6- NİKÂHLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'i ÇARELER
Bir kadın, bir adamın nikâhlısı olduğunu iddia eder; o adam da bunu inkâr eder; bu hususta da kadının beyyinesi ve istihkakı olmazsa, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye, gâze bu durumda, bu nikâh, câri olmaz. Ve bu kadın hâkime: "Benim evlenmem mümkün değildir. Çünkü şu adam, benim kocamdır. Ve o benimle nikâhlı olduğunu inkar ediyor. Ona emret de beni boşasın; ben de diğeri ile evleneyim." derse; bu durumda, kocanın, bu kadını boşaması (= talâk) mümkün değildir. Çünkü talâk, nikâhı ikrar ile olur.
Bu durumda ne yapılabilir?
ŞeyhıTI-İraânıü'z-Zâhid AK el-Pezdevî, şöyle buyurmuştur:
Hâkim, o kocaya şöyle der:
"Sen, bu kadına: "Eğer benim karım isen, seni üç talâk boşadım, de." der. Bu durumda, koca, nikâhı ikrar etmiş olmaz ve ona birşey gerekmez.
Şayet onun karısı ise, kadın da nikahından kurtulmuş olur ve başkasıyla evlenmesi mümkün olur. Zehıyr'de de böyledir.
Bir adam, bir kadına karşı, onun nikâhı altında olduğunu iddia ederse: hâkim, kadına yemin verir. İmâmeyn'in kavline göre, burrada yeminden kurtulmak için çâre: Bu kadın, başka bir kocaya gider; artık, kadın nikahlandıktan sonra, yemin istenmez.
Bir adam, karışımı» nikâhını yenilemek istese, bu durumda ona mehir gerekmez. Bunda hilaf yoktur.
Bir baba, kızını bir adama nikahladığında; ondan "mehirden bir şey aldığını ikrar etmesinin" isteseler; bu babanın aldığını ikrar etmesi bâtıldır. Çünkü, o mecliste bulunanlar, bunun yalan olduğunu bilmektedirler.
Bağışa gelince, eğer kız büyük ise, baba: "Ben kızın izniyle şu kadar bağış yapıyorum." der. Sonra da: "Eğer kız, bağışı inkâr ederse, ben onu sana öderim." der ve bu tazminat sahih olur.
Eğer kız, küçük ise; bu hîbe sahih olmaz.
Bir adamın, bir kölesi olur ve onu evlendirmek, ona bir câriye veya hür bir kadın nikahlamak istediği hâlde, bu efendisi o evlenince, işlerinde tembellik yapacağından veya onu evlendikten sonra başkasının satın almaya rağbeti olmayacağından korkarsa; burda hîle (= çâre): Efendisi, köleye: "Sana, şu cariyemi veya şu hür kadım nikahlıyorum. Onun, işi (= boşanma yetkisi) benim elimdedir; istediğim zaman onu boşarım." der. Köle, bu şartı kabul ederse; boşama yetkisi efendinin elinde olur ve onu istediği zaman boşayabiîir.
Bir adam, bir kadını nikahlamak istediğinde; o kadın, bu erkeğin, kendisini o beldeden çıkaracağından veya üzerine evleneceğinden korkar ve yeminsiz olarak ondan bir vesika almayı mu-rad ederse bu duruma (= hîle) çâre şudur;
Bu kadın, kocasının kendisini o beldeden çıkmaması şartiyle mehr-i müsemmâ ile, nefsini ona nikâhlar. Şayet, kocası, bu kadını o beldeden çıkarmak isterse; bu kadına tam mehr-i misil ödemesi gerekir. Bu koca, onun anası bacısı, teyzesi ve benzeri olan diğer kadmların mehr-i mislini ödeyeceğini "şu şu kadar şey" diyerek, ödemesi kendisine ağır gelecek çok bir miktarı mehir olarak ödeyeceğini ikrar eder. Eğer bu koca, kadını o beldeden çıkaracak olursa; o kadınların rnehr-i mislinin tamamını, bu kadın kocasından alır. Kâdî'l-İmâm Ebû Ali en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:
Kocanın bu ikrarı sahih olur.
