2- Harbînin Dâr-i İslama Girmesi

Müste'men olarak, dâr-i islâma giren bir harbînin, burada, bir sene kalması mümkün olmaz.

Ancak, bu istekle olan, bir harbî'ye, imâm (= devlet başkanı): "Eğer, tam bir sene, kalacak olursan; senin üzerine cizye koyarım." dedikten sonra; bu harbî, imâmın bu sözü üzerine, bir sene tamam olmadan önce, kendi yurduna dönerse; bu şahsa karşı, yapılacak, hiç bir şey yoktur.

Ancak, bu şahıs, —tam— bir sene kalırsa; bu durumda, o şahıs, zimmîdir.

îmâm, bu harbîye, bir aylık veya iki aylık gibi, az bir vergi takdir eder. Sonra, bu şahıs, yurdumuzda kalırsa, o zaman zimmı olur.

Zimmî olduğu zaman, ondan, müteakip senenin cizyesi istenir. Yanî, ona sorulur; bir sene kalacaksa, sene tamam olmuş gibi, ondan cizyesi alınır. Tebyîn'de de böyledir.

Bundan sonra, o şahsın, dâr-i harbe dönmesine izin verilmez. Kifâye'de de böyledir.

Yurdumuza müste'men olarak girmiş bulunan bir harbî, bir harâc arazisi satın alırsa; oraya harâc konunca, bu şahıs zimmî olur.

Bu harbînin satın aldığı arazi, öşür arazisi olursa; ondan yine öşür alınır;

Bu İmâm Muhammcd (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu arazî, harâc arazisi olur. Bu harbîden de, gelecek senenin cizyesi alınır.

Bu arazîye haraç konulunca, bu kimsenin zimmîliği sabit olur ve bu harbî hüküm altına girer.

Dâr-i harbe çıkması yasaklanır.

Bu harbînin, müslümanla arasında kısas muamelesi cereyan eder.

Müslüman, onun şarabına veya domuzunu telef edince, kıymetini tazmin eder.

Müslüman, bu şahsı, hatâen öldürürse; diyetini öder.

Bu şahsa, ezâ edilmesi yasaklanır.

Bu şahsın gıybetini yapmak da, müslümanın gıybetini yapmak gibi haram olur.

Bu şahsın arazisine harâc koymaktan maksat, onu ilzam edip, vakti gelince, bunu ondan almak ve benzeri gibi şeylerdir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Zâhiru'r-rivâyede, sadece, arazî satın alması,  o şahsı zimmî yapmaz.

İmâm Muhamnıed (R.A.): "Şayet, bu şahıs, o araziyi haracını vermesi gerekmeden önce satarsa; sâdece, satın almış olması sebebi ile, zimmî olmuş sayılmaz." buyurmuştur.

Harâc arazisini kiralayıp, onu eken bir harbî, zimmî olmaz. Şayet, bir harbî, harâc arazisine tohum eker; imâm onun çıkardığı mahsulden haracını alırsa; —arazi sahibinin dışında— imâm, onu zimmî eder ve başına cizye kor.                                                               

Müste'men bir kimse; taksim edilmiş bir araziyi satın alır ve ondan da, bir müslüman icarlarsa: îmâm, bu arazinin haracını, ziraatın durumuna göre, icarlayandan alır. Bu durumda, bu müste'men de, zimmî olmuş sayılmaz.

Bir harbî, bir harâc arazisini satın alıp ekse ve bu mahsule, bir âfet dokunarak, onu helak etse; bu durumda, o sene, ondan harâc alınmaz. Bu harbîde, zimmîsayılmaz.

Bu müste'mene, haraç gerekmesi hâlinde, o yere, altı aydan daha az sahip olsa bile, bu şahıs zimmî olur. Harâc alındığında, bu şahsın yerine harâc gerektiği günden itibaren, bir sene geçtikten sonra, haracı alınır.

