10- BİR KÖLEYİ AZÂD ETME, MÜDEBBER VE MÜKATEP KILMA

Bir adamın cariyesi bulunur ve "onu azad edeceğini" veya "müdebbere edeceğini" söyler ve bunlar, o cariyenin hoşuna gitme­yip: "Beni satman, bana göre daha sevgilidir; daha güzeldir." der; efendisi de bir şahsa; satmak istediğini söyler ve onun fiatından ek­siltme yapınca müşterinin onu satın almaya rağbet edeceğini bilir ve böyle bir vasiyette bulunarak "bedelinden bir kısmı noksanlaşsin" derse; bu vasiyet sahih olmaz. Çünkü, belirsizlik hasıl olur. Vasiyet­te belirsizlik de caiz olmaz. Buna çâre: Efendisi şöyle der: "Onu is­tediği kimseye satınız; nasıl isterse öyle yapınız ve müşterisinden pa­rasını şu kadar noksan alınız." Bu durumda, o câriye bir adamı is­ter ve onu belirtirse; o adama: "Gerçekten filan, bu cariyenin sana satılmasını vasiyet eyledi ve senden bir miktar (yani şu kadar) para noksan alınacaktır. Satın almayı istersen, o sana satılacaktır." de­nir. Bu çâre meşrudur. Ve, bunu, İmâm Muhammed (R.A.) Mebsut'da zikreylemiştir.

Bir adamın, diğer birine vasiyet ederek: "Malımın üçte bi­rini dilediğin (veya sevdiğin) Yere sarfet." demesi caizdir. Vasiyet olunan şahıs, o malı istediği yere sarfeder. Bu durumda efendi, o cariyenin bedelinden bir miktar eksiltmeyi isterse; O zaman: "Onu, istediği şahsa satınız ve ona, kendi bedelinden —ona vasiyet olarak,—bin dirhem veriniz." der. İşte bu, efendi tarafından iki şeyi vasiyet etmektir: Biri, cariyeyi satma; ikincisi bin dirhemin verilmesi... Bu câriye, bir adamı belirtir ve ona satılırsa; müşteri de onu azad eder-se> o bin dirhem cariyenin olur. Onu azad etmez ise, o bin dirhem müşteri için vasiyet olmuş olur.

Çünkü, memlûke vasiyet, mâlike vasiyettir.

Bir adamın kölesi olur ve onu, ölümünden sonra azad et­mek üzere ve istediği zaman satmak şartıyle müdebber etmek ister­se; buna çâre: Onu, kayıtlı olarak tedbîr eder. (= müdebber kılar.) O takdirde, kendisi hayatta iken satılması caiz olur. Hayatta iken satılmazsa; ölümünden sonra azad edilmiş olur.

Kitab sahibi, tedbîrde takyidin tefsirini zikrederek şöyle demiştir:

Efendinin: Sen benim mülkümde iken, ben ölürsem, o zaman, sen hürsün." sözü gibidir.

Kâdî'l-İmâm Ebö Ali en-Nesefî şöyle buyururdu:

Bu tedbir mukayyed değildir. Belki de müdebberin tefsiri, ted­bir eden ölünce, müdebberin azâd olmasıdır. Fakat mukayyed ted­bir, azad etme sözünü "ölümden iki gün veya bir gün önce ' 'yahut'' ölümünden bir gün," iki gün sonra" veya "yolculukta "yahut" hastalıkda" diye kayıtlamakdır.

Azâd etme sözü, ölümden sonra bir zamana izafe edilirse, o köle azâd edilmez. Ancak, vasînin azad etmesiyle azad edilmiş olur. Ve­ya vârisin azâd etmesiyle, azâd olur.

İki kişi, bir köleye ortak bulunduklarında, onlardan birisi his­sesini müdebber eylese İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve bütün fakirlere gö­re, o kölenin tamamı müdebber olur ve müdebbir —ister zengin, is­terse fakir olsun— diğer ortağının hissesini tazmin eder.

Şayet, bu kölenin müdebber olması ve ikisinin de birbirine taz­minat yapmaması istenirse, buna çâre: Bu iki efendi, bir adamı ve­kil yaparlar. O vekil, tek kelime ile onların yerine, bu köleyi müdeb­ber eder. Sonra, bu mes'ele iki durum alır. Ya o vekil, köleye: "Efendilerinin ikisinin de hisselerini, onların yerine müdebber eyledim." der.

Bu durumda, köle ikisinin arasında müdebber olur.

Veya vekil: "Sen, filandan ve filandan müdebbersin." der. Bu durumda da köle, ikisi adına müdebber olur. Çünkü, vekil, efendi­lerin arasını cem harfi olan vav ile cem eylemiştir.

Şâyct aralarını cem harfi ile değil de, cem lafziyle toplamış ol­saydı, (Şöyle ki: "Sen, müdebbersin; onların yerine..." deseydi) Şüp­hesiz, onların yerine Müdebber olurdu. O iki efendiye: "Vekil yap." denilsede; "müdebber eyle" denilmeseydi, hangisi müdebber eyle­mekle öne geçerse geçsin, bu kölenin tamamı müdebber olurdu.

Bu efendiler, bir adamı vekil eyleseler de, biri, diğerine vekil ey­lediğini söylemese ve onlardan birisi, arkadaşını vekil eylese, o vekil de köleye: "Sen benden ve filandan müdebbersin." dese; o köle ta­mamen İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm El>û Yûsuf (R.A.)'a göre mü­debber olur. Zira o, vekâlet hükmü ve mülküyet hükmüyle müdeb­ber olur.

