Rehn Edilen  Şeyler Hakkında  Bir  Fasıl

Bir kimse, kıymeti on dirhem eden üzüm şırasını (asîri), on dir­hem borca rehn verse; şıra, rehu alan kimsenin yanında şarâb olup sonra sirke olsa, sirkenin kıymeti de on dirheme eşit olsa, sirke on dirheme rehin olarak kalır. Uygun olan, relinin bâtıl olması İdi. Çün­kü şıra, şarâb olmakla ödemeye elverişli olmakdan çıkınındır. Zîrâ kıy­meti hâiz mal olarak kalmamıştır. Şarâb oidukdan sonra rehnin bâtıl olmamasına sebeb; çünkü şarâb. sirke olmakla sadede geri dönmek yolundadır. (Satmak için mahal olan şey, maliyet i'tibâriyle rehne de mahal olduğu için rehinliği bâtıl olmaz.) Bundan dolayı, bir kimse şıra satın alır da, teslim alınmazdan önce şarab olursa, satış bâtıl ol­maz. Çünkü sirke olmak ihtimâli vardır. Rehn olması da böyledir.

Kıymeti on dirhem eden koyunun, on dirheme rehn olması da şıranın rehn olması gibidir. İmdi rehn olan koyun boğazlamaksızm ölse, rehn alan kimse onun derisini debagat etse; defoâğattan sonra bir -dirheme müsâvî olsa, o deri bir dirheme rehn olur. Çünkü rehn, helâkla tekarrür eder. Şayet mahallin bir kısmı elverişli (sâlih) olur­sa, o miktara hükmü avdet eder- (geri döner). Satılan koyun teslim alınmazdan önce ölür ve debagat olunursa, bu, rehnin aksinedir. O zaman satış, sahîhan avdet etmez. Çünkü satış, teslim almazdan ön­ce malın helak olmasiyle bozulur. Bozulan ise, geri dönmez. Ba'zıları; «Satış da, rehn gibi avdet eder.» demişlerdir.

Rehnin — yavrusu, sütü, yünü ve meyvesi gibi — üremesi, rehn koyan kimsenindir ve o nema (artan şey), ash ile beraber rehndir. Çünkü nema, asla tâbidir ve rehn lâzım olan haktır, nemaya geçer. Eğer o artan şey helak olursa, bir şeysiz helak olur. Çünkü tâbi olan şeyler için, asla karşılık olan şeyden pay yoktur. Çünkü maksûd ola­rak akde dâhil değildirler. Eğer, artan şey kalıp asi helak olursa, rehn koyan kimse onu hisseslyle rehinlikden kurtarır. Borç, relin olan ne­manın rehinlikden kurtarıldığı günde-ki kıymeti üzere taksim edilir. Asi ise,  rehnin  teslim  alındığı gündeki  kıymeti  üzere  taksim  edilir.

Çünkü rehn, teslim almakla garantilidir. Şayet vaktine kadar kalır­sa, fazlalık rehni çözmekle maksûd olur. Tâbi olan şey, satılan şeyin yavrusu gibi maksûd ise, ona bir şey mukabil olur. Çünkü o yavru için teslim alınmazdan önce semenden hisse -yoktur. Şayet müşteri sa­tılan şeyi teslim alsa ve o şey teslim almakla maksûd olsa, onun için semenden hisse olur.

Borçdan asla isabet eden şey düşer. Çünkü o, mak.sûd olduğu hâl­de asla karşılık olur. Bu mes'elenin sureti şudur: Bir adam, bir ada­ma; kıymeti 'bin dirheme eşit olan bir cariyeyi bin dirheme rehn koy-dukda, o cariyeden kıymeti bin dirheme eşit olan bir çocuk meydana gelse, 'borç, yansı câriye karşılığında ve 'yansı da çocuk karşılığında, câriye rehnin çözülmesine kadar kalmak partiyle, o câriye ile çocuk üzere taksim edilir. Hattâ câriye helak olup rehnin kurtarılması vak­tine kadar çocuk kalsa; câriye, borçdan payına düşen yârımla helak olur. O da, beşyüz dirhemdir. Zikredilen şartla çocuk beşyüz dirheme kalır. Relin koyan kimse, o artanı payına düşen şeyle çözer.

Ziyâde, relinde sahilidir. Meselâ; kıymeti on akçalık bir giysiyi on akçaya rehn koydukdan sonra, rehn koyan kimse birinci ile beraber rehn olması için bir başka giysi daha eklese, sahih olur.

