logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

13- Mehrin Tekrarlanması

Bir kimse, karısına ; «Seni her nikâhlayışımda, sen benden boşsun.» dese ve karısını, bir günde üç defa nikahlayıp, her nikâhla­yışında, kadına cima' etse; zu durumda, iki talâk vâki olur.
İmâm Ebü Hânife {R.A.} ve İmâm EbÛ Yûsuf [R.A.)'un kıyasla­rına göre, bu durumda, iki tam ve bir de, yarım mehir, lazım gelir. Çünkü : Adam, kadını ilk nikahladığı zaman, —sözü gereği— bir ta­lâk vâki olduğundan, cimâ'dan önce, yarım mehir lâzım gelmiştir. Çün­kü, kadına cima' etmesi halinde, bu cima', şüphe üzerine vâki olmuş­tur. Zira, İmâm Şafiî (R.A.)'ye göre, nikâh sebebi ile, muallâk talâk vâki olmaz, kadına iddet gerekir. Adam, bu kadını, ikinci defa nikah­layınca, — kadın, iddet içinde bulunduğundan— ikinci bir talâk daha vâki olur.

Bu talâk, İmâm Ebû Hanîfe (RA) ile İmâm EbÛ Yûsuf (R.A J'a göre, rîc'ati takip eden talâktır. Zîra, >bu imamlarımıza göre, iddet içindeki kadın, nikahlanıp, sonra da, duhûlden önce, taiâk vâki olun­ca; bu talâk, hükmen, Cimâ'dan önce değiİ, sonra vâki olmuş olur. Ci­mâ'dan sonra vuku bulan talâk İçin de, tam mehir gerekir. Bu da, nikâh akdî esnasındaki mehr-i müsemmâdır. Bu durumda, erkeğin iki tam, birde yarım mehir vermesi gerekmektedir.

Oçüncü nikâh ise, sahih olmaz. Çünkü, o nikâh, taiâk-ı ricTnîn iddeti içinde yapılmıştır. Üçüncü nikâha itibar edilmediği için, üçün­cü mehir de gerekmez.

Nikâhtan sonra, clmâ' sebebi île, ilenir lâzım gelmez. Çünkü, bu durumda, erkek, nikâhlısına cima' etmiştir.

Şayet koca, karısına hitaben: -Seni. her nikâhlayışımda, sen benden, talâk-ı bâin Üs boşsun.» deyip karısını üç defa nikâhlasa ve her defasında da cima' etse; İmâm Ebü Hanîfe (RA) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyaslarına göre, bu durumda, bu şahsa, beş tam, bir de yarım mehir gerekir.

Yarım mefhir, ilk nikâh sebebiyledir. Metır-Î misil, İlk cima* se­bebiyledir. Möhrin 'biri de, ikinci nikâh sebebiyledir. İknci cima' se­bebiyle de, mehr-i misil g-erekir. Çünkü, bu cimâ'da, şüphe söz ko­nusudur.

Üçüncü nikâh se'bsbi ile bir mehir; Dçuncû cima' sebebi ile de, mohr-i misil gerekir. Böylece, beş tam, bir ds yarım mehir, bir araya toplanmış olur.

Bir kimse, bir kadını nikahlayıp, cima' ettikten sonra, onu talâk-ı bâin ile boşayıp, sonradan onu, iddeti içinde tekrar nikâhlar;

bu defa da, clma'dan Önce boşarsa; bu şahsa, önceki' nikâh için bir mehir, ikinci nikâh için de, —tekrar— bir me'hir lâzım gelir.

Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R-A.)'un

kavilleridir.

Şayet, bu şahıs, ikinci nikâhta boşamazsa; irtldad gibi bir halden dolayı, cimâ'dan önce, talâk-ı bâin vuku bulsa veya kocasının oğlu, kadına cimâî -etse; bu durumlarda, bu iki imamımıza göre de, tam me­hir lâzım gelir.
Câriye olan kadını, ikinci nikâhtan sonra, kocası, azâd eder; ci­mâ'dan önce de, kadının nefsini isterse;1 iki imamımıza göre de, ikin­ci nikâh için, tam mehir fazım gelir.

