Gasb   Bölümü


Musannifin, «Gasb Bölümü» nü «Rehn Bölümü» nün peşisıra ge­tirmesine sebeb; rehnde şer'î olan habs bulunup, gasbda [1] ise şer'î ol­mayan habs (alıkoyma) bulunduğu içindir.

Gasb; lügat yönünden, bir şeyi zorla başkasından almaktır. Gerek miitekavvim mal olsun, gerekse olmasın. Meselâ; «Falanın karısını gasb etti.» veya; «Falanın şarâbını gasb etti!» denilir.

Şer'an gasb, muhterem olan miitekavvim malı almaktır. «Miite­kavvim» sözü, şarâbı ayırdetmek için; «Muhterem» denilmesi de harbî­nin malım ayırdetmek içindir. Çünkü harbînin malı, muhterem mal de­ğildir.
Gasb, malı mâlikinin elinden izni olmaksızın almaktır. «İzni olmak­sızın»  sözü, mâlikinin elinden İ2ni ile almayı ayırdetmek içindir. Bu söz, gasbda mâlikin elinin (yed'inin) izâlesi mu'teber olduğuna da işa­rettir. Bu, bize göredir. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; gasb, gasb eden kimse üzerine da'vâcı olmayı (düşmanlık elini) Ishâttir. İhtilâfın seme­resi; mahsubun ziyâdelerinde ortaya çıkar. Gasb edilen kimsenin çocu­ğu ve bostanın meyvesi gibi. Çünkü fazlalıklar, bize göre ödenmez. Zîrâ bunda, malı elden çıkarma yoktur. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; zilyed-liğl isbât için ödenir.

Sözün kısası, gasbda mu'teber olan, bize göre, yed-i mumkkanin izâlesi ve yed-i nmbtılenin isbâtidır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; sâ­dece İkincisidir.
Gizli almak, gasb değildir. Bu söz; çalmak ve hırsızlığı ayırd etmek içindir. Köleye hizmet ettirmek ve hayvanın üzerine yük koymak gasb-dır. Çünkü bu ikisinde ds, yed-i munıkkanıu izâlesi ve yed-i mubtılenin isbâtı vardır. Yoksa yaygı üzerine oturması gasb değildir. Çünkü istilâ, -etmekle zi'1-yedliği ortadan kaldırmamıştır. Zîrâ onu nakletmemiş ve değiştirmemiştir. Yaymak, mâlikin işidir. Halbuki, kullanmada fiilin eseri bakîdir ve nmlikin elinden almak fiili yoktur.

Gasbın hükmü; başkasının malı olduğrmu bilen gâsıbın günahkâr olması ve malı (ayn'ı) kâim ise, geri vermesi; eğer gasbedilen şey helak olmuş ise, onu ödemeye mecbur olmasıdır. Başkasının malı olduğunu bilmeyen kimsenin, kâim olan malı geri vermesi veya beiâk olmuşsa,

ödemesidir. Çünkü gasbedilen şey, başkasının hakkıdır. .Gâsıbın bilme­sine tevakkuf etmez. Günâhı da yoktur. Zîrâ hatâdır. Hatâ ise, hadîs-İ şerif ile kaldırılmıştır.

Möslî'yl gasbda, misi vâcîb olur. Mislî; ölçülen (mekll), tartılan (mevzun) şeyler ve (yumurta gibi) mütekârib adedidir. Çünkü Allah Teâlâ  (C.G.) :
aSİze tecâvüz edene, onun misli ile tecâvüz edin.» [2] buyurmuş­tur.

