6- NİKÂHLA İLGİLİ MESELELER HAKKINDA ŞER'i ÇARELER

Bir kadın, bir adamın nikâhlısı olduğunu iddia eder; o adam da bunu inkâr eder; bu hususta da kadının beyyinesi ve istihkakı ol­mazsa, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye, gâze bu durumda, bu nikâh, câri olmaz. Ve bu kadın hâkime: "Benim evlenmem mümkün değildir. Çünkü şu adam, benim kocamdır. Ve o benimle nikâhlı olduğunu inkar ediyor. Ona emret de beni boşasın; ben de diğeri ile evlene­yim." derse; bu durumda, kocanın, bu kadını boşaması (= talâk) mümkün değildir. Çünkü talâk, nikâhı ikrar ile olur.

Bu durumda ne yapılabilir?

ŞeyhıTI-İraânıü'z-Zâhid AK el-Pezdevî, şöyle buyurmuştur:

Hâkim, o kocaya şöyle der:

"Sen, bu kadına: "Eğer benim karım isen, seni üç talâk boşa­dım, de." der. Bu durumda, koca, nikâhı ikrar etmiş olmaz ve ona birşey gerekmez.

Şayet onun karısı ise, kadın da nikahından kurtulmuş olur ve başkasıyla evlenmesi mümkün olur. Zehıyr'de de böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı, onun nikâhı altında olduğunu id­dia ederse: hâkim, kadına yemin verir. İmâmeyn'in kavline göre, burrada yeminden kurtulmak için çâre: Bu kadın, başka bir kocaya gi­der; artık, kadın nikahlandıktan sonra, yemin istenmez.

Bir adam, karışımı» nikâhını yenilemek istese, bu durumda ona mehir gerekmez. Bunda hilaf yoktur.

Bir baba, kızını bir adama nikahladığında; ondan "mehirden bir şey aldığını ikrar etmesinin" isteseler; bu babanın aldığını ikrar etmesi bâtıldır. Çünkü, o mecliste bulunanlar, bunun yalan olduğu­nu bilmektedirler.

Bağışa gelince, eğer kız büyük ise, baba: "Ben kızın izniyle şu kadar bağış yapıyorum." der. Sonra da: "Eğer kız, bağışı inkâr eder­se, ben onu sana öderim." der ve bu tazminat sahih olur.

Eğer kız, küçük ise; bu hîbe sahih olmaz.

Bir adamın, bir kölesi olur ve onu evlendirmek, ona bir câri­ye veya hür bir kadın nikahlamak istediği hâlde, bu efendisi o evle­nince, işlerinde tembellik yapacağından veya onu evlendikten sonra başkasının satın almaya rağbeti olmayacağından korkarsa; burda hîle (= çâre): Efendisi, köleye: "Sana, şu cariyemi veya şu hür kadım nikahlıyorum. Onun, işi (= boşanma yetkisi) benim elimdedir; iste­diğim zaman onu boşarım." der. Köle, bu şartı kabul ederse; boşa­ma yetkisi efendinin elinde olur ve onu istediği zaman boşayabiîir.

Bir adam, bir kadını nikahlamak istediğinde; o kadın, bu er­keğin, kendisini o beldeden çıkaracağından veya üzerine evlenece­ğinden korkar ve —yeminsiz olarak— ondan bir vesika almayı mu-rad ederse bu duruma (= hîle) çâre şudur;

Bu kadın, kocasının kendisini o beldeden çıkmaması şartiyle mehr-i müsemmâ ile, nefsini ona nikâhlar. Şayet, kocası, bu kadını o beldeden çıkarmak isterse; bu kadına tam mehr-i misil ödemesi ge­rekir. Bu koca, onun anası bacısı, teyzesi ve benzeri olan diğer kadmların mehr-i mislini ödeyeceğini "şu şu kadar şey" diyerek, öde­mesi kendisine ağır gelecek çok bir miktarı mehir olarak ödeyeceği­ni ikrar eder. Eğer bu koca, kadını o beldeden çıkaracak olursa; o kadınların rnehr-i mislinin tamamını, bu kadın kocasından alır. Kâdî'l-İmâm Ebû Ali en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:

Kocanın bu ikrarı sahih olur.