. Borçda ziyâde sahih değildir. Meselâ; rehn koyan kimse, rehn ala­na; «Senin yanında rehn olan köle bin akçatya rehn olmak üzzere, 'bana diğer bir beşyüz akça daha foorç ver.» der.

Fark şudur: Fakîhler arasında mukarrer olan asıl şudur ki; ak-din aslına katılması, ancak ziyâde ma'kûd'ün-aleyhde veya ma'kûd'ün-bihde olursa, tasavvur edilir. Borçda ziıyâde ise, bunlardan hiçbiri de­ğildir. Borçda ziyâdenin ma'kûd'ün-aleyh olmadığı açıktır. Ma'kûd'ün-bih olmaması ise, rehnden önce sebebiyle bulunduğu içindir. Rehn, borcun aksinedir. Çünkü rehn, ma'kûd'ün-aleyhdir. Zîrâ o, rehn ak­dinden önce habsedilmiş olmaz ve akdin bitmesinden sonra da bakî kalmaz.

i Bir ikimse kıymeti bin dirheme eşit olan bir köleyi rehn etse ve O'nun yerine rehn olarak O'na müsavi bir. köle verse; birinci köle, râ-hinine geri verilinceye kadar, rehndir. Mürtehin, ikinci köleyi birinci kölenin yerine rehn kılıncaya kadar, ikinci kölede.emanetçidir, çün­kü birinci köle, teslim almak (kabz) ve borç (deyn) ile mürtehinin garantisi altına girmiştir. İmdi kaibz ve borç bakî oldukça, köle ga­rantiden  çıkmaz.   Ancak,  teslim almanın   (kazbin)   bozulmasiyle  çıkar. Birinci köle, nıürtehinhı garantisinde oldukça, ikinci köle garan­tiye girmez. Çünkü râhin ile mürtehhı, ikisinden birinin garantisine razı olmuşlardır. Birincisi ortadan kalkınca, ikincisi, mürtehinin ga­rantisine girer.

Bundan sonra, denilmiştir ki: Mürtehinin kabzı yenilemesi şart­tır. Çünkü mürtehinin eli, ikincisi üzere emânet eli (yed'i) dir. Râhi-nin eli, istifa ve ödeme elidir. İmdi emânet eli, vahinin elinin yerini tutmaz. Ba'zılan; «Kabzı yenilemek şart değildir.» demişlerdir. Çün­kü rehn, hîbe gibi teberru'dur ve kendisi emânettir. Nitekim bilirsin ki, emânetin kabzı, teslim alınması yerine geçer.
Mürtehin, râhin i borcundan kurtaısa, ruhin de o ibrayı kabul et­se veya mürtehin alacağını ralline hibe e*se, rehn de, sahibi tarafın­dan men etmeksizin mürtehinin elinde helak olsa; o rehn istihsâna göre, meccânen helak olur. İmâm Züfer (Rh.A.), «Mürtehin, ralline relinin kıymetini öder.» demiştir. Kıyâs tla budur. Çünkü teslim al­mak (kabz) ödemek üzere vâki1 olmuştur. İmdi kabz bakî kaldıkça, o da bu vechîe kalır.

İstihsâlim vechi şudur: Rehnin ödenmesi, kabz ve borç (deyn) i'tibâriyledir. Çünkü o, istifa ödemesidir. Eli ise, ancak borç (deyn) i'tibâriyle tehakkuk eder. İbra ile, ikisinden biri —ki borçtur— bakî kalmaz. İki vasıflı bir illetle sabit olan hüküm, o vasıfların biri orta­dan kalkmakla yok olur. Bundan dolayı rehni geri verirse, ödemek sakıt olur. Çünkü her ne kadar borç kalsa da, kabz yoktur. Keza; borçdan ibra ederse, ödeme sakıt olur. Zîrâ her ne kadar kabz bakî ise de, borç yoktur.

Şayet mürtehin alacağını tamâmiyle alsa veya râhînin yâhûd te-berruan veren birinin ödemesiyle bir kısmını alsa veya o deyn ile bir mal satın alsa veya borçtan dolayı bir mal üzerine sulh olsa veya râ­hin, mürtehini, başka birinde olan alacağına havale etmek suretiyle anlaşsa da mürtehinin elinde helak olsa, o rehn borç (deyn) ile helak olur. Çünkü borcun kendisi, istifa ve benzeri ile düşmez. Nitekim te-karrur etmiştir ki, borçlar emsali ile ödenirler, kendileri ile ödenmez­ler. Lâkin fayda olmadığı için, hakkı tam anîamiyle almak (istifa) imkânsızdır. Çünkü istifa, mislini mutâlebeyi izler.