Misîî ile murâd: Çarşılarda benzeri bulunan şeydir, ki cüzleri ara­sında Önemli bir fark bulunmaz. Böyle olmayan şey kıyemîdir. Sonra mislî, ba'zan masnû (işlenmiş) olur. Şöyle ki; aslına nisbetle nâdir bir şey yapmakla san'at ehli onu misliyyetten çıkarır. Meselâ, tencere, ka­zan (kumkume) ve ibrik gibi. Bu takdirde, o şey kıyemî olur. Ba'zan da masnû' şöyle olur: Çoğunluğu kaldığı ve farklılığı olmadığı için san'at ehîi onu misliyyetten çıkarmaz. Basılmış (madrûb) dirhemler ve dinarlar gibi.   ,

Eğer gasbedilen şeyin misli munkatı' (tükenmiş) olursa, da'vâ gü­nündeki kıymeti lâzım gelir. îmâm Ebû Yûsuf' (Rh.A.) a göre; gasb günündeki kıymeti; İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, Inkİtâ'. (tüken­me) günündeki kıymeti lâzım gelir.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Gasbedilen şeyin misli kalmamışsa, mislî olmayana katılır. Sebebin mün'akid olduğu günde­ki kıymeti mu'teber olur. Çünkü o, ödemeyi gerektiren sebebdir.

tmâm Muhammed' (Rh.A.) in deBli şudur: Vâcib olan, zimmette­ki misidir, bu ancak mislin tükenmesiyle kıymete intikâl eder. Şu hâl­de, tükenme günündeki kıymetine i'tibâr edilir.

İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili ise şudur: Şübhesiz nakil sâdece tü­kenme ile sabit olmaz. Bundan dolayı, eğer mâlik onun misli bulunun­caya kadar sabredip beklerse, ona verilmesi lâzım gelen, o misidir.
Kadının (hâkimin) hükmüyle kıymete intikâl eder. Şu hâlde hu­sûmet ve da'vâ günündeki kıymetine i'tibâr edilir. Meta1, hayvanât ve mütefâvit adedi (birbirinden farklı sayılan şeyler) gibi, kıymeti olan mağsûbun, gasb günündeki kıymetine i'tibâr edilir. Çünkü mağ-sûbun gasb edildiği zamandaki kıymeti istenir. Şu hâlde, gasb günün­deki kıymetine i'tibâr edilir. Eğer gâsib. gasb edilen şeyin helak oldu­ğunu iddia ederse, helak olduğu ma'Iûm oluncaya kadar, gâsıb habs edilir. Zîrâ gasbedilen şey bakî olsa, meydana çıkardı. Ondan sonra, gâ-sıbm bedeli ödemesine hükmedilir. Çünkü mâlikin hakkı, ayn'da sabit­tir. Gâsıbm sözü doğru olduğuna dâir zann-ı gâlib hâsıl oluncaya ka­dar, gâsıbm sözü o helak iddiasında kabul edilmez. Nitekim borç­lu, iflâs ettiğini iddia etse, kabul edilmez. Mâlik, gasbedilen hay­vanın gâsıbm yanında helak olduğunu iddia etse, gâsıb da red etse; yâni gâsıb, mâlikin yanında helak oldu, diye isbât etse, İmâm Muham­med' (Rh.A.) e göre; gâsıbm beyyinesi evlâdır. Çünkü gasbla ödeme­nin vâcib olması, zahiren sabittir ve reddin isbâtı ise, arızdır. Beyyine ise, zahiren aksini iddia eden kimse içindir.
İmâm Ebû Yûsuî' (Rh.A.) a göre, mâlikin beyyinesi evlâdır. Çünkü gâsıbla mâlikin ihtilâfının hâsılı ödemededir, mâlikin ibeyyinesinde Ödemenin isbâtı vardır. Gasb, ancak intikâl ve tehavvül eden şeyde meydana gelir. Nitekim bilirsin ki, gasb, bir malı sahibinin zi'1-yedliğinden çıkararak üzerine zi'1-yediik isbât etmektir. Bunun ise tahkiki ancak menkûlde olur, nakledilmez ve değiştirilmez akarda olmaz.

