N

NÂBİT: Yerden çıkıp büyüyen; yerden biten.

NEBAT: Bitki. Topraklan biten her türlü şey.

NEBATAT: Bitkiler.

NEBATÎ: Nebat ile ilgili, bitkisel.

NÂBİTEN KIYMET: Kıymet Maddesine bakınız,

NÂDÂN: Kaba; terbiyesi kıt. Bilmez.

NADİDE: Görülmemiş; görülmedik. Pek seyrek bulunan ve çok değerli şey.

NADİM: Pişman olan, pişmanlıkla...

NÂDIMANE: Pişman olan nedamet duyan kimse pişmanlıkla

NÂDİMJYYET: Pişmanlık.

NÂDİR: Az (= seyrek, ender) bulunan şey
en-Nâdirü Ke'1-ma'dûm: Nadir olan (= az bulu­nan şey) yok gibidir

NÂDİRAT: Seyrek ve az bulunan şeyler.

NEVADIR: Bu kelime de nâdirât yani az bulu­nan, nâdir şeyler anlamındadır.

NÂDİR: Nâdirât ve Nevâdir kelimelerinin tekili­dir. Ve: Az bulunan; seyrek; nâdir bulunan şey an­lamındadır.

Nâdfrii'l-vücûd: Benzeri pek az bulunan (insan) demektir.

ŞAFAK A

NAFAKA: Lügatte: Çıkmak, gitmek, sarf etmek mânâlarını ifâde eder. Bir insanın ev halkına sarf ve infak ettiği şey anlamına da gelir. Fıkıh ıstılahında NAFAKA: Yiyecek, giyecek ve sük-nâ ile bunlara tâbi olan şeyler demektir. Örfen, na­faka tabiri sadece yiyecekler için kullanılır. Bundan dolayıdır ki, diğerleri nafaka üzerine affolunarak, na­faka, giyecek ve süknâ denilir. Nafaka'nın çoğulu Nafakât'tır. Nafaka, tâbiri, sadaka yerinde de kullanılır.

İNFAK: Nafaka vermek. Bir malı, bir mahalle sarf etmek demektir.

MEN LEHÜ'N-NAFAKA: Nafaka olmaya müs-tehik (= hak sahibi) olan kimse demektir.

MEN ALEYHİ'N-NAFAKA: Nafaka yermesi ica-beden kimseler demektir. Bu anlamda MIİNFIK ke­limesi de kullanılır.

NAFAKA-İ MARZİYYE; Nafaka alacak kimse ile, nafaka verecek kimsenin aralarında rızâ ile tâ­yin ettikleri nafaka demektir.

Bu şekilde nzâ ile nafaka tâyinine RIZAEN TAK­DİR denilir.

NAFAKA-İ MAKZİYYE: Nafaka almaya hak ka­zanmış bulunan bir şahsın, müracaatı üzerine, hâkim tarafından tâyin edilen nafaka demektir.

Bu şekilde nafaka takdir edilmesine KAZAEN TAK­DİR denilir.

KADR-İ MARUF NAFAKA: Takdirden fazla, is­raftan az bulunan nafaka demektir. Ki, bu herkesin hâline göre, ortalama bir hâlde takdir olunur.

CİNS-İ NAFAKA: Nafaka olacak şeyler para, et, ekmek, un, yağ ve giyecek gibi şeylerdir. Hayvanât, ev eşyası ve akar gibi şeyler ise, nafaka cinsinden olmayan mallardır.

CİHAZ: Kocaya varacak kadınların hazırlamaları âdet olan elbise, sergi, yatak takımı ve süs esyas» gibi eşyalardır.

Bu kelime, lisanımızda çeyiz, cehiz tarzında telaf­fuz edilir.

Yolcunun erzaki, eşya ve mühimmatı ile ölünün ke­fenine de CİHAZ denir. Cihaz'ın çoğulu ECHİZE'-dir. CEHAZ kelimesi de, hem yukarıda zikrettiğimiz eşya anlamında, hem de kadınların tenasül uzvu anlamında kullanılır.

TEÇHİZ: Kadınların, yolcuların ve ölülerin muh­taç oldukları eşyayı hazırlamak, tertip ve tanzim et­mek demektir.