Bir kimse, küfüvvü olmayan (bir kadını nikahlayıp, clmâ' etse; kadının velîsi de, durumu hâkime intikâl ettirdiğinde; hakim, bu karı -kocanın aralarını ayırsa; bu durumda, hem mehir, hem de İddet lâ­zım gelir.

Sonra, bu şahıs, velîsiz olarak, bu kadını tekrar nikahlamış; ha-hakim de, cîmâ'dan öncer —teki ar— aralarını açmış olursa; bu du­rumda kadına, tam mehir —verilmesi— gerekir. Bu kadına, istik­bâlde, iddet de gerekir. İki imamımızın kavilleri böyledir.
Bir kimse, velîsinin izni ile, küçük bir kızı nikahlayarak ona cima1 etse; kız bulûğa erdikten sonra da, onun isteği ile ayrılıp iddet müddeti İçinde, tekrar nikâhlansalar; fakat, cima' etmeden, adam tek-rer boşasa; bu durumda, bu iki imamımıza göre de, tam mehir gere­kir. Kadının, istikbâlde iddet beklemesi de icabeder.

Bulûğa erişmemiş 'bir kızı nikahlayıp, cima' ettikten sonra, talâk-ı bâin ile boşayan şahıs; bu kadını iddeti içinde tekrar nikâh-lasa ve bu sırada bulûğa erişen bu kızın, —bulûğ muhayyerliğini kul­lanan— isteği ile tekrar boşansalar; bu durumda, erkeğin, tam me­hir vermesi, kadının da, istikbâlde, iddet'beklemesi gerekir.

Bir kimse, bir kadını nikahlayıp, cima' ettikten sonra bu kadın, irtidad etse; bir müddet sonra, müsiümanlığa —yeniden— dönen bu kadını, aynı îddet içinde tekrar nikahlasa da, kadın cimâ'dan önce, yeniden irtidad etse; bu durumda, tam mehir lâzım gelir.

Bir cariyeyi nikahlayıp, clmâ' ettikten sonra, azâd eden bir kimse, iddeti içinde yeniden nikahlayıp; bilâhare cimâ'dan önce, tek­rar boşasa, bu durumda da, tam mehir gerekir.

Keza, fasid bir nikâhla, bir kadını nikahlayıp, cimâ'dan sonra, on­dan ayrılan bir kimse; İddeti içinde, caiz bîr nikâhla, aynı kadını, ye­niden nikahlayıp, cima' etmeden tekrar boşasa; bu durumda, erkeğin tam me'hir vermesi; kadının ise, istikbâlde iddet'beklemesi, —İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavillerine göre — gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, oğlunun cariyesine veya kendi mükâtebe cariye­sine yahut da, nikâhı fâsid olan bir kadına, defalarca cima' etmiş ol­sa; sadece bir mehir lâzım gelir.
Burada asıl olan şudur: Mülkiyet şüphesi ile yapılan mükerrer cimâ'lar için, birden fazla me'hir gerekmez. Çünkü, ikinci cima1, 'kendi mülkünde meydana gelmiş olmaktadır.
Ancak, cima', şüphe il-e meydana gelirse; bu durumda, her clmâ1 için ayrı ayrı mehir gerekir. Çünkü, her cimâ'in, başkasının mülküne tesadüf etmiş olmaktadır.

$ayet, bir kimse, babasının cariyesine, tekrar tekrar cima' ettik­ten sonra, bunda şüphe olduğunu iddia etse; yaptığı her cima' için, bir mehir vermesi gerekir.

Kendi karısının cariyesine, cima' eden, şahıs hakkındaki hüküm de, böyledir.

Bir kimse, mükâtebe cariyesine, defalarca cima' etse; bu kimseye, sadece bir me'hir gerekir.

İki kişinin ortak olduğu bir cariyeye, bu ortaklardan birisi, defalar­ca cima' etse; her cimâ'ı için, yarım mehir gerekir.
İki kişinin ortak bulunduğu, mükâte'be bir cariyeye, bu ortaklar­dan birisi, defalarca cima1 etse; kendisine ait olan yarısına karşılık, yarım me'hir; ortağı hakkında ise, her cimâ'si için, yanm mehir gere­kir. Bunların hepsi de, bu mükâtebe cariyenin olur.