Âlimlerden bir kısmı: "Bu hîle ikinci şartda caiz diyenlere göre önceki gibi doğrudur. Fakat, ikinci şart caiz değildir; diyenlere göre, sahih değildir. Şayet koca ikrar eylemezse; kadına mehr-i misil vardır; başka değil... Bu hîle de doğru değildir,
Bundan sonra, bu şart caiz olursa;, cevazını söyleyenlere göre bu ikrar caiz olur. O zaman, kadın "ikrar edilen mehrin, mehr-i mislinden fazla olduğunu" bilir o İkrar edilen mehrin tamamını alır. Fakat, durum Allah ile kadının arasında olur.
Kadın için, mehr-i mislinden fazla almaması gerekir. Ancak kocası verirse, o, onun için helâl ve temiz olur. Adam, kadını bu hilenin haricinde nikâhlar ve kocası, onu beldeden çıkarmak ister; kadın da kendisini çıkarması mümkün olmayan bir çare arzu ederse; bunun vechi: Bu kadın, babasına veya oğluna yahut kardeşine borçlu olduğunu söyler ve ikrarına şahit dinletir. Koca onu beldeden çıkarmak isteyince, onun için borç ikrar edilir ve çıkmaktan men edilir. Bu hîle, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir.
İmâm Muhammet} (R.A.)'in kavline göre bu çare değildir. Çünkü İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, borç ikrarı kendi nefsine âit olursa, sahihdir. Kocasına ait olunca, sahih değildir ki bu, kocanın, karısını çıkarmasına mâni olsun.
Şayet kendisi için borç ikrar olunan şahıs, kocanın yemin vermesinden korkarsa "Bu malı ona sattı." der. O takdirde yemin edince, günahkâr olmaz.
Bir adam kızını kölesine nikâhlar ve sonra da efendi ölürse; bu nikâh fâsid olur. Çünkü, bu durumda kız başka bir vâris yoksa bu kölenin mülküyetinin tamamına sahip olur.
Eğer onunla beraber başka bir vâris daha varsa, nerede olursa olsun nikâh fâsid olur.
Eğer efendi kendisinin ölümü ile nikâhın fâsid olmamasını isterse buna çâre:
Bu efendi, o köleyi, mal mukabili mükâtep eder; sonra da, kızını ona nikâhlar. O zaman, kendisinin ölümüyle nikâh fâsid olmaz. Çünkü, kadın babasının ölümüyle ona sahip olamaz. Zira mükâtep mîras değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir kadını nefsine nikâhlar; kadm da bunu kabul eder; kadın da, yakınlarının bunu bilmesini istemezse; nikahlama yetkisini o adama verir ve bu nikâh caiz olur.
Şayet koca, o kadının kimliğini şahitlere belirtmek istemezse, buna hîle (= çare): Kadın nikâh işini, o adama verir; mehir hususunda kendi aralarında anlaşırlar. Sonra da koca şahitlere gelip, onlara: "Ben bir kadım kendime nikâh eyledim ve ona şu kadar meh-rini verdim. O da, buna razı oldu ve nikâh yetkisini bana verdi. Nikâh yetkisini bana veren kadını, şu kadar mehirle kendime nikâh eylediğime sizi şahit tutuyorum." der ve böylece, o kadınla aralarında küfüv (= denklik) varsa nikâh akdi yapılmış olur.
Bu hîleyi (= çareyi) Hassâf söylemiştir.
Şeyhu'I-İmâm Şemsü'l-Eimme cl-Halvânî (R.A.), şöyle buyurmuştur:
Hassâf, nikâhın cevazının ta'rifinde, bu kadarla yetindi. Bazı âlimlerimiz şöyle derledi: Bu, Hassâf in nikâhın cevâzmdaki reyidir. ( = görüşüdür.)
Belh âlimleri böylece hikâye etmişlerdir.