Başka bir çâre: Kölenin tedbîrini isteyen zat: "Eğer ben ölürsem, mülkümde olan köleden hissemi hür kıldım." der. İşte bu caizdir.

Hassâf'ın söylediği gibi, ortağına bir şey tazmin eylemez. Çünkü o, bu müdebberi tedbîrde mukayyed eyledi. Mukayyed tedbirde de tazminat yokdur. Çünkü, satışa mâni değildir.

İki ortakdan birisi, ortak köleyi, ortağına tazminat yapmamak üzere müdebber eylemek isterse, buna çâre: "Satıcısının onu azad eylediğine" şahit dinletir. O zaman, kendi de nasibini azâd eder ve ortağına tazminatta bulunması gerekmez. Üzerine şahitlik yapılan şahıs, zengin olsun fakir olsun farketmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu köle, tam kıymetini ödeme­ye gayret eder.

İmâmeyn'e göre, —fakir ise, değil— zengin ise, (hasseten) üzeri­ne şahitlik yapılanın hissesini öder.

Başka bir çâre: Azâd edecek olan ortak, diğer ortağını kendi hissesini azâd etmesi için vekil eder. O da bunu kabul edip, azad eder­se; müvekkil için tazminat gerekmez.

Başka bir çâre: Hissesini bir fakire satar. Müştire de onu azâd eder. O zaman, fakir olduğu için, müşteriye; hissesini sattığı içinde, satı­cıya tazminat gerekmez. Bir adamın bir cariyesi olur ve bu câriye, "kendisinin azâd edilerek, evlenmesini" efendisinden, talep eder; bu da efendinin hoşuna gitmediği hâlde, onun gönlünü hoş etmek ister­se; buna çâre: Onu gizlice güvenilir birine satar veya ona bağışlar, kendisine bağış yapılan şahıs"da onu teslim alır Sonra da satış şahit­lerinin yanında, onu azâd eder ve onu, onların huzurunda nikâhlar. Sonra da onu satan şahsa: "Satışı bana ikale eyle." der; O da ikâle eyleyince, nikâh münfesih olur ve câriye eski mülküyete avdet eder ve onun —mülkü olması hasebiyle— cima etme hakkı olur. Cariye­nin bu şeylerden hiç haberi olmaz ve bu cariyenin nefsi tîb (temiz) olur; o, onun memlûkesidir.

Şemsü'l-Eimme el-Halvânî: "Bu nevî hîle, cariyelerde olur; fakat, hürlerde bu nevi hareket, hîle, hakkı setr (gizlemek) ve aldatmak olur." buyurmuştur.
Bir köle, iki kişinin ortak malı olduğunda, onlardan birisi, o köleyi —4cendi hissesinde,— mükâtep yapsa bu köle, İmâmeyn'e göre tamamen mükâtep ölür. Diğer ortak, bu durumda muhayyerdir. Di­lerse, kitabetin tamamını bozar; dilerse, kendi hissesini ortağına taz­min ettirir. (= ödetir.)

Şayet hissesini mükâtep yapmak isteyen zat, "hem her ikisinin de hissesi mükâtep olsun, hem de tazminat gerekmesin" isterse; bu­na çâre: Tedbîr faslında söylediğimiz gibidir: İkisi de bir adamı — her birinin hissesini bir kelime ile mükâteb eylemek üzere— vekil eder­ler. O takdirde bu vekil, köleye: "Seni efendilerinin yerine şu şu ka­dar dirheme mükâtep eyledim." der; köle de bunu kabul ederse, her iki efendisi nâmına da mükâtep olmuş olur ve onlardan hiç biri di­ğerine bir tazminatta bulunmaz.

Bu, İmâmeyn'e göre böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, böyle değildir: Onlardan bi­risi, kitabet edelini alırsa, ona diğer ortağı da ortak olur. İster her iki efendinin hisseleri bir cinsten olsun, isterse ayrı ayrı cinslerden olsun farketmez.

Onlardan herbirinin hissesi ne ise kendisinin olup; diğerinin, ona ortak olamamasının yolu şudur: Her ikisi de bir adamı "kölelerini mükâteb yapmak üzere" vekil yaparlar. Vekil de onlardan herbiri­nin kitabet bedelini ayrıntılı olarak açıklar ve köleye: "Seni bin dir­hem ve elli dinara mükâtep eyledim: Filanın nasibi bin dirhem; fila­nın ise elli dinardır." der; köle de: "Tamamını böylece kabul eyle­dim:" der. Vekil, bunu böyle yapınca, gerçekten işi sağlam yapmış oiur ve onlardan hiç biri, diğerinden bir şey alamaz. —Sözleşme na-stlsa öylece— herkes hissesini alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adamın bir kölesi olur ve bu efendi, o köleyi azâd etmek ister —ve fakat hasta olduğu için,— vârislerinin bunu inkâr edece­ğinden korkarsa; o takdirde, o köleyi malının üçte birinden çıkarır, (azad eder.)

Hassâf'a göre, buna çâre: Efendi, o köleyi mal mukabili bizatihi kendisi satar ve şahitlerin huzurunda bedelini teslim alır. Efendisi­nin malı alması sebebiyle, köle beraat etmiş olur.
Şeyhû'1-İmâm Şemsü'l-Eimme el-Halvânî, şöyle buyurmuştur: Hassâf in "efendinin, şahitlerin gözü önünde be.deli almasına "ihtiyaç bulunması" şartı, bu efendinin üzerinde sahih borç bulunduğu za­mandır. Çünkü, bir kimsenin hastalık hâlindeki ikrarı sahih olmaz. Ancak üzerinde borç yoksa, hastalık halinde de ikrarı sahih olur.[24]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..