3- MÜZÂRAADARİ ŞARTLAR
Bir adam, diğerine yerini ve tohumunu, onun öküzüyle ekip biçmesi ve çalışması karşılığında ücretini vermek ve çıkanın tamamı kendisinin olmak şartı ile verirse; şartlan böyle olursa; bu caiz olur.
Bunu, İnftaı Mskssıned (R.A.) Ö-Asl kitabında, böyle söylemiştir ve bununla, "bu işlemi yapmak caiz olur"demeyi murad eylememiştir. "Müzaraa caiz olur", demek istemiştir.
Çünkü bu, bir müzara akdi değildir.
Zira, müzâraa akdinde çıkacak mahsûle ortak olmak vardır. Bu durumda ise ortaklık yoktur.
Ancak, çıkacak olanın tamamının, tohum sahibinin olması şart ko şulursa; bu caiz olur.
Çıkacağın tamamının ekicinin olacağı şart koşulursa işte bu da caizdir. Çıkacağın tamamının ekicinin olması" mes'elesi, tohumun, onun tarafından olması hâli için söz konusudur.
Burada da bir takım vecihler vardır:
Yer sahibi, bir adama: Tohumundan bir kür, tarlama ek; çıkacağın tamamı benim olmak üzere..."derse; işte bu fâsiddir. Çünkü, tohum sahibi, bu surette, o yeri, "çıkanın tamamı yer sahibinin olmak üzere"icarlamış oluyor, isticar ise, o yerden çıkanın bir kısmım almakla olur. Bu durum kıyâsa muhalifdir.
Bu akid fâsid olunca, çıkanın tamamı tohum sahibinin olur. Yer sahibine ise ecr-i misil verir.
Ve çıkan mahsûl, tohum sahibine helâl olur.
Ancak, tohumunun misli kadarı ve alacağı kadan helâl olur; fazlasını tasadduk eder.
Şayet, yer sahibi, ekiciye: "Yerime (tarlama) tohumunu ek; çıkacağın tamamı benim olacak.' 'derse; işte bu caizdir. Bu durumda âmil, tarla sahibine, tohumunu borç olarak vermiştir, Çıkanuı tamamı tarla sahibinin olur.
Ekici ameline karşılık muayyen bir ücret alır.
Eğer: "Yerime (tarlama) tohumunu ek; çıkacak olanın tamamı senin olmak üzere."derse; işte bu fâsiddir. Bu durumda da, mahsûlün tamamı tarla sahibinin olur. Çiftçi ise tohumunun ve çalıştığının bedelini alır.
Keza, tarla sahibi, ekiciye: "Tohumunu tarlama ek; çıkanın tamamı senin olmak üzere, "derse; işte bu da caiz olur. Bu durumda, çıkanın tamamı tohum sahibinin olur. Ve yer sahibi, orayı ariyet olarak vermiş olur. Zehiyre'de de böyledir.
Tarla sahibi ziraatçıya:"Tohumu tarlaya ek; çıkana ortak olmak üzere, "derse işte bu müzaraa da caiz olur.
Bu durumda çıkan malsülü, yarı yarıya taksim ederler. Tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine (o:"benim için ek"dediği için) ödünç vermiş olur.
Görmüyor musun ki:Tarla sahibi, ziraatçıya: "Bana yüz dirhem borç ver"dediktensonra:"Ona bir kür buğday satın aî ve benim için tarlaya ek; çıkacak mahsûle ortağız."dese; Bu caiz olmaz mı? (Caiz olur).
Fakat, tarla sahibi, ziraatçıya, tohumu müzara için, tarla sahibine, bir kür vermek üzere "tarlasına ekmek için verdiğinde; ziraatçı AHahu Teâlâ'nın vereceği nzkı temin gayesi ile bir yıl çalışacak ve çıkacak mahsûle de ortak olacak olsalar; işte bu, tohum sahibi için fâsiddir.
Bu EI-As! kitabının Müzâraa bölümünde yazılmıştır.
Me'zun kitabının baş kısmında şöyle zikredilmiştir: Gerçekte bu durumda ziraat yer sahibinindir.
Şeyhü'î-islâm'da, Mivnraal kitabının şerhinde şöyle buyurmuştur: Bu iki mes'ele arasında fark yoktur. Fakat bunların te'vili (açıklaması) vardır. Me'zun kitabında, bizim söylediğimiz gibi, tohum sahibi, yer sahibine: "Nefsin için ek; çıkana ortağız, "derse; bu durumda ziraat, yer sahibinin olur.İşte bu şahıs çiftçidir. Çünkü çiftçi yer sahibine tohumu borç vermiş olur."Nefsin için ek"demiş olması sebebiyle, örfe göre bu böyledir.
Müzâraa, fesada gitse de, mahsûl yer sahibinde kalmıştır.
Gerçekten, Hİşam, bu mes'eleyi, Nevidir isimli kitabının mezun bahsinde, bizim Müzaraa kitabında söylediğimiz gibi yazmıştır da, tohum sahibi, yer sahibine "nefsin için ek". Sözünü söylememiştir.
Ancak, tohum sahibi, yer sahİbine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmamız için."derse; bu durumda çiftçi tohumu borçlanmış olmaz.Tohum sahibinin mülkünde kalmış olur da, kâr müzâraanm fesadı hâlinde, tohum sahibinin olur.
Hatta tohum sahibi, yer sahibine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmak üzere"derse; mes'elenin diğer kısmı hâli üzre kalır. Çıkan mahsûl, Me'zun mes'elesinde olduğu gibi Yer sahibinin olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine tohum vererek:"Bunu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir."veya "Tohumumu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir, "dese; işte bu caizdir ve bu durumda tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine onun tarlasına ekilmek üzere borç vermiş olur.Tarla sahibi, onu hakikaten eliyle teslim almışsa; bu böyledir.
Şayet tohum sahibi, ona: "Tohumumu benimiçin tarlana ek; çıkanın tamamı senin olmak üzere."derse. İşte bu fasid olur. Bu durum-da,çıkan mahsûlün tamamı» tohum sahibinin olur.
Bir adam, için diğerine, ekmesi için tohum verir ve" kendi tarlasına ekmesini çıkacağın tamamımnda kendisinin olmasını"şart koşarsa; işte bu da caizdir.
Bu durumda tohum sahibi, o yeri ariyet almış gibi olur.
Yer sahibi de ona yardım etmiş olur.
Tohumunu tarlasına ekmesi halinde bunların tamamı caizdir.
Eğer;"Şunu, tarlana, nefsin için ek. Allahu Teâla ne verirse be-nimdir."derse; bu durumda çıkanın tamamı tarla sahibinin olur. Ve tarla sahibi ona onun tohumu gibi tohum verir. Zehiyre'de böyledir. Bir adam, tarlasını, ekin ekmesi için bir başkasına vererek: "Allahu Teâlâ'nın vereceğine, yan yarıya ortak olalım."der ve öküz hususunda bir şey konuşmazlar veya Öküzü, âmile şart koşarlarsa bu durumda Öküz, âmilden olacaktır. Tohumun ekicinin kendinden olmasıyle, tarla sahibinden olması arasında fark yoktur. Çünkü öküz, amel âletidir. Onun amel sahibinin olması gerekir. Hızâneta'S-Müftio'de de böyledir.
Müzraa akdinde, mahsûlün bir kısmının ortaklardan başka bir şahsın olacağı şart koşulursa; duruma bakılır: Eğer onun, çalışmasını şart koşmamışlarsa; bu hâl müzaranm fesadını gerektirmez. Şart koşulan o mahsûl tohum sahibinin olur.
Şayet, çalışmasını da şart koşmuşlar ve tohum ziraatci tarafından verilecek ise (Şöyle ki: Bir adam, yerini birine, "tohumunu, öküzüyle ekmek ve orda bir başkası ile de çalışmak özre ve Allahu Teâlâ'nın vereceğine, üçte bir ortak olmak; üçte bir de tarla sahibine ve Üçte bir de diğerine verilmesi şartıyla verir ve olmazsa bu müzaraa fasiddir. Bur-da, ikinci ziraatçı kasdedilmiştir; birinci ziraatçı değil...Çünkü müza-raada şartlı değildir. Hatta, ikinci müzaraa birincinin müzaraasmda meşrut olsaydı (Şöyle ki:"Seninle birlikte, başka adamda çalışacak."demiş olsaydı;) bazı âlimlerimize göre birinci müzaraa fasid olurdu.
Şemsü'l-Eimme-Serahsi'de böyle fetva verirdi.
Şayet, tohum tarla sahibinden ise, mes'ele hâli üzere kalır. Ve müzaraa caiz olur. Çünkü tohum, tarla sahibinden olunca müste'cir iki âmil olurlar, işte bu caizdir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, iki taraf aralarında şart koşarak"Çıkacağm bir kısmı, birinin kölesinin olsun."derlerse; bunda iki durum vardır:
Birincisi: Tohumun tarla sahibinden olması hâli; bu durumda, "üçte biri ziraatcinin; üçte biri, tarla sahibinin; Üçte biri de tarla sahibinin kölesinin olacak"diye şart koşarlarsa; işte bu müzaraa caizdir. Bu kölenin üzerinde, ister borç olsun; ister olmasın farketmez.
Keza, bu durumda, bu kölenin âmil ile birlikte çalışıp çalışmama- sıda söz konusu değildir. Bu söylediğimiz, tohumun tarla sahibinden ol- ması ve her birine, üçte bir yerilmesinin şart kılınması hâlinde geçerlidir. Ve bu müzaraa caizdir.
Şayet tohum âmilin tarafından olur ve mahsûlün Üçte birini de tarla sahibinin kölesine şart koşarlarsa; yine bu müzaraa caizdir.
Eğer kölenin üzerinde borç yoksa, bu böyledir. Ve onun çalışıp çalışmayacağını şart koşmaya da itibar edilmez.
Şayet, bu kölenin çalışması şart koşulur ve onun borcu da olmaz ise, bu müzaraa, zâhirü'r-rivâyeye göre fasiddir.
Eğer kölenin üzerinde borç bulunur ve onun çalışması da şart koşulmamış olursa; bu durumda müzaraa caiz olur.
Köleye koşulan şart efendisine koşulmuş olur. Onlar, önceden, "üçte ikisi tarla sahibinin olacak; Üçte birisi de âmilin olacaktır." diye şart koşmuş olurlar.
Bununla beraber, kölenin çalışmasını şart koşarlarsa zâhirü'r-rivayeye göre, bu müzaraa, ikisinin hakkmdada kölenin üzerinde borç var ise fâsid olur.
Şayet kölenin çalışmasını şart koşmazlarsa; müzaraa caizdir. Ameli şart koşulursa, cevap yine aynısıdır.
Eğer kölenin üzerinde borç olmaz; ameli de şart koşulmuş olur ve çıkacak olanın bir kısmı da, öküzün birisi kendisine âid olan şahsa şart koşulursa; işte burda da cevap, ikisinden birinin kölesine şart koşma cevabı gibidir.
Çıkacak olan mahsûlün üçte birini fakirlerin almaşım şart kokmak caizdir.
Bu durumda şart koşulan kadan fakirlerin olur.
Bu, şart koşanla, Allah arasındadır. Yoksa, o şahıs, buna cebredilmez.