Şemsü'l-Eimme el-Halvânî (R.A.): "Gerçekten Hassâf ilimde çok büyüktür. O, kendisine uyulması sahih olanlar cümlesindendir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
İraâm-ı A'zam, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin zamanında, iki kardeş, iki kız kardeşi nikahladılar. Onlardan herbiri, bilmeyerek diğerinin nikâhlısı ile zifaf oldu. Sabah olunca, durumun farkına vardılar ve bu durumu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye söylediler.
İmâm; "Her biri nikâhlandığı kadını boşasm. Sonra da dâhil olduğu kadını nikâhlasın." buyurdu.
Bu mes'ele, Menâkıb-ı İmâmı A'zam'da şöyle zikredilmiştir:
Küfe'de, eşraftan birinin velime (düğün) yemeğine, âlimler toplanmışlar. İçlerinde İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de var. O günlerde daha genç sayılacak yaşlarda... Sofraya oturmuşlar ve kadınların velvelesini işitmişler.
"Bunlara ne isabet etti?" denilmiş. Bu âlimlere, "yanlışlıkla, iki kardeşin birbirinin nikâhlısına dâhil olduğu" söylenmiş ve: "sofranızda âlimler var. Onlardan bu meseleyi sorunuz." denilmiş ve sormuşlar...
Süfyân-i Sevrî (R.A.): "Hz. Ali (R.A.) şöyle hükmeyledi: Kocaların her biri, o kanların mehirlerini verecek; kadınların her biri de iddet bekleyecek. Iddet tamam olunca da, kocaları onlara dahil olacaklar...
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), parmağını sofranın kenarına koyarak bir şeyi düşünür gibi yaptı. Onun yanında duran şahıs: "Yanında başka bir şey varsa, açıkla..." deyince; Süfyan-ı Sevri (R.A.) öfkelendi ve: "Hz. Ali (R.A.)'nin hükmünden sonra onun yanında ne olacak..." dedi.
O zaman İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Kocaları bana getirin" buyurdu ve getirdiler.
İmâm onların her birine: "Dâhil olduğun kadın hoşuna gitti mi?" diye sordu; ve "evet" cevabını aldı..
Sonra, onların herbirine: "Nikâhlını boşa." dedi; onlar da boşadılar.
Sonra da onların her birini dahil oldukları kadınla nikahladı ve: "Allahu Teâlâ mübarek eylesin." dedi.
Süfyân-ı Sevri (R.A.): "Sen ne yaptın." deyince de: "En güzel vü-cuh; ülfete en yakın, düşmanlığa en uzak olanı budur. Aksi takdirde görmüyormusun ki, her biri iddetin bitmesini bekleyecek; sabredecek... Herbirinin kalbinde, kardeşinin, kendi karısına dâhil olduğu kalacak... Ben ise, her birine "karılarını boşamaların!" söyledim. Aralarında duhûl yok; halvet-i sahiha yok... İddet de gerekmez.
Sonra da her birini cima yaptığı kadınla nikahladım. Nikâhına mâni bir hal de yoktur; Böylece her birisi, dâhil olduğu kadınla beraber kaldı. Hiçbirinin kalbinde, bir.şey yoktur." buyurunca; orada bulunanlar İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'nin zekâsına hayret ve düşüncesinin güzelliğine teaccüp ettiler. Bu hikâyede fikhî açıklama vardır ve bu mes'ele ile yazı sona ermiştir. Mebsût'ta da böyledir. [9]
Bu durumda ne yapılabilir?
ŞeyhıTI-İraânıü'z-Zâhid AK el-Pezdevî, şöyle buyurmuştur:
Hâkim, o kocaya şöyle der:
"Sen, bu kadına: "Eğer benim karım isen, seni üç talâk boşadım, de." der. Bu durumda, koca, nikâhı ikrar etmiş olmaz ve ona birşey gerekmez.
Şayet onun karısı ise, kadın da nikahından kurtulmuş olur ve başkasıyla evlenmesi mümkün olur. Zehıyr'de de böyledir.
Bir adam, bir kadına karşı, onun nikâhı altında olduğunu iddia ederse: hâkim, kadına yemin verir. İmâmeyn'in kavline göre, burrada yeminden kurtulmak için çâre: Bu kadın, başka bir kocaya gider; artık, kadın nikahlandıktan sonra, yemin istenmez.