NAFİLE: Farz ve vacip olmadığı hâlde, fazla se­vap kazanmak için yapılan ibâdetlere NAFİLE ve­ya TATAVVU denir.

NAFİLE = NEFL: Lügatte ziyâde anlamındadır, ibâdet ıstılahında NAFİLE: Farizalar üzerine ziyâ-deleştirilen ibâdetler anlamına gelir.

Siyet ıstılahında ise NAFİLE: Gazilere tahsis edİ-îen emvalin (= malların) sehimlerinden ziyâde ol­ması demektir.

NEFL de, nafile anlamındadır. Nefl'in çoğulu olan ENFÂL ise: Ganimetler anla­mına kullanılır.

NAFİLE OLAN HAC: Hac Maddesine bakınız.

NAFİLE TAVAF : HAC / TAVAF / TAVA­FIN NEVİLERİ Maddesine bakınız.

NAFİZ: Başkasının hakla tealluk etmeyen (mese­lâ: icazetine mevkuf bulunmayan) bir muameledir. Şartlarım ve erkanını cami olan bir akid, NAFİZ BÎR AKİD'tir. Ve AKD-i NAFİZ iki kısma ayrılır:
1-) Lâzım olan Nafiz Akid: Kendisinde muhayyer­lik bulunmayan nafiz akiddir.
2-) Gayr-i Lâzım olan Nafiz Akid: Kendisinde mu­hayyerlik bulunan nafiz akiddir.

NAFİZ: Geçirli; GAYR-İ NAFİZ ise: Geçersiz anlamına da kullanılır.

NAKİD: Altın ve gümüşten ibarettir. Alün ve gümüş ister meşkûk (= sikkelenmiş) olsun, ister külçe hâlinde bulunsun, semeniyyet (= bedel, karşılık) için kullamldıklanndan nakit sayılırlar. Balar paralar da râyic (= geçerli) oldukları zaman nakit hükmündedirler. Kesada uğradıkları zaman ise uruz ve meta kabilinden olarak kıyemî mallardan sa­yılırlar.

NUKÜD: Nakid kelimesinin çoğuludur ve nakid-ler demektir.

Nakid kelimesi, bir şeyin bedelini peşinen ödemek ve para olarak bulunan servet anlamlarını da ifâde eder.

NÂKİL: MÜDDEÎ, MUALLİL Maddesine bakınız.

NAKZ: MÜNÂKAZA Maddesine bakınız.

NAKZ-IAHD: Muahede ahkâmını bozmak ve ve­rilen sözde durmamak anlamına gelir.

NEBZ-İ AHD de: Bir muahedeyi fesh ve nakzet­mek demektir.

NEBZ kelimesi, lügatte: İlkâ, İlâm ve az bir şey an­lamlarına gelmektedir.

NAM-IMÜSTEAR: Bir kimsenin, kendi adından başka, eğreti olarak aldığı isim demektir.

İkrar ıstılahında NÂMI MÜSTEAR: Başkasına ait bir şeyin, bilâf-ı hakikat olarak, diğer bir şahsa iza­fe edilmesi ve onun ismi ile anılması demektir. "Bir kimseye ait olan bir haklan senette başka bir şahıs nâmına yazılması...." gibi. Bu, muvazaa yoluyla yapılmış bir ikrar demektir.

ikrar Maddesine bakınız.

NAS: Lafe Maddesine bakınız.

UNÂŞİZE: Kocasının evinden, onun izni olmadan çıkıp, kendisini, haksız yere'kocasından men eden kadın demektir. Bu çıkış, hakM bir çıkış olabilece­ği gibi, hükmî bir çıkış da olabilir.

NAZİR: VASİYET Maddesine bakınız.

NÂZffi-I VAÖF: VAKIF Maddesine bakınız,

NEBİZ-İ TEMR: Birazcık pişirilmiş ve iştidâd ede­rek, müskir (= sarhoşluk verici) bir hâle gelmiş olan kuru veya yaş hurma suyu; yani, hurmadan elde edil­miş, —köpüklü veya köpüksüz— bir nevi hurma şa­rabı demektir.