Bu şart, müzâraamn fesadını da icabetmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ortaklar, çıkacak olan mahsûlün üçte birinin, birinin mükâtbine veya bir yakînine yahut bir yabancıya verilmesini şart koşarlarsa; şayet, tohum tarla sahibinden olur ve onun çalışması da şarta bağlanmış bulunursa; bu müzaraa caiz olur. O şahıs da zirâtci ile beraber olur ve çıkanın üçte birisinin alır.
Eğer çalışmasını şart koşmamış olurlarsa yine müzaraa caiz; fakat üçte bir şartı bâtıl olur.
O üçte bir tarla sahibinin olur.
Şayet tohum âmil tarafından olur ve onun çalışması da şart koşulmamış bulunursa; bu da caizdir. O âmilin olur; başkasının olmaz.
Eğer çalışması şart koşuldu ve o da çalıştı ise, ona âmil tarafından ecr-i misil verilir. Çünkü âmil ile tarla sahibi arasındaki müzâraa caiz; âmil ile diğeri arasındaki şart bâtıldır.
Meselâ: Bir adam, tarlasını eksinler diye, iki kişiye tohum birisinden; amel de (~ çalışma da) diğerinden olmak şartıyle verirse; işte bu fâsiddir. Seniha'nin Mufaıyö'nde de böyledir.
Bir adam, tarlasını diğerine, tohumu da, çalışması da ondan olmak ve çıkacak mahsûlün üçte biri, tarla sahibinin olmak üzere ve filan şahsın, onu filanın öküzüyle sürmesi, ilaçlaması ve çıkan mahsûlün üçte birinin onun olması şartıyle verir; o da, buna razı olursa; bu durumda âmile (öküz sahibine) ecr-i misil verilir. Çünkü, o yerden çıkacağın üçte birine karşılık olarak, onu icarlamış oldu. Müzâraada da öküz matlup olmadığından, aralarındaki akid bozuktur; öküz sahibi, öküzünün ecr-i mislini alır; çıkan mahsûlün üçte biri ise tarla sahibinin olur. Üçte ikisi de âmilin olur. Bu, ikisi için de helâl olur.
Şayet tohum, tarla sahibinin olmuş olsaydı, üçte ikisi onun olurdu ve o öküzün ecr-i mislini verirdi. Üçte biri de âmilin olurdu.
Öküzü, ecr-i misliyle icarlamak caizdir; çıkacağa ortak etmek ise fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Tohum, tarla sahibinden olursa; bu durumda, âmil ile tarla sahibi arasında, bu müzâraa caizdir.
Fakat, bu müzâraa Öküz sahibi hakkında batıldır. Bu durumda, tarla sahibi, öküz sahibine ecr-i misil verir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, "Şu yerden çıkacak birinin olacak"; "diğer yerden çıkacak da diğerinin olacak" sa; bu ortaklık (= müzâraa) caiz değildir. Fe-tâvâji Klflhân'da da böyledir.
Eğer yer haraciyye olur ve "önce haracı çıkacak; sonra da kalanı müştereken taksim edilecek" diye şart koşarlarsa; bu fâsid olur.
Bu hüküm, haracın belirli miktarda olması vazife olduğu zamandadır. Çünkü belkide mahsul hâlinde böyledir. Çünkü, mahsûl, belirlenen o miktar kadar çıkmayabilir.
Fakat, harâc Üçte birli, dörtte birli bir şekilde, mahsûlün taksimi ile verilecek bir haraç ise, o takdirde, ortaklık caiz olur. Klâ'de de böyledir.
Şayet tohum sahibi, "önce öşrü verilecek; sonra da kalanı taksim edilecek." diye şart koşarsa; işte bu da caizdir ve bu müzâraa sahih olur.
Şayet, öşrünü vermeyi, tohum vermeyen tarafa şart koşarlar; geri kalanı da ortadan paylaşacak olurlarsa; bu da caizdir.
Eğer yer, öşre tâbi olur ve öşrü aralarında vermeyi şart koşarlar; o yer de, akar su ile veya kova ile sulanan bir yer olur; kalanı da yarı yarıya taksim ederlerse; bu da caizdir.
Mahsûl çıkınca, hükümdar hakkını öşründen veya nısıf öşründen alınca; geri kalanı aralarında taksim ederler.
Öşrü olan yerin, Öşrü alınmadan, ortaklardan birisi, gizlice mahsûlün bir miktarını alırsa; bu durumda yer sahibi, öşrünü kendisi öder. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kıyâsen caiz olur.
İraâmeyn'e göre ise, öşür iki ortak tarafından müştereken verilir.
Ortağı, âmile: "Ben, sultan tam öşür mü alacak, yoksa yarı mı alacak, bilmiyorum, öşrünü ortadan verdikten sonra, kalanı taksim ederiz." derse; tonton Ebû Hsnîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, bu fâsiddir.
İm&meyıı'e göre ise caizdir. Ve, öşrü aralarında taksim ederler.
Bu mes'elenin ma'nâsı: Ziraat yeri, bazen yağmur suyu ile kifayet eder. Bazı yerlerde de yağmur az olduğundan, dolap ve emsali sularla sulanırlar. Hükümdar, tam öşür veya yan Öşür alma hususunda, bu duruma itibar eder. Yukarıdaki mes'elede ortaklar: "Bizfbü sene yağmurun durumu ne olacak ve sultan ne kadar öşür alacak." demiş olurlar ve bu duruma göre akid yaparlar.
Bu durumlarda, İmla Ebû Hsaffe (R.A.)'ye göre, öşür, tarla sahibine aittir. İmteıeya'e göre ise, her durumda, öşür, ortaklar tarafından müştereken Ödenir; akid de müfsid değildir. Mebiât'ta da böyledir.
iki taraf, müzaraadan çıkacak buğdayı, aralarında müsavi olarak taksim ederler. Çıkacak arpayı birisi; buğdayı ise diğer birisi; alacak olsalar, işte bu caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
« Şayet, arazi harâciyye olur ve tarla sahibi, ekiciye: "Ben, sultanın, bu sene haraç alıp almıyacağım bilmiyorum. Bu arazi, harâciyye-dir." derse; bu müzâraa fâsid olur.
Bir adam, arazisini iki kişiye "tohumunu onların ekmesi ve çıkacak olandan birisine üçte bir; diğerine ise çıkacak olandan doksan ölçek vermek üzere" verirse; bu müzâraa İmâm Ebo Hanîfe (R.A.)'ye göre, tamamı hakkında fâsiddir.
İmâmeyn'e göre ise, üçte bir verilecek kimse için caiz; diğeri için fâsiddir. Kâfi'de de böyledir.
Ortaklar; tarlanın, "sahibi tarafından sürülmesini" şan koşarlar ve tohum, ziraatçı tarafından verilecek olursa; bu müzâraa fâsiddir. Tohum arazî sahibi tarafından verilecekse, caizdir. Hulâsada da böyledir..
Âmile, "kanal kazmayı, menfezinin ıslahını" şart koşarlarsa bu akid tohum da ondan olacaksa fâsid olur.
Bu durumda, ekim yapılırsa; yer sahibine ecr-i misil verilir; çıkanı diğeri alır.
Akid esnasında, kanal kazmadan bahsedilmez ve şart koşulmaz. Fakat âmil, kendiliğinden kanal kazarsa; bu durumda müzâraa caiz olur. Onun kazdığı kanal için de bir ücret ödenmez.
Şayet, tohum arazi sahibi tarafından verilir; âmile de, "kanal kazması, menfez ıslahı" şart koşulursa; yine bu akid fâsid olur. Çıkan mahsûl tarla sahibinin olur. Âmile yaptığı bütün işlerin ücreti verilir.
Akidde, tarla sahibinin kanal kazması, menfez ıslahı şart koşulur; o da bunları yapıp, suyu getirirse, müzâraa caizdir. Bu durumda, tohum hangi taraftan olursa olsun farketmez. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Müzaraada, "gübreyi birisinin saçmasını" şart koşulduğunda; eğer ekicinin saçması şart koşuldu ise; bu teklif hangi taraftan gelirse gelsin, müzâraa fâsiddir.
Bu durumda, tohum ekici tarafından ise, çıkan mahsûlün tamamı onun olur. Yer sahibine ise, yerinin ecr-i misli saçılan gübre İçin, ziraatciye bir şey borçlu olmaz.
Eğer tohum tarla sahibine aitse, çıkan mahsûl onun olur.
O takdirde, âmilin ecr-i mislini ve saçtığı gübre bedelini ona öder.
Şayet gübre saçmak, yer sahibine âit olur; tohum ise ziraatçıya ait olursa; bu takdirde de müzâraa fâsid olur.
Bu durumda, çıkan mahsûl ziraatcinin olur. Ve zirâatci de, yer sahibinin, yerinin ecr-i misli ile gübresinin bedelini öder. Eğer tohum tarla sahibinin ise, müzâraa caizdir.
Gübreyi saçması, tarla sahibine şart koşulmuşsa; bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) d-Aal'da bir şey zikretmemiştir. Kadı d-İmâm Abdu'l-Vâhld şöyle buyurmuştur.
Gübreyi, ziraatcinin saçması şart koşulmuşsa, tohum hangisinden olursa olsun, müzâraa caiz olur.
Eğer, yer sahibinin gübreyi saçması şart koşulur; tohum da âmilden olursa; bu durumda, müzâraa caiz olmaz; yeri sürmek, yer sahibine; tohum ise zirâatciye şart kılındığı gibi...
Şayet tohum yer sahibinden ise, müzâraa caiz olur.
Yer ve tohum sahibi olan zat, zirâatciye "gübre saçmasını" şart koşarsa; Mütekaddîmîn'e göre bu müzâraa fesada gider. Fakat, müteah-hirîn'e göre, fesada gitmez.
Fetva da bunun üzerinedir.
Bunu, el-Hucemfî ve Uzeyr fimi EM Sad böyle buyurmuşlardır. CevâhinTl-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, bağını veya bir tarlasını, bir adama, işletmeye veya ekmeye verir; ve o insanı "o yere gübre saçmak, arkını ıslah etmek kanalım kazmak, çukurunu doldurmak" gibi şeylerle ilzam ederse; bunları şart koşması hâlinde, müzâraa fâsid olur. Susarsa birşey gerekmez. Bir çok şeyler yapacağını söyler de onu ifa edip yerine getirmez ise, burdaki durum onu icarlamış gibi olur; akid bozulmaz. Şartlarının icrasına gayret gösterir. Cevâhinı'l-Fetâvâ'da da böyledir.
tki ortaktan birinin, diğerine, su dolabı ve kovasını şart koşması; birinin diğerine, öküzü şart koşması gibidir. Çünkü dolap ve kovalar, sulama âletleridir. Sulamak da ziraat için gerekli olan şeylerdendir.
Bu, eğer ziraatciye şart koşuîmuşsa, tohum hangi taraftan olursa olsun caizdir.
Şayet, bu arazi sahibine şart koşulmuş ve tohum da âmil tarafından olacaksa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi sahibinden ise caizdir ve bu sığırı şart koşmak gibidir.
Fakat, hayvan su çekecekse, yemesi ve bakımı birisinin üzerine olacaktır.
Şayet bu, ziraatciye şart koşulursa; tohum hangisinden olursa olsun caizdir.
