Namazda Tertib :
Namazın farzlarından biri de, tertib kasdıyle, kıyamı rükûdan Önce ve rükûyu sücûddan önce yapmaktır. Hattâ eğer musallî, kıyamdan önce rükû eylese veya rükûdan önce secde eylese, caiz olmaz. Çünkü namaz ancak bu tertîb ile kâimdir. Kâfî'de de böyle zikredilmiştir.
Bunun hakikati şudur: Şüphesiz namaz efâl-i şer'Iyyedendir. [83] İmdi o namaz için şer'an maddî cüzlerden meydâna gelmiş bir mahiyet vardır ki, o maddî cüzler (zahirî kısımlar - «eczâ-i maddiyye») : Kıyam, rükû ve sücûddur. Yine namazın sûrî cüzden (şekli kısımlar) meydana gelen heyeti vardır ki o da : Kıyamı rükûdan önce ve rükûu sücûdtlan önce yapmaktır.
Musannif, kıraati zikretmemiştir. Bununla beraber kıraat; kıyam, rükû ve sücûd gibi maddî cüzlerdendir. Çünkü sûrî cüzün meydana gelişinde kıraatin alâkası ve te'siri yoktur. Zira şeriat, diğer rükünler için ta'yin ettiği gibi, kıraat için farzıyyet yoluyla husûsî bir manâ! ta'yin etmemiştir.
Bilâkis kıraati, mutlak namaz için farz kılmıştır. Hattâ ilk iki rek'-atta kıraat terk edilip ikinci iki rek'atta bulunsa, namaz sahih olur. [84] Eğer kıraat tamamıyle terk edilse, o zaman namaz sahîh olmaz. İmdi bu ince sırdan (sebebten) dolayı, Fukahâ, kıraat ile rükû arasında tertibe riâyet etmeyi, farzlardan değil, vâciblerden saymışlardır.
Erkânda tertibe riâyet vâcib olması için, «Musallî şayet kıyamdan önce rükû eylese» diye misâl vermekle iktifa etmişlerdir. Kâfi sahibinin «Namazda vâki olan hades babı» nm sonlarında söylediği şey bunu teyid eder. Şöyle ki: .Şer'iyyeti müttehid (bir) olan şeyin suret ve ma'nâ yönünden varlığına yerinde riâyet edilir. Çünkü tertib, zikredildiği gibi meşru olmuştur. İmdi, şayet musallî onu değiştirse, şüphesiz meşru fiili ters-yüz etmiş olurdu. Halbuki meşrûyu ters-yüz etmek bâtıldır. Bundan, Hidâye sahibinin vâcibleri sayarken fiillerden mükerreren meşru olan şeyde tertibe riâyet edilmesi sözünün hakikâti ma'Iûm olur ki, şüphesiz Hidâye sahibi o «mükerreren meşru olan şey» ile, secde gibi, bir rek'atta mükerreren meşru olan şeyi kasdetmektedir. İmdi musallî,, ikinci secdesini unutarak terk edip kalksa ve namazı tamam ettiğinde hatırına gelse, terk ettiği secdeyi eda etmesi vâcib olur. Sehv için dahî secde eder. Nitekim açıklaması daha önce geçti.
Hidâye sahibi bununla, rükû gibi, namazda mükerrer olmayan meşru bulunan şeyden sakınmiştır. Zira rükû, şayet secdeden sonra vâki olsa, o rek'at bil'icmâ sayılmış olmaz. [85] Bunu «Hidâye sarihlerin zikretmiştir. Hattâ Celâliyye'de zikredilmiştir ki: Her rek'atta şer'iyyeti müttehid (bir) olan şeyde, meselâ kıyam ve rükûda tertib farzdır. Her rek'atte şer'iyyeti müteaddid (birden fazla) olan şeyde sücûd gibi - tertîb farz değildir. Hattâ musallînin, birinci rek'atte secdeyi terk etmiş olduğu, ikinci rek'atın rükûunda hatırına gelse ve rükûundan inip secde etse, rükûu iade etmesi lâzım gelmez.
Eğer, ikinci secde birinci gibi farzdır ve maddî kısımlardandır. İkisi arasında tertibe riâyeti vâcib kılıb, farz kılmamakda sır nedir? denilirse, cevaben biz deriz ki: Şüphesiz secdenin aslı Yüce Allah' (C.C.) in (üscüdû) yâni «secde ediniz» kavli şerifi ile sabittir,
tekrar edilmesi ise Resûlüllah' (S.A.V.) in fiili iledir. Nitekim yukarıda geçti. İmdi, birinci secde yerinde yapılınca, nassın (Kur'ân-ı Kerîm'-in) icabı olarak, farz olan tertib meydana gelmiş olur. Eğer iki secde arasında tertib farz kılmsaydı, fi'len [86] sabit olan ile nass ile sabit olanın eşit olması gerekirdi. Halbuki mertebe yönünden birinci, ikinciden daha yüksektir.