Gâsib bir akan alsa ve arazî üzerine sel basıp suyun altında kal­makla veya bir evi gasb edip semavî (Allah Teâlâ (C.C.) tarafından) âfet ile yıkılmış olmakla yâhûd binayı sel götürmekle elinde helak ol­sa, şartı ortadan kalktığı için ödemez. Bu şart, gasbdır, Ba'zılan — ki maksâd İmâdüddîn (Rh.A.) ve Usturîşnî (Rh.A.) dir. — «Fusûln lerin-de demişlerdir ki: Esah olan söz sudun Akar, satmak ve teslim ile; emâ­nette ise, inkâr ile ödetilir. Yânı akar, elinde emânet olsa, inkâr ettiği takdirde ittifakla öder. Şâhidlikden dönmekle de Öder. Meselâ; iki kim­se, bir adam üzerine bir ev için şehâdet etseler, bilâhare, hükümden sonra dönseler, zararı öcrerler. Akarda ve menkûlde gâsıb, fiili ile eksi­len şeyi öder. Oturması (süknâsı) ile eksileni, de öder. Bu ibare, akar­da olan ödemenin beyânıuır. Ulemâdan sâdır olan ibare, burada bizim zikrettiğimizdir.

Hidâye sarihleri ve başkaları: Fiili, yıkmak ile;- oturmayı fsüknâ-yı) ise, husûsi surette oturmakla açıklamışlardır. Husûsi surette otur­mak; demircilik ve çamaşırcılık gibi, binanın yıpranıp yıkılmasına var­dıran bir amelle beraber olmasıdır. Hattâ, 'Hidâye'nin sözünü açıklar­ken sarihler demişlerdir ki: Hidâye'nin: «Şâyed bina, oturması veya işi sebebiyle yıpranıp yıkılsa» sözünde, husûsî surette oturmak dâhil olur. Hidâye'nin «Fiili(ameli sebebiyle)» diye kayıdlamasma sebeb; çünkü binayı, gâsıb gasb edip onda oturdukdan sonra süknâsı ve fiili sebebiy­le yıkılmayıp belki semavî bir âfet ile yıkılsa, o gâsıbın —îmânı A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf' (Rh. Aleyhimâ). a göre — zararı ödemesi gerek­mez. İmdi, bundan anlaşılır ki; sarihlerin murâdları, eksilmenin iki sebebini beyândır. Birincisi, eksilmenin (noksanın) sebebim ibtidâen îcâb eden şeydir, ki o da yıkmak fhedm) dır. İkinci sebeb, sonunda yık­maya vardıran şeydir, ki o da husûsi surette oturmakdır.

Vikaye sahibi, bu ibareyi değiştirip; «Süknâsı gibi, fiili ile eksilen şey...» demiştir. Bu takdirde, Vikaye sahibine şu lâzım gelir ki: Süknâ eğer yıpratıcı amel ile kaydlanırsa, birinci sebebi, yâni yıkmayı söyle­meye hacet kalmaz. Eğer süknâ, yıpratıcı olan amel ile kayidlanmazsa, yıpratıcı fiilden mücerred olan süknânm zemân (ödetme) için sebeb olması lâzım gelir. Sen, daha önce Öğrenmiştin ki; bina süknâ ile bera­ber, semavî bir âfet ile yıkılmış olsa, onda zararı ödemek (zemân) yok­tur. Benim elimde, musannifin yazısından nakledilmiş bir nüsha var­dır. Onda, evvelâ yazılan ibare, Hidâye'de ve diğer kitâblardaki gibi­dir. Sonra onu Vikaye sahibi değiştirmiş ve Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) da, ona tâbi' olmuştur. Doğrusu, Hidâye'ye uygun olandır.