Bir kimse, bir kadınla zina ettikten sonra, onu nikahlasa, kendi­sine, iki me'hir lâzım gelir. Bu mahirlerden birisi,    zinadan dolayı, mehr-i misil; diğeri ise, nikâhtan dolayı gereken, mehr-i milsemmfr dır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, henüz cima' etmediği karısına: «halvet olduğu zaman, boşsun.» dese ve sonra da, halvet vâki olunca, karısına cima' etse; ibu 'kimseye, bir tam fve !bir de yarım mahir gerekir: Yarım mehir, cimâ'dan önceki talâk için; 'bir mehir de, cimâ'dan dolayı, gerekmektedir. Bu durumda, halvetin tesiri yoktur. Çünkü, hal­vet (şayet, bu zaman içinde, cima' yapma imkânı varsa) sebebi İle, mehir teekküd etmiştir, (katilik kazanmıştır.)
Bu kimse, halvetten sonra, cima1 etmemiş jse; yarım mehir ge­rekir.
Bir kimse, yabancı bri kadına: «Seni nikâhlar ve bir saat de halvette kalırsam; sen, benden boşsun.» dese ve o kadını nikâhlasa; halvetten sonra da cima' etse; talâk vâki olur. Bu durumda, o şahsa, biri halvet, diğeri, de cimâ'dan dolayı, iki mehir lâzım gelir. Ancak,-bunun için, cimâ'ın, halvetten 'bir saat [— müddet) sonra, olması gerekir. Şayet, cima', halvet esnasında vuku bulmuşsa; bu durumda. bir mehir lâzım gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, üç talâkla boşamış bulunduğu kadına, iddet müd­deti içinde, clmâ' eder ve bunun, şüphe üzerine olduğu iddiasında bu­lunursa; (meselâ : Üç talâk, aynı zamarrda vâki olur da, adam, tama­men boşanmış, olduğunu zannetmezse) 'bu şahsa, bir mehir lâzım gelir.

Bu kimse, talâkın vâki olduğunu zannettiği gibi, bu durumda, zi­nanın da helâl olduğunu zannederse;' bu izan, mahallinin dışında oldu­ğundan, bu durumda, her cima' için, bir mehir gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi satın alıp, ona defalarca cima' et­tikten sonra; o cariyede, haık sahibi olan birisi çıksa;  bu durumda, bu şahsa, sadece bir mehir gerekir. Şayet, bu cariyenin, yansına hak sahibi olan birisi çıkarsa bu kimsenin o yarım -hak sahibi olan kim­seye, yarım mehir ödemesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, nikâhlı karısına, müteaddit defalar cima' ettik­ten sonra; o karısını, boyadığına dair, yemini ortaya çıksa; bu kim­senin, sadece, bir mehir vermesi gerekir. Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

On dört yaşındaki bir erkek çocuk, uyuyan bir kadına cima' etse; fakat kadın, bunun farkına varmasa; eğer kadın dul ise, oğlana, had da, metıir de gerekmez.

Kadın, kız ise ve bikri, bu oğlan tarafından izâle edilmişse; mehr-i misil lâzım geiir.

Eğer bu kadın, dul bir câriye ise; oğlana Ihiç bir şey gerekmez. Kadın, bakire bir câriye ise, bikri de 'bozulmuş olursa; onun da, meh-ri (nin verilmesi) gerekir.

Bu işi bir mecnun yapmış olsa, hüküm yine aynıdır. Fetâvâyi Kâ­dîhân'da da böyledir,

Sabi bir oğlan, safeî bir kıza zina etmiş olsa; mehir —ver­mesi— gerekir. Eğer, —evlendiğini— ikrar ederse, mehir yoktur,

Sa'bî bîr erkek, hür ve bulûğa ermiş bir kadına, zina eder ve onun bikri izâle olursa; eğer erkek çocuk, zorlayarak yapmışsa; meh-rinJ öder. Fakat, bu oğlanı, kadın davet etmiş olursa; bu durumda, o çocuğun, mehir ödemesi gerekmez.

