İkrah (Zorlama) Bölümü

İkrâh Bölümü»» ile "Gasb Bölümü» arasındaki ilgi açıktır.
İkrah [14]; lügat yönünden, faili, kerih gördüğü bir Hile yöneltmek-dir. Şer'an; başkasını nzâsı olmayan bir fiile yöneltmekdir. «Bir fiile» sözü, lâfzı ve şâir a'zâ fiillerini kapsar. «Rızâsı olmayan bir fiil» sözü. Öldürmeyi, uzvu itîâf etmeyi, habsi, dövmeyi ve bağlamayı kapsar. İk­rah, o kimseyi mtiyân olmayan fiile yöneltmek değildir. Yâni, ihtiya­rını yok etmez. Lâkin rızâyı yok eden şey, o ihtiyarı ba'zan ifsâd eder ve ba'zan da etmez.

Hâsılı; rızânın yokluğu ikrahın bütün suretlerinde muteberdir ve ihtiyarın aslı; ikrahın bütün suretlerinde sabittir. Lâkin ba'zı suretler­de ikrah ihtiyarı ifsâd eder, bazısında etmez.

Bert derini ki; bu zikredilen, bütün Usûl ve Fürû' Kitaplarında yazılmıştır. Hattâ Sadr'u.ş-Şeria   (Rh.A.}. «Tenkilinde demiştir ki:  İkrâh ya, mülci'dir; nefsi veya uzvu yok eder. — Bu rızâyı yok edici ve ihtiyarı ifsâd edicidir— ya da gayr-i mülci'dir; habs etmek, bağla­mak veya dövmekle olur. Bu ise, rızâyı yok edici fakat ihtiyarı ifsâd edici değildir. Binâenaleyh Vikâye'de:
«O bir fiildir ki, onu başkasına îkâ3 edip; onunla, o başkasının rı­zâsını yok eder veya onun ihtiyarını ifsâd eder.» sözü doğru olmaz. Çünkü, Vikâye'nin bu sözünde, bir şeyin kısmını, o şey için kasım (tak­sim edici) yapmak vardır. Nitekim, kasra ile kasîmin ma'nâsını bilen kimseye bu gizli değildir. .

Tuhaftır ki, Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.), «Tenkili» de söylediği bu söz­den sonra «Vikaye Şerhi» nde demiştir ki: «Bundan sonra, ikrah iki çeşittir. Birisi, rızâyı yok edici olmasıdır. Bu, habs veya dövmekle olan­dır. İkincisi, ihtiyarı bozucu olmasıdır. Bu, öldürmek veya uzvu kes­mekle olandır. İmdi rızânın yok olması, ihtiyarın fesadını kapsar. Habs-. de veya dövmede rızâ yok olur. Lâkin, sahih ihtiyar kalır. Öidürmek-de rızâ yoktur. Lâkin öldürmek için ihtiyar sahih değildir. Belki ihti­yar fâsiddir.» Bundan sonra: «Vikâye'nin dediği şeyin tahkiki illi...» diyerek devam etmiş: «Ağaç, meyveden haber verir.» demiştir.

Ba'zı suretlerde ikrahın, ihtiyarı ifsâd edip, etmemesi; mükrehin ehliyyeti kahnasiyle ve ondan hitabın düşmesiyle beraberdir. Çünkü mükreh (zorlanan kimse), mübtelâdır. îbtilâ ise, hitabı muhakkak kı­lar. Görülmez mi ki, mükreh; farz, haram ve ruhsat arasında mütered-diddir. Kimi günahkâr oîur, kimi de ecre kavuşur. Bu, hitabın delili ve ehliyetin bekasıdır.