Gasbedilmiş tarla zirâatla eksilse, gâsıb eksileni öder. Çünkü, bir kısmını itlaf etmiştir. Yine gâsıb, gasb ettiği köleyi kiraya verdikde, köleden eksileni öder. İcâre müddetinde köleyi kullanmak sebebiyle eksiklik hâsıl olmuştur. Satılan şey, bunun aksinedir. Yâni satılan şeyi müşteri teslim almazdan önce satıcının elinde bir vasfının yok oîma-siyle, kıymetinden bir şey eksilse, satıcı bu noksan için bir şey ödemez. Hattâ, her ne kadar eksik çok fazla da olsa. semenden (kıymetten) bir şey düşmez. Gâsıb, mağsûbu gasb yerinde sahibine geri çevirse, kıymet eski hâline döner. Yânî gâsıb, gasb ettiği şeyi kıymeti eksildikten sonra sahibine geri verse, bakılır: Eğer geri verme gasb yerinde olursa, gâsı­bın zararı ödemesi gerekmez. Çünkü kıymetin düşmesi (terâcü'cu), in­sanların rağbetlerinin azalmasındandır. Yoksa ga&bedilen şeyin bir cüz'ünün yok olmasından değildir. Geri verme gasb yerinde değilse; sa­hibi, kıymeti almakla mağsûbu geri almak için o yere gitmesini bekle­mek arasında muhayyer bırakılır. Çünkü noksan gâsıbın, mağsûbu bu yere nakli ile gâsıb tarafından meydana gelmiştir. Şu hâlde, gâsıbın zararı iltizâm etmesi (üzerine alması) gerekir.- Sahibi ondan kıymeti alır: o yere gitmesini beklemeye de hakkı vardır.

Bir kimse; meselâ bir köleyi gasb etse ve onu kiraya verip, ücreti­ni alsa, kölenin kıymeti kullanmakla eksilse ve eksiğini Ödese; İmâm A'za*m ve İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göre, gâsıb aldığı ücreti tasadduk eder. Bunun aslı şudur: Bize göre, gelir (gaile) gasb eden kimsenindir. İmâm Şafiî (Rh.A.), ayn görüştedir. Çünkü menfaatler. ancak akd ile kıymet kazanır. Âkid (Akdi yapan) ise gâsıbdır; o, köle­nin menfaatlerini akdi ile mal yapmıştır. Bu durumda gâsıb, menfaat­lerin bedelini almaya daha lâyıktır. Gâsıb haram bir bedelle menfaat­lerden istifâde ettiği için, o badeli tasadduk etmesi emredilir. O haram bedel de başkasının malında tasarruf etmesidir. '
Ariyet [3] aldığı şeyin ücretini de tasadduk eder. Yâni bir kimse bir şeyi ariyet alıp, kiraya verse ve gâsıb o ücreti alsa, gâsıb ona mâlik olur, ve gâsıbın onu tasadduk etmesi vâcib olur. Nitekim sebebi zikre-dildiği üzere, başkasının malında tasarrufdur.
Yine, emânet'de [4] ve gasbedilen şeyde (mağsûb'da) işaret etmek veya emânet dirhemlerle satın almak, yâhûd gasbedip dirhemleri ver­mek suretiyle tasarrufda bulunur da kâr hâsıl olursa, kân tasadduk eder. Dirhemlere işaret ederek, başkasını verir veya başkasına işaret ederek o dirhemleri verir yâhûd mutlak söyleyerek o dirhemleri verir­se, kazancı tasadduk etmez. Yânî mûda'  (emanetçi) veya gâsıb emâ­nette veya mağsûbda tasarruf etseler ve kazanç meydana gelse, İmâm A'zam ve İmâm Muhammed'  (Rh. Aleyhimâ)  e göre, o kazancı tasad­duk ederler. Bu, meta' ve benzeri gibi, işaretle teayyün eden şeylerde açıktır. Çünkü akd, o şeye teallûk eder. Hattâ tesîîm almazdan önce helak olursa, satış bâtıl olur. Akd teayyün eden şeye müteallik olunca, satılan malın kendisini ve zi'l-yedilgini haram bir mülk ile elde etmiş olur. Şu hâlde, onu tasadduk eder. Dirhemler1 ve dinarlar gibi, işaretle müteayyin olmayan şeye gelince; Câmiu's-Sağîr'de zikredilmiştir ki; şâ-yed bunlarla.satın alırsa, kân tasadduk eder. Bu ibarenin zahiri, şuna delâlet eder ki; Cami' sahibi bununla; dirhemlere işaret edip onlardan verirse, tasadduk  eder,   demek   istemiştir.    Amma  dirhemlere  işaret edip başkasından vermiş olsa, veya mutlak zikredip dirhemlerden ver­se, yâhûd başkasına işaret edip dirhemlerden verse, bunların hepsinde kâr, kendisine helâl olur. Çünkü dirhemlere işaret, ta'yin İfâde etmez. İşaretin varlığı ve yokluğu eşittir. Meğer ki, o dirhemlerden saymakla kuvvet kazanmış ola. İmâm Ebû'l-Leys (Rh.A.)  bununla fetva verirdi. Kâfî'de şöyle denilmiştir:  «Bizim ulemâmız müşteriden ne ödemezden önce ne de ödedikten sonra, hiçbir surette kâr alması helâl değildir. Muhtar olan da budur. Çünkü Câmiayn'de  [5] ve îmâdiyye'de cevâb mutlaktır.»