Âlimlerden bir kısmı: "Bu hîle ikinci şartda caiz diyenlere göre önceki gibi doğrudur. Fakat, ikinci şart caiz değildir; diyenlere gö­re, sahih değildir. Şayet koca ikrar eylemezse; kadına mehr-i misil vardır; başka değil... Bu hîle de doğru değildir,

Bundan sonra, bu şart caiz olursa;, cevazını söyleyenlere göre bu ikrar caiz olur. O zaman, kadın "ikrar edilen mehrin, mehr-i mis­linden fazla olduğunu" bilir o İkrar edilen mehrin tamamını alır. Fa­kat, durum Allah ile kadının arasında olur.

Kadın için, mehr-i mislinden fazla almaması gerekir. Ancak ko­cası verirse, o, onun için helâl ve temiz olur. Adam, kadını bu hile­nin haricinde nikâhlar ve kocası, onu beldeden çıkarmak ister; ka­dın da kendisini çıkarması mümkün olmayan bir çare arzu ederse; bunun vechi: Bu kadın, babasına veya oğluna yahut kardeşine borç­lu olduğunu söyler ve ikrarına şahit dinletir. Koca onu beldeden çı­karmak isteyince, onun için borç ikrar edilir ve çıkmaktan men edi­lir. Bu hîle, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir.

İmâm Muhammet} (R.A.)'in kavline göre bu çare değildir. Çünkü İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, borç ikrarı kendi nefsine âit olursa, sahihdir. Kocasına ait olunca, sahih değildir ki bu, kocanın, karısını çıkarmasına mâni olsun.

Şayet kendisi için borç ikrar olunan şahıs, kocanın yemin ver­mesinden korkarsa "Bu malı ona sattı." der. O takdirde yemin edince, günahkâr olmaz.

Bir adam kızını kölesine nikâhlar ve sonra da efendi ölürse; bu nikâh fâsid olur. Çünkü, bu durumda kız —başka bir vâris yoksa— bu kölenin mülküyetinin tamamına sahip olur.

Eğer onunla beraber başka bir vâris daha varsa, —nerede olur­sa olsun— nikâh fâsid olur.

Eğer efendi kendisinin ölümü ile nikâhın fâsid olmamasını is­terse buna çâre:

Bu efendi, o köleyi, mal mukabili mükâtep eder; sonra da, kı­zını ona nikâhlar. O zaman, kendisinin ölümüyle nikâh fâsid olmaz. Çünkü, kadın babasının ölümüyle ona sahip olamaz. Zira mükâtep mîras değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kadını nefsine nikâhlar; kadm da bunu kabul eder; kadın da, yakınlarının bunu bilmesini istemezse; nikahlama yet­kisini o adama verir ve bu nikâh caiz olur.

Şayet koca, o kadının kimliğini şahitlere belirtmek istemezse, buna hîle (= çare): Kadın nikâh işini, o adama verir; mehir husu­sunda kendi aralarında anlaşırlar. Sonra da koca şahitlere gelip, on­lara: "Ben bir kadım kendime nikâh eyledim ve ona şu kadar meh-rini verdim. O da, buna razı oldu ve nikâh yetkisini bana verdi. Ni­kâh yetkisini bana veren kadını, şu kadar mehirle kendime nikâh ey­lediğime sizi şahit tutuyorum." der ve böylece, o kadınla —aralarında küfüv (= denklik) varsa— nikâh akdi yapılmış olur.

Bu hîleyi (= çareyi) Hassâf söylemiştir.