Bir müs$e'men kadın, bir zimmî veya bir müslüman ile evlenirse, zimmîye(= kadın zimmî) olur.

Ancak, bir müste'men erkek, yurdumuzda, bir zimmîye ile evle­nirse; bu durumda, o erkek, zimmî olmaz. Sirâcü'I-Vehtaâc'da da böyledir.

Müste'men bir harbî, dâr-i İslama gelip, bir zimmî veya bir müs-lümanın yanına, bir emânet bıraksa veya bunlarda alacağı olsa; bu şahıs, dâr-i harbe gidince, kanı helâl olur.

Bu kimsenin, zimmîde yahut müslümanda bulunan malına gelince; bu kimsenin o maldaki hakkı bakidir. Ve o malı alıp yemek haramdır.

Bu kimse, mağlup edilir, öldürülür veya esir edilirse, alacağı sakıt ve bu emâneti fey olur.

Şayet, bu harbî, o malı rehin bırakmışsa; İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre, yanma rehin bırakılmış olan şahıs, bu malı, alacağının yerine sayar.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Rehin bırakılan o şey satılır. Ala­caklısı, alacağı kadarını alır" geride kalan da, beytü'I-mâle terkedilir." buyurmuştur. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet, bu şahıs öldürülürse, alacağı da, emâneti de vârislerine kalır.

Bu şahıs Ölürse de, hüküm böyledir.

Harbîlerin malından, savaş yapılmadan alman şeyler; haracın sarf olunduğu yerlere, —müslümanların menfaati için— harcanır.

Âlimler: "Bu, sürgün edilmiş bulunan, harbîlerin arazileri gibidir/' demişlerdir. Bu durumdaki şahıslardan cizye alınır. Ancak, beşte bir alınmaz. Hidâye'de de böyledir.

Bir müste'men, dâr-i islâmda, malı yüzünden ölse; vârisleri ise, dâr-i harbde bulunsa, bu şahsın malı, bu varislerine verilir.

Bu şahsın, malını almaya gelen vârislerden, —vâris olduklarına dâir— delil getirmeleri istenir. Durumu hüccetlerle ispat etmeleri hâlinde, mallarını alırlar.

Şayet, bu vârisler, ehl-i zimmetten şahit gösterirlerse; bu daha güzel olur ve kabul edilir.

Zimmîler: "O şahsın, bunlardan başka vârisleri yoktur." deyince; mallar, onlara teslim edilir. Ve malın kendilerine verildiğine dâir, onlardan kefil alınır.

Bu hususta, —her ne kadar, kendisinin yazmış bulunduğu, sâkit olsa bile,— meliklerinin yazdığı mektup kabul edilmez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir harbî, kölesini, ticâret yapması için, müste'men olarak, dâr-i islâma göndermiş ve bu köle, dâr-i islâmda müslüman olmuş bulunsa; bu kölenin bedeli, —sahibi olan—, harbînindir. Mebsut'ta da böyledir.

Müste'men olarak, yurdumuza girmiş bulunan bir harbînin, dâr-i harbde, karısı ve kücük-büyük çocukları ile malı bulunur,bunlarında bir kısmı zimmî, bir kısmı harbî, bir kısmı da bir müslümanm yanına ema­neten bırakılmış olur ve bu şahıs, dâr-i islâmda İslama girmiş bulunur; sonra da, bu şahsın yurdu fethedilirse; bu durumda, her şeyi fey olur. Karısı hamile ise, karnındaki de fey olur. Hidâye'de de böyledir.

Bu mes'elede: "Bu şahsın, küçük çocuğu esir edilirse, o, babasına tâbi olarak, müslüman sayılır. Ve yine de, müslümanlar için fey'dir. Çünkü, müslüman olması, köle olmasına mani değildir. Tebyîn'de de böyledir.