Yine, Zahîre'de söylenen şeyin hakikâtinin şu olduğu anlaşılmaktadır : Rüknün önceliği - meselâ kıraatten önce rükû etmek gibi -bizim üç müctehid imâmıza göre; tertibin gözetilmesi vâcib olduğu içindir. İmâm Züfer (Rh.A.) bunun ayrı görüştedir. Çünkü rüknün önceliğinin mânâsı; bu şekilde tertibe riâyet bilhassa, üç müctehid imâm nazarında vâcib, İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, farz demektir. Zira bu hususu İmâm Züfer (Rh.A.); kıyam, rükû ve sücûd gibi, tertib edilmiş rükünlere kıyâs eder. Üç müctehid İmâm (yâni: İmâm A'zam (Rh.A.), Ebû Yûsuf (Rh.A.) ve Muhammed (Rh.A.)) kıraat ile üç rüknün arasım söylediklerimizle ayırırlar.
Burada zikredilen şeylerin tamamından anlaşılır ki; Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın sözü kusurludur. Şöyleki:
1- Kusurlu olması; SadruY-Şerîa' (Rh.A.) nın «tekerrür edende ifâdesi kayd değildir. İlâ âhır» Hidâye sarihlerinin açıkladıkları şeye aykırı olduğu içindir. Bir rek'atte mükerrer olmayıp meşru bulunan şeyden sakınmıştır. Meselâ; rükû gibi ki, rükû secdeden sonra vâki olsa, itibâr edilen husus meydana gelmiş olmaz.
2- Kusurlu olmasında ikinci husus : «Hidâye sarihleri)) nin, rüknün önceliğinin benzeri için, kıraatten önce rükûu delil olarak getirmelerinin, üzerinde konuştuğumuzla ilgisi yoktur. Nitekim malûmdur ki: kıraat; tertibde alâkası olan rükünlerden değildir.
3- Kusurlu olmasının üçüncü hususu : Ma'lûmdur ki. «Tertibe riâyet mutlaka vâcibdir» sözü hakikate uygun değildir. Çünkü husûsiyle bir şekilde tertibe riâyetin vâcib olmasından, o husûsdan hâlî olan diğer şekilde tertibe riâyetin vâcib olması lâzım gelmez.
4- Kusurlu ve bozuk' olmasında dördüncü husus : Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın, «Benim hatırıma geliyor ki, tekerrürden maksad, farzıyyet yoluyla tekerrür edendir.» sözü,» hatıra gelmemesi icâb eden şeylerdendir. Çünkü buradaki söz, erkânda tertibe riâyet husûsundadır. Nitekim kendisi bizzat bunu itiraf etmiştir.
Açış tekbiri (tahrînıe - iftitâh) - daha önce geçti - bir rükn değildir. Bilâkis şarttır. Son ka'de - ki yakında açıklaması gelecektir -açış tekbiri gibi rükn değildir. Teslim edilse bile; İki şeyin (rüknün) arasında tertibe riâyet ancak, imkân hâsıl olsun diye, o ikisi arasında olan tertibi bozmak mümkün olduğu zaman, farz olur. Son oturuş (ka'de-i ahîre) ise kendi nefsinde sondur. Açış tekbîri de kendi nefsinde açış tekbîridir. İkisi arasında tertibin bozulmasını kabul etmez, o halde Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın anlattıklarını, Hidâye sahibinin sözleri-rini ve tahkikini [87] nasıl îzâh olabilir? Bu makamın sırlarını keşfe ve tahkike beni muvaffak kılan Yüce Allah' (C.C.) a ha m d olsun.
Burada bazı eski (selef) âlimler ile müeteh idi erin sözlerini tenkide hırslı olan kimseler öyle düşüklükler yapmışlardır ki hallerine bakan kendini şaşmaktan alamaz, şâir sözlerini de buradakine kıyâs eder. [88]
Bunun hakikati şudur: Şüphesiz namaz efâl-i şer'Iyyedendir. [83] İmdi o namaz için şer'an maddî cüzlerden meydâna gelmiş bir mahiyet vardır ki, o maddî cüzler (zahirî kısımlar - «eczâ-i maddiyye») : Kıyam, rükû ve sücûddur. Yine namazın sûrî cüzden (şekli kısımlar) meydana gelen heyeti vardır ki o da : Kıyamı rükûdan önce ve rükûu sücûdtlan önce yapmaktır.