Bir adam, karışımı» nikâhını yenilemek istese, bu durumda ona mehir gerekmez. Bunda hilaf yoktur.
Bir baba, kızını bir adama nikahladığında; ondan "mehirden bir şey aldığını ikrar etmesinin" isteseler; bu babanın aldığını ikrar etmesi bâtıldır. Çünkü, o mecliste bulunanlar, bunun yalan olduğunu bilmektedirler.
Bağışa gelince, eğer kız büyük ise, baba: "Ben kızın izniyle şu kadar bağış yapıyorum." der. Sonra da: "Eğer kız, bağışı inkâr ederse, ben onu sana öderim." der ve bu tazminat sahih olur.
Eğer kız, küçük ise; bu hîbe sahih olmaz.
Bir adamın, bir kölesi olur ve onu evlendirmek, ona bir câriye veya hür bir kadın nikahlamak istediği hâlde, bu efendisi o evlenince, işlerinde tembellik yapacağından veya onu evlendikten sonra başkasının satın almaya rağbeti olmayacağından korkarsa; burda hîle (= çâre): Efendisi, köleye: "Sana, şu cariyemi veya şu hür kadım nikahlıyorum. Onun, işi (= boşanma yetkisi) benim elimdedir; istediğim zaman onu boşarım." der. Köle, bu şartı kabul ederse; boşama yetkisi efendinin elinde olur ve onu istediği zaman boşayabiîir.
Bir adam, bir kadını nikahlamak istediğinde; o kadın, bu erkeğin, kendisini o beldeden çıkaracağından veya üzerine evleneceğinden korkar ve yeminsiz olarak ondan bir vesika almayı mu-rad ederse bu duruma (= hîle) çâre şudur;
Bu kadın, kocasının kendisini o beldeden çıkmaması şartiyle mehr-i müsemmâ ile, nefsini ona nikâhlar. Şayet, kocası, bu kadını o beldeden çıkarmak isterse; bu kadına tam mehr-i misil ödemesi gerekir. Bu koca, onun anası bacısı, teyzesi ve benzeri olan diğer kadmların mehr-i mislini ödeyeceğini "şu şu kadar şey" diyerek, ödemesi kendisine ağır gelecek çok bir miktarı mehir olarak ödeyeceğini ikrar eder. Eğer bu koca, kadını o beldeden çıkaracak olursa; o kadınların rnehr-i mislinin tamamını, bu kadın kocasından alır. Kâdî'l-İmâm Ebû Ali en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:
Kocanın bu ikrarı sahih olur.
Âlimlerden bir kısmı: "Bu hîle ikinci şartda caiz diyenlere göre önceki gibi doğrudur. Fakat, ikinci şart caiz değildir; diyenlere göre, sahih değildir. Şayet koca ikrar eylemezse; kadına mehr-i misil vardır; başka değil... Bu hîle de doğru değildir,
Bundan sonra, bu şart caiz olursa;, cevazını söyleyenlere göre bu ikrar caiz olur. O zaman, kadın "ikrar edilen mehrin, mehr-i mislinden fazla olduğunu" bilir o İkrar edilen mehrin tamamını alır. Fakat, durum Allah ile kadının arasında olur.
Kadın için, mehr-i mislinden fazla almaması gerekir. Ancak kocası verirse, o, onun için helâl ve temiz olur. Adam, kadını bu hilenin haricinde nikâhlar ve kocası, onu beldeden çıkarmak ister; kadın da kendisini çıkarması mümkün olmayan bir çare arzu ederse; bunun vechi: Bu kadın, babasına veya oğluna yahut kardeşine borçlu olduğunu söyler ve ikrarına şahit dinletir. Koca onu beldeden çıkarmak isteyince, onun için borç ikrar edilir ve çıkmaktan men edilir. Bu hîle, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir.
İmâm Muhammet} (R.A.)'in kavline göre bu çare değildir. Çünkü İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, borç ikrarı kendi nefsine âit olursa, sahihdir. Kocasına ait olunca, sahih değildir ki bu, kocanın, karısını çıkarmasına mâni olsun.