Şayet arazi sahibinin Üzerine şart koşulur, tohum da âmil tarafından olursa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi sahibi tarafından verilecekse, işte bu caizdir.
Fakat, hayvan birine şart koşulur; yiyeceği de diğerine sahibine değil şart koşulursa; bu caiz değildir; fâsiddir. Senüut'nin Mobıyü'nde de böyledir.
Eğer tarla sahibine karşı şart koşulur ve "sürmeden ekilirse; ekiciye dörtte biri vardır; bir defa sürüp ekerse, ziraatciye üçte biri vardır." denilir; o da, buna razı olursa; işte bu müzaraa caizdir.
Sonra, et-Aal kitabında, Ebâ jükynun'ın rivayetinde bir ziyâdeiik vardır; bu Ebû Htfs'ın rivayetinde söylenmemiştir. O ziyadelik şudur:
Yer sahibi, ziraatciye: "Eğer eker, bakar, İslah edersen; yansını sen alırsın." derse; bu durumda, ekip bakma ve İslah etmeyi zikirle, çıkacak olan mahsulün yarısını alacağını şartlan üzerine ziyade kılmıştır.
İsi bin Ebftn, ta'n eyleyerek: Bunlar söylenmedi: Çıkana ortak olma şart koşuldu, demiştir. Bu, sıhhata yakın değildir. Çünkü muhayyerik, üç kişinin arasında olmuş olur. Nasıl olur da oraya meyi edilir?
Şayet akid bidayeten şartlı olsa ve sürmek, arkını yapmak zikredil-şeydi; bu müzâraa fâsid olurdu.
Fslayh Ebû'l- Kum, es-Sı|iknri-Belhî de, buna meyletmiştir.
Ebû Bekir d-Belhî de şöyle buyurmuştur:
İmâm Mubammed (R.A.) Ebû Süleyman'ın söylediğini söylemiştir. Bu sahihtir. Müzâraa akdinde bir fark vardır. O da yalnız kolaylaştırmadır. Müzâraa tesniye ile birlikte olursa, müzâraat fesniye şartıyla kabul edilir; tesniyesiz olursa caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
iki taraf, aralarında tane ve samana ortak olmayı şart koşarlarsa; bu müzâraa caiz olur. Her ikisi de, aralannda yarı yarıya taksim edilir.
Şayet "tane birinin olacak; saman da diğerinin olacak" diye şart koşarlarsa; burada sekiz durum vardır; bunlardan altısı bâtıl (= fâsid), ikisi caizdir. Fâsid olan şekiller:
1-) Aralannda, "saman taneyi (= tohumu) verenin; tane ise, âmilin olacak" diye şart koşarlarsa; işte bu fâsiddir.
2-) "Saman tohumu verenin olacak; tane, âmilin olacak." diye şart koşarlarsa; yine bu müzâraa fâsid olur.
3-) "Saman aralarında taksim edilecek; tane ise tohumu verenin olacak" dîye şart koşarlarsa; bu da fâsiddir.
4-) "Saman aralarında; tane ise, âmilin olacak." diye şart koşar^ larsa; yine müzâraa fâsid olur.
5-) "Taneyi taksim edecekler, saman tohumu verenin olacak" diye şart koşarlarsa buda fâsiddir.
6-) Samamn da tanenin de nasıl taksim olacağı hususunda susarlarsa; bu da fâsiddir.
Bu durumlarda, "saman yalnız tohumu verenin olacaktır." diye şart koşarlarsa; işte bu caiz; diğerlerinin hiç biri caiz değildir.
tmftm Ebu Yftsuf (R.A.): "Asla caiz değildir, buyurmuştur. Bazı âlimler: Tanenin, aralarında taksim edilmesini şart koştuklan hâlde, saman hakkında susarlarsa; örfe göre, samanı da taksim ederler." buyurmuşlardır. Bu şekildeki müzâraa, sahih olmaz. Çünkü bu şart ortaklıktaki maksûdu Birinin hissesinin olup; diğerinin olmaması ihtimaline binâen fceser.
"Tane aralannda taksim olacak" derler ve samanda susarlarsa; bu caiz olur ve saman tohum sahibinin olur.
İntan EMk Yfcof (R.A.)'a göre, bu caiz olmaz.
İmâra Mnbunmed (R.A.) de, sonradan bu görüşe avdet eylemiştir.
Bir adam, içinde bakliyat ekili bir yerini, diğerini verir ve: "Çıkacak mahsûle, yarı yarıya ortağız." derse; bu durumda samanı yer sahibinin olur.
Veya tanenin taksimini şarta bağlarlar da; saman hususunda susarlarsa; samanı yer sahibinin olur.
Şayet, "saman âmilin olacak." diye şart koşarlarsa; bu müzâraa fâsid olur. Zira ekili bakliyatı vermek, tarlayı ve tohumu birlikte vermek olur. îşte bundan dolayı, samanının da, tohum sahibinin alacağını şart koşmak caiz olur. Diğeri için şart koşarlarsa; caiz olmaz. Fetâvâyi KâdHıân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine bir arazi vererek, "bir kısmına buğday, bir kısmına arpa ekmesini ve onlardan her birinin, birisinin olacağını" söylerse; işte bu fâsid olur.
Keza, iki nevi olan şeyden birini, birinin; birini, diğerinin alması fâsiddir.
Keza, keten ekip de, tohumunun birisine; sapının diğerine olması fâsiddir.
Kavun, karpuz salatalık da böyledir.
Bunlar, yarı yarıya taksim edilirler. Ve bunlar saman şartı gibidirler. Felâvâyi Kadı hân'da da böyledir.
Asi olan: Yer sahibi ile zirâatci akid vakitlerinde fâsid olan bir şeyi şart koşarlarsa; duruma bakılır: Eğer, bu iki tarafada bir fayda sağlamıyorsa; (Meselâ: Birisinin hissesine çıkacak şey satılmayacaktır veya yenilmeyecektir.) işte bu müzâraa caizdir.
Eğer, şartta, ikisinden birisine fayda varsa; bunda iki durum vardır: Eğer şart akid sahibine dahil ise, (Şöyleki: Bedelden, birinin hissesi vardır; halbuki bedel akdin bel kemiğidir. Bedel vermeksizin akid caiz değildir.) bunsuz müzâraa fâsiddir. Cevaza da dönüşmez. Meselâ: mü-zâraada, birisi, çıkacak mahsûlle birlikte, yirmi dirhem alacaktır diye şart koşulur; sonra da çalışmadan yirmi dirhemi ibtal ederler veya ekip, biçmeyi, sürüp savurmayı şart koşarlar; sonra da onu ibtal ederlerse; bu durumlarda müzâraa caiz olmaya dönüşmez.
Bir taraf için, hissesini ortağına satmasını şart koşarlarsa; müzâraa fâsid olur.
Satacak şahıs veya müşteri, bu şartı ibtal etse bile, bu akdin câizliği geri dönmez.
Bu şartı, her ikisi birden, ibtâl ederlerse; bu müzaraanın câizliği geri döner.
Ortaklardan birisi, diğerine, *'çıkacak mahsûlü bağış yapacağım" şart koşarsa; bu durumda müzâraa fâsid olur.
Eğer bağış yapılan şahıs, çalışmadan önce, onu ibtâl ederse; onun ibtâli ile, müzâraa caiz olur. Bu kavlin esahh olduğu, kitapta zikredilmemiştir.
Bir adam, arazisini, diğerine, yan yarıya olma şartiyle verip; çiftçinin bazı işler yapmasını da şart koşar veya kendisinin bazı işler yapmasını şart koşarsa; işte bu iki durumdadır:
1-) Tohum tarla sahibinden'olabilir.
Böyle olursa, üç yönü vardır.
A-) Ziraatciye, ziraat hakkında bazı amelleri, şart koşar; bazıları hususunda da susar.
B-) Kendi nefsi için, bazı işleri yapmasını şart koşar; bakisinde susar.
C-) Bazı işleri kendi nefsi için; bazılarını da zirâatci için şart koşar.
Ziraatciye, ziraat hususunda bazı işleri şart koşar; basılan hakkında ise susarsa; (Şöyle ki "Yeri süreceksin ve ekeceksin." der de, susar ve sulamasını söylemezse) buda altı durumdadır:
1-) Sulamadan bir şey çıkmayan bir yer olabilir.
2-) Çıkar; fakat o yerin misli gibi çıkmaz.
Bu iki durumda, müzâraa fâsiddir.
3-) Keza, o yerden faydalı şey çıkar da sulamaymca kurursa; (çok yerlerde olduğu gibi) bu hâlde de müzâraa fâsiddir.
4-) Yer, emsali gibi hoşa gidecek bitkisi olan ve sulamaymca da kurumayan bir yer ise (bir çok yerlerde olduğu gibi susuz yetişiyorsa) bu durumda müzâraa caizdir.
5-) Keza; sulanınca daha çok verimli olursa; müzâraa yine caizdir.
6-) Sulanmayınca az mahsul mü verir; veya yağmur olur mu. olmaz mı bilinmezse, yine müzftraa caizdir.
7-) Arazi sahibi, bazı işleri kendisinin yapmasını şart koşar da (Meselâ: O yeri, kendisinin sulaması gibi) bakisinde susarsa; buda bizim söylediğimiz gibidir. Eğer, sulanınca faydalı olacağını bilirse, müzâraa caizdir.
Şayet, yer sahibinin o yerde çalışması şartını, kendisi koşmuşsa; bu durumda müzâraa fâsid olmaz. O işleri yapmasa da bu müzâraa caizdir.
Keza, varlığı ile yokluğu arasında bir fark olmazsa, bazı âlimlere göre, bu müzâraa da fâsiddir.
Şayet, sulamayı yer sahibi kendi nefsine şart kılar; kalan işleri de âmil yapacak olursa; bununla, nefsine şart koşmayıp, kalan işler hakkında da susması ile aynıdır.
2-) Tohumun, zirâatci tarafından olması hâlinde, yer sahibinin, zirâatciye bazı işleri yapmasını şart koşması: Şöyle ki: "Tohumu sen ekeceksin." der de, susarsa; müzâraa caiz olur.
Şayet bazı işler tarla sahibine, bazıları da âmile şart koşulursa, cevap önceki cevap gibidir.
Eğer tohum, tarla sahibinden olur ve tarla sahibi kendi nefsinin, "bazı işler yapacağını" bazı işleri de âmilin yapacağını şarta bağlarsa; bu müzâraa caiz olur. Makıyt'te böyledir.
Bir adam, yerini, birisine "tohumunu onun ekmesi ve yazlık ve kışlık gelirine ( = çıkacak olan mahsûle) yan yanya ortak olmaları" şar-tıyle verir; o yere de tarla sahibinin tohumu ekilirse; bu müzâraa fâsid olur. Talartıiniyye'de de böyledir.
Bir adam, hem tarlasını, hem de tohumunu, diğerine müzâraa olarak vererek, ona: "Bir defa sürüp ekmen hâlinde, şu kadar; sürmeden ekmen hâlinde, şu kadar; iki defa sürüp ekeceğin yere de, şu kadar ortaksın.*' derse; işte bu müzâraa caizdir.
Keza: "Tohumu sürülmüş yere ekersen, şu kadar; sürülmemiş yere ekersen, şu kadar hissen olacak*' derse; bu müzâraa da caiz olur.