İkrahın şartı dört şeydir:
Birinci şart: Zorlayan kimsenin (hâmilin), sultân olsun, başkası olsun; yânî hırsız ve benzeri gibi kimselerden bulunsun, tehdîd ettiği şeyin hakikatini yapmaya kaadir olmasıdır. Bu ta'mîm, İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göredir. İmâm A'zam1 (Rh.A.) a göre; zorlama ancak sultandan tahakkuk eder. Çünkü kudret, asker (menea) siz olmaz. Asker (menea) ise, sultâna mahsûstur.
Fakîhler demişlerdir ki: Bu, -asrın ve zamanın ihtilâfıdır. Hüccet ve burhanın [15] ihtilâfı değildir. Çünkü imâm A'zam' (Rh.A.) m za­manında, sultândan başkasının, zorlamayı tahakkuk ettirecek kuvveti yoktu. İmdi O, zamanında müşahede ettiği şeylere binâen cevâb ver­miştir, îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in zamanında ise, fesâd zuhur edip bu emr (iş) her zorbanın eline geçmiştir. Binâenaleyh, ikrah hepsin­den tahakkuk eder. Fetva, İmâmeyn' (Rh, Aleyhimâ) in sözüne göre­dir. Hulâsa'da böyle denmiştir.

İkinci şart: Hâmilin tehdîd ettiği şeyin vukuundan failin korkma-sidir. Hâmilin tehdidini  yapacağına aklı yatmalıdır,  ki  bu tehdîde onun iddia ettiği fiil ve mübaşereti yapmaya mecbur olsun.
Üçüncü şart: Failin, zorlandığı şeyden, bir hakdan dolayı; yânî malını satmak veya onu telef etmek yâhûd kölesini âzâd etmek gibi kendi hakkı için, ya da, başkasının malını tele! etmek gibi, başka ki­şinin hakkı için, veya şarâb içmek, zina yapmak ve bunların benzerle­ri gibi, şeriatın hakkı için mümteni1 (çekinir) olmasıdır.

Dördüncü şart: Mükreh'ün bin (ikrâh'da korkuyu gerektiren şey) in, nefs veya uzuv itlâi edici yâhûd rızâyı yok eden, gammı mûcib bir şey olmasıdır. Bu şart, ikrahın mertebelerinin en aşağısıdır. Yine bu şart; şahıslara göre farklıdır. Yakında açıklaması gelecektir.

Bu, yânî ikrah, ya mülci'dir; nefsi veya uzvu itlaf ile olursa; ihti­yarı ifsâd eder. Yâhûd gayr-i mülci'dir. Eğer uzun zaman habs ve uzun zaman bağlamakla yâhûd şiddetli dövmekle olursa;, ihtiyarı ifsâd et­mez. Mebsût'da zikredilmiştir ki: İkrah sayılan -hatasın sının, açık (bey-yin) olarak gam kasavet getirmesidir. İkrah sayılan dövmede sınır, ise; ondan şiddetli elem duymakdır. İkrâhda sınır, bundan fazla ve bun­dan eksik olmaz. Çünkü mikdârlar, re'yle değildir. Lâkin hâkime ref edilirse o re'y hâkimin uygun gördüğü mikdâra göredir. Bir gün habs, bir gün bağlamak veya şiddetli olmayan dövme, bunun hilaf madır. Çün­kü bir gün habs, bir gün bağlamak ve şiddetli olmayan dövme ikrah değildir. Zira âdeten bu gibi şeylere aldırış edilmez. Binâenaleyh, rızâ­yı yok etmez. Ancak, eğer ikrah olunan kimse, mansıb ve mekân sahi­bi olursa; yânî ikrah, makam ve mansıb sahibi bir adama yapılırsa, bu başkadır. Çünkü onun zararı, her hangi bir kimseye şiddetli vurmak-dan daha şiddetli sayılır ve bununla rızâ yok olur.
İkrâlı-ı mülcî [16] ile, ölü hayvan (meyte) etini yemeye, kan içme­ye, domuz etini yemeye ve şarâb içmeye izin (ruhsat) verilmiştir. Çün­kü bu zikredilen şeylerin haram olması, ihtiyar hâli ile mukayyeddir. Zaruret hâlinde ise; asıl olan helâl? hâli üzere bırakılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Allah, size haram olan şeyleri uzun uzadıya anlatmıştır. Ancak, muztar kaldıklarınız müstesna...» [17] buyurmuştur. Görülüyor ki, Al­lah Teâlâ (C.C),-zaruret hâlini istisna etmiştir. İstisna, kalanı söyle­mektir. Iztırâr, ikrâh-ı müici ile hâsıl olur.