NEBİZ-İ ZEBİB: Su içine atılarak, az bir jmüd-det pişirilmiş ve ekşiyerek müksir bir hâle gelmiş olan kuru üzüm suyu; yani, kuru üzümden elde edilmiş bir nevîjaraptır.

NECÂBET: Asalet; soyluluk; soy temizliği

NECASET

Necaset (= Necsi): Aslında veya ânzî (= geçici) ola­rak temiz bulunmayan bir madde demektir. Necis'in çoğulu ecnâs'tir. Meselâ: İdrar aslında Necistİr. Sidikli bir elbise ise *ânzî olarak) necistir; pistir, murdardır. Aslında pis (= necis) olan şeye neces de denilir. Necasetler,
1-) Necâset-i hafife.
2-) Necâset-i galîza (= Necâset-i mugallaza) olmak üzere ikiye ayrıldıkları gibi; akıcı olup olmadıkları­na göre de.

A-) Mayi

B-) Câmid; olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ayrıca, görünüp görünmemeleri itibariyle de

a-) Necaseti- mer'îyye

b-) Necâset-i gayr-i meriyye kısımlarına da ayrılır. Şimdi bunları ayrı ayrı açıklayalım: Necâset-i hafife: Pis olduğu hususunda, —başka bir dellille çeüşili bulunan— serî bir delil olan şeydir. Bu gibi necasetler, bir delile göre pis görülmekte ise de, diğer bir delile göre pis sayılmamaktadır. Eti ye­nen hayvanların bevilleri gibi... Necâset-i galîza: Pis olduğuna dair şer'î bir delil bu­lunduğu hâlde, bunun zıddına ait bir delil bulunma­yan şeydir. Lâşe gibi...

Necâset-i mer'iyye: Hacmi bulunan veya kuruduk­tan sonra görülebilen herhangi bir pis maddedir. Ak­mış kanlar gibi...

Necâset-i gayr-i mer'iyye: Câmid bir hacmi bulun­mayan veya bulaştığı yerde kuruduktan sonra görülemiyen herhangi bir pis maddedir. Sidik gibi... Hakikaten veya hükmen temiz olmayan şeyler, bazi ibâdetlerin yapılmasına mânidir.

NECIB: Soyu sopu temiz; nesli pâk olan kimse.

NECM: Yıldız demektir.

Bir zamanlar, vakitler, yıldızların doğuşları ile tâ­yin edildiği için; giren vakitlere ve ödenme vakti gelen borçlar İle vazifelere, mecaz yolu İle necm denil­miştir.

Bundan dolayı, İslâm* hukukunda: Bir borcun taksit­lerini ödemek için hülûl eden belirli vakte ve vakti hülûl eden belirli borca ve bilhassa mükâtebin efen­disine ödemeyi üzerine aldığı kitabet bedelinin her taksidine NECM adı verilmektedir.

NEDAMET: Pişmanlık; pişmanlık duymak; piş­man olmak.

NADİM: Nedamet duyan, pişman olan kimse.

NÂDİMİYYET: Pişmanlık.

NEHİY

NEHİY: Yasak etme; yasak.

Diğer bir tarife göre NEHİY: Kendisi ile cezm ve istilâ yolu ile bir fiilin terk edilmesi istenilen sözdür. "Yalan söyleme.", "Hırsızlık etme." sözleri gibi...

NÂHÎ: Bir şeyi yasaklayan; bir fiilin terkedilmes-ni kat'î ve âmirâne bir sıfat ve şekilde men eden kimse demektir.

MENHİYYÜN ANH: Terkedİimesi ve kendisin­den çekinibnesi istenilen yani yasaklanan şey de­mektir.

MENHİYYAT ve MEMNÛÂT tabirleri de yasak­lanan ve men edilen şeyler demektir.

NEFSİ VÜCÛB: VÜCÛB: Maddesine bakınız.

SEFER: Sayılan üçten on'a kadar olan askerî birlik demektir.

Ancak NEFER kelimesi bir asker için de kullanılır. NEFER kelimesi çoğul anlamında yani askerler mâ­nâsında da kullanılır.