Keza: "Tarladan, sürüp ektiğin yere, şu kadar; sürmeden ektiğine şu kadar hisse vardır." derse; müzâraa caiz olur.
Bu durumlarda zirâatci, söylenilenlerden istediğini yapabilir.
Âlimler: "Üçüncü meseleye verilen cevapta yanlışlık olmuştur. Mü-zâraamn fâsid olması gerekir. Çünkü ordaki miri kelimesi teb'iziyye içindir. Gerçekten şart, "bazısını sürerek, bazısını sürmeyerek ekersen..." denilince; işte o, "bazı" da cehalet vardır; neresi olduğu bilinmiyor. Onun için, fesadını gerektirir, demişlerdir.
Bizim, buna "sahih olur." dememizin delili:
İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl kitabında, bu cümleden olarak şöyle buyurmuştur:
Tarlayı veren şahıs, diğerine: "Ondan bir kısmına buğday ekersen, şu kadarı senindir; bir kısmına arpa ekersen, sana şu kadar hisse vardır. Oraya susam ekersen, şu kadar hissen vardır." derse; bu suretlerin
tamamı fâsid olur.
Keza, tarlayı veren şahıs: "Cemaziyü*l-âhir ayında ekersen, sana şu kadar hisse vardır." derse; işte bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "yağmur suyu ile ekersen, şu kadar hissen vardır." derse; bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "Önünü, batı tarafını ekersen şu kadar hisse var" veya: 'Dolaplı yerini ekersen, şu kadar hissen var." derse; bu durumlardaki müzâraalar fâsiddir.
Şeyhû'1-îmâm Ebû Bekir Muhammed bin FmH, şöyle buyurmuştur:
Sürülen yer mes'elesi hakkında, tmâmeyn'in kavli zikredilmemiştir. Bu mes'elede de zikr edilmemiştir.
Bunlar, İmâm Ebü Hanıfe (R.A.)'nin kavlidir. Müzâraanın cevazına cevap görünen sözler, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavilleridir. Ve Min kelimesinin tebiziyye olduğuna göredir.
İmâmeyn'e göre o Min sıla içindir. O takdirde, cevap onlara göre "müzâraa caiz olur."
Bu mes'ele, sürmek meselesine benzer.
İmâmeyn'e göre Min bütün mes'elelerde sıla içindir.
Âlimlerden bir kısmi da şöyle buyurmuşlardır:
Bu mes'ele, İmâmeyn'in görüşüne göredir. Çünkü, o min kelimesi hakikaten lügatte teb'ız manâsına geliyor. Sıla manâsı mecazîdir. Kalâm hakıkatta teb'iz manasına olmalıdır. Kelâmın hakikati, bunun üzerine, cehaleti gerektirir. Ancak, bu cehalet yeri sürme mes'elesindedir. Müzâraa'nın fesadını gerektirmez. Çünkü, cehalet, müzâraayı te'kid ettiği zaman, zail olup gitmiştir. Cehalet (= bilgisizlik), gittiği zaman da mü-zâraat te'kid edilmiş olur.
Fakat, buğday ve arpa mes'elesine gelince: Orda cehalet mevcuttur. Ve akid zemanında vardır. Çünkü ekileceğin bâzısının buğday bâzısının arpa olacağı ekim zamanı biliniyor. Burada cehalet akid zamanında tekid edilmiş oluyor.
Cemâziyyü'l-evvePde ekim mes'elesi de böyledir.
Sulama mes'eleside aynısıdır. Çünkü sulamadan murad, aralarında olmak âdettir.
Sulama, tohumu ektikten sonra olursa, cehalet meydanda olur. Eğer murad tohumu ekmeden önce sulamak ise, müzâraa sahih olur. Ekini sürüp ekmek gibi.., O takdirde, dehalet zail olur.
Fakat, bazı nas üzerine ekim, tarlayı sürdükten sonra da olur.; önce de olur.
Bu durumda, akid fesad olurmu? İmâm Muhammed (R.A.), bunu, el-AsPda zikr etmemiş tir. Şeyhû'l-İmâm Ebâ Bekir Muhammet! bin Fa di, kıyâs üzerine: "Bu müzâ-raanın fâsid olması gerekir." buyurmuştur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, tarlasını, "bir sene ekmek üzere", birisine tohumu da, çalışması da ondan olmak ve cemaziyyül evvel ayının başlarında ekil-. mek üzre; çıkacak olana yan yarıya ortak olmaları şartıyle verir ve "Ce-madiyül âhirin evvelinde ekerse, üçte ikisi tarla sahibinin olacak; itçte biri de zirâatcinin olacak" denilirse; önceki şart caizdir. İkincisi, imâm EbÛ Hsnife (R.A.)'nin kıyâsına göre fâsiddir, İmâmeyn'in kavillerinde ise, her iki halde de caizdir. Cemâziyyül-evvelin içinde ekerse, çıkana yarı yarıya ortak olurlar.
Şayet cemaziyyü'l-âhirde ekerse, çıkacacağın tamamı, tohum sahibinin olur; tarla sahibine ecr-i misil verilir.
Şayet tohum âmil tarafından ise, ecr-i misil ona âit olur.
Eğer tohum tarla sahibinden ise, her iki şart da caizdir. Eğer cemaziyyü'l-âhirde ekerse, çıkacak mahsûle üçte birli ortak olurlar.
Şayet:."Şu yere, şu günde ekersen, ondan çıkan şöyle olacak; (yani yan yarıya olacak); şu günde, ekersen; üçte biri senin olacak." derse; işte bu fâsid dir.
Birinci mes'elede, "Cemaziyül evvelin evvelinde ekersen, yarısı senin yarısı benim; cemaziyyü'l-âhirde ekersen, işte ona da ortağız." derse; bu şartları gibi olur.
Şayet, "dolaplı yere ekilenin üçte ikisi ekicinin olacakda; yağmur suyu ile sulanan yerin çıkaracağının yarısı onun, yarısi da arazi sahibinin olacaksa; işte bu da caizdir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şartlan gibi olur.
Önceki kıyâs, İmâm Züfer (R.A.)'in kıyâsıdır. Ve, o şartların ikisi de fâsiddir.
Arazi sahibi: "Dolaplı yere ekersen, üçte ikisi benimdir; diğer yere ekersen, yan yanyâyız." derse; bu müzâraa fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, tarlasını birine vererek, ona: "Buğday ekerse, çıkacak olana yan yarıya olacaklarını" söyler; adam da oraya arpa ekerse, çıkacak olanın tamamı onun olur. Bu caizdir. Zira, âmil muhayyer bırakılmıştır; şart koşulmamıştir.
Şayet buğday ekerse, o zaman ortak olurlar.
Eğer arpa ekerse, çıkacak olan mahsûl zirâatcinin olur.
Adam yerini verir ve: "Buğday ekersen, çıkacak olana yarı yarı-yayiz." der; adam da arpa ekerse, çıkacak olanın tamamı ekicinin olur. Tarla sahibine ecr-i misil verir. Şayet buğday ekerse, yarıyanya ortak olurlar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine tarlasını ve bir kür buğday ile bir kür de arpa verir ve: "Eğer, oraya buğdayı ekersen, çıkacağa yarı yarıya ortağız." derse; onun arpası geri verilir.
Şayet adam, oraya arpayı ekerse, çıkacak olan mahsûl yer sahibinin olur; buğdayı geri verilir.
Bunların tamamı, şarta uygun olunca caiz olur. Şayet, "çıkacak arpanın tamamı âmilin olacak" denilirse; o da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine, tarlasını kendi tohumunu ekmek üzere ve, "buğday ekerse, çıkacak olana yarı yarıya ortak olması; arpa ekerse, çıkacağın tamamı âmilin olması" şartıyle verince, o adam da susam ekerse; çıkacağın tamamı yer sahibinin olur. Ve bu da caizdir.
"Susam ekilecek" denilirse; buğday veya arpa ekmek fâsid olur.
Şayet tohum tarla sahibinden ise, mes'ele olduğu gibidir ve caizdir. Çünkü, âmil istiâne, iare ve tohumu ikraz arasında muhayyer bırakılmıştır. Yer sahibi tarafından, bu hasseten icâre gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, yerini, diğerine, bir sene tohum ekmek üzere ve "buğ-day ekerse, çıkacak olana ortak olmaları; arpa ekerse, üçte birinin yer sahibinin olması; susam ekerse, dörtte birinin yer sahibinin olması" şartıyle verirse; bu şartlar caizdir. Çünkü, âmil serbest bırakılmıştır.
Bir kısmına arpa, bir kısmına susam ekerse; bu da caizdir. Hangisi ekilirse, onunla ilgili şartlara uyulur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine, arazisini üç seneliğine "yazlık, kışlık ne ekerse; bağ bahçe ne dikerse, üçte biri yer sahibinin olmak; üçte ikisi de âmilin olmak" şartıyle verirse; işte bu da zahirü'r-rivâyeye göre caizdir. Htzânetü^ Müftin'de de böyledir.
Bir adam, yerini, birine tohumuyla ve öküzüyle, bazı yerine buğday, bazı yerine arpa; bazı yerine susam ekmek Üzere ve "buğdayın yarısı, yer sahibinin; arpanın, üçte birisi yer sahibinin; susamın üçte ikisi, yer sahibinin olmak ş&rtıyle" verirse; bu akid (= sözleşme) fâsiddir.
Akid fâsid olunca, ekilenin tamamı tohum sahibinin olur. Fetüvâyi Kldîhân'da da böyledir.
Bir adam, arazisini, bir seneliğine birisine "tohumu, öküzü, işçiliği ona âid olmak üzere ve ordan yalnız icar almak şartiyİe" verirse; işte bu da caizdir.
Şayet tohum, arazi sahibi tarafından verilecek olur; zirâatciyi de ücretle çalıştırırsa; kendi malında ücret (= icar) caizdir.
Bu durumda, tarlayı karlamak caiz olmaz.
Keza, zirâatciye "çıkacak mahsûlden ücretini alacaktır diye" şart koşarlarsa; bu da fâsiddir. Ve âmile ecr-i misil vardır. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Tealâ'dır. [18]
Bunu, İnftaı Mskssıned (R.A.) Ö-Asl kitabında, böyle söylemiştir ve bununla, "bu işlemi yapmak caiz olur"demeyi murad eylememiştir. "Müzaraa caiz olur", demek istemiştir.
Çünkü bu, bir müzara akdi değildir.
Zira, müzâraa akdinde çıkacak mahsûle ortak olmak vardır. Bu durumda ise ortaklık yoktur.
Ancak, çıkacak olanın tamamının, tohum sahibinin olması şart ko şulursa; bu caiz olur.
Çıkacağın tamamının ekicinin olacağı şart koşulursa işte bu da caizdir. Çıkacağın tamamının ekicinin olması" mes'elesi, tohumun, onun tarafından olması hâli için söz konusudur.
Burada da bir takım vecihler vardır:
Yer sahibi, bir adama: Tohumundan bir kür, tarlama ek; çıkacağın tamamı benim olmak üzere..."derse; işte bu fâsiddir. Çünkü, tohum sahibi, bu surette, o yeri, "çıkanın tamamı yer sahibinin olmak üzere"icarlamış oluyor, isticar ise, o yerden çıkanın bir kısmım almakla olur. Bu durum kıyâsa muhalifdir.