Gâsıb, gasbettiği şeyi kiraya verse ve nıağsûbun mâliki müddet içinde buna izin verse; İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, izinden önce geçen zamanın ücreti de, geri kalanı da mâlikindir. Çünkü gâsıb, mâli­kin hakkında fuzûlîdir. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, izinden ön­ce geçen zamanın: ücreti gâsıbmdır. Çünkü akdi yapan o'dur. Geri ka­lanı mâlikindir. Çünkü gâsıb, mâlik hakkında fuzûlîdir.

Keza gâsıb, gasbettiği şeyi kiraya verse, ve müddet içinde bir kim­se mağsûba müstehık çıksa ve bu müstehık kiralamaya İzin verse, bu, hılâf üzerinedir. Çünkü müstehık, mâlik gibidir.

Bir adam bir malı gasbedip, o mağsûb malı kendi fiiliyle değiştirse

— bu, gâsibm fiilinden başkası ile değiştirilmiş olanı ayırd etmek için­dir. Meselâ; yaş üzümün, kendiliğinden kuru üzüm olması ve yaş hur­manın, kuru hurma olması gibi ki, bunda mâlik muhayyerdir. Dilerse onu alır, dilerse terk edip Ödetir. — ve gasbedilen şeyin- ismi zail ol­sa, menfaatlerinin çoğu da kalmasa, gâsıb, mağsûbu öder. Bu, şunu ayır-detmek içindir ki, şâyed gâsıb bir koyunu gasb edip, onu boğazîasa, bogazlanan koyunda sahibinin mülkü sâdece boğazlamakla yok olmaz. Çünkü o koyuna, ıcBoğazlanmış koyun» denilir.

Musannif; «Menfaatlerinin çoğu zail olsa.-» dememiştir. Çünkü böyle diyen kimse, onun buğdayı kapsamasını kasd eylemiştir. Buğda­yı gâ-sıb, gasb eder veya öğütüp un yaparsa, buğdayın ayn'ına müteallik olan maksâdlar —meselâ; onu kavrulmuş un yapması ve benzeri gi­bi — öğütüp un yapmakla zail olur. Buna hacet yoktur. Çünkü; «İsmi zail olur» sözü, ona muhtâc etmez. Zîrâ; «İsmi zail olum sözüyle, bütün suretlerde menfaatlerin çoğunun yok olması lâzım gelir.
Ya da; gasbedilen şey, gâsibm mülkü ile karışmış olup asla ayrıl-mazsa — buğdayı buğdaya veya arpayı arpaya karıştırmak gibi — yâ-hûd, ancak güçlük ile aymlsa —meselâ buğdayı arpaya veya arpayı buğdaya karıştırmak gifei — gâsıb, gasbettiği şeyi öder, ve mağsûba mâlik olur. [6]
Değiştirme suretinde ve isminin zail olmasında ödemesine sebeb, gâsıb tecâvüz ettiği İçindir. Mülke gelince; çünkü gâsıb, mütekavvim (kıymeti) olan bir san'at meydana getirmiştir. Çünkü koyunun kıyme­ti pişirmekle ve kızartmakla artar. Keza buğdayın kıymeti de un yap­makla artar. Gâsrbm ihdası, mâlikin hakkını bir bakımdan helak eder. Hattâ ismi değişir ve menfaatlerinin çoğu yok olur. Gâsibm hakkı ise, sıfatta her bakımdan kâimdir. Bu durumda gâsıbırr hakkı, bir bakım­dan helak olan mâlikin hakkına tercih edilir. Usûl-i Fıkh'da tekarrur eden esâsa göre; tercihin iki çeşidi tearuz ederse; zât hakkındaki ter-cîh (rüchân), hâl hakkındaki tercinden önce gelir. Karışmada ödeme . gerekmesinin sebebi ise, gâsibm karıştırmada olduğu gibi, mütecaviz olmasındandır. Mülke geiince; bunun sebebi; mağsûb'un minh'in  [7] mülkünde iki bedel bir araya gelmesin diyedir.