Şayet rehn helak olsa, birinci istifa karar kılıp, ikinci istifa bo­zulur. Rallinin veyâ ıtıütetavvı'ın veyâ satın alımının veya sulhun ifâsı suretlerinde mürtehin teslim aldığı şeyi, edâ eden kimseye geri verir. Havale bâtıl olur ve rehn borçla helak olar. Çünkü havale, bor­cu düşürmez. Lâkin havale olunan kimsenin zimmeti, havale edenin
2immeti yerine geçer. Bundan dolayı, havale olunan kimse (muhtâ-lun-aleyh) müflîsen ölse, borç havale edenin zimmetine geri döner. Zikredilen suretlerde rehn, borç ile helak olduğu gibi, birbirlerini borç kalmadığına Jdâir tasdik ettikten sonra dahi helak olsa, yine borç ile helak olur. Çünkü rehn, borç İle mazmundur. Ya da, vücûdu tevehhüm edilirse, borcun clhetiyle mazmundur. Nitekim mev'ûd (va'dedilen) borçda Olduğu gibi. Cihet bakîdir. Çünkü borç olmadığına dâir birbirle­rini tasdîk ettikten sonra, borç var, diye tasdik etmeleri ihtimâli de vardır, fora, bunun hilaf in a dır. Çünkü borç, ibra ile düşer. [36]
[1] Emânet: Lügat ta, emin olmak anlammaciir. istilânda; «Emin sayılan veya ittihâz edi­len kimsenin yanında başkasına âid bulunan maldır.»
[2] Mecelle,  madde-   773'd.e de şöyle  ifâde edilmiştir.

«Sarahaten (açık olarak) yâhûd delâleten (işaretle) îcüb ve kabul İle Mâ (emânet olarak verme) mün'akid olur.»
[3] Meceile,  madde,  777'de, «Vedîa, yed-i miistevda'du (emânet bırakılan   kimsenin  yanın­da)  emânettir...»  şeklinde  İfâde  edilmiştir.
[4] Mecelle,   madde,  780'de şöyle  ifâde  edilmiştir'.

«Müstevda' (emânet  bırakılan  kimse), vediayı kendi malı gibi bizzat hıfz eder jâ-hûd  emini olan kimseye hıfz ettirir.,,»»
[5] Mecelle,   madde,  787'de şöyle ifâde  eüilmişiİr:

«Müstevda'nuı teaddî veya taksiri hâlinde vedîa telef vejâhûd kıymetinde noksan târi olsa (ansızın  ortaya çıksa) zamktı  (iazminat) lâ.zim  gelir.»
[6] Mecelle, madde, 788'de de şöyle ifâde edilmiştir:

«Vediayı sahibinin izni olmaksızın diğer mal ile yekdiğerinden tefrik (ayırma) olu­namayacak  sûretde  karıştırmak  teaddîdir  (tecâvüz ve  hatâdır).
[7] Mecelle; madde, 789 hükmü de böyledir.
[8] Mecelle; madde, 789
[9] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 422-430.
[10] Mecelle,   madde:   7O6'da  şöyle   ifâde   edilmiştir:

«Kâhin (rehin veren) ve mürtehinin (rehin ahımıı)  îcâlı a kabiitti ile relin miin'akid  olur.   Fakat,  kabz  (almak) bulıınuıudıkç.), lamâın  ve  lâ/tm ulma/,. UinâıîM aleyh rfihİn,   kabl-et  teslim (teslim   etmeden   önce)  rchiıulcıt   riikû'  edebi t ir.
[11] Râhin: Rehin veren, hakîkaten veya hükmen borçlu olup, rehin veren kimsedir.
[12] Mürtehin: Hak sahibi sıfatıyle rehin alan kimsedir.  Bir şey karşılığında rehin olarak alıkonulan şeye  de, (mürtehen) denir.
[13] Tahliye: Boşalmak, halâs etmek, bir şeyi kabz etmek için imkân vermek, yâni; kabza mâni1 olan  şeyleri  ortadan  kaldırmakla,  kabzı   mümkün  olacak  bir durumda  bulun­durmaktır.
[14] Bakara »üresi; âyet: 283
[15] Nisa sûresi; âyet: 29
[16] Zemân (ma2mûn): Zemâıı, başkasının üzerindeki vâcib hır hakki iltizâm etmek, bir $e-.yin misliyyâttan ise, mislini ve kıyemiyâttan ise, kıymetini vermek, ödemektir. O jeyc âe (mannûn) denir.
[17] Metal, (mümâtele):   Borcu,  borcun   va'desini  bugün,   yarın   diye   uzatıp  durmaktır.   Sa­hibine de «Mümâtil» denir.
[18] Mecelle, madde,  750'de şöyle ifâde  edilmiştir:

«Râhinin izni  olmadıkça mürtehin rehinden intifa' edemez (faydalanamaz).» Amma râhinin izin ve ibâhasıyia (serbest ve helâl kilmasıyla) mürtehin rehni kul­lanır ve meyve ve süt gibi  hâsılatını  alır ve bunların   mukabilinde deymlen bir şey sakıt olmaz (düşme?).
[19] Mecelle,  madde:  722'de şöyle İfâde  edilmiştir:

«RehnJ,  mürtehin  bizzat hıfz eder yâhûd   ıjâli   ya şeriki   vejâlıûd   hİznutçisİ S'bi emini olan kimseye hıfz ettirir.»
[20] Mecelle, madde:  732'de şöyle ifâde edilmiştir:

«Yer  kirası  ve  bekçi   ücreti  gibi   rehnin .muhafazası   için  olan   masraf  mürtehine âiddir.»
[21] Mecelle'nin   724.   maddesi   de  ayıtı   mealdedir.
[22] Mecelle'nin  725.   maddesi şöyledir:
«Râhİn veya miirtehinden birisi, dikerine âid oİan masrafı hoıt lıe - hot) (kendi ha-5ina) ifâ etse, teberru1 (bağış) dur, sonra mütâlebc edemez <lı;ıfckmı  Meyemez).»
[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 431-437.
[24] Alış verişte akıl tamâm olduğu hâlde parayı miişiLTİye geri vermeye «Zemân ud-Derek» denir.
[25] Adi :   Adaletli,  gihcnilir  kinime,  yccl-i  nnîn.
[26] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:438-444.
[27] Adi: Doğruluk,  istikâmet,  eşitlik  ma'nâsıuadır.

Adaletle vasıflanan kişiye de, mübalağa maksadıyla «Adi» denilir.
[28] Adalet:  Doğruluk;  haksızlık,  ezâ,  cefâ,  zulüm ve sitemden beri, doğrulukla vasıflan­dırılmış ve güvenilir, yapılması lâzım olan şeyleri yapmaya mulâzim olmak ma'nâsına-dir. Adâlet'in zıddı, «Zulm» dur.
(Hukûk-u Islâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhİyyc Kâmûsu; Ö. Nasûhî Bilmen, c. 8, s. 206)
[29] Yed-i Adi: Münâzaalı şeyin saklanması ve İdaresi kendisine verilen kimse, demektir.

Diğer bir İfâde île, âdil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı, demektir. Burada  adl'den   maksâd;   adaletle   vasıflandırılmış   olsun,   olmasın;   rehin   verenle, rehin alanın veya hâkimin güvenip, rehni yanma tevdi ve teslim ettiği âkil kimsedir.
[30] Bu konuda Mecelle'nİn 754. maddesinde şöyle denmiştir.

«Dcyn (borç) baki iken adi olan kimse, râhin ve mürtehİndeo blriulıı rızân olma­dıkça, rehni diğerine veremez ve verirse İstirdada (seri verilmesini istemeye) selâhfyyeti vardır. Ve kabl-ei istirdâd (geri islemeden Önce) rehin telef olsa adi anın kıymetini zâroin olur (tazmin eder.)»
[31] Meceİle'nin 746. maddesinde de şöyle denmiştir:

«Râhinin (rehin verenin) rızâsı olmaksızın nıürtetıin (rehin ahin) rehni satııkda râhin muhayyer olup (yapıp yapmamada serbest olup) dilerse bey'i (satışı) fesh eyler (bozar), dilerse icazet ile (İzinte) tenfîz eyler (hükmünü geçerli  kılar)»
[32] Elimizdeki   Sadru'ş-Şerîa   nüshasında;   burada   «müşteri»   yerine  «mürtehin»   ya/tklığmı gördük. Bu, -her hâlde istinsah edenin (nüslıâ çıkaranın) halâsı olacaktır.
[33] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:445-448.
[34] Mevkuf: Bîr hüküm ifâde etmesi, meselâ; başkasına mülkiyeli mü fiti olması, başka­sının izin ve icazetine muhtâc olan bir fiildir veya akiddir. Başkasının malını fuzûlî olarak satmak gibi ki, satış muamelesinin müşteriye mülk ifâde etmesi, sahibinin İcaze­tine bağii bulunur.
[35] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 449-456.
[36] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 457-460.


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..