Bu akid fâsid olunca, çıkanın tamamı tohum sahibinin olur. Yer sahibine ise ecr-i misil verir.
Ve çıkan mahsûl, tohum sahibine helâl olur.
Ancak, tohumunun misli kadarı ve alacağı kadan helâl olur; fazlasını tasadduk eder.
Şayet, yer sahibi, ekiciye: "Yerime (tarlama) tohumunu ek; çıkacağın tamamı benim olacak.' 'derse; işte bu caizdir. Bu durumda âmil, tarla sahibine, tohumunu borç olarak vermiştir, Çıkanuı tamamı tarla sahibinin olur.
Ekici ameline karşılık muayyen bir ücret alır.
Eğer: "Yerime (tarlama) tohumunu ek; çıkacak olanın tamamı senin olmak üzere."derse; işte bu fâsiddir. Bu durumda da, mahsûlün tamamı tarla sahibinin olur. Çiftçi ise tohumunun ve çalıştığının bedelini alır.
Keza, tarla sahibi, ekiciye: "Tohumunu tarlama ek; çıkanın tamamı senin olmak üzere, "derse; işte bu da caiz olur. Bu durumda, çıkanın tamamı tohum sahibinin olur. Ve yer sahibi, orayı ariyet olarak vermiş olur. Zehiyre'de de böyledir.
Tarla sahibi ziraatçıya:"Tohumu tarlaya ek; çıkana ortak olmak üzere, "derse işte bu müzaraa da caiz olur.
Bu durumda çıkan malsülü, yarı yarıya taksim ederler. Tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine (o:"benim için ek"dediği için) ödünç vermiş olur.
Görmüyor musun ki:Tarla sahibi, ziraatçıya: "Bana yüz dirhem borç ver"dediktensonra:"Ona bir kür buğday satın aî ve benim için tarlaya ek; çıkacak mahsûle ortağız."dese; Bu caiz olmaz mı? (Caiz olur).
Fakat, tarla sahibi, ziraatçıya, tohumu müzara için, tarla sahibine, bir kür vermek üzere "tarlasına ekmek için verdiğinde; ziraatçı AHahu Teâlâ'nın vereceği nzkı temin gayesi ile bir yıl çalışacak ve çıkacak mahsûle de ortak olacak olsalar; işte bu, tohum sahibi için fâsiddir.
Bu EI-As! kitabının Müzâraa bölümünde yazılmıştır.
Me'zun kitabının baş kısmında şöyle zikredilmiştir: Gerçekte bu durumda ziraat yer sahibinindir.
Şeyhü'î-islâm'da, Mivnraal kitabının şerhinde şöyle buyurmuştur: Bu iki mes'ele arasında fark yoktur. Fakat bunların te'vili (açıklaması) vardır. Me'zun kitabında, bizim söylediğimiz gibi, tohum sahibi, yer sahibine: "Nefsin için ek; çıkana ortağız, "derse; bu durumda ziraat, yer sahibinin olur.İşte bu şahıs çiftçidir. Çünkü çiftçi yer sahibine tohumu borç vermiş olur."Nefsin için ek"demiş olması sebebiyle, örfe göre bu böyledir.
Müzâraa, fesada gitse de, mahsûl yer sahibinde kalmıştır.
Gerçekten, Hİşam, bu mes'eleyi, Nevidir isimli kitabının mezun bahsinde, bizim Müzaraa kitabında söylediğimiz gibi yazmıştır da, tohum sahibi, yer sahibine "nefsin için ek". Sözünü söylememiştir.
Ancak, tohum sahibi, yer sahİbine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmamız için."derse; bu durumda çiftçi tohumu borçlanmış olmaz.Tohum sahibinin mülkünde kalmış olur da, kâr müzâraanm fesadı hâlinde, tohum sahibinin olur.
Hatta tohum sahibi, yer sahibine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmak üzere"derse; mes'elenin diğer kısmı hâli üzre kalır. Çıkan mahsûl, Me'zun mes'elesinde olduğu gibi Yer sahibinin olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine tohum vererek:"Bunu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir."veya "Tohumumu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir, "dese; işte bu caizdir ve bu durumda tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine onun tarlasına ekilmek üzere borç vermiş olur.Tarla sahibi, onu hakikaten eliyle teslim almışsa; bu böyledir.
Şayet tohum sahibi, ona: "Tohumumu benimiçin tarlana ek; çıkanın tamamı senin olmak üzere."derse. İşte bu fasid olur. Bu durum-da,çıkan mahsûlün tamamı» tohum sahibinin olur.
Bir adam, için diğerine, ekmesi için tohum verir ve" kendi tarlasına ekmesini çıkacağın tamamımnda kendisinin olmasını"şart koşarsa; işte bu da caizdir.
Bu durumda tohum sahibi, o yeri ariyet almış gibi olur.
Yer sahibi de ona yardım etmiş olur.
Tohumunu tarlasına ekmesi halinde bunların tamamı caizdir.
Eğer;"Şunu, tarlana, nefsin için ek. Allahu Teâla ne verirse be-nimdir."derse; bu durumda çıkanın tamamı tarla sahibinin olur. Ve tarla sahibi ona onun tohumu gibi tohum verir. Zehiyre'de böyledir. Bir adam, tarlasını, ekin ekmesi için bir başkasına vererek: "Allahu Teâlâ'nın vereceğine, yan yarıya ortak olalım."der ve öküz hususunda bir şey konuşmazlar veya Öküzü, âmile şart koşarlarsa bu durumda Öküz, âmilden olacaktır. Tohumun ekicinin kendinden olmasıyle, tarla sahibinden olması arasında fark yoktur. Çünkü öküz, amel âletidir. Onun amel sahibinin olması gerekir. Hızâneta'S-Müftio'de de böyledir.
Müzraa akdinde, mahsûlün bir kısmının ortaklardan başka bir şahsın olacağı şart koşulursa; duruma bakılır: Eğer onun, çalışmasını şart koşmamışlarsa; bu hâl müzaranm fesadını gerektirmez. Şart koşulan o mahsûl tohum sahibinin olur.
Şayet, çalışmasını da şart koşmuşlar ve tohum ziraatci tarafından verilecek ise (Şöyle ki: Bir adam, yerini birine, "tohumunu, öküzüyle ekmek ve orda bir başkası ile de çalışmak özre ve Allahu Teâlâ'nın vereceğine, üçte bir ortak olmak; üçte bir de tarla sahibine ve Üçte bir de diğerine verilmesi şartıyla verir ve olmazsa bu müzaraa fasiddir. Bur-da, ikinci ziraatçı kasdedilmiştir; birinci ziraatçı değil...Çünkü müza-raada şartlı değildir. Hatta, ikinci müzaraa birincinin müzaraasmda meşrut olsaydı (Şöyle ki:"Seninle birlikte, başka adamda çalışacak."demiş olsaydı;) bazı âlimlerimize göre birinci müzaraa fasid olurdu.
Şemsü'l-Eimme-Serahsi'de böyle fetva verirdi.
Şayet, tohum tarla sahibinden ise, mes'ele hâli üzere kalır. Ve müzaraa caiz olur. Çünkü tohum, tarla sahibinden olunca müste'cir iki âmil olurlar, işte bu caizdir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, iki taraf aralarında şart koşarak"Çıkacağm bir kısmı, birinin kölesinin olsun."derlerse; bunda iki durum vardır:
Birincisi: Tohumun tarla sahibinden olması hâli; bu durumda, "üçte biri ziraatcinin; üçte biri, tarla sahibinin; Üçte biri de tarla sahibinin kölesinin olacak"diye şart koşarlarsa; işte bu müzaraa caizdir. Bu kölenin üzerinde, ister borç olsun; ister olmasın farketmez.
Keza, bu durumda, bu kölenin âmil ile birlikte çalışıp çalışmama- sıda söz konusu değildir. Bu söylediğimiz, tohumun tarla sahibinden ol- ması ve her birine, üçte bir yerilmesinin şart kılınması hâlinde geçerlidir. Ve bu müzaraa caizdir.
Şayet tohum âmilin tarafından olur ve mahsûlün Üçte birini de tarla sahibinin kölesine şart koşarlarsa; yine bu müzaraa caizdir.
Eğer kölenin üzerinde borç yoksa, bu böyledir. Ve onun çalışıp çalışmayacağını şart koşmaya da itibar edilmez.
Şayet, bu kölenin çalışması şart koşulur ve onun borcu da olmaz ise, bu müzaraa, zâhirü'r-rivâyeye göre fasiddir.
Eğer kölenin üzerinde borç bulunur ve onun çalışması da şart koşulmamış olursa; bu durumda müzaraa caiz olur.
Köleye koşulan şart efendisine koşulmuş olur. Onlar, önceden, "üçte ikisi tarla sahibinin olacak; Üçte birisi de âmilin olacaktır." diye şart koşmuş olurlar.
Bununla beraber, kölenin çalışmasını şart koşarlarsa zâhirü'r-rivayeye göre, bu müzaraa, ikisinin hakkmdada kölenin üzerinde borç var ise fâsid olur.
Şayet kölenin çalışmasını şart koşmazlarsa; müzaraa caizdir. Ameli şart koşulursa, cevap yine aynısıdır.
Eğer kölenin üzerinde borç olmaz; ameli de şart koşulmuş olur ve çıkacak olanın bir kısmı da, öküzün birisi kendisine âid olan şahsa şart koşulursa; işte burda da cevap, ikisinden birinin kölesine şart koşma cevabı gibidir.
Çıkacak olan mahsûlün üçte birini fakirlerin almaşım şart kokmak caizdir.
Bu durumda şart koşulan kadan fakirlerin olur.
Bu, şart koşanla, Allah arasındadır. Yoksa, o şahıs, buna cebredilmez.
Bu şart, müzâraamn fesadını da icabetmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ortaklar, çıkacak olan mahsûlün üçte birinin, birinin mükâtbine veya bir yakînine yahut bir yabancıya verilmesini şart koşarlarsa; şayet, tohum tarla sahibinden olur ve onun çalışması da şarta bağlanmış bulunursa; bu müzaraa caiz olur. O şahıs da zirâtci ile beraber olur ve çıkanın üçte birisinin alır.
Eğer çalışmasını şart koşmamış olurlarsa yine müzaraa caiz; fakat üçte bir şartı bâtıl olur.
O üçte bir tarla sahibinin olur.
Şayet tohum âmil tarafından olur ve onun çalışması da şart koşulmamış bulunursa; bu da caizdir. O âmilin olur; başkasının olmaz.
Eğer çalışması şart koşuldu ve o da çalıştı ise, ona âmil tarafından ecr-i misil verilir. Çünkü âmil ile tarla sahibi arasındaki müzâraa caiz; âmil ile diğeri arasındaki şart bâtıldır.
Meselâ: Bir adam, tarlasını eksinler diye, iki kişiye tohum birisinden; amel de (~ çalışma da) diğerinden olmak şartıyle verirse; işte bu fâsiddir. Seniha'nin Mufaıyö'nde de böyledir.