Musannif, kıraati zikretmemiştir. Bununla beraber kıraat; kıyam, rükû ve sücûd gibi maddî cüzlerdendir. Çünkü sûrî cüzün meydana gelişinde kıraatin alâkası ve te'siri yoktur. Zira şeriat, diğer rükünler için ta'yin ettiği gibi, kıraat için farzıyyet yoluyla husûsî bir manâ! ta'yin etmemiştir.
Bilâkis kıraati, mutlak namaz için farz kılmıştır. Hattâ ilk iki rek'-atta kıraat terk edilip ikinci iki rek'atta bulunsa, namaz sahih olur. [84] Eğer kıraat tamamıyle terk edilse, o zaman namaz sahîh olmaz. İmdi bu ince sırdan (sebebten) dolayı, Fukahâ, kıraat ile rükû arasında tertibe riâyet etmeyi, farzlardan değil, vâciblerden saymışlardır.
Erkânda tertibe riâyet vâcib olması için, «Musallî şayet kıyamdan önce rükû eylese» diye misâl vermekle iktifa etmişlerdir. Kâfi sahibinin «Namazda vâki olan hades babı» nm sonlarında söylediği şey bunu teyid eder. Şöyle ki: .Şer'iyyeti müttehid (bir) olan şeyin suret ve ma'nâ yönünden varlığına yerinde riâyet edilir. Çünkü tertib, zikredildiği gibi meşru olmuştur. İmdi, şayet musallî onu değiştirse, şüphesiz meşru fiili ters-yüz etmiş olurdu. Halbuki meşrûyu ters-yüz etmek bâtıldır. Bundan, Hidâye sahibinin vâcibleri sayarken fiillerden mükerreren meşru olan şeyde tertibe riâyet edilmesi sözünün hakikâti ma'Iûm olur ki, şüphesiz Hidâye sahibi o «mükerreren meşru olan şey» ile, secde gibi, bir rek'atta mükerreren meşru olan şeyi kasdetmektedir. İmdi musallî,, ikinci secdesini unutarak terk edip kalksa ve namazı tamam ettiğinde hatırına gelse, terk ettiği secdeyi eda etmesi vâcib olur. Sehv için dahî secde eder. Nitekim açıklaması daha önce geçti.
Hidâye sahibi bununla, rükû gibi, namazda mükerrer olmayan meşru bulunan şeyden sakınmiştır. Zira rükû, şayet secdeden sonra vâki olsa, o rek'at bil'icmâ sayılmış olmaz. [85] Bunu «Hidâye sarihlerin zikretmiştir. Hattâ Celâliyye'de zikredilmiştir ki: Her rek'atta şer'iyyeti müttehid (bir) olan şeyde, meselâ kıyam ve rükûda tertib farzdır. Her rek'atte şer'iyyeti müteaddid (birden fazla) olan şeyde sücûd gibi - tertîb farz değildir. Hattâ musallînin, birinci rek'atte secdeyi terk etmiş olduğu, ikinci rek'atın rükûunda hatırına gelse ve rükûundan inip secde etse, rükûu iade etmesi lâzım gelmez.
Eğer, ikinci secde birinci gibi farzdır ve maddî kısımlardandır. İkisi arasında tertibe riâyeti vâcib kılıb, farz kılmamakda sır nedir? denilirse, cevaben biz deriz ki: Şüphesiz secdenin aslı Yüce Allah' (C.C.) in (üscüdû) yâni «secde ediniz» kavli şerifi ile sabittir,
tekrar edilmesi ise Resûlüllah' (S.A.V.) in fiili iledir. Nitekim yukarıda geçti. İmdi, birinci secde yerinde yapılınca, nassın (Kur'ân-ı Kerîm'-in) icabı olarak, farz olan tertib meydana gelmiş olur. Eğer iki secde arasında tertib farz kılmsaydı, fi'len [86] sabit olan ile nass ile sabit olanın eşit olması gerekirdi. Halbuki mertebe yönünden birinci, ikinciden daha yüksektir.