Şayet kendisi için borç ikrar olunan şahıs, kocanın yemin vermesinden korkarsa "Bu malı ona sattı." der. O takdirde yemin edince, günahkâr olmaz.
Bir adam kızını kölesine nikâhlar ve sonra da efendi ölürse; bu nikâh fâsid olur. Çünkü, bu durumda kız başka bir vâris yoksa bu kölenin mülküyetinin tamamına sahip olur.
Eğer onunla beraber başka bir vâris daha varsa, nerede olursa olsun nikâh fâsid olur.
Eğer efendi kendisinin ölümü ile nikâhın fâsid olmamasını isterse buna çâre:
Bu efendi, o köleyi, mal mukabili mükâtep eder; sonra da, kızını ona nikâhlar. O zaman, kendisinin ölümüyle nikâh fâsid olmaz. Çünkü, kadın babasının ölümüyle ona sahip olamaz. Zira mükâtep mîras değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir kadını nefsine nikâhlar; kadm da bunu kabul eder; kadın da, yakınlarının bunu bilmesini istemezse; nikahlama yetkisini o adama verir ve bu nikâh caiz olur.
Şayet koca, o kadının kimliğini şahitlere belirtmek istemezse, buna hîle (= çare): Kadın nikâh işini, o adama verir; mehir hususunda kendi aralarında anlaşırlar. Sonra da koca şahitlere gelip, onlara: "Ben bir kadım kendime nikâh eyledim ve ona şu kadar meh-rini verdim. O da, buna razı oldu ve nikâh yetkisini bana verdi. Nikâh yetkisini bana veren kadını, şu kadar mehirle kendime nikâh eylediğime sizi şahit tutuyorum." der ve böylece, o kadınla aralarında küfüv (= denklik) varsa nikâh akdi yapılmış olur.
Bu hîleyi (= çareyi) Hassâf söylemiştir.
Şeyhu'I-İmâm Şemsü'l-Eimme cl-Halvânî (R.A.), şöyle buyurmuştur:
Hassâf, nikâhın cevazının ta'rifinde, bu kadarla yetindi. Bazı âlimlerimiz şöyle derledi: Bu, Hassâf in nikâhın cevâzmdaki reyidir. ( = görüşüdür.)
Belh âlimleri böylece hikâye etmişlerdir.
Şemsü'l-Eimme el-Halvânî (R.A.): "Gerçekten Hassâf ilimde çok büyüktür. O, kendisine uyulması sahih olanlar cümlesindendir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
İraâm-ı A'zam, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin zamanında, iki kardeş, iki kız kardeşi nikahladılar. Onlardan herbiri, bilmeyerek diğerinin nikâhlısı ile zifaf oldu. Sabah olunca, durumun farkına vardılar ve bu durumu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye söylediler.
İmâm; "Her biri nikâhlandığı kadını boşasm. Sonra da dâhil olduğu kadını nikâhlasın." buyurdu.
Bu mes'ele, Menâkıb-ı İmâmı A'zam'da şöyle zikredilmiştir:
Küfe'de, eşraftan birinin velime (düğün) yemeğine, âlimler toplanmışlar. İçlerinde İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de var. O günlerde daha genç sayılacak yaşlarda... Sofraya oturmuşlar ve kadınların velvelesini işitmişler.
"Bunlara ne isabet etti?" denilmiş. Bu âlimlere, "yanlışlıkla, iki kardeşin birbirinin nikâhlısına dâhil olduğu" söylenmiş ve: "sofranızda âlimler var. Onlardan bu meseleyi sorunuz." denilmiş ve sormuşlar...
Süfyân-i Sevrî (R.A.): "Hz. Ali (R.A.) şöyle hükmeyledi: Kocaların her biri, o kanların mehirlerini verecek; kadınların her biri de iddet bekleyecek. Iddet tamam olunca da, kocaları onlara dahil olacaklar...
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), parmağını sofranın kenarına koyarak bir şeyi düşünür gibi yaptı. Onun yanında duran şahıs: "Yanında başka bir şey varsa, açıkla..." deyince; Süfyan-ı Sevri (R.A.) öfkelendi ve: "Hz. Ali (R.A.)'nin hükmünden sonra onun yanında ne olacak..." dedi.