Bir adam, tarlasını diğerine, tohumu da, çalışması da ondan olmak ve çıkacak mahsûlün üçte biri, tarla sahibinin olmak üzere ve filan şahsın, onu filanın öküzüyle sürmesi, ilaçlaması ve çıkan mahsûlün üçte birinin onun olması şartıyle verir; o da, buna razı olursa; bu durumda âmile (öküz sahibine) ecr-i misil verilir. Çünkü, o yerden çıkacağın üçte birine karşılık olarak, onu icarlamış oldu. Müzâraada da öküz matlup olmadığından, aralarındaki akid bozuktur; öküz sahibi, öküzünün ecr-i mislini alır; çıkan mahsûlün üçte biri ise tarla sahibinin olur. Üçte ikisi de âmilin olur. Bu, ikisi için de helâl olur.
Şayet tohum, tarla sahibinin olmuş olsaydı, üçte ikisi onun olurdu ve o öküzün ecr-i mislini verirdi. Üçte biri de âmilin olurdu.
Öküzü, ecr-i misliyle icarlamak caizdir; çıkacağa ortak etmek ise fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Tohum, tarla sahibinden olursa; bu durumda, âmil ile tarla sahibi arasında, bu müzâraa caizdir.
Fakat, bu müzâraa Öküz sahibi hakkında batıldır. Bu durumda, tarla sahibi, öküz sahibine ecr-i misil verir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, "Şu yerden çıkacak birinin olacak"; "diğer yerden çıkacak da diğerinin olacak" sa; bu ortaklık (= müzâraa) caiz değildir. Fe-tâvâji Klflhân'da da böyledir.
Eğer yer haraciyye olur ve "önce haracı çıkacak; sonra da kalanı müştereken taksim edilecek" diye şart koşarlarsa; bu fâsid olur.
Bu hüküm, haracın belirli miktarda olması vazife olduğu zamandadır. Çünkü belkide mahsul hâlinde böyledir. Çünkü, mahsûl, belirlenen o miktar kadar çıkmayabilir.
Fakat, harâc Üçte birli, dörtte birli bir şekilde, mahsûlün taksimi ile verilecek bir haraç ise, o takdirde, ortaklık caiz olur. Klâ'de de böyledir.
Şayet tohum sahibi, "önce öşrü verilecek; sonra da kalanı taksim edilecek." diye şart koşarsa; işte bu da caizdir ve bu müzâraa sahih olur.
Şayet, öşrünü vermeyi, tohum vermeyen tarafa şart koşarlar; geri kalanı da ortadan paylaşacak olurlarsa; bu da caizdir.
Eğer yer, öşre tâbi olur ve öşrü aralarında vermeyi şart koşarlar; o yer de, akar su ile veya kova ile sulanan bir yer olur; kalanı da yarı yarıya taksim ederlerse; bu da caizdir.
Mahsûl çıkınca, hükümdar hakkını öşründen veya nısıf öşründen alınca; geri kalanı aralarında taksim ederler.
Öşrü olan yerin, Öşrü alınmadan, ortaklardan birisi, gizlice mahsûlün bir miktarını alırsa; bu durumda yer sahibi, öşrünü kendisi öder. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kıyâsen caiz olur.
İraâmeyn'e göre ise, öşür iki ortak tarafından müştereken verilir.
Ortağı, âmile: "Ben, sultan tam öşür mü alacak, yoksa yarı mı alacak, bilmiyorum, öşrünü ortadan verdikten sonra, kalanı taksim ederiz." derse; tonton Ebû Hsnîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, bu fâsiddir.
İm&meyıı'e göre ise caizdir. Ve, öşrü aralarında taksim ederler.
Bu mes'elenin ma'nâsı: Ziraat yeri, bazen yağmur suyu ile kifayet eder. Bazı yerlerde de yağmur az olduğundan, dolap ve emsali sularla sulanırlar. Hükümdar, tam öşür veya yan Öşür alma hususunda, bu duruma itibar eder. Yukarıdaki mes'elede ortaklar: "Bizfbü sene yağmurun durumu ne olacak ve sultan ne kadar öşür alacak." demiş olurlar ve bu duruma göre akid yaparlar.
Bu durumlarda, İmla Ebû Hsaffe (R.A.)'ye göre, öşür, tarla sahibine aittir. İmteıeya'e göre ise, her durumda, öşür, ortaklar tarafından müştereken Ödenir; akid de müfsid değildir. Mebiât'ta da böyledir.
iki taraf, müzaraadan çıkacak buğdayı, aralarında müsavi olarak taksim ederler. Çıkacak arpayı birisi; buğdayı ise diğer birisi; alacak olsalar, işte bu caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
« Şayet, arazi harâciyye olur ve tarla sahibi, ekiciye: "Ben, sultanın, bu sene haraç alıp almıyacağım bilmiyorum. Bu arazi, harâciyye-dir." derse; bu müzâraa fâsid olur.
Bir adam, arazisini iki kişiye "tohumunu onların ekmesi ve çıkacak olandan birisine üçte bir; diğerine ise çıkacak olandan doksan ölçek vermek üzere" verirse; bu müzâraa İmâm Ebo Hanîfe (R.A.)'ye göre, tamamı hakkında fâsiddir.
İmâmeyn'e göre ise, üçte bir verilecek kimse için caiz; diğeri için fâsiddir. Kâfi'de de böyledir.
Ortaklar; tarlanın, "sahibi tarafından sürülmesini" şan koşarlar ve tohum, ziraatçı tarafından verilecek olursa; bu müzâraa fâsiddir. Tohum arazî sahibi tarafından verilecekse, caizdir. Hulâsada da böyledir..
Âmile, "kanal kazmayı, menfezinin ıslahını" şart koşarlarsa bu akid tohum da ondan olacaksa fâsid olur.
Bu durumda, ekim yapılırsa; yer sahibine ecr-i misil verilir; çıkanı diğeri alır.
Akid esnasında, kanal kazmadan bahsedilmez ve şart koşulmaz. Fakat âmil, kendiliğinden kanal kazarsa; bu durumda müzâraa caiz olur. Onun kazdığı kanal için de bir ücret ödenmez.
Şayet, tohum arazi sahibi tarafından verilir; âmile de, "kanal kazması, menfez ıslahı" şart koşulursa; yine bu akid fâsid olur. Çıkan mahsûl tarla sahibinin olur. Âmile yaptığı bütün işlerin ücreti verilir.
Akidde, tarla sahibinin kanal kazması, menfez ıslahı şart koşulur; o da bunları yapıp, suyu getirirse, müzâraa caizdir. Bu durumda, tohum hangi taraftan olursa olsun farketmez. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Müzaraada, "gübreyi birisinin saçmasını" şart koşulduğunda; eğer ekicinin saçması şart koşuldu ise; bu teklif hangi taraftan gelirse gelsin, müzâraa fâsiddir.
Bu durumda, tohum ekici tarafından ise, çıkan mahsûlün tamamı onun olur. Yer sahibine ise, yerinin ecr-i misli saçılan gübre İçin, ziraatciye bir şey borçlu olmaz.
Eğer tohum tarla sahibine aitse, çıkan mahsûl onun olur.
O takdirde, âmilin ecr-i mislini ve saçtığı gübre bedelini ona öder.
Şayet gübre saçmak, yer sahibine âit olur; tohum ise ziraatçıya ait olursa; bu takdirde de müzâraa fâsid olur.
Bu durumda, çıkan mahsûl ziraatcinin olur. Ve zirâatci de, yer sahibinin, yerinin ecr-i misli ile gübresinin bedelini öder. Eğer tohum tarla sahibinin ise, müzâraa caizdir.
Gübreyi saçması, tarla sahibine şart koşulmuşsa; bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) d-Aal'da bir şey zikretmemiştir. Kadı d-İmâm Abdu'l-Vâhld şöyle buyurmuştur.
Gübreyi, ziraatcinin saçması şart koşulmuşsa, tohum hangisinden olursa olsun, müzâraa caiz olur.
Eğer, yer sahibinin gübreyi saçması şart koşulur; tohum da âmilden olursa; bu durumda, müzâraa caiz olmaz; yeri sürmek, yer sahibine; tohum ise zirâatciye şart kılındığı gibi...
Şayet tohum yer sahibinden ise, müzâraa caiz olur.
Yer ve tohum sahibi olan zat, zirâatciye "gübre saçmasını" şart koşarsa; Mütekaddîmîn'e göre bu müzâraa fesada gider. Fakat, müteah-hirîn'e göre, fesada gitmez.
Fetva da bunun üzerinedir.
Bunu, el-Hucemfî ve Uzeyr fimi EM Sad böyle buyurmuşlardır. CevâhinTl-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, bağını veya bir tarlasını, bir adama, işletmeye veya ekmeye verir; ve o insanı "o yere gübre saçmak, arkını ıslah etmek kanalım kazmak, çukurunu doldurmak" gibi şeylerle ilzam ederse; bunları şart koşması hâlinde, müzâraa fâsid olur. Susarsa birşey gerekmez. Bir çok şeyler yapacağını söyler de onu ifa edip yerine getirmez ise, burdaki durum onu icarlamış gibi olur; akid bozulmaz. Şartlarının icrasına gayret gösterir. Cevâhinı'l-Fetâvâ'da da böyledir.
tki ortaktan birinin, diğerine, su dolabı ve kovasını şart koşması; birinin diğerine, öküzü şart koşması gibidir. Çünkü dolap ve kovalar, sulama âletleridir. Sulamak da ziraat için gerekli olan şeylerdendir.
Bu, eğer ziraatciye şart koşuîmuşsa, tohum hangi taraftan olursa olsun caizdir.
Şayet, bu arazi sahibine şart koşulmuş ve tohum da âmil tarafından olacaksa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi sahibinden ise caizdir ve bu sığırı şart koşmak gibidir.
Fakat, hayvan su çekecekse, yemesi ve bakımı birisinin üzerine olacaktır.
Şayet bu, ziraatciye şart koşulursa; tohum hangisinden olursa olsun caizdir.
Şayet arazi sahibinin Üzerine şart koşulur, tohum da âmil tarafından olursa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi sahibi tarafından verilecekse, işte bu caizdir.
Fakat, hayvan birine şart koşulur; yiyeceği de diğerine sahibine değil şart koşulursa; bu caiz değildir; fâsiddir. Senüut'nin Mobıyü'nde de böyledir.
Eğer tarla sahibine karşı şart koşulur ve "sürmeden ekilirse; ekiciye dörtte biri vardır; bir defa sürüp ekerse, ziraatciye üçte biri vardır." denilir; o da, buna razı olursa; işte bu müzaraa caizdir.
Sonra, et-Aal kitabında, Ebâ jükynun'ın rivayetinde bir ziyâdeiik vardır; bu Ebû Htfs'ın rivayetinde söylenmemiştir. O ziyadelik şudur:
Yer sahibi, ziraatciye: "Eğer eker, bakar, İslah edersen; yansını sen alırsın." derse; bu durumda, ekip bakma ve İslah etmeyi zikirle, çıkacak olan mahsulün yarısını alacağını şartlan üzerine ziyade kılmıştır.
İsi bin Ebftn, ta'n eyleyerek: Bunlar söylenmedi: Çıkana ortak olma şart koşuldu, demiştir. Bu, sıhhata yakın değildir. Çünkü muhayyerik, üç kişinin arasında olmuş olur. Nasıl olur da oraya meyi edilir?
Şayet akid bidayeten şartlı olsa ve sürmek, arkını yapmak zikredil-şeydi; bu müzâraa fâsid olurdu.