Bu suretlerde, öldürülmeye sabr eden günahkâr olur. Nitekim aç-lıkda sabr etmek böyledir. Çünkü yemek mubah kılınınca, ondan ka­çınmakla kendisini helak etmek için başkasına yardimcı olur.
Yine; kelime-i küfrün söylenmesine, kalbi imân ile dopdolu (mut­main) olmak şartiyle, ruhsat verilmiştir. Amnıâr b. Yâsir1 (R.A.) in [18]Ammâr lbn-i Yâsir (R.A.): tik Müslüman olan sahâbilerdendir. Medine'de Müslüman şu hadîsi sebebi ile ki, kendisi kelime-i küfrü söylemeye ikrâhen müb-telâ olduğu zaman, Resûlüllah (S.A.V.); O'na: «Ey Yâsir, kalbini nasıl buldun?» diye sormuş, Yâsir de: «îmân ile dobdolu (mutmain) bul­dum.;) demişdi. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.): «Eğer, sana ikrahı tekrar ederlerse, sen de bunu tekrar eyle (iade eyle)», buyurdular. Hz. Yâsir (R.A.) hakkında Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu kavl-i kerimi nazil ol­muştur:
«Gönlü îmânla dolu (mutmain) olduğu hâlde, küfre zorlanan müs­tesna...» [19]

Eğer bu suretlerde öldürülmeye sabr eylese, yâni öldürülünceye kadar küfrü izhâr etmezse, o kimse me'cûr olur. Çünkü Hz. Habîb (R.A.) buna sabretti. Nihayet asılarak öldürüldü. O'na, Resûlüllah (S. A.V.), «Şehîdlerin efendisi» adını verdi.

Yine, bir Müslümanın malını zorla itlaf etmeye izin verilmiştir. Çünkü başkasının malını itlaf etmek, zaruret için mubah kılınmıştır.

Nitekim açlıkdan helak olacak hâle geldiği zaman başkasının malını almak mubâhdır. Bu, sabit de olmuştur. Lâkin mal sahibi, hâmile (za­rarı yaptırana) ödetir. Çünkü fail (yapan kimse), âlet olmaya elve­rişli olan şeyde, hâmilin (zorla yaptıran kimsenin) âletidir. Ve onu failin üzerine ilkâ edip öldürmekle itlaf etmesi bu kabildendir.
Müslümanı öldürmeye ruhsat yoktur. Yânı Müslümanı öldürmeye zorlanan kimsenin, Müslümanı öldürmesine ruhsat yoktur. Belki, öl­dürmemek için sabr eder. Eğer sabr etmeyip Müslümanı öldürürse, gü­nahkâr olur. Çünkü Müslümanın öldürülmesi, hiçbir çeşit zaruret için mubah olamaz; Ancak, eğer Müslümanı öldürmediği takdirde, kendi­sini Öldüreceğini bilirse, bu müstesnadır. Hâmilin, yâni öldürmeye zor­layan kimsenin, amden (isteyerek ve bilerek) öldürttüğünde, İmâm A'zam' (Rh.A.) a ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre; yalnız hâmil­den kısas yapılır. Çünkü fâiî, yânî öldürmeye zorlanan kimse, onun âletidir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Hâmil ile failden hiç biri, şübhe bulunduğu için kısas olunmaz.» demiştir. İmâm Züfer (Rh.A.);  «Fail, kısas olunur. Çünkü fail, mübaşirdir. Yâni bizzat öldürmüştür.» de­miştir. İmâm Şafiî (Rh.A.); «İkisi de kısas olunur. Fail, mübaşeret [20]
ve hâmil de tesebbüb [21] nedeniyle kısas edilir.» demiştir.