SEFİR

NEFİR: Lügatte: Cemaat anlamına gelir.

Istılahta NEFİR: Bir beldede bulunan halkın; can­larına, mallarına, çoluk-çocuklarına saldırmak üze­re, düşmanın gelmekte olduğundan haberdar edilmesi demektir. Ki, böyle bir durumda, o belde halkından muktedir olan bütün müslümanlar üzerine cihâd farz olur.

ENFÂR: Nefir'in çoğuludur; yani: Nefirler de­mektir.

MÜSTENFİR: Gazaya çıkılmasını flân ve talep eden kimse demektir.

NEFR: Harbe sürüklenip götürülen kimseler de­mektir.

NEFÎR-İ ÂM: Harb mıntıkasında bulunan bütün efradın, harb için seferber hâle gelmesi demektir. Kİ buna, düşmanın bir islâm beldesine bağteten (= an­sızın, birdenbire, apansız) hücum ettiği ve bu düş­manı,   İslâm   kuvvetlerinden   bir   kısmının defedemiyeceği. takdirde müracaat olunur. Ve, bunun dairesi ihtiyaca göre genişleyip, imkân olduğu ölçüde, İslâm âleminin şark ve garbına kadar yayı­lırlar. Nefîr-i âm: :umûmî Seferberlik demektir.

NEFÎR-İ HÂSS: Muharebe için, yalnız bir kısım efradın seferber hâle gelmesi demektir.

Yani NEFÎR-İ HÂSS: Kısmî seferberlik hâli de­mektir.

Nefir-i Hâssa: Fazla kuvvet toplamaya lüzum gö­rülmediği durumlarda başvurulur. Meselâ: Ülke hududlanndan birinde zuhur eden bir harb hâdisisini bertaraf etmek için, o sahada bulu­nan İslâm kuvvetleri kifayet ettiği takdirde diğer ef­radın silâh altına alınmasına lüzum görülmez.

NEFL: Tenfîl Maddesine bakınız.

NEHY = TEGRÎB: SÜRGÜN : Mücrim olan kimselerin, bir müddet için, bulundukları yerlerden, başka beldelere uzaklaştrnlmalan, sürülmeleri de­mektir.

NEKİ-İ TEMR: Kendi kendine kabaran ve kuv­vetlenerek müskir (= sarhoşluk verici) bir hâle ge­len, pişirilmiş kuru hurma suyu yani kuru hurmadan elde edilen bir nevi şarap demektir.

NEKİ-İ ZEBÎB: Kendi kendine galeyan eden ve kuvvetlenerek müskir bir hâle gelen, pişirilmemiş ku­ru üzüm şırası, yani kuru üzümden elde edilen bir nevi şarap demektir.

NESEB: Aslında, bir beldeye veya bir kabileye ya­hut bir mesleğe olan nisbet ve izafe demektir. NESEB: tâbiri, karabet (= yakınlık, akrabalık) an­lamında, öteden beri kullanılagelmektedir.

Buna göre NESEB: Baba ve ana cihetleriden olan ittisal ve iştirak anlamına gelir. Bununlabirlikte NESEB kelimesi, genellikle, baba cihetinden olan akrabalıklar içni kullanılır. Bu cihetle, neseb iki nevidir:
1-) NESEB Bİ'T-TÛL = ÂMÛDÎ NESEB: Baba­lar ile ve babaların —ilâ nihayet— babalan ile; oğul­lan ve oğullann -ilâ nihâye- oğullan arasındaki ittisaldir.
2-) NESEB BPL-ARZ = UFKÎ NESEB: Erkek kar­deşler ile bunların oğullan ve amca oğullan arasın­da olan ittisalden ibarettir.

NİSBET: Bu kelime, hem nesep mânâsına gelir, hem de bazı zâtlar yahut ayni cinsten olan eşyalar ara­sındaki belirli hususiyetlere ve miktarlara ıtlak olunur.

İki şey arasındaki mümâselet (= benzerlik) ve mü-şâkele {= aym şekilde olma) hâline MÜNÂSEBET denir.

İNTİSÂB: Bir şahsın, diğer bir şahsa yahut bir yere veya bir mesleğe olan bağlılığı ve alakası demektir.