Fslayh Ebû'l- Kum, es-Sı|iknri-Belhî de, buna meyletmiştir.
Ebû Bekir d-Belhî de şöyle buyurmuştur:
İmâm Mubammed (R.A.) Ebû Süleyman'ın söylediğini söylemiştir. Bu sahihtir. Müzâraa akdinde bir fark vardır. O da yalnız kolaylaştırmadır. Müzâraa tesniye ile birlikte olursa, müzâraat fesniye şartıyla kabul edilir; tesniyesiz olursa caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
iki taraf, aralarında tane ve samana ortak olmayı şart koşarlarsa; bu müzâraa caiz olur. Her ikisi de, aralannda yarı yarıya taksim edilir.
Şayet "tane birinin olacak; saman da diğerinin olacak" diye şart koşarlarsa; burada sekiz durum vardır; bunlardan altısı bâtıl (= fâsid), ikisi caizdir. Fâsid olan şekiller:
1-) Aralannda, "saman taneyi (= tohumu) verenin; tane ise, âmilin olacak" diye şart koşarlarsa; işte bu fâsiddir.
2-) "Saman tohumu verenin olacak; tane, âmilin olacak." diye şart koşarlarsa; yine bu müzâraa fâsid olur.
3-) "Saman aralarında taksim edilecek; tane ise tohumu verenin olacak" dîye şart koşarlarsa; bu da fâsiddir.
4-) "Saman aralarında; tane ise, âmilin olacak." diye şart koşar^ larsa; yine müzâraa fâsid olur.
5-) "Taneyi taksim edecekler, saman tohumu verenin olacak" diye şart koşarlarsa buda fâsiddir.
6-) Samamn da tanenin de nasıl taksim olacağı hususunda susarlarsa; bu da fâsiddir.
Bu durumlarda, "saman yalnız tohumu verenin olacaktır." diye şart koşarlarsa; işte bu caiz; diğerlerinin hiç biri caiz değildir.
tmftm Ebu Yftsuf (R.A.): "Asla caiz değildir, buyurmuştur. Bazı âlimler: Tanenin, aralarında taksim edilmesini şart koştuklan hâlde, saman hakkında susarlarsa; örfe göre, samanı da taksim ederler." buyurmuşlardır. Bu şekildeki müzâraa, sahih olmaz. Çünkü bu şart ortaklıktaki maksûdu Birinin hissesinin olup; diğerinin olmaması ihtimaline binâen fceser.
"Tane aralannda taksim olacak" derler ve samanda susarlarsa; bu caiz olur ve saman tohum sahibinin olur.
İntan EMk Yfcof (R.A.)'a göre, bu caiz olmaz.
İmâra Mnbunmed (R.A.) de, sonradan bu görüşe avdet eylemiştir.
Bir adam, içinde bakliyat ekili bir yerini, diğerini verir ve: "Çıkacak mahsûle, yarı yarıya ortağız." derse; bu durumda samanı yer sahibinin olur.
Veya tanenin taksimini şarta bağlarlar da; saman hususunda susarlarsa; samanı yer sahibinin olur.
Şayet, "saman âmilin olacak." diye şart koşarlarsa; bu müzâraa fâsid olur. Zira ekili bakliyatı vermek, tarlayı ve tohumu birlikte vermek olur. îşte bundan dolayı, samanının da, tohum sahibinin alacağını şart koşmak caiz olur. Diğeri için şart koşarlarsa; caiz olmaz. Fetâvâyi KâdHıân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine bir arazi vererek, "bir kısmına buğday, bir kısmına arpa ekmesini ve onlardan her birinin, birisinin olacağını" söylerse; işte bu fâsid olur.
Keza, iki nevi olan şeyden birini, birinin; birini, diğerinin alması fâsiddir.
Keza, keten ekip de, tohumunun birisine; sapının diğerine olması fâsiddir.
Kavun, karpuz salatalık da böyledir.
Bunlar, yarı yarıya taksim edilirler. Ve bunlar saman şartı gibidirler. Felâvâyi Kadı hân'da da böyledir.
Asi olan: Yer sahibi ile zirâatci akid vakitlerinde fâsid olan bir şeyi şart koşarlarsa; duruma bakılır: Eğer, bu iki tarafada bir fayda sağlamıyorsa; (Meselâ: Birisinin hissesine çıkacak şey satılmayacaktır veya yenilmeyecektir.) işte bu müzâraa caizdir.
Eğer, şartta, ikisinden birisine fayda varsa; bunda iki durum vardır: Eğer şart akid sahibine dahil ise, (Şöyleki: Bedelden, birinin hissesi vardır; halbuki bedel akdin bel kemiğidir. Bedel vermeksizin akid caiz değildir.) bunsuz müzâraa fâsiddir. Cevaza da dönüşmez. Meselâ: mü-zâraada, birisi, çıkacak mahsûlle birlikte, yirmi dirhem alacaktır diye şart koşulur; sonra da çalışmadan yirmi dirhemi ibtal ederler veya ekip, biçmeyi, sürüp savurmayı şart koşarlar; sonra da onu ibtal ederlerse; bu durumlarda müzâraa caiz olmaya dönüşmez.
Bir taraf için, hissesini ortağına satmasını şart koşarlarsa; müzâraa fâsid olur.
Satacak şahıs veya müşteri, bu şartı ibtal etse bile, bu akdin câizliği geri dönmez.
Bu şartı, her ikisi birden, ibtâl ederlerse; bu müzaraanın câizliği geri döner.
Ortaklardan birisi, diğerine, *'çıkacak mahsûlü bağış yapacağım" şart koşarsa; bu durumda müzâraa fâsid olur.
Eğer bağış yapılan şahıs, çalışmadan önce, onu ibtâl ederse; onun ibtâli ile, müzâraa caiz olur. Bu kavlin esahh olduğu, kitapta zikredilmemiştir.
Bir adam, arazisini, diğerine, yan yarıya olma şartiyle verip; çiftçinin bazı işler yapmasını da şart koşar veya kendisinin bazı işler yapmasını şart koşarsa; işte bu iki durumdadır:
1-) Tohum tarla sahibinden'olabilir.
Böyle olursa, üç yönü vardır.
A-) Ziraatciye, ziraat hakkında bazı amelleri, şart koşar; bazıları hususunda da susar.
B-) Kendi nefsi için, bazı işleri yapmasını şart koşar; bakisinde susar.
C-) Bazı işleri kendi nefsi için; bazılarını da zirâatci için şart koşar.
Ziraatciye, ziraat hususunda bazı işleri şart koşar; basılan hakkında ise susarsa; (Şöyle ki "Yeri süreceksin ve ekeceksin." der de, susar ve sulamasını söylemezse) buda altı durumdadır:
1-) Sulamadan bir şey çıkmayan bir yer olabilir.
2-) Çıkar; fakat o yerin misli gibi çıkmaz.
Bu iki durumda, müzâraa fâsiddir.
3-) Keza, o yerden faydalı şey çıkar da sulamaymca kurursa; (çok yerlerde olduğu gibi) bu hâlde de müzâraa fâsiddir.
4-) Yer, emsali gibi hoşa gidecek bitkisi olan ve sulamaymca da kurumayan bir yer ise (bir çok yerlerde olduğu gibi susuz yetişiyorsa) bu durumda müzâraa caizdir.
5-) Keza; sulanınca daha çok verimli olursa; müzâraa yine caizdir.
6-) Sulanmayınca az mahsul mü verir; veya yağmur olur mu. olmaz mı bilinmezse, yine müzftraa caizdir.
7-) Arazi sahibi, bazı işleri kendisinin yapmasını şart koşar da (Meselâ: O yeri, kendisinin sulaması gibi) bakisinde susarsa; buda bizim söylediğimiz gibidir. Eğer, sulanınca faydalı olacağını bilirse, müzâraa caizdir.
Şayet, yer sahibinin o yerde çalışması şartını, kendisi koşmuşsa; bu durumda müzâraa fâsid olmaz. O işleri yapmasa da bu müzâraa caizdir.
Keza, varlığı ile yokluğu arasında bir fark olmazsa, bazı âlimlere göre, bu müzâraa da fâsiddir.
Şayet, sulamayı yer sahibi kendi nefsine şart kılar; kalan işleri de âmil yapacak olursa; bununla, nefsine şart koşmayıp, kalan işler hakkında da susması ile aynıdır.
2-) Tohumun, zirâatci tarafından olması hâlinde, yer sahibinin, zirâatciye bazı işleri yapmasını şart koşması: Şöyle ki: "Tohumu sen ekeceksin." der de, susarsa; müzâraa caiz olur.
Şayet bazı işler tarla sahibine, bazıları da âmile şart koşulursa, cevap önceki cevap gibidir.
Eğer tohum, tarla sahibinden olur ve tarla sahibi kendi nefsinin, "bazı işler yapacağını" bazı işleri de âmilin yapacağını şarta bağlarsa; bu müzâraa caiz olur. Makıyt'te böyledir.
Bir adam, yerini, birisine "tohumunu onun ekmesi ve yazlık ve kışlık gelirine ( = çıkacak olan mahsûle) yan yanya ortak olmaları" şar-tıyle verir; o yere de tarla sahibinin tohumu ekilirse; bu müzâraa fâsid olur. Talartıiniyye'de de böyledir.
Bir adam, hem tarlasını, hem de tohumunu, diğerine müzâraa olarak vererek, ona: "Bir defa sürüp ekmen hâlinde, şu kadar; sürmeden ekmen hâlinde, şu kadar; iki defa sürüp ekeceğin yere de, şu kadar ortaksın.*' derse; işte bu müzâraa caizdir.
Keza: "Tohumu sürülmüş yere ekersen, şu kadar; sürülmemiş yere ekersen, şu kadar hissen olacak*' derse; bu müzâraa da caiz olur.
Keza: "Tarladan, sürüp ektiğin yere, şu kadar; sürmeden ektiğine şu kadar hisse vardır." derse; müzâraa caiz olur.
Bu durumlarda zirâatci, söylenilenlerden istediğini yapabilir.
Âlimler: "Üçüncü meseleye verilen cevapta yanlışlık olmuştur. Mü-zâraamn fâsid olması gerekir. Çünkü ordaki miri kelimesi teb'iziyye içindir. Gerçekten şart, "bazısını sürerek, bazısını sürmeyerek ekersen..." denilince; işte o, "bazı" da cehalet vardır; neresi olduğu bilinmiyor. Onun için, fesadını gerektirir, demişlerdir.
Bizim, buna "sahih olur." dememizin delili:
İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl kitabında, bu cümleden olarak şöyle buyurmuştur:
Tarlayı veren şahıs, diğerine: "Ondan bir kısmına buğday ekersen, şu kadarı senindir; bir kısmına arpa ekersen, sana şu kadar hisse vardır. Oraya susam ekersen, şu kadar hissen vardır." derse; bu suretlerin
tamamı fâsid olur.
Keza, tarlayı veren şahıs: "Cemaziyü*l-âhir ayında ekersen, sana şu kadar hisse vardır." derse; işte bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "yağmur suyu ile ekersen, şu kadar hissen vardır." derse; bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "Önünü, batı tarafını ekersen şu kadar hisse var" veya: 'Dolaplı yerini ekersen, şu kadar hissen var." derse; bu durumlardaki müzâraalar fâsiddir.