Yine, Zahîre'de söylenen şeyin hakikâtinin şu olduğu anlaşılmaktadır : Rüknün önceliği - meselâ kıraatten önce rükû etmek gibi -bizim üç müctehid imâmıza göre; tertibin gözetilmesi vâcib olduğu içindir. İmâm Züfer (Rh.A.) bunun ayrı görüştedir. Çünkü rüknün önceliğinin mânâsı; bu şekilde tertibe riâyet bilhassa, üç müctehid imâm nazarında vâcib, İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, farz demektir. Zira bu hususu İmâm Züfer (Rh.A.); kıyam, rükû ve sücûd gibi, tertib edilmiş rükünlere kıyâs eder. Üç müctehid İmâm (yâni: İmâm A'zam (Rh.A.), Ebû Yûsuf (Rh.A.) ve Muhammed (Rh.A.)) kıraat ile üç rüknün arasım söylediklerimizle ayırırlar.
Burada zikredilen şeylerin tamamından anlaşılır ki; Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın sözü kusurludur. Şöyleki:
1- Kusurlu olması; SadruY-Şerîa' (Rh.A.) nın «tekerrür edende ifâdesi kayd değildir. İlâ âhır» Hidâye sarihlerinin açıkladıkları şeye aykırı olduğu içindir. Bir rek'atte mükerrer olmayıp meşru bulunan şeyden sakınmıştır. Meselâ; rükû gibi ki, rükû secdeden sonra vâki olsa, itibâr edilen husus meydana gelmiş olmaz.
2- Kusurlu olmasında ikinci husus : «Hidâye sarihleri)) nin, rüknün önceliğinin benzeri için, kıraatten önce rükûu delil olarak getirmelerinin, üzerinde konuştuğumuzla ilgisi yoktur. Nitekim malûmdur ki: kıraat; tertibde alâkası olan rükünlerden değildir.
3- Kusurlu olmasının üçüncü hususu : Ma'lûmdur ki. «Tertibe riâyet mutlaka vâcibdir» sözü hakikate uygun değildir. Çünkü husûsiyle bir şekilde tertibe riâyetin vâcib olmasından, o husûsdan hâlî olan diğer şekilde tertibe riâyetin vâcib olması lâzım gelmez.
4- Kusurlu ve bozuk' olmasında dördüncü husus : Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın, «Benim hatırıma geliyor ki, tekerrürden maksad, farzıyyet yoluyla tekerrür edendir.» sözü,» hatıra gelmemesi icâb eden şeylerdendir. Çünkü buradaki söz, erkânda tertibe riâyet husûsundadır. Nitekim kendisi bizzat bunu itiraf etmiştir.
Açış tekbiri (tahrînıe - iftitâh) - daha önce geçti - bir rükn değildir. Bilâkis şarttır. Son ka'de - ki yakında açıklaması gelecektir -açış tekbiri gibi rükn değildir. Teslim edilse bile; İki şeyin (rüknün) arasında tertibe riâyet ancak, imkân hâsıl olsun diye, o ikisi arasında olan tertibi bozmak mümkün olduğu zaman, farz olur. Son oturuş (ka'de-i ahîre) ise kendi nefsinde sondur. Açış tekbîri de kendi nefsinde açış tekbîridir. İkisi arasında tertibin bozulmasını kabul etmez, o halde Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın anlattıklarını, Hidâye sahibinin sözleri-rini ve tahkikini [87] nasıl îzâh olabilir? Bu makamın sırlarını keşfe ve tahkike beni muvaffak kılan Yüce Allah' (C.C.) a ha m d olsun.
Burada bazı eski (selef) âlimler ile müeteh idi erin sözlerini tenkide hırslı olan kimseler öyle düşüklükler yapmışlardır ki hallerine bakan kendini şaşmaktan alamaz, şâir sözlerini de buradakine kıyâs eder. [88]
Konular
- Mekruh Vakitler :
- Ezan Babı
- Namazın Şartları Babı
- Necasetten Temizlenmek :
- Avreti Örtmek :
- Kıbleye Yönelmek :
- Niyet Etmek:
- Namazın Sıfatı Babı
- İlk Tekbir (Tahrîme) ;
- Kıyam :
- Kıraat :
- Rükû' :
- Secde :
- Ka'de Ve Teşehhüd :
- Ka'de-İ Ahire:
- Namazda Tertib :
- Namazdan Kendi Sunu (Fiili) İle Çıkmak :
- Namazın Diğer Vâcibleri :
- Namazın Edebleri :
- İmamet Hakkında Bir Fasıl [95]
- Namazda Gizli Veya Açıkdan Okumak :
- Namazlarda Kıraatin Miktarı
- İmâma Uyan Kimsenin Kıraati :
- Cemaat :
- İmamet:
- Kadınların Îmâmeti Ve Cemâati :
- İktidâ Meselesi :
- Namazda Kadınların Erkekler İle Bir Hizada Bulunması :
- İktidâyı Meneden Durumlar :
- İktidâ Konuları İçin Ek