NEŞEME: Lügate: Neft, insan ve her şeyin baş­langıcı anlamlanna gelmektedir.

Istılahta NEŞEME: Azâd edilmek üzere satın alınan rakabe (= köle veya câriye) demektir.

NEŞEM: Neseme'nin çoğuludur.

ITKU'N-NESEME: Azâd edilmek satın alınmış bir köleyi azâd etmek demektir.

Kendisine vasiyette bulunulmuş olan bir şahsın, va­siyette bulunmuş olan şahıs namına bir köle satın alıp, azâd etmesi gibi....

NESİL: Bir kimsenin babalan ve dedeleri mânâ­sına geldiği gibi sulbî çocuklan ve torunları anlamı­na da gelir.

Bir rivayete göre nesil tabiri, kızların evlâdına da şâ­mildir.

ENSÂL: Nesiler demektir.

NEZİR (= ADAK) TAVAFI: HAC / TAVAF TAVAFIN NEVİLERİ Maddelerine bakınız.

NIKZ-I VAKF: VAKIF Maddesine bakınız.

NİFAK: Bir kimsenin, zahiren müslüman görül­düğü hâlde, kalben küfür mesleklerinden biline bağlı bulunması demektir. Böyle bir şahsa MÜNAFIK denir.

NİFAS: Annelik yâni çocuk doğurma hâli yâni lo-husalık demektir.

Bu durumda yani lohusahk hâlinde zuhur eden kana da nifas denir. Lohusalık hâlinde bulunan kadına da nfifesâ denir.

NİKÂB

NİKÂH: Evlenmek, tezvic akdi yapmak demek­tir. Yani, kasden mülk-i müt'ayı müfid olan bir akiddir.

Nikâh akdi ile bir aile teşekkül eder. Ve bu akidle, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar eder ve bunlann birbirlerinden meşru surette istifâde et­meleri caiz olur.

MUNAKEHE: Bir erkekle bir kadının nikâh ak­dinde bulunmaları demektir.

MÜNÂKEHÂT: MÜNAKEHE'nin çoğuludur.

İSTİNKÂH: Nikahlanmak ve nikâh talebinde bu­lunmak mânâlarını ifâde eder.

NİKÂHI SAHİH: Sıhhat şartlarının tamamını ken­disinde bulunduran nikâhtır.

Nikâh-ı Sahih iki kısma ayrılır:
1-) Nikâh-ı Nafiz: Nikâh şartlarım tamamen cami olup, hiç bir kimsenin İznine bağlı (= icazetine mev­kuf) bulunmayan nikâhtır. Bu da İki tasma ayrılır:

a-) Lâzım Nikâh: Nafiz (= geçerli) ve hıyâr-i fesih­ten (= feshetme muhayyerliğinden) uzak olup, fe­sih tehlikesine mâruz bulunmayan nikâhtır.

b-) Gayr-i Lâzım Nikâh: Nafiz (= geçerli) olmak­la beraber, feshedilmesi kabil olan (yani böyle bir tehlikeye manız bulunan) nikâhtır ki, muhayyer olan, bu nikâh akdini feshedebilir.
2-) Nikâh-ı Gayri- Nafiz: Sıhhat şartlarını cami ol­makla beraber, nikâh sahibinin veya velisinin iznine bağlı (= icazetine mevkuf) bulunan nikâhtır. Nikâh-ı Gayr-i Nâfiz'e, Nikâh-ı Mevkuf da denir.

NİKÂH-I FÂSİD: Sıhhat şartlarını cami olma­yan nikâhtır. Şahitsiz aktedilen nikâh gibi...

NİKÂH-I BÂTIL: Üzerine asla nikâh hükümleri terettüp etmeyen nikâhtır. Başkasının zevcesi ile bi­lerek evlenmek gibi...

NİKÂH-I MUVAKKAT: Muayyen bir zaman için veya belirsiz bir müddet ile mukayyed olarak yapı­lan nikâhtır.

NİKÂH-I MUT'A: Müt'â (= muvakkat kazanç) temettü (= kâr, fayda) veya istimta (= faydalanma) gibi bir tâbir ile, bir müddet için yapılan nikâhtır.