İkrâh-ı nıülcî ile erkeğin zina etmesine izin verilmez. Çünkü bu, öldürmek gibidir. Zîrâ veled-i zina, mürebbisi olmadığı için hükmen helak olmuş sayılır. Şu hâlde, öldürmek gibi, bir zarüretden dolayı mu­bah kılınmaz. Lâkin istihsânen hadd vurulmaz. Yânî, onun ikrâh-ı mül-cî ile zinasına ruhsat verilmeyince, kıyâsın gereği hadd vuruîmasıy-dı. Zîrâ âletinin (erkeklik uzvunun) kalkması, istekli olduğuna delil­dir. Lâkin istihsânen hadd vurulmaz. Çünkü âletin kalkması, isteyerek yaptığına, delâlet etmez. Zîrâ. ba'zan tab'an olur. Nitekim uyuyan kim­sede âletin kalkması böyledir.
İkrâh-ı gayri mülci [22] ile mezkûr hâllere ruhsat verilmez. Lâkin ikrahın ikinci kısmında, zina eden kadının haddi (şer'î cezası) düşürül­müştür.. Çünkü bu kadın, her ne kadar zorlanmadı ise de, en azından şübheden hâli değildir.Hâniye'de de böyle denmiştir.

Erkeğin zinasında hadd düşmez. Çünkü erkek hakkında kadında olduğu gibi ikrâh-ı mülci ruhsat değildir, ki gayr-i nıülcî. hadd kaldı­rılması için, şübhe olsun. Zorlanan kimsenin kavlî tasarrufları; bize göre mün'akiddir. Nitekim fâsid olan satışlarda böyledir. Yânî, asıl olan kaide şudur ki: Zorlanan kimsenin kavlî tasarrufum mırteberdir. Bu husûsda, ikrah mülcî olsun, gayr-i nıülcî olsun müsavidir.

Eğer mükreh fesh ederse, feshe muhtemel olan şey, fesh olur. Fes­he muhtemel olmayan şey. fesh olmaz. Birincisi; yânî feshe muhtemel olan tasarruf fesh edilmez. Bu, mükrehin satması, satın alması, kira ya vermesi, sulhu, alacağından vazgeçmesi veya borçlusunun kefilinden vazgeçmesi ve hibe etmesi gibidir. Zîrâ mükreh, bunlardan birinin üze­rine ikrahın iki çeşidinden biri ile zorlansa, fail ikrahın ortadan kalk­masından sonra muhayyer kılınır. Dilerse kabul eder; dilerse fesh eder. Çünkü ikrah, mutlaka rızâyı yok eder. Rızâ ise, bu akdîerin sıh­hatinin şartıdır. Rızânın ortadan kalkmasiyle akd fâsid olur.

Yine, mükreh'in İkrân da böyledir. Mükrehin ikrarı bir haberdir ki, doğruya da yalana da ihtimâli vardır. Ancak bu, doğruluk tarafı tercih edildiği için hüccet olmuştur. Halbuki ikrah, şerri kendisinden savmaya kasd edici olduğu hâlde, ikrar eylediği şeyde mukırnn yalan söylediğine delildir.