Gâsıb, o mala, sahibinin nzâsından önce, helâl olmaksızın mâlik olur. Mâlik olmak da; ya, bedelini ödemek, ya da, ibra veya kâdînın ödetmesi -ile olur. Bu, istihsândır. Kıyâs ise, helâl olmasıdır. Çünkü gâ­sibm mülkü kazancı ile sabit olmuştur. Mülk ise, başkasının rızâsına tevakkufsuz tasarrufa izin verir. Bundan dolayı gâsıb, mağsûbu hibe etse veya satsa sahili olur. İstihsânın vechi şudur: Resûlüllah (S.A.V.). sahibinin rızâsı olmaksızın boğazlanmış ve kızartılmış koyun hakkında:

«Siz, onu esirlere yedirin.» buyurmuştur. Bu suretle tasadduk edil­mesini emretmekle; mâlikin mülkünün zâiî olduğunu ve razı etmezden önce yararlanmanın gâsib için haram olduğunu ifâde buyurmuştur* Bir de; yararlanmayı mubah kılmakda, gasb kapısını açmak vardır. Şu

hâlde, razı etmezden önce haram olur. Bu, fesâd kapısını kapatmak içindir. Haram olmasiyle beraber,satılmasının ve hibe edilmesinin ge­çerli olması, mülk kâim olduğu içindir; Nitekim, fâsid satışda böyle­dir. Meselâ; koyunun boğazlanması ve pişirilmesi veya kebap olması ve buğdayın un olması veya ekilmesi, demirin kılıç olması ve sâc ağa­cının üzerine bina yapmak gibi şeyler, helâl olmaksızın gâsıbın mülkü olur. Sâc, pek büyük bir ağaçtır, ki ancak Hind ülkelerinde biter.

Gâsıb, altın ve gümüşü darb edip dirhem veya dînâr yâhûd kap yap­sa, bunlar, bîr şey Ödemeksizin mâlikinin olur. Çünkü ayn, her bakım­dan bakîdir. Bunun aslî ma'nâsı semeniyettir" ve mevzun . olmasıdır. Bunların ikisi de bakîdirler. Hattâ ikisinin i'tibâra alinmasiyle Gnda ribâ câri olmuştur.

Gâsib, başkasının koyununu boğazlasa; o adam koyununu gâsiba bırakıp kıymetini veya boğazlanan koyunu alır. Yâni mâlik muhay­yerdir. Dilerse, koyunun kıymetini ödetip koyunu boğazîayana teslim eder. Dilerse, boğazlanan koyunu alıp, eksiğini ödetir. Çünkü gebe ol­ması, sağılması ve nesli tükenmiş olması gibi menfaatlerin bir kısmı ortadan kalkmakla ve eti gibi bir takım menfaatleri bakî kalmakla, bu bir bakımdan itlaftır. Eğer gasbedilen şey, eti yenmez hayvan, olup gâsıb o hayvanın bir bacağını kesse, mâlik 'bütün kıymetini ödetir. Çünkü her bakımdan istihlâk vardır.

Keza gâsıb, gasb ettiği giyeceği yırtsa ve o giyeceğin bir kısmı yok olup diğer bîr kısmının faydası kaybolsa, mâlik bunda da muhay­yerdir. Dilerse, gâsıba giyeceğin bütün kıymetini ödetir ve giyecek gâ-sıbm olur. Dilerse, giyeceği alıp, eksiğini ödetir. Eğer giyeceğin men­faatlerinin hepsi yok oldu ise, gâsıb kıymetin hepsini öder.