NİKÂH-I SİGAR: İta" kadının, mehir tesmiye edilmeden (= belirlenmeden), biri diğerine muka­bil olmak üzere, iki erkeğe .tezvic edilmesi demektir. Meselâ: İki erkek, birbirine, kız kardeşlerini bu şe­kilde tezvic edecek olurlarsa, bu durumda, bir nikâh-ı şigâr meydana gelmiş olur.

Aslında şigâr ve şügûr kelimeleri, lügatte hulüv (= hâlîlik, boşluk) mânâsına gelir. Nitekim, hükümdar­dan hâli olan bölgeye veya beldeye belde-i şâgıre denilir.

Böyle bir nikâh da, mehirden hâlî olduğu için, bu ismi almıştır.

NİKÂH-I FUZÛLÎ: Asıl, velî, vekil veya elçi olmayan bir şahsın, başkası nâmına yapmış oludğu nikâhtır.

NİKÂH MECLİSİ: Nikâh akdi için toplanılan yer.

NİKÂH AHKÂMI: Nikâhın akdedilmesi üzerine terettüp eden mehir ve nafaka gibi eserler, semere­ler demektir.

NİKÂH AKDİ: Bir kadınla bir erkeğin nikâhı il­tizam ve taahhüd etmeleri ve bu husustaki îcâb ve kabulün birbirlerine rabtedilmesindeıı (bağlanmasın­dan) ibarettir.

Nikâh akdine Nikâh Kıymak da denir. Akid, aslında lügatte düğmelemek, düzmeyi ilikle­mek mânâlarına gelir.

İCÂB—I NİKÂH: Nikahı vücude getirmek için ilk önce söylenilen sözdür. Nikâh bu sözle sabit ol' -maya başlamış olur.

KABÛL-İ NİKÂH: Nikâhı meydana getirmek için, îcâbtan sonra söylenilen sözdür. Nikâh, bu kabul sözü ile tamamlanmış olur.

Meselâ: Nikâhta erkeğin: "Seni tezevvöc ettim." de­mesi îcâb; bundan sonra da, kadının: "Ben de nef­simi sana tezvic ettim." demesi kabuldür. Bunun aksine olarak, Önce kadının: "Ben, nefsimi sana tezvic ettim." demesi îcâb ve erkeğin, kadının bu sözünden sonra: "Bende, seni tezevvüc ettim." demesi de —yine— kabuldür.

NİSÂB: Zekât gibi bazı vecibelerle, hadd-i sirkat gibi bazı cezaların vücûbuna alâmet olmak bazı ce­zaların vûcubuna alâmet olmak üzere Şâri-î Hakim tarafından nasbedilen ve bilerlenen muayyen bir mik­tardır.

Meselâ: Zekâtta iki yüz dirhem gümüş'ün veya yir­mi müskâl altının nisâb olması gibi...

NİSÂB-ISİRKAT: Hadd-i sirkati (= hırsızlıktan dolayı uygulanacak haddi) icâbettirecek mal mik-tandır.

Bu miktar, hanefî mezhebine göre bir dinar veya hâlis gümüşten darbedilmiş on dirhem; yahut kıymeti bu miktara eşit olan maldır.

NİSEB-İ A'DÂT (= SAYILARIN BİRBİRİ İLE NİSBETÎ): Sayılar arasında mukayese demektir. İki sayı birbiriyle karşılaşdnldığında, şu dört durum­dan biri meydana gelir.
1-) TEMÂSÜL: İki sayının bir birine eşit (= müsâ-vî) olması hâlidir. 6=6 gibi...
2-) TEDAHÜL: İki sayıdan, büyük olanının küçük olana kalansız olarak bölünebilmes hâlidir. Meselâ: 8 ile 4 sayılan arasında tedahül vardır. Çün­kü: 8 sayısı, 4 sayışma kalansız olarak bölünebilir (8:4 = 2)
Keza: 6 ile 3 arasında da tedahül vardır. (6:2 = 2) 3-) TEVÂFUK: İki sayıdan birinin, diğerine kalan­sız olarak bölünmeyip; bu iki sayının, üçüncü bir sayı ile kalansız olarak bölünebilmeleri hâlidir. Her iki sayıyı da kalansız olarak bölebilen bu üçün­cü sayıya ORTAK BÖLEN (= KÂSIM-I MÜŞTE­REK) denir.

