A.) şöyle buyurmuştur,: Bir adam, diğerinin bir tek tane buğdayını gasbeylese; bir şey ge­rekmez. Çünkü, onun bir değeri yoktur^Zehıyre'de de böyledir.

Bîr çok insan, bir adamın birer adet buğdayını gasbeyleseler ve bunların toplamı bir ölçek etse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Bir topluluk, bir adamın kıymet taşıyan bir şeyini gasbeyleseler, onun bedelini tazmin ederler. Şayet biri gelip bir tane alır; sonra da biri gelir, bir tane daha alırsa; bu şekilde alınınca tazminat gerekmez." buyurmuştur. Fe-tâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur."

Bir adam, bir yumurta gasbedip, onu telef ederse; mislini tazmin eder.

Bu, İmâmın sonraki kavlidir. Önceki kavli: "Kıymetini öder." şek­linde idi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir gâsıp, gasbeylediği kıymet sahibi olan bir şeyi tazmin edece­ği zaman duruma bakılır: Eğer o şey, sokakda (çarşıda dirhem mukabi­li satılan bir şey ise, onun yerine dirhemler verilir. Eğer dinar ile satılan cinsten ise, onun yerine de dinar ödenir. Şayet her ikisi ile de satılan bir şey ise, rey hâkimindir; malı gasbolunan şahsa bakıp, ona göre hük­meder, tsterse dirhemle hükmeder; isterse, dinarla hükmeder. Fetâvâyi KMhâiTda da böyledir.

Bir adam, bir koyunu gasbeyleyip, onu sağsa; onun sütünün kıy­metini de tazmin eder.

Bir adam, bir câriye gasbeyleyip, ona bir çocuk emzirtse; onun sütünün bedelini ödemez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği eti pişirir veya kızartırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahibinin bu etin kıymetini almaktan başka bir yolu yok­tur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin yağını veya zeytin yağını döktüğünde onun içine fare düşmüş olsa bile, döken şahıs o yağın bedelini öder.

Bir adam, bir müslûmanın öğretilmiş av hayvanı olan parsını veya av kuşu olan Şahinini telef etse; onların kıymetini tazmin eder. (=» öder.) Bu, bize göre böyledir.

Bir adamın arsasına attığı gübresini, başka birisi telef ederse; önün kıymetini öder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinin evine izinsiz girdiğinde, o ev4e hiç kimse olmasa, ve giren şahıs o evde otursa bile, o kimse, o evi gasbeylemiş olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'ya göre böyle­dir. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.

Bir adam, diğer birinin çatal kapısının bir kanadını veya iki pa-pucunun veya mestinin birini telef ettiğinde, onların sahibi, geride ka­lan tekleri, telef eden şahsa telef olan şeyleri tam olarak ödetir. Fetâvâyi Kâdîhân, Hulâsa ve Câmiü'l-Kebîr'de böyledir.

Bir adam, diğerinin yüzüğünün halkasının kırarsa onu öder. Kıy­metini ödömez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin eğerinin yüzengisini kırarsa, —eğer değil— kırdığı şeyi öder.
İki şey ayrı ayrı olur veya bir şey olduğu hâlde, onun bir kısmının, diğer kısmına zarar vermeden ayrılması mümkün olursa, bu aynen eğe­rin üzengisinde olduğu gibidir; telef edelen şey ödenir; tamamı öden­mez. Zehıyre'de de böyledir. [4]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..