Sabi bir kız, sabî bir oğlanı, davet etse da, bikri İzâle olsa; bu durumda, oğlanın, mehir ödemesi gerekir.

Çünkü, bu küçük kızın emretmiş olması, —mehir— hakkının. sakıt olmasına sebep olmaz. Bulûğa erişmiş olanın davetinde ise, du­rum böyle değildir.

Bir câriye, küçük bir erkeği davet etse; o da, zina etse; bu du­rumda da, mehir lâzım gelir. Çünkü, cariyenin emri ile, efendisinin hakkı sakıt olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mehirden maksat ukr'dür. Ukr İse :  Cima' sebebi ile, bazı , yerlerde lâzım gelen şey demektir.

Ukr'un miktarı hakkında, Şeyhu'l - İmâm Necmüddîn, şöyle de­miştir : «Ben, bu konudaki fetvasının, ne olduğunu, Kâdî'l - İmâm İs-bîcâbî'den sordum. O, bana şöyle yazdı : «Ukr'un miktarı tesbit edi­lirken, o zina, helâl olmuş olsaydı, onun için alınan miktara bakılırdı ve o miktar, ukr olurdu.» Diğer âlimlerimizden de böylece, naldolun-muştur. Hulâsa M a da böyledir.

Hııccetde  «Ukr, misli  ile nikâh akdedilen şeydir.» denil­miştir. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nln kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir. Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısı  ile cima1 yaptığı esnada, onu boşasa ve sonra da, cimâ'ını tamamlayıp, fhtlyacını giderse; bu hususta, İmâm Ebû Yûsuf {fl.A.J'tan. iki rivayet'bulunduğunu, bize, İmâm Muhammed (RjA.) haber vermiştir.

Birinci rivayet: Bu durumda, erkeğe, had de, mehir de yoktur. Çünkü, bunların hepsi, tek bir fiildir; başlangıcı ve sonu helâl oldu­ğu zaman, ne had, nede mehir gerekir.

Ancak, erkek, talâktan sonra zekerini çıkarır ve tekrar icmal eder­se, bu durumda, mehir gerekir

Fakat, böyle yapmaz da, talâktan sonra, inzale kadar, cima' etme­ye devam ederse; bu şahsın, meihir ödemesi gerekmez.

İmâm Muhammed (R.Â.)'e göre, bu hüküm, talâkın, talâk-ı ric'î olduğu zaman geçerlidir.

İkinci rivayete göre; bu şahıs, karısına rücû' edemez.

Bir adam, cima' esnasında, cariyesine : «Sen hürsün.» dedikten sonra; cimâ'mı tamamlasa; İmâm Muhammed {RAÎ'ye göre bu ada­mın, melhir ödemesi gerekmez.

Ancak, bu şahıs, cariyesini azad ettikten sonra, cima' âletini çı­karır, sonra da tekrar idhâl ederse; bu durumda, mefcir ödemesi ge­rekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, Ibir kadını, kendisine: o, kadının kızını da, kendi oğluna nikâ'hlasa; bunlar, değişik olarak, —biri, diğerinin hanımı ile — zifaf olsalar ve birbirlerini takiben cima' etseler; ilk cima' yapanın cima' yaptığı kadının mehrinin tamamını, kendi karısının da mehri-nin, yarısını vermesi gerekir. Sonradan cima' etmiş olanın, karısının mehrini vermesi gerekmez.
Şayet, her iki çift, —bu şekilde— aynı zamanda, cima1 ederler-s*3, rher iki erkeğin de, kendi karılarının mehirlerini, vermeleri gerek­mez.

Bir adam, birbirine yabancı, iki kadından birini kendisine, diğe­rini ise oğluna nikâhlasa; ve bu baba--oğul, yanlışlıkla, b'irl diğerinin nikâhlısına cima' etmiş olurlarsa; her biri, cima' ettiği kadının meh­rini verir; nikâhlandığı kadının mehrini vermez.