İkrah île satılan şeye; eğer teslim aldı ise. müşteri mâlik olur. Ni­tekim diğer fâsid satışlarda hüküm budur. Binâenaleyh, müşterinin mülkü olduğu için, köleyi âzâd etmesi sahîhdir. O âzâdlınm kıymetini müşterinin ödemesi lâzım gelir. Çünkü fâsid akd ile mâlik olduğu şeyi itlaf etmiştir.
Mükreh olan satıcı, semeni müşteriden tav'an ([23] teslîm aldı ve­ya satılan şeyi tav'an teslîm etti ise, rızâ bulunduğu içi» satış geçerli (nafiz) olur. Eğer satıcı, semeni mükrehen teslîm alırsa, nzâ bulun­madığı için geçerli olmaz. Ve eğer satıcının elinde duruyor ise, mükre­hen teslîm aldığı semeni geri verir. Semen helak oldu ise, ödemez. Çünkü semen, mükrehin elinde emânetdir. Zîrâ satıcı, onu müşterinin izni ile almıştır. Teslîm almak, mâlikin izniyle olursa, temellük için teslîm aldığı takdirde, ödemek vâcib olur. Mükreh ise; almağa zorlan­dığı için onu temellük için teslim almamıştır. Bu durumda, o emânet olur. Kâfî'de de böyle denmiştir.

Şu şey bunun aksinedir ki: Şâyed hâmil, vermeyi zikretmeksizin faili bîbeye zorlasa; fail de hibe edip verse, bu hibe fâsid olur. Yânı, kabzdan sonra sahüı hibe gibi mülk îcâb eder. Bizim, şu aslımıza bi­nâen ki: Hibeye zorlamak, vermeye zorlamakdir. Satışa zorlamak ise, teslime zorlamak değildir.

Satılan şey, mükreh olmayan müşteri elinde helak olsa; halbuki satıcı mükreh olsa, müşteri satılan şeyin kıymetini satana Öder. Çün­kü müşterinin fâsid hüküm ile teslîm alması, onun üzerine Ödemeyi îcâb eder. Nitekim, müşterinin âzâd etmesi böyledir.

Satıcı, zorlayanla müşteriden hangisine isterse ödettirir. Gâsıb ile gâsıbın gâsıbı gibi ki;~mükreh, gâsıba; müşteri de, gâsıbın gâsıbına benzer. Eğer satıcı hâmile ödetirse, hâmil satılan şeyin kıymetini müş­teriden alır. Çünkü hâmil, borcu edâ etmekle satıcının yerine geçmiş­tir. Çünkü ödenen, ödemenin sebebi — ki gasbdır — vaktinden i'tibâ-ren Ödeyen için mülk olur. Eğer satıcı iki müşterinin birine ödetirse, mal elden ele geçmiştir. Satın aldıkdan sonra kıymeti ödenen her satın alma geçerli olur. Çünkü ödeyen müşteri, borcu ödemekle satılan şeye (me-bî'e) mâlik olmuştur. İmdi, kendi mülkünü sattığı meydana çıkar. On­dan Önce olan satın alma geçerli  (nafiz)   olmaz. Çünkü müşterinin mülkünün istinadı, teslîm alması vaktinedir. Şu şey, bunun aksinedir: Eğer mükreh olan mâlik; o satın almalardan bir akde izin verdi ise, o vakit gerek önce olsun ve gerek sonra olsun geçerli olur. Çünkü ge­çerliliğe mâni' olan, mâlikin hakkıdır. İmdi hepsi 'dönüp, caiz olur.
Mükrehin tasarrufâtmın ikinci kısmı —ki feshe muhtemel ol­mayandır— nikâhı, talâkı ve köle âzâdı ve şâir şeyler gibidir ki, ya­kında açıklaması gelecektir. Bu akdler, bizim Mezhebimize göre, şaka ile beraber sahih olduklarına kıyâs edilerek, zorlamayla beraber sahih olur. [24] İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; sahih olmaz.
Eğer mükreh, kadını cima' etmedi ise ve akdde de mehr tesmiye olunmuş ise, fail, zorlayandan talâkda mehr-i müsemmâııın yansını alır. Eğer akdde mehr tesmiye olunmadı ise, müt'adan [25] üzerine lâ­zım gelen şeyi alır. Çünkü onun borcu, ayrılığın vukuu, kadın tarafın­dan irtidâd ve kocanın oğlunu (şehvetle) Öpmek gibi, bir ma'siyetle vâki' olduğundan sükûtu kabul eder. Bu borç, talâkla kuvvet bulmuş-dur. Bu bakımdan malı takrir olur ve malın *-akrir zorlayana muzâf olur. Takrir ise, îcâb gibidir. İmdi, onu telef etmiş olur. Şu hâlde, ona rücû* eder. Yânî zorlayandan alır. Cinsî ilişkide bulunulmuş (med-hûl-un bihâ) ise; bunun aksinedir. Çünkü mehr burada, talâkla de­ğil, duhûl ile karar kılmıştır.