O zaman İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Kocaları bana getirin" buyurdu ve getirdiler.
İmâm onların her birine: "Dâhil olduğun kadın hoşuna gitti mi?" diye sordu; ve "evet" cevabını aldı..
Sonra, onların herbirine: "Nikâhlını boşa." dedi; onlar da boşadılar.
Sonra da onların her birini dahil oldukları kadınla nikahladı ve: "Allahu Teâlâ mübarek eylesin." dedi.
Süfyân-ı Sevri (R.A.): "Sen ne yaptın." deyince de: "En güzel vü-cuh; ülfete en yakın, düşmanlığa en uzak olanı budur. Aksi takdirde görmüyormusun ki, her biri iddetin bitmesini bekleyecek; sabredecek... Herbirinin kalbinde, kardeşinin, kendi karısına dâhil olduğu kalacak... Ben ise, her birine "karılarını boşamaların!" söyledim. Aralarında duhûl yok; halvet-i sahiha yok... İddet de gerekmez.
Sonra da her birini cima yaptığı kadınla nikahladım. Nikâhına mâni bir hal de yoktur; Böylece her birisi, dâhil olduğu kadınla beraber kaldı. Hiçbirinin kalbinde, bir.şey yoktur." buyurunca; orada bulunanlar İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'nin zekâsına hayret ve düşüncesinin güzelliğine teaccüp ettiler. Bu hikâyede fikhî açıklama vardır ve bu mes'ele ile yazı sona ermiştir. Mebsût'ta da böyledir. [9]
Konular
- 7- VELAYET, NESEP, DOĞUM VE MİRASLAR HAKKINDAKİ ŞAHİTLİKTEN DÖNMEK
- 8- VASIYYET HUSUSUNDAKİ ŞEHADETTEN DÖNMEK
- 9- HADLER VE CİNAYETLER HUSUSUNDAKİ ŞEHADETLERDEN DÖNMEK
- 10- ŞEHADETE ŞAHİTLİK ETMEKTEN DÖNMEK
- 11- ŞAHİTLİKTEN DÖNMEKLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
- KİTÂBÜ'L-HIYEL
- ŞER'Î ÇARELER)
- 1- HİLENİN CAİZ OLUP OLMADIĞI
- 2- ABDEST VE NAMAZ MESELELERİ İLE İLGİLİ ÇÂRELER
- 3- ZEKÂT MESELELERİ İLE İLGİLİ ŞER'Î ÇARELER
- Zekâtla İlgili Başka Bir Çare Örneği
- Zekatla İlgili Seri Çareye Diğer Bir Örnek
- Zekat Miktarınca Tasaddukta Bulunmak İçin Çare
- 4- ORUÇLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'İ ÇARELER
- 5- HACLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA SERİ ÇARELER
- 6- NİKÂHLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'i ÇARELER
- 7- TALÂKLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA SERİ ÇARELER
- Üç Talâk'la Boşanan Bir Kadının, "Kendisini İkinci Kocanın Boşamıyacağından Korkması" Hâli
- Üç Talâkla Boşanan Kadının İkinci Kocası İle İlgili Başka Bir Çare
- Üç Talakla Boşanan Kadınla İlgili Başka Bir Çare
- 8- MUHÂLLÂA İLE İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'l ÇARELER
- Mühâlaa İle İlgili Başka Bir Çare
- 9- YEMİNLERLE İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'İÇARELER
- Yeminle İlgili Diğer Bir Çare
- Alacağı Alma Hakkında Bir Çare
- "Bu Elbiseyi, Filan Adama Satmıyacağım." Diye Edilen Yemine Çareler:
- "Şu Köleyi Satin Alırsam, O Hürdür" Diye Yemin Eden Şahıs İçin Çâreler:
- Yemekle İlgili Yemin Hakkında Bir Çare
- Nafaka İle İlgili Yemine Çare
- Yine Nafaka İle İlgili Yemin Hakkında Çareler