Şeyhu'I-İmâm Şemsü'l-Eimme cl-Halvânî (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Hassâf, nikâhın cevazının ta'rifinde, bu kadarla yetindi. Bazı âlim­lerimiz şöyle derledi: Bu, Hassâf in nikâhın cevâzmdaki reyidir. ( = görüşüdür.)

Belh âlimleri böylece hikâye etmişlerdir.

Şemsü'l-Eimme el-Halvânî (R.A.): "Gerçekten Hassâf ilimde çok bü­yüktür. O, kendisine uyulması sahih olanlar cümlesindendir." bu­yurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

İraâm-ı A'zam, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin zamanında, iki kardeş, iki kız kardeşi nikahladılar. Onlardan herbiri, —bilmeyerek— diğerinin nikâhlısı ile zifaf oldu. Sabah olunca, durumun farkına vardılar ve bu durumu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye söylediler.

İmâm; "Her biri nikâhlandığı kadını boşasm. Sonra da dâhil ol­duğu kadını nikâhlasın." buyurdu.

Bu mes'ele, Menâkıb-ı İmâmı A'zam'da şöyle zikredilmiştir:

Küfe'de, eşraftan birinin velime (düğün) yemeğine, âlimler top­lanmışlar. İçlerinde İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de var. O günlerde daha genç sayılacak yaşlarda... Sofraya oturmuşlar ve kadınların velvele­sini işitmişler.

"Bunlara ne isabet etti?" denilmiş. Bu âlimlere, "yanlışlıkla, iki kardeşin birbirinin nikâhlısına dâhil olduğu" söylenmiş ve: "sof­ranızda âlimler var. Onlardan bu meseleyi sorunuz." denilmiş ve sormuşlar...

Süfyân-i Sevrî (R.A.): "Hz. Ali (R.A.) şöyle hükmeyledi: Kocala­rın her biri, o kanların mehirlerini verecek; kadınların her biri de iddet bekleyecek. Iddet tamam olunca da, kocaları onlara dahil olacaklar...

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), parmağını sofranın kenarına koyarak bir şeyi düşünür gibi yaptı. Onun yanında duran şahıs: "Yanında başka bir şey varsa, açıkla..." deyince; Süfyan-ı Sevri (R.A.) öfkelen­di ve: "Hz. Ali (R.A.)'nin hükmünden sonra onun yanında ne ola­cak..." dedi.

O zaman İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Kocaları bana getirin" bu­yurdu ve getirdiler.

İmâm onların her birine: "Dâhil olduğun kadın hoşuna gitti mi?" diye sordu; ve "evet" cevabını aldı..

Sonra, onların herbirine: "Nikâhlını boşa." dedi; onlar da boşadılar.

Sonra da onların her birini dahil oldukları kadınla nikahladı ve: "Allahu Teâlâ mübarek eylesin." dedi.

Süfyân-ı Sevri (R.A.): "Sen ne yaptın." deyince de: "En güzel vü-cuh; ülfete en yakın, düşmanlığa en uzak olanı budur. —Aksi takdirde— görmüyormusun ki, her biri iddetin bitmesini bekleyecek; sabredecek... Herbirinin kalbinde, kardeşinin, kendi karısına dâhil olduğu kalacak... Ben ise, her birine "karılarını boşamaların!" söy­ledim. Aralarında duhûl yok; halvet-i sahiha yok... İddet de gerekmez.
Sonra da her birini cima yaptığı kadınla nikahladım. Nikâhına mâni bir hal de yoktur; Böylece her birisi, dâhil olduğu kadınla be­raber kaldı. Hiçbirinin kalbinde, bir.şey yoktur." buyurunca; orada bulunanlar İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'nin zekâsına hayret ve düşüncesi­nin güzelliğine teaccüp ettiler. Bu hikâyede fikhî açıklama vardır ve bu mes'ele ile yazı sona ermiştir. Mebsût'ta da böyledir. [9]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..