Âzâdda fail, zorlayandan kölenin kıymetini alır. Çünkü fail, âzâd-da zorlayana âlet olmaya, itlaf yönünden sâlihdir. Binâenaleyh itlaf, hâmile muzâf olur. Hâmil (zorlayan)' gerek zengin, gerek fakîr olsun, failin onu hâmile ödetmesi caiz olur. Çünkü bu, itlaf ödemesidir. Nite­kim, daha önce geçti. Hâmil, ödediğini, âzâd edilmiş köleden alamaz. Çünkü hâmil, itlâfiyle muâhaze olunur. Mükrehin nezri de böyledir. Zîrâ hâmil, şâyed nezr üzere ikrah etse, sahih olur ve onu yerine ge­tirmek lâzım gelir. Çünkü nezr, feshe muhtemel olmaz. Şu hâlde, on­da ikrah amel eylemez. Nezr, şakası ciddî olan şeylerdendir ve kendi­sine lâzım gelen şeyi hâmilden alamaz. Zîrâ onun için dünyâda mutâ-lebe yoktur.
Yine; mükrehin yenimi ve zihârı [26] da sahih olur. Bunların iki­sinde de zorlamanın bir te'siri yoktur. Çünkü ikisinin de feshe ihtimâl­leri yoktur.
Yine mükrehin ricat], ilâsı i [27] ve diliyle ilâsı da sahih olur. Di­liyle ilâ; «Ben, ona fey' eyledim." demekle olur.. Çünkü zikredilen şey­ler şaka ile beraber sahih olunca, zorlamakla dahi sahih olur.

Mükrehin Müslüman olması da sahilidir. Çünkü fail Müslüman olmak için zorlanırsa; iki rüknün —ki dil ile ikrar ve kalb ile tasdik-dir.— biri kesinlikle bulunsa, diğer rükünde ihtimâl vardır. O da, tas-dîkdir. Biz, ihtiyaten var olması tarafını tercih ederiz.

Eğer dönerse, öldürülmez. Yâni kâfir zorla Müslüman olur da; on­dan sonra dönerse, şübhe teme&kün ettiği için öldürülmez. Çünkü. başlangıçta Müslüman olmaması ihtimâli vardır. Böyle olunca, onun küfrü aslî olur. Bu durumda, mürted olmaz ve İslâm dînînden dönme­sine i'tibâr edilmez. Çünkü İslâm'dan dönme, i'tikâda müteallikdir. Görülmez mi ki. bir kimse, her ne kadar küfrü söylemese de. eğer küi'-re niyyet etmiş ise kâfir olur. Zorlamak, i'tikâdm değişmediğine delâ­let eder.

İslâm'dan riddetiııe hüknıedilmediği için, kâfirin karısı da bâyhıen boşanmış olmaz.

Bir kimsenin malını Sultân müsadere etse, yâni zorla malını iste­se ve malının satılmasını da ta'yîn etmese, yâni: «Malını satıp, seme­nini bana ver!» demese. bunun üzerine mükreh malım satsa, kendisi­ne nisbetle zorlama bulunmadığı için. satış sahih olur. Hulâsa'da da böyle denmiştir.
Bir kimse kansim. mehrini lıîbe etmesi için dövmekle korkutarak kadın mehrini lıîbe etse; eğer koca dövmeye kadir olursa, zorlama bu­lunduğu için bu hibe sahih olmaz. [28]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..