Bu iki sayıdan her birinin, ortak bolüne bölünmesin­den meydana gelen sayıya (yani bölüm'e) o sayının VEFK'i denir.
Meselâ: 9 ve 6 sayılan, birbirlerine kalansız olarak bölünemez. Ancak, bu sayılardan her ikisi1 de 3 sa­yısına kalansız olarak bölünebilir. 9 sayısı 3'e bölününce bölüm 3 olur..6 sayısı 3'e bö­lününce ise, bölüm iki olur. Bu durumda 9'un vefk'i 3; 6'nın vekfk'ı ise 2 olmuş olur.
(9:3 = 3) ve (6:3 = 2)
TEBÂYÜN: İta' sayı arasında bir'den başka or­tak bölen bulunmaması halidir. N sselâ; 9 ile 10 veya 6 ile 5 sayılan gibi.... B s sayılar birbirlerine bölünmedikleri gibi; bunla­rın l'den başka ortak bölenleri (= kâsım-i müşte­rekleri) de yoktur.

NİŞANLANMA: Evlenme talebi özerine verilen olumlu cevap, söz ve bunun üzerine yapılan bir ta­kım merasimler demektir.

NİYYET

Niyyet: Kasd mânâsına gelir ve kalbin bir şeye az­metmesi, yönelmesi demektir. Şer'an niyyet: Yapilaa bir vazife ile, Allahu Teâlâ'-ya tâatte bulunmayı ve O'na manen yakınlaşmayı kas-detmek demektir.

Bir amelin ibâdet olabilmesi için, böyle bir niyete ih­tiyaç vardır.

Meselâ: Biz, namazı sadece Allahu Teâlâ'nın emri­ne itaat etmek, O'nun rızâsını kazanmak için kıla-nz. Bu, namaz hakkında bir niyettir. Yoksa, yalnız başkalarına göstermek veya Öğretmek yahut bedenen istifâde etmek için namaz seklinde ya­pılacak davranışlar, bir ibâdet sayılmaz. Niyete mukârin olan bir taharet (meselâ: Abdest al­mak, gusletmek) de bir ibâdettir.

NOKSAN

NOKSAN: Eksiklik, azalma, azlık; eksik, kusur­lu, nakıs gibi anlamlan İfâde eder.

NOKSÂN-I ARZ: Bİr yere ekin ekilmeden veya bina yapılmadan önce değeri olan kira bedeli ile, ekin ekildikten yahut bina yapıldıktan sonra alınan kira bedeli arasındaki miktar demektir.

Meselâ: Bİr tarlanın ekilmeden önceki kira bedeli yüz bin lira, ekildikten sonraki kira bedeli ise seksen bin lira olsa; bu durumda noksân-ı arz yirmi bin lira ol­muş olur.

Müffâbih olan budur.

Bazı fakryhlere göre ise, böyle bir tarlanın ekilme­den önce satıldığı takdirde kıymeti ile, ekildikten son­raki kıymetine bakılır. Bu iki kıymet arasındaki fark ise, noksân-ı arz olmuş olur.

NOKSÂN-I FAHİŞ: Bir şeyin dörtte biri ölçüsünde veya daha fazla olan kısmı

NOKSÂN-I YESİR: Bir şeyin, değerinin dörtte birine ulaşmayan noksanlıktır.

NOKSÂN-I SEMEN: Tarafsız bir bilirkişinin ih-bâriyle (= haber vermesiyle) mâ'lüm olan (= bili­nen) semen noksanı demektir.

NUSRET: Yardım, ava ve inayet ve imdada ye­tişmek demektir.

İNTİŞÂR: Yardım İstemek anlamında kullanılır.

NÜKÛL: Vazgeçmek; geri dönmek; caymak; ka­çınmak.

NÜSÜK: MENÂSİK Maddesine batanız.
NÜZUL ANİ'L- VEZÂFİF: VAKIF Maddesi­ne bakınız. [13]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..