İki kardeşten biri, bir kızı; diğeri de, o kızın anasını nikâhlasa; ancak; zifafta, bunlara bu kadınlar, değişik olarak teslim edilse ve böylece değişik şekilde cima' etmiş olsalar; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) : «Bu durumda. İkisinin nikâhları da 'bâine olur.» demiştir.

Bu erkeklerden ikisi de, nikahlanmış oldukları kadınların, me-hlrierinin yarısı; cima' ettikleri kadınların da, mahirlerinin tamamı­nı verirler

Bundan sonra; bu erkeklerden her hangi birisi, önceden nikahlan­mış bulunduğu kadını, nikâhlayamaz. Önceden, anasını nikâ'hlamış.bu­lunan, clmâ' etmiş bulunduğu kızını nikâhhyabilir. Önceden kızını ni­kahlayan ise, cima' etmiş bulunduğu anasını nikâhlayamaz.

Keza, kocalar arasında akrabalık bulunmasa bile, bu husustaki hüküm, değişmez. Zshırlyye'de de böyledir.

Bîr kimseye, nikâhlandığı   kadın değil de, başka bir kadın teslim edilse ve bu şahıs da, kendisine teslim   edilen kadına, cima' etse; mehr-i misil ödemesi gerekir. Bu şahıs, bu kadını, kendisine tes­lim eden şahsa. —-möhlr hususunda— müracaat edemez.

Şayet, teslim edilen bu kadın, —teslim alıp, cima' eden ada­mın*^- nikâhlısının anası ise; nikâhlısı, kendisine haram olur. Eğer nikâhlısına, henüz cima' etmemişse, yarım metıir tlâzım gelir.

Bir baba, nikahladığı karısına, cima etmeden Önce, oğlu, o kadına cima' etse; baba, menrin yarısı için, oğluna müracaat edemez. Çünkü, bu durumda, oğluna, mehr-İ misil lâzım gelir.

Ancak, —nikâhın fesadı için— oğlan, babasının karısını, şeh­vetle öpmüşse; baba, bu durumda, mehrin yansını oğlundan alır. Çünkü, bu durumda, oğluna möhir —ödeme— yoktur.

İbn-i Semâ'a, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle buyurduğu­nu nakletmiştir: «Hastalık çekmekte olan bir adam, hasta olan başka bir şahsa, bir câriye bağışlasa, bu şahıs da,    cariyeye cima' etse; — cariyenin mehri yüz dirhem; kıymeti ise, üç yüz dirhem olsa — sonra da, bu adam, bu cariyeyi kendisine bağışlayan şahsa, bağış-

!asa; bilahâre, bu şahıslar hastalıklarından dolayı ölseler; ikine! şah­sın mehir vermesi gerekmez.»

İmâm Muhammed (RjA.) : «Hasta bir şahıs, cariyesini, bir baş­ka şahsa hibe -ettikten sonra; bu câriye, hibe edilen adamın yanında iken, ona, cima' etmiş olsa; sonra da vefat etse; bu şahsın, mehir ödemesi gerekmez.

Bağışlayan şahıs, bağışladığı cariyeden tamamen elini çekerse, — yukarıdaki gibi— bir şey lâzım gelmez. Ancak, bağışladığı cari­yeye cima' eden bu kimse, sonradan, bu 'hibesinden vaz geçerse, me­hir ödemesi lâzım gelir.» buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Hasta bir kimse, borçlu bulunduğu bir adama, bir câriye hi­be etse; sonra da, bağışlanan şahıs, bu cariyeye cima' etse; mütâki-ben bağışlayan şahıs ölse; hibe edilmiş olan câriye ise, borçtan dü­şülse, bu durumda, cima1 eden şahıs, cariyenin mehrini öder. Zahî-riyye'de de böyledir./
Nevâdiru'l - Muallfi'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle bu­yurduğu nakledilmiştir: «Bir kimse, bir'kadını, zorla alıp, ona, ferclnin hâricinden cima' etse; bu kadın da, bir çocuk doğursa; eğer; —ada­mın cima' ettiğinde bu kadın— bakire idiyse mehir gerekir; dul idiy­se, mehir gerekmez.» Tatarhânîyye'de de böyledir. [64]