Giyeceğin yırtığı az olup, onun menfaatlerinden bir şey yok ol­maksızın, giyecek eksilse, gâsıb eksiğinin miktarını öder ve giyeceğin sahibi giyeceğini alır. Çünkü ayn, her bakımdan bakidir.

Gâsıb, bir arsayı gasb edip üzerine bina yapsa veya ağaç dikse, o biım ve ağaçlar sökülür ve arsa sahibine şori verilir. Çünkü arz. ha­kîkaten gasb olunmaz. Şu hâlde onda sahibinin hakkı olduğu gibi ka­lır. Gâsıb, o yeri işgal etmiştir. Binâenaleyh o yeri boşaltmakla emredi­lir. Nitekim yiyeceği rle başkasının kabını işgal etse, hüküm budur.

Eğer yerin kıymeti bina ve ağaç dikmekle eksildi ise, yerin sahibi­nin bina yapana veya ağaç dikene zararı ödetme hakkı vardır.

Musannif, yerin kıymetinin nasıl bilineceğini;   «Yere, binasız ve ağaçsız değer biçilir.» sözüyle açıklamıştır. Sökülmeye müstehak oldu­ğu takdirde ağaçlardan veya binadan birisiyle beraber değer biçilir. Ve kalanını öcier. Eğer sökülmesi müstehak olan ağacın veya binanın kıymeti, sökülmüş olarak kıymetinden daha az olursa, yerin sahibi sö­külenin kıymetini öder. Şu şartla ki: Sökülmüş olanın kıymetinden sökme ücreti çıkarülsa,  geri kalan,' sökülmesi müstehak ağacın kıy­meti noksanlaşır. Şâyed yerin kıymeti yüz akça ve sökülen ağacın kıy­meti on akça ve sökme ücreti bir akça olsa, geriye dokuz akça kalır. İmdi yere, sökülmüş ağaçla beraber yüzdokuz akça kıymet biçilir ve sahibi dokuz akça öder. Bu zikredilen hüküm, sahanın kıymeti, bina­nın veya, ağacın kıymetinden daha çok olduğuna göredir. Eğer sahanın kıymeti, binanın veya ağacın kıymetinden daha az olursa;, gâsıb, sa­hanın kıymetini ödeyip sahayı alır. Nihâye'de de böyle denmiştir.

Gâsıb, gasb eylediği giyeceği kırmızıya veya' sarıya boyasa yâhûd gasb eylediği kavutu yağ ile karıştırsa, sahibi muhayyerdir. Dilerse giyeceğin beyaz olduğu hâldeki kıymetini ödetir. Yânı gâsıbdan beyaz giyeceğin kıymetini alır, Kavutun mislini alır ve onu gâsıba teslim eder. Çünkü kavut, misliyyâttandır. Ya da, giyeceği veya kavutu alır. Faz­lalık olan boyanın ve yağın kıymetini öder. Çünkü boya, giyecek gibi, kıymeti olan maldır.
Gâsıbın gasbiyle ve boyamasiyle malın hürmeti düşmez. Mümkün olduğu kadar ikisinin de korunması vâcib olur. Bu, ikisinden birinin malını diğerine ulaştırmak ve diğerinin hakkını malının aynında ibkâ etmek ma'nâsmdadır. O da, bizim söylediğimiz muhayyerlikle olur. An­cak biz, giyeceğin sahibi için muhayyerlik isbât eyledik. Çünkü o, as­im sahibidir. Gâsıb ise, vasfın sahibidir. Şâyed gâsıb giyeceği siyaha boyasa; sahibi ona o giyeceği beyaz olduğu hâlde Ödetir veya boyanmış olarak alır, Siyaha boyadığı için, gâsıba ücret verilmez. Çünkü siyaha boyamak, değerini eksiltmektir.[8]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..