Şeyhû'1-îmâm Ebû Bekir Muhammed bin FmH, şöyle buyurmuştur:
Sürülen yer mes'elesi hakkında, tmâmeyn'in kavli zikredilmemiştir. Bu mes'elede de zikr edilmemiştir.
Bunlar, İmâm Ebü Hanıfe (R.A.)'nin kavlidir. Müzâraanın cevazına cevap görünen sözler, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavilleridir. Ve Min kelimesinin tebiziyye olduğuna göredir.
İmâmeyn'e göre o Min sıla içindir. O takdirde, cevap onlara göre "müzâraa caiz olur."
Bu mes'ele, sürmek meselesine benzer.
İmâmeyn'e göre Min bütün mes'elelerde sıla içindir.
Âlimlerden bir kısmi da şöyle buyurmuşlardır:
Bu mes'ele, İmâmeyn'in görüşüne göredir. Çünkü, o min kelimesi hakikaten lügatte teb'ız manâsına geliyor. Sıla manâsı mecazîdir. Kalâm hakıkatta teb'iz manasına olmalıdır. Kelâmın hakikati, bunun üzerine, cehaleti gerektirir. Ancak, bu cehalet yeri sürme mes'elesindedir. Müzâraa'nın fesadını gerektirmez. Çünkü, cehalet, müzâraayı te'kid ettiği zaman, zail olup gitmiştir. Cehalet (= bilgisizlik), gittiği zaman da mü-zâraat te'kid edilmiş olur.
Fakat, buğday ve arpa mes'elesine gelince: Orda cehalet mevcuttur. Ve akid zemanında vardır. Çünkü ekileceğin bâzısının buğday bâzısının arpa olacağı ekim zamanı biliniyor. Burada cehalet akid zamanında tekid edilmiş oluyor.
Cemâziyyü'l-evvePde ekim mes'elesi de böyledir.
Sulama mes'eleside aynısıdır. Çünkü sulamadan murad, aralarında olmak âdettir.
Sulama, tohumu ektikten sonra olursa, cehalet meydanda olur. Eğer murad tohumu ekmeden önce sulamak ise, müzâraa sahih olur. Ekini sürüp ekmek gibi.., O takdirde, dehalet zail olur.
Fakat, bazı nas üzerine ekim, tarlayı sürdükten sonra da olur.; önce de olur.
Bu durumda, akid fesad olurmu? İmâm Muhammed (R.A.), bunu, el-AsPda zikr etmemiş tir. Şeyhû'l-İmâm Ebâ Bekir Muhammet! bin Fa di, kıyâs üzerine: "Bu müzâ-raanın fâsid olması gerekir." buyurmuştur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, tarlasını, "bir sene ekmek üzere", birisine tohumu da, çalışması da ondan olmak ve cemaziyyül evvel ayının başlarında ekil-. mek üzre; çıkacak olana yan yarıya ortak olmaları şartıyle verir ve "Ce-madiyül âhirin evvelinde ekerse, üçte ikisi tarla sahibinin olacak; itçte biri de zirâatcinin olacak" denilirse; önceki şart caizdir. İkincisi, imâm EbÛ Hsnife (R.A.)'nin kıyâsına göre fâsiddir, İmâmeyn'in kavillerinde ise, her iki halde de caizdir. Cemâziyyül-evvelin içinde ekerse, çıkana yarı yarıya ortak olurlar.
Şayet cemaziyyü'l-âhirde ekerse, çıkacacağın tamamı, tohum sahibinin olur; tarla sahibine ecr-i misil verilir.
Şayet tohum âmil tarafından ise, ecr-i misil ona âit olur.
Eğer tohum tarla sahibinden ise, her iki şart da caizdir. Eğer cemaziyyü'l-âhirde ekerse, çıkacak mahsûle üçte birli ortak olurlar.
Şayet:."Şu yere, şu günde ekersen, ondan çıkan şöyle olacak; (yani yan yarıya olacak); şu günde, ekersen; üçte biri senin olacak." derse; işte bu fâsid dir.
Birinci mes'elede, "Cemaziyül evvelin evvelinde ekersen, yarısı senin yarısı benim; cemaziyyü'l-âhirde ekersen, işte ona da ortağız." derse; bu şartları gibi olur.
Şayet, "dolaplı yere ekilenin üçte ikisi ekicinin olacakda; yağmur suyu ile sulanan yerin çıkaracağının yarısı onun, yarısi da arazi sahibinin olacaksa; işte bu da caizdir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şartlan gibi olur.
Önceki kıyâs, İmâm Züfer (R.A.)'in kıyâsıdır. Ve, o şartların ikisi de fâsiddir.
Arazi sahibi: "Dolaplı yere ekersen, üçte ikisi benimdir; diğer yere ekersen, yan yanyâyız." derse; bu müzâraa fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, tarlasını birine vererek, ona: "Buğday ekerse, çıkacak olana yan yarıya olacaklarını" söyler; adam da oraya arpa ekerse, çıkacak olanın tamamı onun olur. Bu caizdir. Zira, âmil muhayyer bırakılmıştır; şart koşulmamıştir.
Şayet buğday ekerse, o zaman ortak olurlar.
Eğer arpa ekerse, çıkacak olan mahsûl zirâatcinin olur.
Adam yerini verir ve: "Buğday ekersen, çıkacak olana yarı yarı-yayiz." der; adam da arpa ekerse, çıkacak olanın tamamı ekicinin olur. Tarla sahibine ecr-i misil verir. Şayet buğday ekerse, yarıyanya ortak olurlar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine tarlasını ve bir kür buğday ile bir kür de arpa verir ve: "Eğer, oraya buğdayı ekersen, çıkacağa yarı yarıya ortağız." derse; onun arpası geri verilir.
Şayet adam, oraya arpayı ekerse, çıkacak olan mahsûl yer sahibinin olur; buğdayı geri verilir.
Bunların tamamı, şarta uygun olunca caiz olur. Şayet, "çıkacak arpanın tamamı âmilin olacak" denilirse; o da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine, tarlasını kendi tohumunu ekmek üzere ve, "buğday ekerse, çıkacak olana yarı yarıya ortak olması; arpa ekerse, çıkacağın tamamı âmilin olması" şartıyle verince, o adam da susam ekerse; çıkacağın tamamı yer sahibinin olur. Ve bu da caizdir.
"Susam ekilecek" denilirse; buğday veya arpa ekmek fâsid olur.
Şayet tohum tarla sahibinden ise, mes'ele olduğu gibidir ve caizdir. Çünkü, âmil istiâne, iare ve tohumu ikraz arasında muhayyer bırakılmıştır. Yer sahibi tarafından, bu hasseten icâre gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, yerini, diğerine, bir sene tohum ekmek üzere ve "buğ-day ekerse, çıkacak olana ortak olmaları; arpa ekerse, üçte birinin yer sahibinin olması; susam ekerse, dörtte birinin yer sahibinin olması" şartıyle verirse; bu şartlar caizdir. Çünkü, âmil serbest bırakılmıştır.
Bir kısmına arpa, bir kısmına susam ekerse; bu da caizdir. Hangisi ekilirse, onunla ilgili şartlara uyulur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine, arazisini üç seneliğine "yazlık, kışlık ne ekerse; bağ bahçe ne dikerse, üçte biri yer sahibinin olmak; üçte ikisi de âmilin olmak" şartıyle verirse; işte bu da zahirü'r-rivâyeye göre caizdir. Htzânetü^ Müftin'de de böyledir.
Bir adam, yerini, birine tohumuyla ve öküzüyle, bazı yerine buğday, bazı yerine arpa; bazı yerine susam ekmek Üzere ve "buğdayın yarısı, yer sahibinin; arpanın, üçte birisi yer sahibinin; susamın üçte ikisi, yer sahibinin olmak ş&rtıyle" verirse; bu akid (= sözleşme) fâsiddir.
Akid fâsid olunca, ekilenin tamamı tohum sahibinin olur. Fetüvâyi Kldîhân'da da böyledir.
Bir adam, arazisini, bir seneliğine birisine "tohumu, öküzü, işçiliği ona âid olmak üzere ve ordan yalnız icar almak şartiyİe" verirse; işte bu da caizdir.
Şayet tohum, arazi sahibi tarafından verilecek olur; zirâatciyi de ücretle çalıştırırsa; kendi malında ücret (= icar) caizdir.
Bu durumda, tarlayı karlamak caiz olmaz.
Keza, zirâatciye "çıkacak mahsûlden ücretini alacaktır diye" şart koşarlarsa; bu da fâsiddir. Ve âmile ecr-i misil vardır. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Tealâ'dır. [18]
Konular
- Müzâraa'nın Rüknü:
- Müzâraanın Sıhhatinin Şartları:
- Ziraatçı İle İlgili Şartlar:
- Ekilecek Şeye Âit Şartlar:
- Müzâraanın Sıhhatinin Diğer Şartları:
- Arazi İle İlgili Şartlar:
- Zirâat Vasıtaları İle İlgili Şartlar:
- Müzâraa'nın Müddeti:
- Müzâraada Hisselerin Belirtilmesi:
- Müzaraa Akdini İfsâd Eden Şartlar:
- Müzâraatın Hükümleri:
- 2- MÜZÂRAA'NIN ÇEŞİTLERİ
- Caîz Olan Ve Caiz Olmayan Müzâraa Şekillerî
- Caîz Olan Müzâraalar:
- Fâsîd Müzâraalar
- 3- MÜZÂRAADARİ ŞARTLAR
- 4- TARLA VEYA HURMALIK SAHİBİNİN, KENDİSİNİN ÇALIŞMAYA BAŞLAMASI
- 5- BİR YERİ, ZÎRAAÎCİNİN, BİR BAŞKASINA MÜZÂRAATEN VERMESİ
- 6- MÛZÂRAADA, MUAMELENİN ŞART KOŞULMASI
- 7- MÜZÂRAADA İHTİLAF
- 8- ZİRÂİ ORTAKLIKTA, TARLA VEYA HURMALIK SAHİBİ İLE ÇİFTÇİ VE ÂMİLİN HİSSELERİNİN FAZLALAŞTIRILMASI
- 9- ARAZİ SAHİBİNİN ÖLMESİ VEYA ZİRAAT VAKTİNİN GEÇMESİ HÂLİNDE, EKİLİ ŞEY BAKLİYAT VEYA HURMA OLURSA
- 10- BİR ARAZİYİ, ORTAKLARDAN BİRİNİN VEYA BİR GASIBIN EKMESİ
- 11- EKMESİ İÇİN, BİR ORTAĞA VERİLMİŞ BULUNAN BİR YERİN SATILMASI
- 12- MUAMELE VE MUZÂRAA'NIN FESHİNDE ÖZÜR
- 13- ÇİFTÇİ VEYA İŞÇİNİN ÖLÜMÜ HÂLİNDE, YAPTIĞI ZİRÂİ İŞLER BİLİNMİYORSA DURUM NE OLUR?
- 14- HASTANIN, MÜZÂRAA VE MUAMELESİ
- Hastanın, Müzâraa Ve Muâmeıe Hakkındaki İkrarı
- 15- MÜZARAA VE MUAMELEDE REHİN
- 16- MÜZÂRAA VE MUAMELE İLE BİRLİKTE, BİR KÖLEYİ AZÂD ETMEK VEYA MÜKATEP KILMAK