Bu şahıs, dâr-i harbde müslüman olduktan sonra, dâr-i islâma gelir, bilâhare de, onun memleketi fethedilirse, küçük çocukları, baba­larına tâbi olarak hürdürler. Zimmînin ve müslümanın yanında bulunan malları da, kendisinindir. Diğerleri ise, fey'dir. Kâft'de de böyledir.

Dâr-i harbde müslüman olan bir harbîyi, orada, bir müslüman, kasden veya hatâen öldürür ve bu şahsın da, orada vârisleri bulunursa, öldüren şahsa, ihatası için— keffâretten başka, birşey gerekmez.

Velisi bulunmayan bir müslümanı, hatâen öldüren veya dâr-i İslama, emânla girmiş ve müslüman olmuş bulunan bir harbiyi öldüren kimse; öldürdüğü adamın diyetini, baba tarafına verilmek üzere, imâma (= devlet başkanına) verir. Kendisi de, keffâret yapar.

Dâtö islâma emânla girmiş ve müslüman olmuş bulunan bir şahıs, vârisi olmayan bir müslümanı öldürmüş, kendisinin de vârisleri, —kasden veya babasına tabî olarak— müslüman olmazlarsa (Meselâ: Onun, bize getirdiği, küçük çocuğunun bulunmaması gibi...); imâm dilerse, onu, —kısâsen— öldürtür, dilerse, —cebren değil— anlaşma ile diyet alır. Ancak, imâm, onu affedemez.

Öldürülmüş bulunan bu şahıs, yabana atılmış olarak bulunursa;

—ister öldü ren, ister başkası atmış olsun— bunun diyeti, beytü'l-mâlden, akrabasına Ödenir. Kim -öldürmüşse, o da keffâret yapar.

Eğer, bu şahıs, kasden katledümişse; imâm, isterse, onu öldüreni, —kışâsen— öldürür, isterse, diyet üzerine anlaşma yapar.

Bu, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammet! (R.A.)'in kav­lidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Âslolan:   Bir  kimsenin  yurdu,  o  kimsenin,  oranın  ehlinden olduğunun açık delilidir.

Sima, mekândan daha kuvvetli bir delildir. Şahit ise, hepsinden kavî ve sağlam bir delildir.

Bir müfreze, bir topluluğu esir alıp getirse ve esirlerin ehl-i islâm veya ehl-i zimmet oldukları iddia edilse; esirler: "Bunlar, bizi, dâr-i islâmda esir aldılar." dediği halde; müfreze ise: "Dâr-i harbden aldık." Bunlar, ehl-i harbdir." deseler; bu durumda, esirlerin sözü kabul edilir.

Ancak, bu esirler: "Bizi, dâr-i harbden aldılar. Fakat, biz müslü-manlardamz." veya "... zimmet ehliyiz. Dâr-i harbe, müste'men olarak, ticâret için gitmiştik." yahut "... ziyaret için gitmiştik." derlerse; bu durumda, sözlerine inanılmaz. Ve bunlar, köle edilirler.

Ancak, bunlarda; sünnet, sakal, bıyığın kesilmiş olması, Kur'ân okumaları, fıkhî mes'ele bilmeleri gibi, bir islâm alâmeti bulunursa; bu durumda, —müslüman olduklarına inanılıp— bırakılırlar. Bunlardan, esaret kalkar.

Keza, bu alâmetler, galibiyetten sonra, esirlerde de bulunursa; mü­frezede bulunanlardan bir kısmının, bunların aleyhindeki şehâdetleri kabul edilmez. Çünkü, bunların şehâdetleri, nefsi için olmuş olur. Ancak, bu hususta, —dâr-i harbde bulunan— tüccarların şehâdetleri makbul olur. Çünkü, onların, —bu esirlere— ortaklığı yoktur.
Bu hususta, ehl-i zimmetin şahitliği de kabul edilmez. Çünkü bu, müslümanlara karşı şehâdet olur. Kâfî'de de böyledir. [74]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..